Elemelerin ilki Aralık ayının son haftası yapılıyordu. Panolardan listeler kalkmıştı. Listelerin yerini duyurular almıştı. Ahşap panoların üstüne raptiyeler ile asılmış duyurularda elemelerin nasıl olduğu ve sonuçları yazıyordu. 1. Madde, listelerde ilk ona girenler eleme potasına girmeyecek. 2. Madde, Listelerde yer alan ilk otuz kişi ön elemeleri geçmiş ve yazılı sınavlara tabi tutulmayacak 3. Madde, ön eleme sonrası kalanlar Manastırdan gönderilecek. 4. Madde, puanlara göre sınıflar yeniden oluşturulacak. Şubeler birinciler, ikinciler ve üçüncüler tek sınıfta olacak şekilde yeniden listelenecek. 5. Madde, elenen kişiler için ikinci seçenekler kurmayları tarafından belirlenen yerlerde yeniden oluşturulacak. Milos listeyi dikkatle okuyan Andrjez’in gösterdiği beşinci maddeye bakmıştı. “İkinci şans mı?” dedi. Milos başını sallamıştı. “Muhtemelen ön cepheye er olarak gönderilmekten söz ediyorlar.” Demişti. Andrjez dudaklarını büzmüştü. “Bu bir seçenek mi?” demişti. Milos usulca başını sallamıştı. Öğleden sonra mahkemesi vardı. “Gidip öğle yemeği yemeliyiz. Yemekhane dolmuştur.” Dedi. Milos bunu duyduğuna sevinmişti. Revirden çıktığından beri Andrjez ile takılıyordu. Ders aralarında, sonrasında ve Pazar günleri. Elemelerden sonra saha eğitimi başlayacaktı ve bu konuda sıkı araştırma yapıyorlardı. Yetenekleri belirlenecekti. İkisi son bir haftada çok zaman geçirmeye başlamıştı. Andrjez sürekli yemeklerde Ruen yerine onunla oturmayı tercih ediyordu. Kütüphane saatlerini, duştan sonraki ışıkların sönmesine kadar koridorda geçirdikleri zaman… İkisinin konuşacak şeyleri asla bitmiyordu. Milos gibi o da okumayı seviyordu, bunun yanı sıra sürekli olarak hayallerini konuşuyorlardı. Rütbeler, gidilecek yerler ve en önemlisi gelecekte olacakları kişiler. “Annemin verdiği çay partilerinden nefret ediyordum. Sürekli olarak kadınları toplayıp dedikodu yapıyor.” Milos kaşığını hızla ağzından çekmişti. “Annem o çay partilerini seviyor galiba. Çok fazla arkadaşı olan bir kadındı. Annen olmasa taşındığımızda sıkıntıdan aklını kaçırabilirdi.” Demişti. Hızla son lokmasını yutup elindeki tepsi ile ayağa kalkmıştı. “Birazdan kurmaylıkta disiplin odasında olmam gerek. İstersen…” Andrjez hemen ayaklanmıştı. “Seninle geleceğim.” Demişti. Mahkeme onu zorlamamıştı. Sadece ondan kanıt istemişlerdi. Kütüphanede çalıştığına dair giriş kayıtları ve tuttuğu ders notları bunun için yeterli olacağını belirtmişlerdi. Sonucun iyi olacağını çıkmadan ona söylemişlerdi ve disiplin soruşturmasını iptal edeceklerdi. Kopyaya dair net bir kanıt yoktu. Milos onları ayakta dinlerken masada dağılmış olan notlarını toplamasını istemişlerdi. Temize çıkacak olmak iyiydi. Onu rahatlatmıştı. Gülümseyip eşyalarını toplamaya başlamıştı. “Disiplin cezası ve soruşturmasının iptal edildiğini, puanın geçerli olduğunu bilmen yeterli olacak senin gibi geleceği parlak askerlerin kendini savunması hoşumuza gidiyor. Doğrunun ve imparatorluğun kutsal ışığı seninle olsun asker Roluge!” demişti. Milos selam verip geriye doğru dönüp hızla disiplin odasından çıkmıştı. Eşyalarını tıkadığı çantayı kenarda duran Andrjez’e doğru sallamıştı. “Temiz!” demişti. Andrjez onun çantasını alıp ayaklanmıştı. “Biliyordum. İşler yoluna girdiğine göre bu Pazar beraber sosyal tesise gidelim. Olur mu?” demişti. Milos geçen sefer hala halsiz olduğu için onu ekmişti. Şimdi kabul etmişti. Mutluydu bu konuda. Kurmay binasından çıktıkları sırada birkaç askeri araç görmüşlerdi. Milos araçlara bakıp basamaklarda durmuştu. Sadece o değil Andrjez’de tedirgin şekilde araçlara bakıyordu. Apoletlerinde yıldızları olan adamlar sıra ile açılan kapılardan çıkarken kurmay binasından karşılama telaşı ile birkaç kişi fırlamıştı. Gelen kişi general rütbesinde birisi olmalı diye düşünmüşlerdi. Konvoyun ortasındaki aracın kapısı açılınca iki yanından birileri çıkmıştı. Andrjez onlara bakarken Milos onu dirseği ile dürtmüştü. “Yüzbaşı arması olan… Sana benziyor.” Demişti. Milos yanılmıyordu. O gerçekten Andrjez’e benziyordu. Onunla kan bağı olan yüzbaşı. Abisini görmüş olmanın şaşkınlığı ile başını sallamıştı. “Abin, galiba sana bakıyor!” dedi. Andrjez şaşkınlıktan kurtulup hızla üstüne çeki düzen vermişti. “Evet!” demişti. Karşılama ekibi ile hızla bir şeyler konuşurken general merdivene yönelmişti. Andrjez heyecan içinde generalin yanında yukarı çıkan abisine bakarken ellerini açıp kapıyordu. Gergin değildi. Milos onun heyecanına karşı sadece tebessüm etmişti. General geçerken ikiside selam vermişti. Generalin birkaç adım gerisindeydi abisi. Onların selamını alıyor gibi durmuş ve gülümsemişti. “İyi görünüyorsun!” demişti. Andrjez heyecanla gülümsemişti. “Birazdan çıkarım beni bekle.” Demiş ve generalin ardı sıra içeri girmişti. Andrjez o gidince heyecanla gülümsemişti. Milos onun heyecanından mutlu halde sırıtmıştı. “Abine gerçekten çok benziyorsun. Siz ikiniz yalnız kalın ben…” Andrjez başını hemen sallayıp onun bileğini tutmuştu. “Gitmene gerek yok. Onunla tanışmış olursun.” Demişti. “Ders?” “Merak etme abim halleder. Onunla tanışmış olman hoşuna bile gider. O da biraz farklı düşünür. Senin gibi…” “Benim gibi mi?” “Kötü anlamda değil. Tıpkı senin gibi zeki birisi. Burada bulunan çoğu kişi gibi düşünmez. Aklı hep detaylar ve gerçeklerle doludur.” Milos birden gülmüştü. “Beni böyle iyi anlamda farklı görmen hoşuma gitti. Kalacağım. Hem devamsızlık hakkım var hala. O yüzden abinden izin yazmasını sakın isteme. Bende sizinle kalayım.” Demişti. Andrjez bir an için çok mutlu olmuş ve hemen aşağıda bulunan banklara doğru yürümüştü. Ona ne zaman bu kadar ilgi duymaya başladığını anlamıyordu. Oturduklarında sık sık dönüp ona bakıyordu. Farklı olduğu için ona ilginç gelmenin ötesinde olan bu duyguya anlam veremiyordu. Onu baştan aşağı incelemekten çekinmiyordu. Oturduğunda canı sıkılınca ellerini bacaklarının arasına koyardı. Bacaklarını birleştirip yavaş yavaş sallanır ve içinden bir şeyler mırıldanırdı. Gözlerini ayaklarına doğru dikiyor olması sıkıntılı olduğu anlamına gelirdi. Çirkince bir huyu vardı. Dudaklarını kemirip parçalar koparırdı. Dudaklarında oluşan ufak yaraların iyileşmesine izin vermeden yeni parçalar koparıp kanamadan hemen dudağını emerdi. Bunu sürekli yapmasa da sık sık düşünmeye daldığında yapıyordu. Kütüphanede çalışırken yorulunca bir elini şakaklarına dayayıp diğeri ile masadan destek alıp bir süre kitaplara dikiyordu gözlerini. Gözleri sürekli birileri ile temas etmekten kaçıyordu. Genelde sabit yerlere bakıp uzun uzun orada bir şeyler arıyordu. Her zaman sol ayağına botunu önce giyip ilk sağ ayağının bağcıklarını bağlıyordu. Kravatını bağlamada kötüydü. Onu tam açmadan çıkarıp askıya düzgünce koyup aynı şekilde takardı. Birilerini gözleri ile takip ederken yavaş yavaş nefes almaya başlardı. Sanki zamanı yavaşlatıyor gibi nefesi yavaşlar ve sakinlerdi. Her öğle yemeğinden sonra uykusu geldiği için yemeği hızlıca yiyip yemekhanenin arkasında kalan ufak merdivenlerde on beş dakika kestirmek için hızla oraya giderdi. Sadece on beş dakikada olsa derin uyur ve yemek bitince çalan zil ile gözlerini hızla açardı. Tozdan nefret etmezdi ama hapşırmasına neden olduğu için tozlu raflara ya da yatağa yaklaşınca elini burnuna götürüp kendini korumaya çabalardı. Kitapları karıştırırken sayfaların çevrilmesine takılıp dururdu. Birilerinin parmaklarını yalayıp sayfaya dokunduğunu görürse o kitabı kafasına yazıp ona dokunmamaya çalışırdı. Mecbur kaldığında bir mendil ile sayfaları çevirip hızla onu masadan uzaklaştırırdı. Ders aralarında koşa koşa koridorun sonundaki camın oraya gidip dışarıya bakardı. Soğuktan hoşlanmazdı. Sıcak kanlı olduğu için sıcağı sevdiğini ve soğukta üşüdüğünde sinirlendiğini söyleyip dursa da kar yağması için sürekli tanrıya dua eder gibi hayıflanırdı. Ailesi hakkında konuşmayı onlar hakkında soru sorulmasını sevmezdi. Birisi aile konusunu açtığında hemen ortamdan sessizce kaybolurdu. Sınıf dışında birisi ona soy adı ile hitap edince sinirlenip cevap vermezdi. Meyvelerden pek hoşlanmıyordu. Onları çok tatlı bulduğunu söylese de pasta ve kurabiyeleri gördüğünde uçlarından tırtıklardı. Defalarca kurabiye alıp sadece çikolatalarını yiyip gerisini bırakmıştı. Unlu şeyleri sevmediğini söylese de özellikle buğday ekmeğinin yeni çıkmışını yemek için erkenden sıraya girerdi. “Andrjez!” Milos ona bakıp gülümsemişti. “Yorgun duruyorsun!” Andrjez hızla gözlerini açıp kapamıştı. “Yok. Sadece dalmışım.” Dedi. Milos ayaklanınca o da başını çevirmişti. Abisi üstünde üniforma paltosu elleri cebinde hızlıca oraya doğru yürüyordu. Andrjez onu görünce hemen ayağa kalkmıştı. “Şuna bak, küçük kardeşim asker olmak için buralara kadar gelmiş.” Andrjez bunu duyunca gülümsemişti. Abisi onun saçlarını karıştırıp Milos’a dönmüştü. “Milos Roluge efendim.” Demişti sakin ama emir komutanın verdiği tona uygun bir sesle. Yüzbaşı Dejan gülümsemişti. “Aç mısınız?” demişti. Kenarda dikilen şoföre doğru dönmüştü. “Hadi merkeze gidelim.” Demişti. Şoför sigarasını hemen söndürmüş ve şapkasını kolunun altına alıp onlar için aracın kapısını açmıştı. “Abi manastırdan mı çıkacağız?” dedi. Abisi başını sallamıştı. “Aslında evet. Gidip almam gereken şeyler var. Buraya yakın kasaba var. Oraya gitmişken yemek yeriz. Hasret gideririz.” Demişti. Andrjez abisine bakıp Milos’u göstermişti. “Şey onun izin alması için bir şey…” Abisi gülmüştü. “Hadi gidelim. İzin sorun değil. Kardeşim ve arkadaşını yemeğe çıkaracağımı bildirdim.” Demişti. Milos bir an sevinmişti. Manastırdan çıkmak hoşuna gidecekti. “Hadi!” demişti Yüzbaşı Dejan arabanın yanına doğru yürürken. İkiside heyecanla arabaya doğru koşmuştu. Yüzbaşı Dejan öne oturmuş ve ikisi arkaya oturmuştu. Manastır kapısından çıkana kadar sessizlerdi. Daha sonra Andrjez abisi ile konuşmaya başlamıştı. “Anneme uğrayacak mısın?” demişti. Yüzbaşı Dejan başını sallamıştı. “Zamanım kalırsa gidip gelirim. Onunla hiç telefonda konuştun mu?” demişti. Andrjez başını sallamıştı. “Sadece mektup yazabiliyoruz.” Dedi. Abisi gülüp onlara doğru dönmüştü. “İkiniz içinde bir görüşme ayarlayabiliriz kasabada.” Dedi. Milos gülümsemişti. “Efendim buna gerek yok.” Demişti. Yüzbaşı Dejan başını nazikçe sallamıştı. “Gerek yok mu? Ben ödeyeceğim sıkıntı etmeyin.” Demişti. Sorun o değildi. Milos annesi ile pek konuşmayı tercih etmiyordu. Kasabaya yaklaşmışlardı. Şoför kasaba girişini göstermişti. “Efendim sanırım giriş kapalı gibi.” Dedi. Yüzbaşı kurulmuş barikat alanına bakmıştı. Kasabanın askeri denetimde olduğunu biliyordu. “Sorun değil sür.” Demişti. Nizamiyeye vardıklarında camı açmış ve kapıda nöbet tutan asker ile kısa bir sohbet etmişti. Daha sonrasında araç hızla içeri girmişti barikat kaldırılınca. İnsanlar burada ne için çalışıyordu belli değildi. Büyük bir düzen içinde sürekli hareketlilik vardı ama kendini saklayan bu hareketlilik tedirgin ediciydi. Milos camdan dışarı doğru bakıyordu. “Biraz arabada bekleyin. Alışverişi yapıp geleceğiz.” Demişti Yüzbaşı Dejan. İkisi arka koltuktayken şoförü alıp dışarı çıkmıştı. Milos dışarı bakıyordu. “Arabadan çıkıp hava almak ister misin?” demişti Andrjez ona bakıp. Milos başını sallayıp dışarı doğru kapıyı iteklemişti. İkiside arabanın arakasında buluşmuştu. Yaslanıp boş çamur basmış yolu izlemeye başlamışlardı. Dükkanların gri camlarının arkasındaki hareket eden gölgeleri izliyordu Milos. Andrjez ona bakıp kalmıştı. Sürekli gözü onun dalgın yüzüne takılıp duruyordu. “Hep düşünüyorsun.” Milos bunu duyunca omuz silkmişti. “Öyle gözüm dalıp duruyor.” Demişti. Andrjez onu zorlamak istememişti. Onun gibi dükkanlardaki gölgeleri izlerken kendine sorular soruyordu. Neden onun hakkında bu kadar meraklı olduğunu düşünmeden edemiyordu. Hissettiği şeyin ne olduğunu biliyordu ama bilmezlikten gelip karmaşa yaratmaya çabalıyordu. “Elemeleri Ruen geçebilecek mi?” Milos onun dikkatini dağıtmak için konu açmaya çalışmıştı. “Geçer. Ona kendi ders notlarımı verdim. Çalışırsa geçebilir.” Demişti. Abisi elinde bir çanta ile geri dönüp çantayı bagaja koymak için arabanın arkasına gelmişti. “Soğukta neden dışarıdasınız?” demişti. Andrjez onun elindeki deri çantaya bakmıştı. “Onlar ne abi?” demişti. Abisi hızla çantayı onların önünü açtığı bagaja koyup kapağı indirmişti. “General için bırakılmış bir emanet.” Dedi. Çanta konusu hemen kapanmıştı. Yemek için bir yer bildiğini söyleyip onları da alıp yolun sonundaki restorana gelmişlerdi. “Roluge soy adı bana sürekli bir doktoru anımsatıyor.” Milos ile sohbet açmak için öylesine konuya girmişti. Milos başını kaldırıp ona bakmıştı. “Evet. Söz ettiğiniz doktor, muhtemelen yakın zamanda vurulan Albay Roluge ise o babam olur.” Dedi. Yüzbaşı Dejan başını sallamıştı. “Ta kendisi. Bir ara batı cephesinde onun yardımları sayesinde birkaç adamım ölümden döndü. İyi bir doktordu.” Dedi. Milos başını sallamıştı. “Ölümü trajik oldu. Ordu onun gibi yetenekli adamları sever. Onun izinden gidip orduya katılman çok güzel bir davranış.” Demişti. “Milos ortaokulda da askeri okula gidiyormuş abi.” Demişti Andrjez. Bunun üzerine abisi gülümsemişti. “Asker kökenli bir aile yapısı. Eminim kardeşlerin…” “Tek kardeşim efendim.” “Anladım. Annen senin için endişeleniyor olmalı.” “Muhtemelen. Ama daha çok benim hayallerimi önemser ve onları takip etmemi ister.” “Annesi ile annem arkadaş abi.” Diye tekrar konuya girmişti Andrjez. Abisi kaşlarını çatıp elini çenesine götürmüştü. “Arkadaş mı? Annem hiç bahsetmedi.” “Sen yoktun onlar taşındığında. Annesi konfeksiyonda iş için annemle konuştu. Oradan arkadaş oldu.” Yüzbaşı Dejan bir an duraksamıştı. “Ordu babanın ölümü üzerine size aylık bağlamadı mı?” Milos başını iki yana sallamıştı. “Annem gurur yaptı. İstemedi.” Demişti. Annesi gerçekten gurur yapıp istememişti. Kendi babasının da yardımını reddetmişti. “Şaşırmadım. Albay Roluge gibi gururlu bir insan olmalı. Birçok kişi ölen eş ve çocukları üzerinden ordudan yüklü aylıklar istiyor. Annen gibi insanlar sayesinde cepheye daha çok yemek ve malzeme gidebiliyor.” Demişti. Milos gülümserken birden duraksamıştı. Yüzbaşı Dejan’ın kırmızı atkısına gözlerini dikmişti. Ona kitlenip konuşmaya başlamıştı. “Babamı gerçekten tanıyor muydunuz?” demişti. Yüzbaşı Dejan başını salladığında Milos gözlerini ona çevirmişti. “Ben onun gibi değilim efendim. O yüzden nefret etmeyin benden.” Demişti. Yüzbaşı bir an için ona bakıp kalmıştı. Anlamsızlıkla ve ne diyeceğini bilemeden kitlenip kalmıştı. “Yaptıklarını biliyorum ve keşke ölse dediğiniz adamlarınız için üzgünüm. Babam kontrol edilemez bir hastalığa tutulmuştu.” Başını yana doğru eğmişti. “Hırsı onu öldürdü. Eminim yerine birilerini koydular ve siz o kişilerden de nefret edeceksiniz. Ama ben onlar gibi değilim. Ne babam ne de büyük babam gibiyim. Annem gibi hiç değilim. Onun gibi olanlara göz yumup arkamı dönüp bir yere saklanacak kadar korkakta değilim.” Demişti. Yüzbaşı Dejan hiç cevap vermiyordu. Milos ona bakıp elini çenesine dayamıştı. “O deri çantadan bizim evde binlercesi vardı. İsimler ve gönderilecekleri klinikler. Neler olduğunu biliyorum. Andrjez’i neden dışarı çıkardığınızı biliyorum. Geri döndüğümüzde elenmiş olanlar sessizce götürülmüş olacak ve…” Yüzbaşı Dejan birden masaya sertçe vurmuştu. “Yemek!” demişti. İçeri doğru giren şoföre kaymıştı gözleri. Milos o gelmeden kısık bir sesle dudaklarını oynatmıştı. “Onlar listeye bir gün onu da yazacak.” Demişti. Yüzbaşı yemek boyu gergindi. Şoför hızlıca yemeğini yemiş ve geri dönmek konusunda konuşurken Andrjez neler olduğunu anlamak için sürekli Milos’u izliyordu. Az önce duyduklarına anlam veremiyordu. Yüzbaşı Dejan geriye doğru yaslanıp şoföre arabayı getirmesini söylemişti. Şoför kalkıp kapıdan çıkınca Yüzbaşı Dejan ona dikmişti gözlerini. “Sakın bunları bir daha sesli söyleme ve olanları biliyorsan liste dışında kalma. Sende Andrjez. Listenin dışında kalmayacaksın. Bu olmayacak.” Demişti. Milos ona bakıp yavaşça ayağa kalkmıştı. “Merak etmeyin efendim. Bu konuyu bir daha açma niyetinde değilim. Listede kalmak için elimizden geleni yapacağız.” Demişti. Geri döndüklerinde onları yatakhane binasının önünde bırakmıştı. Ders saati bitmişti. Koen kenarda dururken Andrjez abisi ile bir şeyler konuşuyordu. Annesi ile telefonda konuşmak için abisinden yarına söz almıştı. Merdivenlere yönelmiş Koen’i yakalamıştı. “Bugün konuştuklarınız…” Milos ona bakınca Andrjez buruk bir ifade ile ona bakmıştı. “Birazını biliyorum. Birazını…” demişti. Milos başını hızla sallamıştı. “Abinin dediklerini unutma bunu konuşamayız. Sadece unut gitsin. Listede kal yeter.” Dedi. Andrjez başını sallayıp yukarı doğru çıkmaya devam etmişti. Milos yatakhane ayrımına gelince onun tuttuğu çantayı almıştı. “Teşekkürler. Her şey için. İyi geldi dışarı çıkmak.” Demişti. Andrjez ona cevap olarak ne diyeceği konusunda hep çekingendi. Sarılmak istemişti sadece. Ama bunu yapamazdı. Erkekler… Erkekler birbirine çok temas etmeyen varlıklardı. Bunu yapmak doğru olmazdı. “Arada yapmamız gerekir. Gidip dinlen. Akşam yemeğinde görüşürüz.” Demişti. Kafasını kurcalayan çok şey vardı. Abisi ve Milos bir şey biliyor ve bildikleri şeyin tehlikeli olduğunu söylüyorlardı. Ama ondan saklayacak kadar önemsiz buluyorlardı. Yatağa kendini atıp postallarını sökmeye başlamıştı. Roen’i ikinci postalını savurup atana kadar fark dahi etmemişti. “Nerelerdeydin?” demişti. Andrjez dönüp karşı yatakta oturan Roen’e bakmıştı. “Abim buradaydı. Onunlaydım.” Dedi. Roen duraksamıştı. “Yüzbaşı Dejan burada mı?” ses Achube’ye aitti. Andrjez dönüp ona bakmıştı. “Evet!” dediğinde Achube ayaklanmıştı. “Onunla görüşmek isterim. Uzun zaman oldu. Belki beni hatırlamıyordur bile.” Dedi. Andrjez son zamanlarda Achube ve tayfasından uzaklaşmıştı. Bu herkesin dikkatini çekiyordu. “Meşgul diye biliyorum.” Demişti. Onları geçiştirmek ister gibiydi. Başını yastığa koyup gözlerini kapatmıştı. “Biraz uyumak istiyorum. Başım ağrıyor.” Demiş ve bir şekilde onları başından savmayı başarmıştı. Sonrasında onu rahat bırakmışlardı. Hızla derin bir uykuya dalarken bunaltıcı bir kâbusun içine düşmüştü. Karanlık bir ormanın ortasında sürekli Milos’a sesleniyor ve onu duymasına rağmen ulaşamıyordu. Omzuna dokunan bir elle sıçramıştı. Ruen ona bakıyordu. “İyi misin?” demişti. Andrjez yattığı yerden kalkınca ter içinde kaldığını fark etmişti. “Kâbus görüyordun galiba.” Dedi. Andrjez başını sallamıştı. Ruen onun dolaba yönelmesi ile ranzaya doğru yaslanmıştı. “İyi misin? Yani gerçekten iyi misin?” demişti. Andrjez ona doğru dönüp bakmıştı. Hızla gömleğini değiştirmek için soyunmaya başlamıştı. “İyiyim.” “Hiç sanmıyorum. Seni uzun zamandır tanıyorum. Çocukluğumuz beraber geçti. Hiç de iyi gibi değilsin. Rüyanda ne görüyordun?” demişti. Andrjez temiz gömleği üstüne geçirip ona dönmüştü. “Hiç. Öyle yorgunluktan…” “Seni uyandırmadan önce ‘Milos’ diye bağırıyordun. Ne görüyordun bilmiyorum ama ondan pek hazzetmiyorlar. Ne kurmaylar ne de öğrenciler. Son zamanlarda beni görmezden geliyorsun. Bunun sebebi yaptığım bir hata mı diye düşünüyorum ama değil. Bir şeyler değişiyor sende.” Andrjez onu dikkatle dinlemekten vaz geçip düğmelerini iliklemeye başlamıştı. Ense kökündeki ter soğumaya başladıkça ürperti hissediyordu. “Onunla yakın olman umurumda değil ama kendine zarar vereceksin. Kurduğun başarılı profilini bozuyorsun. Dışlanmış birisi…” Andrjez ona dikmişti birden gözlerini. “Dışlanmış mı?” Ruen başını sallamıştı. “Evet. Sen yokken bir karar aldı yatakhaneler.” “Ne kararı?” “Kurmaylık disiplin cezasını ve soruşturmayı geri çekmiş durumda ama öğrenciler onun kopyacı olduğunu ve aykırı davranışlarından rahatsız olduklarını bildirmiş yatakhane sorumlularına. Dışlama kararı verildi. Ona bir yardım edilmeyeceği ve sorun çıkarırsa cezasını o an herkes verebilirmiş.” Dedi. Andrjez kaşlarını çattıkça alnındaki çizgi bir yarığa dönüşüyordu. “Bu sadece sınıfını ilgilendiren bir konu. Yatakhane…” “Onun yüzünden listede gerileyen kişi kim biliyor musun?” demişti. Andrjez anlamamış halde ona bakıyordu. “Listeye girdiğinde geriye attığı kişilerden birisinin babasının kim olduğunu söyleyeyim ben sana. Batı cephesinde yer alan bir generalmiş. Üst sınıflar bunu öğrendiği için Milos’a ceza vermek zorunda kaldı. Sende uzak dur. O çocuk Milos ile orta okuldan beri takışıp duruyormuş.” Dedi. Ona doğru birkaç adım atmıştı. “Senin hayallerini de biliyorum parlak geleceğini de görüyorum. Andrjez ben kötü birisi değilim. Bunu biliyorsun. Milos için üzülüyorum ama bu savaş bizim savaşımız değil. Başarman gereken şeyler var. O yüzden bir dost tavsiyesi olarak bunları söylemek istedim. Amacım Milos’u karalayıp, babasının gücü ile kendini bir halt salan gerzek ve arkadaşlarının safında olmak değil. Fakat yapabileceğimiz bir şey yok.” Demişti. Andrjez onun niyetinin kötü olmadığını biliyordu. Ona kızamazdı. Ruen onu korumak istiyordu. Fakat Milos’u öylece bırakamazdı. Hele ki ona karşı dostluktan daha fazla şeyler hissettiğini fark etmişken. Bunu yapmak ona ikinci defa ihanet etmek gibi olurdu. Onu güvendirip yanında olmuşken birden çekip gidemezdi. Bunu yapmak istemiyordu. Bunu yaparsa kendinden nefret etmekten korkuyordu. “Ruen, demek istediklerini anlıyorum ama Milos’un bana ihtiyacı varken onu bırakamam. Özellikle tek kalmaması gerektiğini sende söylüyorsun. Elbet başımızın çaresine bakarım.” Demişti. Ruen gözlerini yavaşça kapatmıştı. “Ciddi misin?” demişti. Andrjez ceketini giymek için dolabı son kez açıp kapamış ve kilitlemişti. “Evet!” dedi. Ruen iç çekmişti. “Dikkat et yine de.” Demiş ve sessizce yemekhaneye gitmek için çıkmıştı. İçeri girip sıraya girmiş ve Milos’u aramıştı gözleri. Tek başına otururken bulmuşlardı. Etrafındaki iki sandalye boş bırakılmıştı. Tepsisini alıp oraya doğru yürümüştü. Yemekhanede sessizce onu izlediğini hissediyordu. Birden Achube önünü kesmişti. “Yanımıza otur Dejan!” demiş ve onu masaya davet etmişti. Andrjez onu yavaşça omzundan yana doğru itekleyip Milos’un masasına varıp hemen bir sandalye çekip oturduğunda ölüm sessizliği olmuştu. Andrjez sessizce gülümserken Milos ona göz ucu ile bakmıştı. “Benimle oturmak istediğinden emin misin?” demişti. Andrjez başını sallayınca Milos ona doğru başını çevirmişti. “Dışlama kararı almışlar.” “Pek umurumda değil. Kendi içlerinde kurdukları bu kast ve hiyerarşi beni yoruyor. Beni de dışlasınlar.” “Gerçekten garipsin Andrjez. Yatakhane sorumlunu yana doğru itekledin. Bunu ödetir!” “Yumruk yumruğa olursa burnunu kırar disipline ondan önce gider ispiyoncu olurum.” “Ne oldu sana? Kurallara pek bağlıydın!” “Artık pek umurumda değil gibi. Sonuçta yazılı olan okul kurallarına karşı çıkmıyorum. Babasına güvenip seni tek düşürmeye çalışan o kişi gibilerden nefret ediyorum sadece.” “Hım…” “Hım… ne?” “Hiç! Hoşuma gitti dediklerin. Teşekkürler bana destek olduğun için ama öldürülebilirsin.” “Sanmam. Sen beni hiç tanımamışsın. Ne kadar isyankâr ve yaygaracı olduğumu yakında öğrenirsin.” Demiş ve içeri giren kurmayları görünce ayaklanmıştı. Sessizlik ve yemek için şükrandan sonra hızlıca yemeklerini yemişlerdi. Yemek boyu gözleri üstlerinde hissetmişlerdi. İkisi beraber çıkmıştı yemekhaneden. Arka merdivenlere gidip oturmuşlardı. O ara Ruen onu aramış ve merdivenlere giderken görüldüğünü öğrenince Achube ile oraya gitmişti. Acil çıkış kapısını aralayınca ikisini merdivenlerin orada oturmuş konuşurken görmüşlerdi. Milos onları görünce tedirgin olmuştu. Andrjez ise ayaklanmıştı. “Sorun çıkarmaya gelmedim.” Demişti Achube. Andrjez ona bakıp gergince ayakta dikilmeye devam etmişti. “Gerçekten kopya çekmediğini ispatladılar. Bu herifler senin hakkında konuşuyorlar. Ve senden hoşlanmıyorlar. Neden?” demişti. Milos ona bakan gözlere dikmişti gözlerini. “Buna cevap vermek zorunda değil.” Diye atılmıştı Andrjez. Milos onun sakinleşmesini istiyordu. Gergindi ve elini sıkmaya başlamıştı. “Aslında onların beni sevmemesi için çokça sebep var. Ve kendilerince bahaneleri. İnsanlar birilerinden nefret etmeye bayılıyor. Nefret çok basit bir duygu gibi onu sürekli ama sürekli canlı tutmak için birilerini hedef seçiyorlar. Bu hedef bu sefer benim.” Demişti. Andrjez ona bakıyordu. Achube ona doğru birkaç adım atmıştı. “O piçleri hiç sevmiyorum. Yatakhane sorumlunuzu, onun ufak fedailerini… Sevmediğim içinde yaptıkları şeyde bir bokluk olduğunu biliyorum. Andrjez’i severim. Ve yemekhanede diğerlerini kendine düşman ettiğine göre, onu korumakta bize düşecek.” Dedi. Andrjez şaşkınlıkla ona bakıyordu. “Güçlü olmanın yolu bir arada durmak derler. Açıkçası sorumluluğunu aldığım kimsenin dayak yiyip okulda kötü ün çizmesini istemem.” Demişti. Andrjez bu sözleri anımsıyor gibiydi. Abisinin de böyle saplantılı dostluk sözleri vardı. Achube gerçekten onun öğrencisi gibi konuşuyordu. “Yatakhanenin değişimi için işlem başlattım. O süreye kadar boş bir yatak var. Gidip eşyalarını bizimkilerle al.” Demişti. Milos şaşkınlıkla ona bakıyordu. Achube ona elini uzatmıştı. “Bak Milos Roluge, o herifleri sinir etmek benim de hoşuma gidecek. O yüzden bu oyunda senin tarafında olduğumuzu düşünme. Amacımız aynı. Küstah piçleri sevmiyorum. O yüzden küstahlık etmeden sakince yaşamaya devam edelim.” Demişti. Milos başını sallamıştı. Achube ona yolu göstermişti. “Yatakhanenin orada bekliyorlar, hadi.” Demişti. Andrjez onu tek bırakma derdinde değildi. Onunla beraber çıkmıştı. Yürüyorlardı. Yatakhanenin önünde on kişi onları bekliyordu. İçeri doğru girmek için Achube kapıyı tekmeler gibi açmıştı. “Hiç kimse rahatını bozmasın. Sadece arkadaşımızın eşyalarını alıp çıkacağız.” Demişti. Milos’a dönmüştü. “Hangi yatak senin?” demişti. Milos ranzasına doğru yürürken gözleri hissediyordu. “Hey Achube, dışlama cezasını ihlal ediyorsun!” demişti yatakhane sorumlusu olan subaya dayı aşağı atladığında. “Aslında ihlal etmiyoruz. Oy çokluğu değil birliği ile alınmalı bu karar. Ve benim yatakhanemden bir kişi oy kullanmamıştı.” Yatakhane sorumlusu ona bakarken Andrjez oraya doğru birkaç adım atmıştı. “Ben kullanmadım ve kararı olumsuz destekledim. Bu durumda…” Achube gülmüştü. “Bu durumda karar falan yok. Yatakhane değiştirme izni aldık ve Milos Roluge benim yatakhaneme geliyor.” Demişti. Genç ona bakıp yüzünü buruşturmuştu. “Neyin peşindesin ha?” demişti. Achube ellerini iki yana kaldırıp gülmüştü. “Senin gibi sinsi bir yılan değilim. Sadece onu istemiyorlar ve bende bu işi düzeltiyorum. Sorun onun burada olması değil mi? İşte artık değil.” Demişti. Milos çantasına eşyaları çoktan doldurmuştu. “Nevresimleri de alın.” Demiş ve birkaç kişi onun her şeyini toplamasına yardım etmişti. “Daha fazla rahatsız olmayın biz gidelim.” Demişti. Çıktıkları sırada B yatakhane sorumlusu hızla dışarı çıkıp Achube’nin kolunu yakalamıştı. O an oluşan gerginlik ile Achube gülmüştü. “Siz gidin, biz biraz konuşalım.” Demişti. Milos göz ucu ile onlara bakmıştı. Andrjez ise onu çekiştirip hemen uzaklaşmışlardı. “Neyin peşindesin ha?” dedi. Achube gülmüştü. “Senin gözlerinin göremeyeceği kadar büyük bir şeyin. Aklın yetmez.” Dedi. Genç ona bakıp dişlerini gıcırdatmıştı. “Babası general ve Milos’u dışlamazsak ona…” Achube ona bakıp başını yana doğru eğmişti. “Biliyor musun ne yapıyorsa yapsın. Babası nazlı oğlunun sorunlarını dinlemek yerine cephede kararlar almakla meşgul olacaktır. Gerçekçi olalım dostum.” Dedi. Genç ona bakarken bir an duraksamıştı. “Bir şey duymuşsun.” Dedi. Achube gülmüştü. “Sana tavsiyem Roluge’nin peşindekiler ile yan yana durma. Dedikoduları duydun değil mi? Benim duyduklarımın yanında hiçler.” Demişti. Arkasını dönüp ona seslenen adamı duymazdan gelmişti. O gecenin sabahı Milos ilk defa tedirgin olmadan uyanmıştı. Uyandığında Andrjez’in ve diğerlerinin sohbet ederek giyindiğini görmüştü. Ona Ruen seslenip bir defa bacağından sallamıştı. Ranzadan aşağı atlamıştı. Hızla kıyafetlerini giymek için soyunmaya başlamıştı. Üstündeki gri tişörtü çıkarınca çıplak göğsündeki üç kurşun izi gözükmüştü. Hepsi birden susup onun çıplak göğsündeki kurşun izlerine bakmıştı. Milos elini yaralara doğru götürmüştü. Kalbinin neredeyse üstündeki izleri kapatmak ister gibi gömleğini göymek için acele etmişti. “Onlar nasıl oldu? Ortaokuldaki silah eğitiminin de mi?” demişti Ruen merakla. Milos başını sallayıp hemen giyinmeye çalışmıştı. Kendini huzurlu hissetmesi gerekirdi. Ama uyandığı andan itibaren bir şeyler rahatsız edici gelmişti. İç güdüleri ile yaşamayı sevmedi. Fakat bu sefer onu bir şey aşırı derecede tedirgin ediyordu. “Gözleri takip et. Sesleri değil. İnsanların gözleri yalan söyleyemez.” Altais ona bunu söylediğinde ölmeden birkaç gün önceydi. Olacakları sezinlemiş ama kaçamayacağını belli eden bu sözlerin ona verdiği gücü hissedip hızla geri dönmüştü. İnsanın ruhunun yansıması gözlerinde olurdu. Gözleri takip ederek onlarda rahatsız edici olan şeyi bulabilirdi. Hepsine bakarken Andrjez’in gözlerine takılıp kalmıştı. Onun gözlerindeki karanlıkta sadece kendi yansımasını görebiliyordu. Başka bir şey seçemiyordu. Sadece kendisini. Bir süre öylece kalmıştı. Sanki ondan başka hiçbir şey yok gibiydi. Ona aşık değildi. Dikkatini çeken garip bir adamdı ama ona aşık değildi. Sadece hoşlanmaktı… iki arkadaş olarak. Altais’e ihanet etmeyecekti kalbi. Ama gözlerindeki yansımasında başka bir şey vardı. İnsanın dili, bedeni yalan söyleyebilirdi ama gözleri asla. Sadece doğru olanları onlar yansıtırdı. Okumayı bilen için. Milos gözlerindeki duyguların anlaşılmasından korkuyordu. Onları boğmaya çabalasa da o duyguları ve gerçekleri Andrjez yakalayabilirdi. Bir anlık o göz göze gelem sanki ayların cevaplarını barındırmıştı içinde. Ama sadece bir anlık. Sonrasında devam eden gerçek yaşamlarına dönecek kadar profesyonel olmayı seçiyorlardı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.