Lennox Carlisle, tarihi bir ailenin halefi olarak doğdu.
Kuzeyi yöneten Carlisle Dükü muazzam bir servet ve güce sahipti, ancak aile kanla lekelenmişti.
Ve onların varisi olarak doğan çocuk da bir istisna değildi.
Bir adamı ilk öldürdüğünde 9 yaşındaydı.
Eski Dük olan babası öldüğünde aç gözlü akrabaları, genç varisi at sırtında savaş alanına gönderdi.
Karşı ordu hızla geri çekildi ve 9 yaşındaki çocuk, bir daha asla görülmeyecek şekilde savaş alanından kayboldu.
Ya da en azından, herkesin düşündüğü şey buydu.
10 yıl sonra kırmızı gözlü adam döndü, bu kez yenilmez bir orduyla. Düklükten ayrılan çocuk, bir savaş kahramanı olarak geri döndü.
Ve şu an bu, onun için 10 yıl sonra ilk defa gerçekleşen bir şeydi.
Merhamet terimine aşina olmayan ordusu, Kuzey Dükalığı'nı çabucak geri aldı. Her şekilde, Lennox Carlisle'ın yasallığından veya yeteneklerinden hiç kimse şüphe duymadı.
Bu sadece Duke’un kendine özgü siyah saçları ve kırmızı gözleri yüzünden değildi. Bunun nedeni, onun otoritesini sorgulamaya cüret eden tüm akrabalarının ellerinin kesilmesiydi. O günden beri kimse genç Carlisle Dükünü gücendirmeye cesaret edemezdi. Yani, Lennox Carlisle'nin en son bu kadar rahatsız olmuş hissetmesinden beri uzun zaman geçmişti.
"Ne dedin sen?"
"Senden, benden ayrılmanı istedim."
Lennox önündeki kadına baktı.
Uzun, dalgalı kahverengi saçları, parlak ışıltılı mavi gözleri ve ince, süssüz bir sabahlığıyla, duruşu bir kraliçe kadar dikti.
Kısa bir sessizlikten sonra, Carlisle ona usulca gülümsedi.
"Juliet Montagu."
O, Carlisle Dük'ünün resmi sevgilisiydi.
"Benimle dalga mı geçiyorsun?"
Juliet korkmuş olmasına rağmen gülümsedi ve korkuya teslim olmak yerine başını yana eğdi. Hatta sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi masumca gözlerini bile kırpıştırdı.
"Bunun hiçbir yolu yok, Majesteleri."
"O zaman en baştan başlayalım, bu sefer daha makul bir şey sor."
"Ama ben zaten sana söyledim. Bu istediğim tek şey."
Juliet’in ifadesi her zamanki gibi sakin ve soğukkanlıydı, normal bir şekilde cevap verdi. Sözleri nazik bir akıntı gibi aktı.
Bunun tersine, Lennox’un gözlerindeki ifade öfkeye döndü. Dük'ün Kuzey Bölgesi'ndeki kalesini terk edip, Başkent'teki konağa varmalarından sadece üç gün önceydi.
Her yıl olduğu gibi sarayda düzenlenen Yılbaşı ziyafetine katılacaklardı.
Yolculukta, geçilmesi gereken iki önemli kapı vardı, ama bu, yedekte izleyen hizmetkarlar ve şövalyeler için önemli bir işti. (Ç/N; Bu kısmı tam anlayamadım ama mümkün olduğunca çevirmeye çalıştım.)
Carlisle Dükü'nün sevgilisi olarak bilinen Juliet de, bu vesilelerle daha önce Başkent'i ziyaret etmişti.
"Sizi rahatsız etmeyeceğim majesteleri."
7 yıl önceki sözünü tutarak, Juliet asla onu rahatsız etmedi. Ona sevgisi ve ilgisi için yalvarmadı ya da ona tutunup gözyaşı da dökmedi.
Bu, onun bildiği Juliet Montagu'ydu.
Juliet, ondan veremeyeceği hiçbir şeyi talep etmedi.
Bugüne kadar.
Ancak, şu anda Kuzey Bölgesi'nden ayrılmak tehlikeliydi.
Gitmeye cesaret mi ediyorsun?
Lennox kesin sebebini bulamadı, ama muazzam bir hoşnutsuzluk hissetti. Başkalarının duyguları kadar kendi duygularına da kayıtsız bir adam olarak, neden kızgın olduğuyla ilgilenmiyordu.
Her şekilde, Juliet'in aniden neden bu kadar değiştiğini bilme ihtiyacı hissetti, bu yüzden sorusunu yüksek sesle söylemek zorunda kaldı.
"Hangi sebep yüzünden?"
"Sana sebebini söylemek zorunda mıyım?"
"Juliet."
"Söz verdin. Her şeyi dinleyeceğini söyledin."
"Bu şu an yaptığım şey-"
Lennox daha fazla dayanamadı ve Juliet’in kolunu tuttu. O anda,
Knock, Knock
"Majesteleri, ben Elliot."
Hafif bir vuruş ikisini böldü.
Yatak odasının kapısını çalan kişi, Dük'ün sekreteri Elliot'du. Juliet tek bir ritmi bile kaçırmadan, hızla onun tutuşundan uzaklaştı.
Lennox başını ona tekrar çevirdiğinde, ondan çok uzakta duruyordu.
Yaramaz bir çocuk gibi, Juliet geri çekildi ve elleri arkasında kenetlenmiş halde ona gülümsedi.
"Sen-"
"Devam et. Seni bekliyorlar."
Lennox ona soğuk bir şekilde baktı, ama sadece bir an için.
Kuzey Bölgesi'nden Başkent'e yolculuk uzun ve zahmetli olacaktı, bu yüzden yapılacak çok iş vardı. Tüm gün boyunca çok meşguldü.
Sonunda, Lennox isteksizce konuştu.
"... Öğleden sonra tekrar konuşalım."
"Evet, daha sonra."
Juliet, Dük'ü sonuna kadar hiç bitmeyen bir gülümsemeyle uğurladı.
Rattle (Ç/N; kapının kapanma sesi.)
Ama Dük yatak odasından çıkıp, kapıyı gürültüyle kapattığında, gülümsemesi iz bırakmadan kayboldu. Juliet, sanki düşüyormuş gibi yere çöktü.
"...Bu iyi, bu iyi, aferin."
Yalnız kalan Juliet, solgun yüzünü ellerine gömdü. Kalbi kırıktı.
Parmak uçlarının bile titreyeceği kadar çok gergindi. Kirpiklerinin dibinde, ışıkta tehlikeli bir şekilde parıldayan gözyaşları vardı. Ama şimdilik, duygusallık bile karşılayamayacağı kadar lükstü.
Derin bir nefes aldıktan sonra Juliet bir hizmetçiyi beklemeden doğruca soyunma odasına koştu.
***
Dük'ün sekreteri Elliot, konuğu gördükten sonra geri döndü ve konağın ana binasından ayrılırken Juliet ile karşılaştı.
Şık bir dış mekan elbisesi giymiş olan Juliet, Dük'ün arabalarından birine adım atmak üzereydi.
'Bu erken saatte mi?'
"Dışarı mı çıkıyorsun, Miss?"
"Evet, Tapınağı ziyaret ediyorum. Elliot’un yeni yılda şansı için dua edeceğim." (Ç/N; onunla nazik konuşmaya çalıştığı için sen demek yerine ismini kullanıyor.)
"Teşekkürler, güvenli bir yolculuk geçirin."
Hiç kimseye söylemedi ama Elliot bu sakin bayana çok saygı duyuyordu. Juliet Montagu, zeki ve hızlı kavrayan biriydi ama aynı zamanda çekingen ve temkinliydi.
Doğrusu, uzun yıllarını Dük'ün sevgilisi olmaya adamış olması bile kendi içinde takdire şayan bir şeydi.
Normalde partnerini her gün değiştiren Dük'ün tek istisnası oydu.
Ama Juliet, arabaya binmek yerine Elliot'un tuttuğu çiçek saksısını işaret ederek sordu.
"Bu nedir?"
"Oh, bu? Ziyaretçinin getirdiği bir hediye."
Şafakta konağı ziyaret eden Marquis Roman, sabahın erken saatlerinde gelmesinin kabalık olduğunu belirterek bu çiçeği hediye etmişti.
Bir hediye için basitti, ancak Marquis Roman bir bahçivanlık aşığı olmakla ünlüydü.
Bir şekilde, Juliet kendisini Elliot'ın tuttuğu mor çiçeklere bakarken buldu.
Elliot aniden neden baktığını merak ederek saksıya baktı ve hatasını fark etti.
Juliet Montagu yaygaracı bir karakter değildi. Aksine, sessiz taraftaydı.
Sadece tek bir şey vardı,
Bazı nedenlerden dolayı, o mor Dahlia çiçeklerinden nefret ediyordu.
Canlılığıyla bilinen dahlia çiçeği, Kuzey'de yaygın bir çiçekti. Bununla birlikte, mor dahlia çiçekleri, Juliet'in bu türden nefret etmesi nedeniyle Kuzey kalesinde bir tabuydu.
Elliot hemen özür diledi.
"Özür dilerim, Miss. Bunu hemen kaldıracağım."
"Hayır, kalsın."
"Evet?"
"Ofisinin içinde güzel durur. "
"Evet....?"
Elliot kulaklarından şüphe etti.
Ama söylediklerinden sonra, Juliet sadece güldü ve arabadayla malikaneyi terk etti. Elliot araba uzağa giderken arkasından boş gözlerle baktı, ama aniden aklını başına topladı.
'Miss Montagu bugün biraz garip.'
Ama Elliot'un henüz farkında olmadığı bir şey vardı, bugün tek garip davranan kişi Juliet değildi.
Knock, knock.
"Majesteleri, ben Elliot."
"İçeri gir."
Dük'e ek olarak, ofiste iki şövalye daha vardı. Şövalyelerin yüzlerine ciddi ifadeler kazınmıştı ve Elliot'u bir kez bakmaktan başka bir şekilde selamlamadılar.
'Neler oluyor?'
Dahası, belgeler masaya dağınık bir şekilde dağılmıştı ve bazı kağıtlar bir tarafa, mücevher kutusunu andıran bir şeyle tutturulmuştu.
Elliot, sıra dışı atmosferi algılayarak saksıdaki çiçeği sessizce masaya koydu. Elbette, Carlisle Dükü, Elliot'un getirdiği saksıya bir bakış atmaktan daha fazlasını yapmadı.
Koltuğa gömülen Dük'ün bakışları, derince ofisinin penceresinin dışındaki bir şeye bakmaya odaklanmıştı. Elliot yandan pencereye doğru baktığında, Dük'ün aracının araziyi terk ettiğini gördü.
Juliet'in birlikte ayrıldığı arabaydı.
"Elliot."
"Evet, Majesteleri."
Elliot nazikçe cevap verdi ve hızlı bir şekilde bugünün programını kafasında ayarladı. Çünkü, doğal olarak, bugünün programının sorulmasını bekliyordu.
Başkent ziyareti sayesinde, uğraşılması gereken bir sürü şey vardı. Ama Dük tamamen beklenmedik bir soru sordu.
"Juliet'in eskortu şimdi kim?"
"uh... o Kane."
"O zaman Kane'i çağır."
"Evet."
Refleks olarak cevap verse de, Elliot hâlâ biraz şaşkındı.
Neden bir anda onun eskortunu soruyor, bir sorun mu var?
"Ve Juliet’in son 3 aydır hangi yerlerde olduğunu araştırın. Öğle yemeğine kadar bana bildirin."
"....Evet?"
"Neredeydi, kiminle buluştu. Gönderilen veya alınan tüm mektuplar. Anlıyor musun?"
"Ama, Majesteleri, bu..."
Elliot başını kaldırdı.
Bu sefer cidden garip bir emirdi.
Bayan Montagu'nun nerede olduğunu araştırmamı mı istiyorsun? Neden ona kendin sormuyorsun?
Ama o soğuk kırmızı gözler ona döndüğünde, Elliot hızla başını salladı.
"Kendimi tekrarlamak mı zorundayım?"
"Oh, hayır."
"3 saatin var. Çık dışarı."
Bang
Bir anda, Elliot ofisten atıldı.
Elliot yavaş yavaş kendine geldi ve dehşet içinde sıkıca kapatılan kapıya baktı.
Zamanını boşa harcamaktan nefret eden dük, asla anlamsız emirler vermezdi. Ama Elliot, Dük'ün ondan Miss'in geçmişini araştırmasını istediğine inanamadı. Belki Miss Montagu korkunç bir yanlış yapmıştı?
'Bunun olacağını bilseydim, biraz önce onu gördüğümde, Miss Montagu'dan uzak dururdum.'
Elliot içten dilini tıklatarak adımlarını hızlandırdı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.