Kamish - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




10   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   12 


           
     Abigale Konağı  3.Kat

   Siyah takım elbisesi içindeki Reis Abigale  yığınla kağıt , kitap ve boş kahve fincanı ile dolu masanın arkasında kaybolmuştu. Önünde açık halde duran yıpranmış kitabın bugünkü kaçıncı başarısız denemesi olduğunu düşünüyordu. Oturduğu koltuktan o kadar uzun süre kalkmamıştı ki koltukla vücudunu bir bütün gibi hissetmeye başlamıştı. Artık refleksleşmiş bir şekilde eli özenle işlenmiş kahve fincanına uzandı. Fincanı tutup tüm gücüyle  ağzına götürdü. Fakat dökülen tek şey gözlerindeki yorgunluk oldu. Fincanı biraz sallayıp içini kontrol etti. Boştu. Kendinden öncekilerle aynı kaderi paylaşan kahve fincanı da masanın bir köşesine terkedildi. 

    Reis Abigale morarmış göz altlarını eliyle okşadı. Araştırmasına kaldığı yerden devam etmesi gerekiyordu. Ne aradığını bilmiyordu. Söylenmemişti. Kendisine gelen emirde araması gereken şey hakkında elde tutulur bir kaynak veya delil sunulmamıştı. Yalnızca kendi konağının da içinde bulunduğu, tüm dünyada" tarafsız bölge" olarak bilinen yerin detaylı bir haritasıyla köşeleri özel sarı bir tozla kaplanmış gizemli bir mektup gönderilmişti. 

    Harita üzerinde tarafsız bölgede bulunan her bir tepenin , vadinin hatta çıkıntının bile bir ismi bulunuyordu. Kendi konağı haritada işaretlenmiş bölgenin dışında kalıyordu. Yere serdiğinde eni 2.5 boyu 3 metre olan  haritanın yaklaşık olarak çeyreği bir çember içine alınmıştı. Çemberin iç bölgeleri geniş düzlüklerdi. Bu sıralar o düzlüklerde yaşayan birkaç kabile kalmıştı. Birçoğu ya göçmüş ya da dış güçler tarafından ezilmiş, emirlerine girmişti. Kalanlar ise ya bu topraklara olan bağlarından ya da maddi yetersizliklerinden dolayı hala bu emniyetsiz bölgedeydiler. Çemberin dışı düzlüklerin bittiği dağların ve ya ormanların başladığı yerlerdi. Dağlarda soyu yüzlerce yıl önceye dayanan birkaç keşiş topluluğu ormandaysa çeşitli köyler vardı. Bunu o bölgeye gönderdiği askerler sayesinde öğrenmişti. 

    Genede harita tek başına bir anlam ifade etmiyordu. Yanında gelen mektubun onun amacından bahsetmek için olduğunu söylemekse tam doğru olmazdı. Mektup özel bir tozla kaplanmıştı. Bu toz " izil " olarak biliniyordu ve her yerde rastlamak mümkün değildi. Soyu tükenme eşiğinde olan Semilian ırkının mensuplarının gözyaşlarından elde ediliyordu. Dolayısıyla toza isteyen herkesin ulaşması zor hatta imkansızdı. Ya çok güçlü bağlantılara ya da dünyanın parasına ihtiyacınız vardı. Bazense bu durumda olduğu gibi her ikisine de sahip olmanız gerekiyordu. Bu tozu bu kadar değerli kılan iletişimde sağladığı kesinlik ve güvenlikti. Serptiğiniz kağıdın veya tabletin hiçbir önemi yoktu.                                   

    Önce yazmak istediğiniz mesajı kağıda yazıyorsunuz. Ardından tozu kağıdın köşelerine serpiyorsunuz.  Kaynakların çoğunluğu bu aşamaya kadar aynı adımlardan bahdetsede sonraki adımlar birçoğunda farklılık gösteriyordu. Kimileri büyü ve his kısımlarının sırasını kimileriyse bu kısımlarda sarf edilen sözleri değiştiriyordu. Değişimleri bir kenara koyarsak işlem şöyle devam ediyordu:

   Tozu eş miktarda serptikten sonra mesajı almasını istediğiniz kişiyi tüm kalbinizle hissedin. Bu hisleriniz o kadar kuvvetli olmalı ki aradaki tüm engelleri aşarak amaçladığı yere ulaşsın. Öyleki bu his eylemi sırasında birçok kişi gittikçe kuvvetlenen duyguyu kontrol edebilecek iradeye sahip olmadığından dolayı yaşamını yitiriyordu. Kalplerinin yoğun duygu karmaşasının arasında dumanlar yayarak patladığı düşünülüyordu. Zor olan his kısmının bitmesiyle geriye sadece büyü kısmı kalıyor. 

   Semilian dilindeki doğru kelimeler düzgün sırayla kağıdın üzerine okunuyor. Tüm bu işlemler bittiğinde kağıdın üzerindeki yazı kaybolana kadar yavaşça sönükleşirken tozların ışıltısı artıyor. Geriye kalan tek şeyse mektubu istediğiniz yere yollamak. Sizin his aşamasında düşündüğünüz kişi dışındakiler mektubu ellerine aldığında boş bir sayfayla karşılaşıyor. Mektup herhangi bir yok olma durumuna karşı korunaklı hale geliyor. İstenilen kişi mesaja ulaşana kadar mektubun yanması veya yırtılması bir kenara yıpranmıyordu bile.      Doğrulanabilir bir kesinliği olmasa da bazı efsanelerde mektubun kaybolması veya istenmeyen ellere düşmesine rağmen sonunda başarıyla hedefine ulaştığından bahsedilirdi. 

   Reis Abigale bu bilgileri okuduğu kaynaklardan ve bazı sohbetlerinden edinmişti. Mektubu eline aldığı ve  kelimelerin yavaş yavaş gün yüzüne çıktığını fark ettiği o anı hatırladıkça aynı heyecanı hissediyordu. Parlayan tozların ışıltısı sönmüş , harfler topraktan çıkan ayrık vücut parçaları gibi yavaş yavaş göz önüne serilmişti. Birleşerek sağlam bir vücut oluşturan harflerin hepsi açıldığında kağıdın tozlu köşeleri emrin bulunduğu kısma nazaran koyulaşmaya başlamıştı. 

   Reis Abigale bunun mesajın başkaları tarafından ele geçirilmesini önlemek için koyulmuş bir önlem olduğunu düşündü. Zamanla olan yarışını kaybetmemek için mektubun içeriğini incelemeye başladı. Şaşkın mavi gözleri mektubu okudukça dahada irileşti ve titremeye başladı. 

    "Olamaz , böyle bir şey..." 

    Kral olmanın -en üst güç olmanın- verdiği onur , kibir ve özgüven küçücük bir kağıt parçası tarafından ayaklar altına alınmıştı. Oyun oynamak isteyen bir köpeğin dağınık tavırlarıyla mektubun kopyasını çıkarmak için  kağıt ve  kalem aradı. Kağıdı çekerken masanın üstündeki her şeyi yere düşürmüştü. Kalemi kaybolduğu dağınıklıktan çıkarıp mektubun bulunduğu yere tekrar baktığında bir avuç külle karşılaştı. 

    "Tabii ki, böylesine değerli bir toz sıradan bir kalem ve kağıda yenilecek değildi." 

    Reis Abigale mektubun somut bir kopyasını çıkaramamış olsada soyut bir versiyonu aklındaydı. Bulunduğu konuma kolay ulaşmamıştı. Bu uğurda birçok kez yaptığı gibi bir kez daha güçlü hafızasına danışmaya karar verdi. İlkinden daha hafif olmayan bir tedirginlikle mektubu ikinci kez , hatırladığı haliyle okumaya başladı. 

   
            Öhm öhm ,
   Abigale ailesinin saygıdeğer reisine:
Halinizi hatrınızı sormak isterdim fakat birazdan vereceğim haberlerle zaten moraliniz bozulacağından böyle gereksiz konulara girmiyorum. Bilmenizi istediğim ilk şey şu andan itibaren benim malımsınız. Biraz kaba mı oldu? Uzun zamandır işlerimi halletmek için nazik yollar seçmiyorum da kusuruma bakmayın lütfen.  Güç sahibi bizler zayıflara emrederiz. Zayıflar ise güç sahibinden ricada bulunur. Rica ve emir  kavramının ortak yönüyse olacaklara güçlü olanın karar kılmasıdır.

    Şimdi bu işin ciddiyetini iyice kavramış olduğunu düşünüyorum. Sana yolladığım haritayı çoktan incelemişsindir. Koleksiyonum adına bulmanı istediğim önemli bir parça senin topraklarında. İyi de benim konağım işaretli alanın dışında demiş olabilirsin. Oysa ben cesur ve inatçı Abigale Reisi'nin üç - beş kabilenin elindeki toprakları öylece kontrolsüz bırakacağını düşünmüyorum. Biz , en tepede duranlar her zaman alınacak kararları düşünürüz. Bir beyin edasıyla  doğru olduğunu düşündüğümüz emirleri tepeden yağdırırız. Bu emirleri gerçekleştirecek el ve ayaklara ihtiyaç duyarız. Düşünmesine veya karar vermesine ihtiyaç olmayan , sadece söylenenlere uyacak uzuvlar. Kimilerinin uzuvları bir tepe ötesine kimilerinin dünyanın öbür ucuna kadar uzanır. 

    Ne yaparsan yap kimse seni suçlayamaz. Sonuçta kanunsuz bir bölgedesin. Dolayısıyla başını yakacak herhangi bir olaydan da şikayetci olamazsın. Bu kadar önem vererek aradığım şeyin ne olduğunu merak etmiş olmalısın. Sadece bir kutu. Neye benzediğini veya nasıl göründüğünü bilmiyorum. Tek bir şeyden eminim. Oldukça değerli. Senin gibi uyanık ve değerli şeylerden anlayan bir ihtiyarın onu bulabileceğinden eminim. 2 ay sonra onu senden alacağım. 2 ay sonunda elin boş olursa  yukarıda bahsettiğim kabalığımı bir mektuptansa çok daha hiddetli ve gerçekci hissedersin. Bu anlaşmadan ikimizinde üzülmeden ayrılması dileğiyle.
                                                    ~Bay O


    Reis Abigale mektubun sonunda geçen ismi gördüğünde olduğu yere çökmekten başka bir şey yapamamıştı.  Yeraltı dünyasında çeşitli dedikodularda adı geçen ve "kıtanın mutlak hakimi" olarak adlandırılan Bay O , adını duyanların içinde bir ürperti oluşturuyordu. Şimdiye kadar gerçekleşmiş birçok katliamın aslında onun planı olduğundan bahsedilirdi. Ona ters düşen kişilerin geriye ismi bile kalmazdı. Bulunduğu yüksek konumda ünlü lider ve politikacılarla hatta krallarla bile doğrudan bağlantısı olduğu da söylentilere dahildi.

   Reis Abigale bulunduğu çaresizlikle masasından ayağa kalktı. Verilen süre dolmuştu. Anlaşmaya göre kutunun teslim tarihi bugündü. Fakat ortalıkta ne kutu ne de  ipucu sayılacak önemli bir bilgi vardı. Başına gelebileceklerin korkusunun getirdiği sinirle masadaki tüm kitapları etrafa savurmaya başladı. 

   "İşe yaramaz şeyler. Peri masalından çıkma bir kutuyu nasıl bulabilirim? Gerçekte var olup olmadığını bile bilmiyorum. Kitapların hiçbirinde de geçmiyor. Var olmayan bir şey uğruna tüm varlığımı kaybedecek olmak. Kabul edilemez." 


    Etrafa saçılmış ciltsiz , el yazması ve yıllar öncesinden kalmış kitapların hepsi birer zaman kaybıydı. Kitaplar çemberin içindeki yerleşkelerden kendi emriyle toplanmıştı. Gene kendi emirleriyle birçok bilgin sorgulanmış , sonuç vermeyen sorgularının ardından katledilmişti. Kadınlar ve çocuklar korku dolu çığlıklarla kendilerini ve kabilelerini korumak için çabalayan savaşçılarının kılıçtan geçirilmesini izlemişti. Yiten masum canların ruhları ve son nefeslerinde bıraktığı lanetler gerçekleşmiş olacak ki Reis Abigale'in eli hala boştu. Gerçekleştirdiği katliam ve yok ettiği kabileler yalnızca zayıflığından doğan bir güç gösterisi olmaktan öteye geçememişti.

    Ümitsizce başını pencereden dışarı çevirdi. Odasına yaklaşan bir takım ayak sesi duydu. Hizmetçilerin giydiği topuklu ayakkabının çıkardığı tok sesti. Fakat Reis Abigale seste bir farklılık hissetti. Hizmetçi normalden daha hızlı ve telaşlı hareket ediyordu. Bir sorun olduğu aşikardı. Reis Abigale hizmetçinin bir yabancı tarafından tehdit ediliyor olabileceğini düşündü. Güneşin doğuşunun ertelenmemesi gibi bugün olacak buluşma da tabii ki ertelenmeyecekti.  Kaderine mahkum bir şekilde  kapıdan gelecek tıklatmayı bekledi. 

  "Tık" 

  "Gel."

    Elinde dolu bir kahve fincanı ve zorlama gülüşüyle hizmetçi içeri girdi. Elleri istemsizce titriyordu. Çok korktuğu her halinden belli oluyordu.

   "Efendim yeni bir kahve isteyebileceğinizi düşündüm. Ve , ve , ve de sizinle-" 

    Sesi titreyen hizmetçinin sözünü bir anda ortaya çıkan yeşil saçlı , uzun boylu adam kesti. At kuyruğu yapılmış saçlarının bir kısmı gözünün önüne düşmüştü. Giydiği yeşil cübbe tüm bedenini sarmalıyordu. Geniş omuzları ve kollarıyla yapılı biri olduğu anlaşılıyordu. Bir anda hizmetçinin arkasından ortaya çıkmıştı. Görünmezliğini kendi isteğiyle bozmuştu. Yumuşak sesiyle omzundan tuttuğu hizmetçiye bakarak sözüne devam etti. 

    " Endişelenmene gerek yok güzel hanım. Bay Abigale'ın beni çoktan fark ettiğini biliyorum. Ne de olsa bugün burada ne işim olduğunu biliyor. Güzel bir karşılama için hepinize haber vereceğini umuyordum. Fakat buraya gelirken yaşadığım tatsız olaya ve senin korkunu düşündüğümde beni bekleyenin sadece Bay Abigale olduğunu anlıyorum. " 

     Cümlesini imalıca bitirerek odada yalnız kalmak istediklerini belli eden adam Reis Abigale'in gözüne baktı. 

    "Kahveye gerek yok. Kendimi daha dinç hissediyorum. Çık ve kapıyı kapat lütfen." 

    Hizmetçi kafesten salınan bir kuş gibi odayı hızlıca terk etti. İki adam baş başa kaldıklarında Reis Abigale söze girdi. 

   "Az önce bahsettiğin tatsız olay da neydi ? " 

    Adamın eli cübbesinin cebine gitti. Tepesinde tüy bulunan kahverengi şapkayı çıkarttı. Şapkanın üstündeki tüyle oynayarak konuşmaya başladı. 

   "Çok önemli değil. Yol üstünde bir sinek saldırısına uğradım. Fakat beklentilerimi aşan bir kavga oldu. Gerçekten iyi eğitimli bir sinekti. Neredeyse cübbeme toz bulaştıracaktı. Neyse ki Bay O' dan böcekleri ezmek için izin istemiştim. Genede Bay O elçisinin gördüğü zararı misliyle ödeten birisi. Neyseki ufak bir sinek yüzünden Bay O ile aranızı papaz edecek kadar kalpsiz birisi değilim. " 

    Reis Abigale çıkan şapkayı gördükten sonra kalbinin düğümlendiğini hissetti. Karşısındaki adamın elinde tuttuğu şapka oğlu Gregor'undu. Gregor , ünlü dövüş ustaları tarafından eğitilmiş yetenekli biriydi. Gelecekte büyük güç sahibi olacağından bahsedilirdi. Fakat karşısındaki adam ondan bir sinek olarak bahsediyordu. Reis Abigale içinde kabaran öfkesini ağzına yönlendirdi.

    " Seni aşağılık oğluma ne yaptın!" 

     Elçi saçlarını parmağında kıvırarak yanıt verdi.

     "Endişelenme korkulacak bir şeyi yok.  Yalnızca biraz şekerleme yapıyor. Şimdi konu değiştirmeyi bırakta bana cevap ver. Kutuyu bulabildin mi? "

     Reis Abigale gözünü yere çevirdi. Elinde verebileceği bir şey yoktu. Ne bir bilgi ne de bir kutu. Boğazından inen tükürüğü de elleri gibi titriyordu. Son kez yutkunduktan sonra elçinin suratına baktı. Biraz daha süre istemek amacıyla yalvaracağı sırada kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Nishin ve diğerlerini buraya getiren askerlerle aynı üniformaya sahip  bir asker  gelişigüzel bir selam verdikten sonra söze girdi.

    " Efendi Abigale birden daldığım için  özürlerimi sunarak konuya giriyorum. Bozkırların orta tarafındaki kabileyle yani Sidarlarla ilgilenmeleri için tuttuğumuz paralı asker grubundan haber geldi. Hepsi öldürülmüş. Çevredeki askerlerimiz büyük bir ışık hüzmesi ve ardından patlama gördüklerini , olay yerine ulaştıklarındaysa ne paralı asker grubundan ne de kabile halkından birine rastlamadıklarını bildirdiler. Hepsi , kimi devasa kimiyse normal boyutlarda yürüyen ağaçlar görmüşler. Ağaçların kabile alanında kol gezdiğini ve yaklaşanlara saldırdıkları bilgisini verdiler. Emirlerinizi bekliyoruz efendim." 

   Asker konuşmasını bitirdikten sonra diz çökerek efendisinin emrini bekledi.  Elçi konuşmayı ilgi çekici bulmuştu. Gözünü Reis Abigale'a çevirdiğinde onun da aynı hisleri paylaştığını hissetti. 

    Reis Abigale kurtuluşun ayağına geldiğini düşünüyordu. Bu hayatlarını kurtaracak bir ipucu olabilirdi. Yürüyen devasa ağaçlar , kulağa ilginç gelseler de anlatıldığı kadar korkunç hissettirmiyordu. Belki de gelecekte kendileri adına bugünün kurtarıcıları olarak anılacaklardı. Reis Abigale kıvrak zekasıyla hemen ortamdaki sessizliği daha da uzamadan bozdu. 

   " Sonunda beklediğim haber geldi. Haberi doğruladığımıza göre bölgeye beraber uğramak ister misiniz ee?" 

   Reis Abigale karşısındaki adamın adını bilmediğinden cümlesi yarım kalmıştı. Elçi , Reis Abigale'a istediği cevabı verdi. 

    " Koshou , bana bu şekilde hitap edebilirsiniz. Ve sorunuza gelirsek elimizdeki tek ipucu ve fantastik fikir bu gibi geliyor. Bilginin işe yararlılığı ve sizin kaderinizin varacağı yer hakkında doğru bir karar vermem gerek. Dolayısıyla sizinle birlikte geliyorum. Ama fazla kalabalığa lüzum yok. Siz , ben ve de çok sevdiğiniz oğlunuz gitsek yeterli. O savaş alanına döndüğünü düşündüğüm yerde bir orduyu gömecek kadar yer bulamamaktan korkuyorum." 

    Özgüvenini bir an bile yitirmeyen Koshou , Reis Abigale'a son bir gözdağı daha vermişti. Bunun anlamı gittikleri yerdeki bilgi işe yarar değilse hepsinin öldürüleceğiydi. Kaç kişi olduklarının önemi yoktu. Sonuçta bir dalga yuttuğu şehrin büyüklüğüyle ilgilenmez , sadece tüketirdi.

    
     

     

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


10   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   12 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.