I’ll Be The Matriarch In This Life - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




1   Önceki Bölüm 

           
BÖLÜM 2
 
“….Baba?”
 
Yirmilerinin sonunda olan kahverengi saçlı adamı görebiliyordum.
 
“…Baba-, hayır… Babacığım?”
 
Benimkileri andıran yeşil gözler bana baktı.
 
“Sorun ne, Tia?”
 
Belirgin bir şekilde hatırladığım o sesi duyduğum an tüylerim diken diken oldu.
Ne, bu gerçek mi?
 
Kitapların kokusu ve kütüphanenin ambiyansı ölmeden önceki anılarımdan biri olamayacak kadar netti.
 
Birkaç kez göz kırparak içinde bulunduğum durumu anlamaya çalıştım.
Bir atlı arabanın bana çarpması sonucu ölmeyi beklerken, niye birdenbire köşkün kütüphanesinden duruyorum?



Neden kitaplık bu kadar büyük ve sandalye bu kadar uzun?
 
“Tia?”
 
En son ne zaman biri bana bu kadar sevgi dolu seslendi?
Tanıdık yeşil gözlere baktığım zaman ağlayacakmış gibi hissettim.
Anılarımdaki hatırladığım babam genç bir adamdı.
 
“Tia, iyi misin?”
 
Neler olduğunu anlayamıyorum ama ilk önce buradan çıkmam lazım.
 
“Bir dakika. Şey, odama gidebilir miyim?”
 
Kafasını öne eğip gözlerini bir rahatlamayla katan ve başıyla bana onay veren babam;
 
“Evet, gidebilirsin. Seninle gelmemi istiyor musun?”
 
“H-Hayır! Tek başıma gidebilirim!”
 
“Haha. Bugün daha bir enerjiksin. O zaman, lütfen dikkatli ol.”
 
“Evet. Pekala, geri döneceğim. Biraz burada kal!”
 
Böyle söyleyip, koşmaya başladım.
Koşarken kütüphaneye göz gezdirdiğimde eski görünüşüne geri döndüğünü anladım.
Bu görünüşü ben kütüphaneci olup kütüphaneyi daha verimli hale getirmeden önceki haliydi.
 
Bu garip! Cidden garip!
Koşarak kütüphaneden çıktığım zaman tanıdık ama alışılmadık hol beni karşıladı.
Benim odam çok uzaktaydı o yüzden kapısı açık olan herhangi bir odaya girdim.
Tek yataklı ve basit eşyalı bu oda kimseye aitmiş gibi gözükmüyordu.
Misafir odası olduğunu düşündüm, ama önemli olan şu an bu değildi.
Köşkün içindeki boş odaları saymak imkansızdır. Burası biraz küçük bir belediyeyi andırıyor.
 
“Ayna! Evet, ayna!”
 
Neyseki odanın bir köşesinde boydan bir ayna bulabildim.
Yeterli değil gibi gözüküyordu ama ona ulaşmak için birkaç adım atmam yeterliydi.
Ve aynanın karşısında durduğum an, neden olduğunu anladım.
 
“Neden bu kadar küçüğüm?!”
 
Bedenim saçma bir şekilde küçüktü, ve yetişkin bir bireyin boyutuna göre  yapılmış olan bir aynanın üçte birini bile dolduramıyordum.
Aşağıya baktığım zaman akçaağaç yaprağı gibi iki küçük el, küçük bir bebek göbeği ve iki küçük ayak görebiliyordum
 
“Kaç yaşındayım şu an?”
 
Kimseye soramazdım. Biraz düşündükten sonra, giydiğim eteğin uçlarını kıvırmaya başladım.
 
“Kendimi 8. Doğum günümde düşüp yaralamıştım!”
 
Bahçede kayalık bir alanda oynarken düşüp dizlerimi birkaç kez çizdirdiğim bir zaman vardı. Yaralar öyle büyüktü ki 25 yaşıma geldiğimde bile izleri duruyordu.
 
“Yok, İz falan yok.”
 
Dizlerim hiçbir yara izi olmadan çok pürüzsüz görünüyordu.
 
“O zaman daha sekiz yaşıma basmadım….”
 
Bir kez daha aynaya baktım, ama çocukluğumdaki görünüşüm değişmemişti.
Açıkçası hangisi daha şaşırtıcı bilemiyorum. Bir kaza geçirip acı çektikten sonra hiç yara almadan gözlerimi açmam mı yoksa bir kez daha geçmişe gitmemem mi? Daha önce reankarne olmam bu durumu kabullenmemi kolaylaştırıyor.
Bu geçmişe dönmeyi deneyimlediğim ilk seferdi.
Bacaklarım titriyordu, bu yüzden yatağa oturdum.
 
Ama kısa olmak o kadar da kolay değildi.
Kısa boyum yüzünden Lombardi köşkünün manzarası pencereden zar zor görülüyordu.
 
“Gerçekten geçmişe döndüm.”
 
Bahçedeki yükselen yeşil ağaçlara bakarak mırıldandım.
 
Bu ağaçlar ilk amcam Vieze Derebeyi olduğu zaman kestiği ilk ağaçlardı.
Bunun amacının manzarayı güzelleştirmek olduğunu söylemişti ama aslında sadece Büyükbabamın değer verdiği ağaçları yok etmek istediği çok açıktı.
 
Ancak, sonrasında o ağaçların ilk imparatorun köşkün yapımının tamamlanması şerefine verdiği hediyeler ortaya çıktı.
En büyük diye adlandırılıyor ama sözüm ona o derebeyi denen adam bu ağaçların tarihi önemini bile bilmiyor.
 
“Budala Vieze.”
 
Büyükbabam ne düşündü bilmiyorum ama Vieze asla bir derebeyi olmaya uygun değildi
Ama aynı zamanda küçük amcam Laurel de buna uygun değildi.
 
Vieze ne kadar dar görüşlü ve hoşgörüsüzse, onun küçük kardeşi Laurel de onun her dediğini yapıp sözünden çıkmayan sadık köpeğiydi.
Uygun biri varsa o da benim babam, Gallahandı.
 
Kendisi fazlasıyla düşünceli ve narin olmasına rağmen iyi eğitilmiş biriydi ve daha iyi bir eğitim için akademiye gitmek istiyordu.
Ama babam erkenden vefat etti, bu yüzden başka bir seçenek kalmadı….
 
Bekle bir dakika.
 
“Babam… kurtarılabilir mi?”
 
Babam bir hatalık yüzünden benim on birinci doğum günümden önce vefat etmişti.
O zamanlar, hiçbir tedavisi yoktu, bu yüzden hiçbir şey yapamamıştım, birkaç sene sonra, bir doktorun tedaviyi bulduğuyla alakalı bir haberi çok net bir şekilde hatırlıyorum.
 
“Babamı kurtarabilirim!”
 
Tüm vücudum neşeyle ürperdi.
 
Gözlerim yanıyordu ve sıcak göz yaşları yüzümden aktı.
Babanı kaybetmek zorunda değilsin.
O kurtarılabilir.
 
Babanı genç bir yaşta acı içinde ölürken izlemek zorunda değilsin.
 
Çok saçmaydı, ama bir şekilde geçmişe dönmüştüm.
Ve o sırada bir şeyin daha farkına vardım.
 
“O zaman, Lombardi ailesini de koruyamaz mıyım?”
 
Oturduğum yerden zıpladım ve pencereye koştum.
 
Lombardilerin dört katlı devasa merkez konağı ve yanlarındaki binalar kütüphaneden tek bir bakışta görülebiliyordu.
 
Bunların haricinde konaktaki diğer misafirleri, çalışanları ve hizmetçileri görebiliyordum,  zamanla hepsi bu konaktan gitmişti.
 
Anılarımda İmparatorluk şövalyelerinin gözlerimin onun boş duran koca
konağın kapılarını kapattıklarını hatırlayabiliyordum.
 
“Her şeyden önce Vieze’in Derebeyi olmasını önlemem lazım.”
 
Bir sonraki Derebeyi olarak birinci prensi desteklemek onun kararıydı.
 
Rabini Angenas, birinci prensin annesi, Lamburgh İmparatorluğunun şu an ki İmparatoriçesi ve Vieze’in karısı Seral’ın kuzeni.
 
Böyle ilişkilere sahip oldukları için, birinci prensi veliaht prens yapmaya meyilli olmaları kaçınılmazdı.
 
Böyle muazzam bir güç ve sorumlulukla başa çıkamayacak ilk kişi birinci prensti. Dahası, Şu an ki İmparator Jovannes aptal bir yönetici değildi.
 
Sonuna kadar birinci prensi destekleyen kişi, hiçbir şeye aklı yetmeyen Vieze’di.
 
Eğer kimi desteklediğini bu kadar açık etmeseydi...
Hayır, sen ikinci prensi tehdit edip ona zarar vermeye bile çalıştın!
 
Farklı koşullarda Lombardi bu olaydan sağ çıkabilirdi.




O zamanlar Vieze’i ikna edebileceğimi düşünmüştüm, ama çok geçmeden bunun işe yaramayacağını anladım.
 
Kolay ikna olan bir adam olsaydı aileyi bu kadar kısa bir sürede batırmazdı.
 
Yani bunun anlamı onun yerine başka birinin Derebeyi olması gerekiyor.
 
[Bu aileyi sana bırakırdım…]
 
Artık iç geçirmeyi alışkanlık yapmış büyükbabamın her zaman dediği şey aklıma geldi.
 
“Ben mi?... Denesem mi ki?”
 
Kendime güldüm çünkü bu sanki bulutları yakalamaya çalışmak gibiydi.
 
Büyükbabama bakarken aile işlerini üstlendiğim süre boyunca bir ya da iki kez değil, sürekli Vieze yerine ben ailenin başına geçsem daha iyi olur diye düşünmüştüm. Çünkü o tüm çalışmalarımı mahvediyordu.
 
Aslında, ne yaparsam yapayım amcamdan daha iyi olurum.
 
“En azından ben ikinci prense karşı böyle hatalar yapmam. Sonrasında da ailemiz güvende olur, zaten gelecekte ikinci prensin İmparator olacağını biliyorum.”
 
Öyleyse, niye ikinci prensi taht varisi olması için ben desteklemiyorum?
 
Müttefik olursak bu Lombardi’ler için daha iyi olmaz mı?
 
Sadece bu da değil, gelecek 20 yıla kadar neler olabileceğine dair biraz fikrim var.
Eğer elimdeki bilgileri düzgün kullanabilirsem, Lombardi ailesini daha da güçlendirebilirim.
 
Değerli ailemi kendi ellerimle koruyabilirim.
 
Çok net.
 
“Hadi yapalım o zaman.”
 
Kontrol edilmediği sürece kolayca yıkılabilecek bir aile.
 
100 yıl hüküm süren bir aile bu şekilde trajik bir şekilde yıkılıyor. Bunun Lombardi’lere olmasına izin veremem.
 
“Ailenin başına ben geçeceğim.”
 
Ya da babamın büyükbabamın gözüne girmesini sağlayabilirim.
 
Ne ilk amcam Vieze ne de ikinci amcam Laurel olabilir.
 
“O zaman, şimdilik.…”
 
Yatağa uzandım ve biraz düşüncelerimi toparladım.
 
“Efendi Gallahan evin efendisinden bir mektup aldı. O yüzden ofise gitti Leydim.”
 
Kütüphaneye geri döndüğümde babamın oturduğu sandalye güzelce düzeltilmişti. Kütüphaneciye sorduğumdaysa bana böyle söyledi.
 
Saçları neredeyse griye dönmüş eski kütüphaneci, Brochle.
 
Brochle aniden yakalandığı bir hastalığa karşın kütüphanedeki görevinden istifa edene kadar burada çalışmıyordum. Ondan sonra buraya ben sahip çıktım.
 
Aslında o Akademide ünlü bir profesördür ama sonradan Lombardiler için çalışmaya başladı.
“Kütüphaneci dede.”
 
Eğer gerçek yaşımda olsaydım bu bir profesör olan Brochle’ın kulağına salakça gelirdi. Ama şuna bak, ben bur çocuğum!
 
“Lütfen bana bir kitap ver.”
 
“Ne tür bir kitap istersin?”
 
Brochle’a kitabın adını söylediğim zaman şaşkına dönmüştü.
 
“Acaba bu Efendi Gallahan’ın sorduğu bir kitap mı?”
 
“Hayır, ben okuma istiyorum”
 
Brochle’ın neden böyle şaşırıdığını anlayabiliyorum ama onun beni süzen gözlerine aldırmadan kendimden emin bir şekilde durdum.
 
Bu kaza geçirmeden önce okumak istediğim bir kitaptı.
 
Ancak, çok pahalı ve değerli bir kitaptı o yüzden okumaya hiç fırsatım olmadı.
 
Bir süre sonra, kütüphaneden elimde çok değerli ve ağır bir kitapla ayrıdım.
 
“Ofisin dışında bekleyip kitap okuyacağım.”
 
Az önce birine sordum ve bugün haftanın üçüncü günü olduğunu öğrendim.
 
Haftanın üçüncü günü üç oğlunu ve kızını çağırıp tartışmak onun eski alışkanlığıdır
 
Ama toplantı zamanı sürekli değiştiği için babam ve kardeşleri sürekli konakta kalıp büyükbabamın çağrısını beklemek zorundadır.
 
Buna rağmen kimse bundan rahatsız olduğunu dile getiremez.
Çünkü Lombardilerin konağında büyükbabamın gücü mutlaktır.
Kendi kendime yürürken ana binayı buldum ve büyükbabamın ofisinin önündeki koridorda beklemeye başladım.



Burası büyükbabama işlerinde yardım ettiğiim zaman sıklıkla uğradığım bir yerdi.
 
Bir çocuğun gözlerinde nedense biraz farklı görünüyor.
 
Ana binaya daha çok göz atmak isterdim ama şimdi pencere kenarında oturum dinlenmem gerekiyor.
 
Benim kısa boyuma bakınca kütüphane ve ofis arası uzaklık çok oluyor.
 
Dahası, çocuk bedenimin çok zayıf olduğunu ve kolayca yorulduğunu hissedebiliyorum.
 
Tam sonradan biraz uyumayı düşünürken,
 
“Hey, Yarım-Kan.”
 
Utanmaz bir çocuğun bana seslendiği duydum.
 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


1   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.