Başı çarşafların üzerindeyken Juliet, nefesi kesilerek üstsüz adamı izledi. Adam sırtı yatağa dönük olarak bornozunu çıkardığında geniş omuzları ve sağlam sırt kasları şafağın ışığı altında ortaya çıkmıştı.
Kusursuz, dengeli bir şövalye fiziği. Bir etoburun şık vücudunu andıran bir bel ve çekici, köşeli bir yüz. Büyük ve küçük yaralar vücuduna dağılmıştı, ama onlar bile bir sanat eseriydi. Juliet bir an için adama bakarken aklını kaybetmiş gibi hissetti.
Bornozunu çıkardıktan sonra, adam beyaz ve temiz kesim bir gömlek giymişti.
Bu yüksek statülü soylu bir Dük'e yakışmayan bir alışkanlık olsada, hayatının yarısını savaş alanında geçiren bu adam vücudunun görünüşünden nefret ettmiş ve kendi kendine giyinmeyi tercih etmişti.
Yani yatak odasına getirdiği sadece 2 kadın tipi vardı. Tek gecelik bir sevgili ya da kullanmaya değer bir kadın.
Juliet sonuncusuydu.
'... Belki ikiside.'
Aklından bu düşünceler geçen Juliet, kendine güldü.
O anda, kafasını yastığa koymuş dinlenen Juliet'in gözleri adamın kırmızı gözleriyle buluştu. Dük'ün gözleri kol düğmelerini takarken kısıldı.
"Seni uyandırdım mı?"
Bunu merak etmek onun için oldukça normaldi.
Sonraki gün, Juliet normalde parmağını bile kıpırdatamayacak kadar yorgun olurdu. Gözlerini gün doğumunda açmak bir yana, güneş ışıkları yayılana kadar uyurdu.
"... Hayır, majesteleri."
Juliet iç çekerek yanıtladı.
Çarşafı üzerinden çekti ve ayağa kalktı. Şimdi o fark ettiğine göre, uyuyormuş gibi davranmak pek akıllıca değildi.
Juliet dün gece hiç uyuyamamıştı. Tüm gece uyanık kalmıştı, ama o yorgun hissedemeyecek kadar çok asabi ve gergindi.
"Sana söyleyecek bir şeyim var."
Yataktan aşağı çıplak ayakla inen Juliet dikkatlice konuştu.
Açıkça keçeleştiğini anladığı saçları kabaca tek tarafa dökülüyordu ama Juliet artık neye benzediğini önemsemiyordu. Juliet ne kadar özenle giyinmeye çalışsa da, güneş gibi parlayan sevgilisinin önünde her zaman perişan görünüyordu. Rengarenk yazlık elbiseler ona göre mütevazı pijamalardan başka bir şey değildi.
"Daha sonra söyle."
"Lennox,"
Juliet umursamadan gitmeye çalışan adamın kolunu aceleyle yakaladı.
Onun için (kendisi için) gelecek yoktu. Şu an olmak zorundaydı.
Lennox Carlisle.
İmparatorluğun en genç hükümdarı, Carlisle Kuzey Dükü, Juliet'in sevgilisiydi. Ve sevgilisi çok meşgul bir adamdı.
Etrafları her zaman insanlarla çevriliydi, bu yüzden yalnız kalmaları için tek fırsat buydu.
"Bu sadece bir dakika sürecek, zamanını almayacak."
Dük koluna asılan kadına baktı.
Soğuk ve kalpsiz kırmızı gözler. Juliet kayıtsız ve soğuk bakışları yüzünden sıçradı ama ne kolunu bıraktı ne de gözlerinden kaçındı.
Sonunda, kısa bir sessizliğin ardından, izin verildi.
"Devam et."
Juliet rahat bir nefes alırken, Dük masaya oturdu. Eli, masanın üzerindeki gümüş puro kutusunu kaldırdı ve uzun parmaklarıyla kutudan bir sigara aldı.
"Konuş."
"Bu..."
Juliet zorlukla dudaklarını kastı. Konuya nasıl yaklaşacağını bilmiyordu.
Nasıl başlamalıyım?
"Yani..."
"Bir hediye?"
"Evet?"
"Bu doğum günü hediyenle ilgili, öyle değil mi?"
"...Ah."
Doğum günü hediyesi?
Juliet, beklenmedik sözünden dolayı biraz utandı, bunu yeni fark etmişti. 25. yaş gününe sadece bir kaç gün kalmıştı.
Carlisle Dükü asla arkadaş canlısı bir sevgili olmadı, ama maddi olarak sonsuz cömert biriydi.
Zengin, meşgul bir sevgiliye sahip olmak, onun kayıtsız tavrına alışmak demekti.
Ama onun doğum günü hatırladığı tek yıldönümüydü.
Sadece yılda bir gün. Juliet Montagu, o bir gün ondan bir şey isteyebilirdi.
Sonraki dakikada, Juliet genişçe gülümsedi ve başını salladı.
"Evet, bu doğru, Bu benim doğum günü hediyemle alakalı."
Dük, yüzündeki ani ifade değişikliğine dikkat etmek yerine saçını hafifçe elliyle taradı. Yavaşça konuya karşı ilgisizleşiyordu.
Basit bir rahatsızlık jestiydi, ama bu bile garip bir şekilde tehlikeli bir atmosfer yarattı.
"Bana ne istediğini söyle."
Hemen cevap vermek yerine, Juliet kendi durumuna rağmen hafifçe güldü. Yedi yıl önce, ilk tanıştıkları zaman, bu adam aynı şeyi söylemişti;
"Bana ne istediğini söyle, evlilik dışında."
O sırada, Dük'ün küstah tavrından tiksinerek, mantıksız taleplerde bulunmuştu.
Ama Juliet'in sevgilisi, tamamen onun ulaşamayacağı bir adamdı.
Dük'e göre, talepleri ile birlikte, o sinir bozucu ve zahmetli bir şeyden başka bir şey değildi. Juliet zekiydi, yani fark etmesi o kadar uzun sürmedi.
Evet.
Onun ilgisini çekemeyeceğini biliyordu. Juliet bu gerçeği herkesten daha iyi biliyordu.
"Bu yıl bana bir iyilik yapmanı istiyorum, hediye almanı değil."
"Bir iyilik?"
"Evet."
Biraz tereddüt ettikten sonra, Juliet devam etti.
"Beni dinleyeceğine söz verir misin?"
Juliet’in tavrı o kadar ciddiydi ki, ilk defa Carlisle Dükü'nün dudaklarından kahkaha çıktı. Tipik katı ağzı çekici bir sırıtmaya dönüştü.
Bu bariz bir alaydı. Ama kimse genç Carlisle Dükünün küstahlığını belirtmeye cesaret edemezdi. O imparatordan bile korkmazdı. Lennox Carlisle’ın konumu ona bir taht bile sağlayabilirdi, eğer isteseydi.
Ama bu sadece bir sevgilinin doğum günü dileğiydi.
"Tamam, söz veriyorum."
Lennox kuru bir şekilde başını salladı.
Onunla dalga geçmeye çalışıyor gibiydi, ama bu Juliet için yeterliydi.
"Teşekkürler, majesteleri. O zaman..."
Juliet sessizce gülümsedi ve kasıtlı olarak biraz yavaşça gözlerini kırpıştırdı. Hepsi bir sevgilinin görünüşünü biraz daha uzun süre korumak için.
Ama bir sonraki anda, dudaklarından çıkan talep Lennox Carlisle’in beklentilerinin çok ötesindeydi.
"Lütfen benden ayrıl."
"...Ne?"
"Majesteleri."
Juliet melek gibi bir yüzle basitçe gülümsedi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.