İç karartan bir gündü. Güneşi kapatan koyu bulutlar, sanki gelecek olan yağmurun habercisiydi. Zırhlı bir araç, Japonya'nın dağlık bölgelerinden biri olan Chubu'dan geçiyordu. Aracın kapısında bulunan mavi ve siyah renklerden oluşan bayrak, onun güney tarafına ait olduğunu belli ediyordu. Aracın üst kısmında ise bir makineli tüfek bulunuyordu. Araçta 5 kişi vardı. Gayet rahattılar. Büyük ihtimal günlerinin sakin geçeceğini düşünüyorlardı.
Fakat çok yanılıyorlardı...
Yaklaşık 200 metre uzaktaki kayalıklarda bir ışık parıltısı, ardından da bir tıslama sesi bölgeyi kapladı. aracı kullanan kişi soldaki parıltının ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bu parıltı onlara doğru yaklaşıyordu saki. İşte o an kafasında bir şimşek çaktı. Başını yanındaki silah arkadaşına çevirip panikten çatlamış sesiyle "Roket!" diye bağırdı.
Her şey çok hızlı gelişmişti. Aracın sol, ön tekerleğinin hemen üstünden giren roket büyük bir gürültüyle infilak etti. Aslında aşırı güçlü bir roket değildi fakat yine de aracın ön tarafındakiler için sonuç, ölümcüldü. Zırhlı araç, patlamanın etkisiyle yoldan dışarıya doğru savruldu. Birkaç metre sürüklenen araç, yan yatarak ancak durabildi. Arkasında yoğun bir toz bulutu bırakmıştı. Birkaç dakikalık uğursuz bir sessizlikten sonra yan yatmış aracın arka kapısı gürültüyle açıldı. İçeriden iki adam ok gibi fırlayıp gördükleri ilk sipere atladılar. İkisi de nefes nefese kalmışlardı. Şok içinde oldukları hallerinden belliydi. Hiç beklemedikleri anda gelen bu pusu onları cidden afallatmıştı. Ellerindeki modifiye edilmiş taarruz tüfeklerini tutuş şekilleri onların basit askerler olmadıklarını, aksine iyi eğitilmiş birimler olduklarını kanıtlar nitelikteydi. Hücum yelekleri, miğferleri ve diğer tehşizatları ile her biri tek kişilik ordu gibi görünüyordu. Gözleriyle işaret yaparak anlaşan askerler karşıdaki kayalıları tarıyorlardı. Siperleri büyükçe bir kaya parçasından ibaretti ama bu bile şuanda o kadar değerliydi ki... Tam bu esnada kayalılardan ateş edilmeye başlandı. İriyarı ve omzundaki armadan daha kıdemli olduğu anlaşılan asker şoku atlatmış, sakince ateşin kesilmesini bekliyordu. Beklediği gibi oldu. Ateş 5 dakika sonra kesildi. Atış kesildikten hemen sonra asker, silahını doğrultup ateş etmeye hazırlandı. Yanındaki asker hâlâ şokun etkisinde olduğu için hiçbir şey yapmıyor, sadece etrafı boş gözlerle izlemekle yetiniyordu. Kıdemli, tam elini tetiğe koymuştu ki arkasından gelen sesle irkildi.
"Deneme bile bence."
Yumuşak bir kadın sesiydi gelen. Kulakları her zaman çok iyi olan kıdemli, önceden farkedemediği için çok şaşırmıştı. Hızla arkasını dönüp silahını ona doğru nişan alırken onun yüzünü görme fırsatı yakaladı. Gençti. En fazla yirmi yaşında, kısa siyah saçlı bir kadın. Boyu ortalamaydı. Yüzünde ise hastalıklı denebilecek seviyede garip bir sırıtış vardı. Sanki kaybedecek hiçbir şey yokmuş gibi bakıyordu siyah gözleri. Askerin yüreği bir anlık korkuyla doldu. Tetiğe basmak istedi fakat kıpırdayamıyordu. Güçlükle toparlanıp tetiğe basmak üzereyken bir vızıltı duydu, ardından da boynunda çok keskin bir acı hissetti. Daha sonra silah sesini duydu. Vurulmuştu. Boynundaki delikten yana doğru kan fışkırırken önce sendeledi, daha sonra yere düştü. Bilinci kaybolup giderken son gördüğü şey karşısındaki bu silahsız kadındı.
Hayır, kadın silahsız gezecek kadar aptal değildi. Bacağında 9 milimetrelik bir tabanca duruyordu. Fakat silahı kılıfından çıkartmamıştı bile. Mermi 200 metre ilerideki kayalıklardan gelmişti yine. Aynı roketin geldiği gibi. İkinci asker korkudan donakalmıştı. İşte bu sırada kadınla ilgili bir şeylerin farkına vardı. Kadınların üniforması Kuzeyli subaylarınkiyle neredeyse aynıydı. Tek fark ceket yerine üstüne geçirdiği bordo pelerindi. İşte sorun, bu pelerindi. Pelerinler, insanların ruh kullanıcısı olduğunun işaretiydi. Pelerinin rengi ise o kişinin hangi sınıf bir ruha sahip olduğunu anlatıyordu. Yedi aktif ruh sınıfı vardı fakat ne şans ki bu asker, aralarından en tehlikeli olan sınıfla karşı karşıyaydı: Kan sınıfı. En nadir sınıflardan biri olan Kan Sınıfı, kullanıcılarının vahşilikleri ile ün yapmıştı.
İşte bu, adamın dizlerinin bağının çözülmesine yetmişti. Gürültüyle yere çökerken anlaşılmayan birtakım şeyler geveliyordu. Ellerini çoktan havaya kaldırmıştı. Kadın ona doğru sakin adımlarla yaklaştı. Yüzündeki tebessüm, yerini büyük bir gülümsemeye bıraktı. Elini askere doğru uzattı. İşte o sırada asker önce kanının donduğunu, sonra da çekildiğini hissetti. başındaki yaradan, ağzından, burnunda kan geliyordu. Titreyen gözleri, kadının gözleriyle buluştu. Gözleri korkutucuydu. Belli belirsiz bir kırmızı ışık farketti gözlerinde.
"Ufufufu- Lütfen benim için öl."
Askerin duyduğu son sözler buydu...
Bilinci kapanıp giderken hiçbir şey düşünemedi, sadece öldü.
-
İşte kan tipi ruh böyle bir şeydi. Kuzey ile Güney arasında yıllardır süregelen bu savaşta, en yüksek öldürme oranları onlara aitti. Fakat sayıları çok azdı. Bu yüzden şu ana kadar savaşa devasa bir etkileri olmamıştı.
İşte bu kadın, nam-ı diğer Katsuko Meiji, bu sınıftandı. Hem de sınıfının en vahşilerindendi. Daha yirmilerine yeni ulaşmış bu genç kadın, öldürmekten kelimenin tam anlamıyla zevk alıyordu. Kan onun en büyük tahrik kaynağıydı.
Katsuko, arabaya -ya da ondan geriye ne kaldıysa- bakmak için yürümeye başladı. Mutluydu. Av başarılıydı. Arabada hayatta kalan kimse kalmadığına emin olunca memnuniyetle gülümsedi, daha sonra ana yola çıktı.
Biraz sonra bir araba yaklaştı. Askeri bir araca benziyordu. Katsuko, araca koşar adımlarla giderek kapıyı açıp bindi. Bindiği an araç araç hızlıca öne atılarak harekete geçti. Aracın içinde kendisi dahil, beş kişi vardı. Yanında oturan kişi, siyah saçlı, kahverengi gözleri olan ve siyah pelerinli bir adamdı. Araçta tek yüzü görünen kişi, oydu. Diğerleri yüzlerini kapatmışlardı.
O hâlâ kıkırdamaya devam ediyordu. Bir yandan gözleri bu siyah pelerinli adamın üstündeydi. Hemen hemen aynı yaştaydılar. Yakışıklı denebilecek bir yüze sahipti fakat o, bunu umursamıyordu. Onun hoşuna giden şey, adamın yaydı karanlık auraydı. "Onu istiyorum" diye düşündü. "Onu parçalamak, organlarını etrafa saçıp kanının tadına bakmak istiyorum." Bunları düşünürken yanındaki adam ona doğru döndü.
"Ee, nasıldı?"
Kadın, soylulara yakışır bir gülümsemeyle cevapladı.
"Harikaydı. Kendimi tazelenmiş hissediyorum. Peki ya sen Kuro? Eğlenebildin mi bari?"
"Pek sayılmaz. Daha fazla av bekliyordum."
"Oh, Demek öyle."
Katsuko ile siyah pelerinli adam, yani Kuro çok uzun zamandır birbirlerini tanıyordu. Katsuko'nun onunla ilgili hatırladığı en eski anı yedi yaşına dayanıyordu. Onlarınki kanlı bir tanışmaydı. Bu kahve gözlü adam daha çocukken onun ölmesine, idam edilmesine engel olmuştu. Çünkü Kuro, Kraliyet soyundan bir insandı. Bu da onun yaşına rağmen söz hakkında sahip olmasını sağlıyordu. Katsuko ilk başta ölmesine izin vermediği için ondan nefret etmiş, ama sonradan ona bağlanmış, bağımlı hale gelmişti. Tam olarak sevgi değildi onunki. Sadece uğrunda ölecek ve öldürecek kadar hastalıklı bir bağımlılıktı. Çünkü onun uzun süre boyunca insan olarak gören yegane kişi oydu. Bunun nedeni onun bulunduğu ruh sınıfıydı. Kan sınıfı, her dönem dışanılan bir sınıf olmuştu...
Harekete geçtiklerinden beri yaklaşık yirmi dakika geçmişti. Aracın içerisinde motor sesinden başka hiçbir ses çıkmıyordu. Kuro, Katsuko ve araçtaki diğer askerler aniden gelen helikopter sesleri ile irkildiler. Aracın üstündeki makineli tüfeği kullanan adam bir basamak aşağı inip Kuro'ya doğru konuştu. "Efendim, bunu görmelisiniz!"
Basamaklardan çekilen adamın gözleri hala yukarıdaydı. Kuro hızlı bir hareketle tüfek yuvasına tırmanıp gökyüzüne baktı. Dışarıyı göen Kuro'nun ağzından bir "Hass*ktir" çıktı. Sonra aniden aşağı inip aracı kullanan askere doğru "Çavuş! Daha da hızlan. Tokyoya gidiyorlar bunlar!" dedi. Herkes şaşkınlıkla Kuro'ya bakıyordu. Bir tek Katsuko hariç. O yüzündeki gülümsemeyle mırıldanıyordu.
Gökyüzünde 100'den fazla savaş helikopteri vardı ve yönlerine bakılırsa gerçekten de Tokyo'ya gidiyorlardı.
-
Selamlar. Sonunda yeni bölümü yazmayı bitirebildim. Aslında bölüm hazırdı fakat bir türlü yüklemeye cesaret edemedim. Bu benim ilk ciddi işim ve mükemmel olması için elimden geleni yapıyorum ve yapmaya devam edeceğim. Bu bölümde Karakterlerimizi yavaş yavaş tanımaya başladık. İlerideki bölümlerde tempo daha fazla artacak gibi. Umarım beğenirsiniz. Düşüncelerinizi yorumlarda belirtmekten çekinmeyin!
Sevgiler. -B
Bir sonraki bölüm: Demirden Pençeler
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.