Kayıp Masallar Serisi 3. Cilt - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




4   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6 


           
Zaman insafsız bir işkencecidir. İnsanların sürekli bedenini saran ve onları yavaş yavaş çürüterek acı çektirir. İnsanlığın en büyük hastalığıdır. Onlara günahlar işleten ve aceleye sokup hatalar yaptıran şey zamanın ta kendisidir. Tanrıların bile kontrol edemeyeceği kadar ilerlemede ısrarcıdır. Zaman Milos için sürekli onu tüketen bir hastalık. Onu saran ve her saniyesini yavaş yavaş alan bir tefeci gibi.
Derin düşünceler zihnini bulandırırken aralık ayı bitmek üzereydi.  İki gün sonra yeni yıla girmiş olacaklardı. Sınıfında son günüydü. Pazar akşamı büyük bir balo düzenlenecekti. Yeni girecekleri yılı kutlamak için geleneksel askeri balo. Yeni yatakhanesinde huzurlu uyuyup huzursuz uyanıyordu. Haftanın son dersi ve artık kalem tutmaktan parmakları ağrımaya başlamıştı. Geometri ve açılardan nefret etmezdi. Ama b gün anlatılan her şey beyninde bir kabarcık gibi patlayıp yok oluyordu. Elemeler bitmiş ve neredeyse sınıfından on kişi eksilmişti. Hala onunla konuşmayan ve itip kalkan birileri vardı. Umurunda değildi. Onlarla sadece kurmaylar varken bir arada kalmak zorundaydı ve bunun rahatlığı içinde yaşıyordu. Gözü yükselen pencereden dışarı doğru kaymıştı. Koşuda olan sınıfı görebiliyordu. Andrjez’in sınıfı soğuk havada ağızlarından buhar çıkarak koşudaydı. Onları izlemeye dalmışken masasına vuran kişi ile sıçramıştı.
“Roluge!” demişti dersi veren subay. Milos ona bakıp sessizce ayağa kalkmıştı. Derste başka şeyle ilgilenmenin cezasını biliyordu.
“Koridora çıkıyorum hemen efendim.” Demişti. Üç saat boyunca sınıf kapısında bekleyecekti. Cezasını ezbere bilmek her öğrencinin göreviydi.
“Telefon gelmiş. Seni bekliyor nöbetçi.” Dedi. Milos kapıda kırmızı kolluğu ile dikilen astsubaya bakmıştı. Bir an için duraksamıştı. Annesinden mektup bile almamışken şimdi gelen telefon onu ürkütmüştü. Hemen nöbetçi ile çıkıp santralin bilindiği kata inmişti. Telefon elinde bekleyen kişi ona doğru uzatmıştı. Korkarak telefonu kulağına götürmüştü. Sandalyeye oturabileceğini işaret etmişti astsubay. Sandalyeye oturup boğazını temizlemişti.
 “Ben Milos Roluge!” demişti. Bir an için kimin hattın diğer ucunda olduğunu bilmemenin tedirginliği ile yutkunmuştu.
“Milos ben büyük babanın asistanıyım.” Konuşan adamın sesi tok ve sertti. Büyük babasından bahsediyordu. “Anne hakkında bir durumu bildirmek için arıyorum.” Demişti. O an onu kovalayan zaman durmuştu. Her şey yavaşlamıştı. Adamın sesi bulanıklaşmıştı. Kulaklarındaki basınç arttıkça kendi kalp sesini duyuyor gibiydi.
“Durumu şu an için iyi değil. Elimizden gelenleri yapıyoruz. Ama doktorlar çok fazla zamanı kalmadığını söyledi. Onu görmek için başkente büyük babanın yanına gelmelisin.” Asistan konuşurken Milos yavaşça gözlerini kapamıştı. Adamı duyuyor ama anlamıyordu. Annesine ne olduğunu neden hasta olduğunu anlamıyordu.
“Gelemem…” demişti. Dudaklarından hafif ve yavaş bir şekilde süzülmüştü kelimler.
“Annenin zamanı çok yok. Büyük baban bir araç gönderdi. Yarın orada olur. Seni alması…” Milos birden ahizeyi hızla yerine koyup iletişim kablosunu giriş yuvasından çekip sandalyeden kalkmıştı.  “Sorun mu var?” demişti. Milos ona cevap bile vermeden hızlı adımlarla odadan çıkmıştı.
Andrjez dersin bitişi ile direkt soyunma odasına gitmişti. Terden saçları sakaklarına yapışmıştı. Yüzünü yıkayıp oturmuştu.  Akşam yemeği için Milos ile buluşmaya sözleşmişlerdi. Onunla yemekte görüşecekleri için hemen duş almak için sıraya girmişti. Soyunma odasındaki duşlar daha rahattı. Az kişi ve daha temizdi. Yıkanıp üstünü değiştirmişti. Saçlarının biraz kuruması için bekleme salonunda oturmaya başlamıştı. O ara Ruen ile teslim edilecek ödevleri konuşmaya dalmıştı. Zamanın nasıl aktığını anlamamıştı bile. Tam çıkmaya hazırlanırken Milos’un sınıfından bir kız ona doğru hızlı adımlarla gelmişti.
“Andrjez!” deyip yolunu kestiğinde derin bir sessizlik olmuştu. “Özle konuşabilir miyiz?” demişti. Ruen ve yanındaki arkadaşları ona manalı birer bakış atmıştı. Onlar giderken ikisi kalmıştı salonda.
“Şey dersteyken Milos’u çağırdılar ve geri dönmedi. Daha sonra yemekhane tarafında karşılaştık. Seninle konuşmak istiyormuş. Oraya çağırıyor.” Demişti. Yüzünde garip bir tedirginlik ve korku vardı. Andrjez o an sadece Milos’a bir şey olduğu için kızın tedirgin olduğunu düşünmüştü. Hemen çantasını almıştı. “Gidelim. Nerede?” demişti. Kız ile hızla çıkıp kapıda onları bekleyenleri duymazdan gelip yemekhanenin arkasında hep oturdukları çatıya doğru giden acil çıkış merdivenlerine doğru yürümüştü.
“Bir şey olmadı değil mi ona?” demişti. Kız hiç konuşmuyordu. Atkısının ardına saklamıştı yüzünün yarısını. Gözleri yere bakıyor ve adımları hızlıydı. Kapıya geldiklerinde durmuştu.
“I… İçerde.” Demişti. O an gözleri içeri giren Andrjez’e takılmıştı.
“Ben… ben üzgünüm.” Dediğinde Andrjez’in adımları durmuştu. Andrjez ona bakıp kaşlarını çatmıştı. “Ne için?” o an bir el onu içeri doğru hızla çekmişti. Kapının kapanışı ile kendini yerde bulmuş ve yüzüne inan yumrukla beyni çalkalanmıştı. Bir iki saniye ne olduğunu anlayamadan olduğu yerde kalmıştı.  Ona bakan kişileri tanıyor gibiydi. Milos’un sınıf arkadaşları ve batı cephesi generalinin sevgili oğlu…
“Milos nerede?” demişti ayağa kalkıp çantasını tek sapından tutarken.
“Bence onu sormak yerine buradan nasıl çıkacağını düşün.” Demişti generalin oğlu kollarını sıvarken. “Kendini bir halt sanıyorsun.” Demişti. Andrjez ondan sayıca üstün olan gruba bakmıştı.
“Bu kavganın sonunda sağ kalırsam sizi disipline…” kahkaha sesleri onu bastırmıştı.
“Disiplin mi? Buraya neden geldiğini biliyor musun?” demişti. Andrjez başını iki yana sallamıştı.
“Achube ve yatakhane liderimiz bir karar verdi ve sorunlarımızı kendi başımıza halletmek için bize izin verdi. Seni mi koruduğunu sanmıştın?” dedi. Andrjez birinin ufak bir bıçak çıkardığını görmüştü. Gerçekten onu öldüreceklerdi. Bunu hissediyordu.
“Achube bunu yapmaz.” Demişti.
“Yapar. Buranın neresi olduğunu anlayamadın mı? İnsanlar yükselmek için pürüz olanları yok etmek ister. Achube’ye babam batı cephesinde bir kıta da teğmenlik verecek. Bil bakalım bu nasıl oldu?” dedi. Andrjez ona bakıp kalmıştı. “Sen, Milos ve o ufak tayfan… Anlıyorum akıllısınız ama burada gücün konuştuğundan bir habersin. Milos’u öldüremeyeceğime göre seni öldürüp canını yakabilirim. Bunu daha önce yaptım.” Derken dişlerini göstererek gülümsüyordu. “O ve onun büyükbabası… Sürekli torunun arkasını topluyor. Bir ibne için boşa verilen emek. Her neyse onu aradan çıkartmak ve tekrar kendini vurmasını sağlamak hoşuma gidecek.” Demişti. Andrjez kelimeleri birleştirmek için duraksamıştı.
“Altais… onu siz mi öldürdünüz?” demişti. Başını sallamıştı. “Bizzat ipi boynuna ben geçirdim. Şahsen Milos’un burada olup seni de öldürüşümüzü izlemesini isterdim ama onu bulamıyoruz. O yüzden buraya geldiğinde seni…” birden açılan kapı ile arkasını dönmüş ve silah sesi ile olduğu yere devrilmişti. Milos elinde bir altı patlar ile kapıda dikiliyordu. Generalin kıymetli oğlunu vurmamıştı bile. Herkes bir an duraksamıştı. Milos onlara dikmişti gözünü.
“Andrjez çık!” demişti. Dipçiği çekip ikinci defa nişan aldığında herkes kaçacak yer aramaya başlamış ve yerde korku içinde yatan genci tepeleyerek kapıya hücum etmişti. Milos bir iki el daha ateş edip onları korkutmuştu. “Bu kimin silahı biliyor musun?” demişti Milos yerde debelenen gence doğru yürürken. “Senin!” demişti. Genç şaşkınlıkla ona bakarken Milos birden durup onun eline tabancayı vermiş ve zorla başına dayatmıştı. “Tetiği çektiğim anda öleceksin.  Ve kendi başına yapmış olacaksın.” Dedi. Genç titrerken Milos birden tetiği çekmişti. Kurşun gencin kulağını sıyırıp geçerken çığlıklar atarak yerde debelenmeye başlamıştı. Milos silahı yere doğru fırlatmıştı.
“Beni başkası ile tehdit etmekten vaz geçtiğin gün seni öldürüp onurlandıracağım. Altais bunu isterdi.” Dedi. Silahı bir tekme ile köşeye doğru atmıştı. Tekrar kapıya yürürken Andrjez’e dönmüş ve onu davet eder gibi kapıyı açmıştı. Andrjez yerde debelenen gencin üzerinden atlayıp onunla dışarı çıkmıştı. Milos bir süre yürüdükten sonra bulduğu ilk banka oturup omuzlarını düşürmüştü. Andrjez sessizce onun yanına oturup çantasındaki matarayı uzatmıştı.
“Teşekkürler.” Demişti. Milos birkaç yudum su içtikten sonra ona doğru dönmüştü. “Kaşın kanıyor Andrjez. Revire gidip dikiş attır.” Demişti. Soğuk bir sesle konuşmaya çalışsa da gerginlikten bütün enerjisi tükenmişti. “Onun silahını nereden buldun?” dedi. Milos bir süre ona baktı. Daha sonra mataradaki sudan cebinden çıkardığı mendile döküp ona uzattı.
“Çaldım. Dolabından çalıp birisini vuracaktım.” Dedi. Andrjez mendil elinde ona bakıp kalmıştı. “Kimi?” demişti. Milos bir süre ona baktı ve iç çekmişti. “Birkaç kişiyi daha doğrusu. Bak bana sinirlenmeyeceğin bir anda konuşalım. Şu an aklımı toplayamıyorum.” Dedi. Andrjez onun yüzüne bakmak için dönmüştü. Kan çenesine doğru süzülüp damlamıştı.
“Onları mı vuracaktın?” dedi. Milos başını sallamıştı. “Hapishaneye götürülüp idam edilirdin.” Dedi. Milos başını iki yana sallamıştı. “Büyük babam buna izin vermezdi.” Uzanıp Andrjez’in elindeki mendili alıp akan kanı silmek için ona doğru dönmüştü.
“Büyük babam beni yanına çağırıyor. Oraya gittiğimde geri dönmeme izin vermez.” Dedi. Andrjez ona bakarken Milos dikkatle onun yarasını siliyordu.
“Gitme.” Demişti. Milos o zaman onunla göz göze gelmişti. Dolmuş gözlerinin mavisinin etrafı kızıla dönmüştü.
“Annem onunla. Hasta…” demişti. Boğazına takılan hıçkırıkları yutmuştu.  “Hasta mı?” Andrjez şaşırmıştı. “Annem onun en son iyi olduğunu söylemişti telefonda konuştuğumuzda.” Milos’un elini tutup yüzünden çekmişti. “Emin misin?” dedi. Milos başını iki yana sallamıştı. “Aradılar…” Andrjez ona dikmişti gözlerini. “Bizde arayalım o zaman. Annemle konuşalım. Neler oluyor o bilir.” Dedi. Milos şaşkınlıkla ona bakıyordu.
“Abim hala burada. Gidip onunla konuşalım.” Dedi. Milos onu yanında sürüyen Andrjez’e bir şey diyememişti. Kurmay binasına geldiklerinde Milos onu durdurmuştu. “Annem gerçekten hastaysa ne yapacağız?” dedi Andrjez ona bir süre bakıp birden gülmüştü.
“Seni gelip kaçırırım. Ya da yarım kalan işini ben halleder gelirim.” Demişti. Basamakları hızla çıkıp abisine verilen odaya gelmişti. Kapıyı vurup içeri girince abisi onun suratına afallamış halde bakmıştı.
“Kaşına ne oldu?” dedi. Ardından giren Milos’a bakmak için koltuğunda yana doğru eğilmişti. “Sorun mu çıktı?” demişti. Milos oraya doğru yürürken Andrjez usulca kapıyı kapatmıştı.
“Milos birini kulağından vurdu. Yemekhanenin acil çıkışının orada. Onun öncesinde beni bıçaklamaya falan çalıştılar abi. Ama problem o değil.” Dedi. Milos olduğu yerde dikilirken Andrjez abisinin yanına doğru sokulmuştu. “Annemi aramam lazım. Acil olarak bir şey sormam gerek.” Dedi. Yüzbaşı Dejan ona bakıp kalmıştı. “Bir saniye bekle. Kulağından vurduğunuz kişi nerede?” dedi. Milos hazır ol komutunda bekliyordu. “Orada bıraktım efendim.” Dedi. Yüzbaşı Dejan bir sigara yakıp koltuğa yaslanmıştı. “Neden bu kavga çıktı? Kimin silahı kullanıldı?” dedi. Milos ona bakıp alt dudağını ısırmıştı. “Vurduğum kişinin silahını kullandım.” Dedi.
“Siz ikiniz bu yüzden okuldan atılabilirsiniz. Ama buna izin vermem. Şimdi neden annemi aramaya çabalıyorsunuz?” dedi. Andrjez koltuğa oturmak için izin istemişti. İkisine de oturmasını söylemişti.
“Milos’un annesinin hasta olduğunu söylemiş büyük babası ama biz buna inanmıyoruz. Annem ve Bayan Roluge yakın arkadaş. O yüzden annemi arayıp soracağım. Bu sayede emin olmuş olurum.” Demişti. Yüzbaşı Dejan bunu duyunca bir an için duraksadı. Ardından telefona uzanmıştı.
“Santral bana reviri bağla.” Demişti. Kısa süre sonra revirden dikiş için bir hemşire istemiş ve telefonu kapatmıştı.
“Annemi kaşına baksınlar öyle ara. Roluge eğer annen hasta ise gidecek misin?” dedi. Milos başını sallamıştı.   “Evet, onu tek bırakmam istemem.” Dedi. Yüzbaşı Dejan ona bakıp içi çekmişti. Andrjez’in kaşına dikiş atılmamıştı. Ufak bir pansuman ve sargı bezi ile halledilmişti. Daha sonra telefon görüşmesi için Yüzbaşı sözünü tutmuştu.
“Anne!” demişti Andrjez biraz heyecanla. Annesi ile son görüşmesinin üstünden çok geçmemişti. Annesini postane telefonundan aramış ve onu heyecan ile beklemişti.
“Telefon geldiklerini söylediklerinde çok heyecanlandım. Sanırım artık eve telefon bağlatmam gerekecek. Tatlım nasılsın?” Bayan Dejan heyecan ile konuşuyordu.
“Ben iyiyim anne. Sen nasılsın? Bir şey sormak istiyorum. Çok zamanım yok.”
“Ben iyiyim oğlum. Sor! Ne oldu? Bir sıkıntı mı var?”
“Hayır yok. Abim hala burada. Bir sıkıntı yok sadece Bayan Roluge ile hiç görüştün mü diye soracaktım sana.” Dedi. Bayan Dejan bir an duraksamıştı.
“Evet. Geçen hafta gördüm onu. Sağlığı pe iyi olmadığı için işten ayrılmak için fabrikaya gelmişti. Daha sonrasında uğradım ama evde yoktu. Ne oldu?” dedi. Andrjez göz ucu ile Milos’a bakmıştı.
“Hiç, oğlu annesini merak etmiş ulaşamayınca haberin var mı diye sormak istedim. Teşekkür ederim.” Demişti. Kısa bir veda konuşması sonrasında telefonu kapatmıştı.
“Annem?” demişti Milos. Andrjez ona bir süre bakmıştı.
“Abi izin hakkımı kullanma şansım var mı?” demişti Andrjez. Milos aldığı haberin doğru olduğunu anlamıştı.  Geriye doğru yaslanıp Andrjez’e bakmaya başlamıştı.
Kader insanın kendi verdiği kararlar ile örülen bir ağdır. O gün Andrjez kendi kaderinde önemli ir dönüm noktasında olduğunun bile farkında değildi. Tesadüfler ise sadece insanların birbirinden habersiz olarak aldığı kararlarla ilişkilidir. Milos ve Andrjez’in hayatlarında hiç rast gelmeme ihtimalleri vardı. İkisi içinde bambaşka hayatlar düzenlenmişti. Ama onlar aldıkları kararlar ile birbirlerine olan nedensiz sevgilerinin etkisiyle bir kader ağının örülmesine neden olmuşlardı. Tanrıların terk edip insanın inisiyatifine bırakılan bir kader ağı oluşmuştu. Gençlik onlara verilen en büyü k lütuf ve güçtü. Onlar ise bunun farkında olmayacak kadar toydu.
Andrjez abisinin ısrarına rağmen o gün yarın için Milos ile gitmeye kararlıydı.
İnsanlık biri birini yok etmek ve kanla gelen zaferler içinde zenginliğin hayali kurarken sapkın zihnin yönettiği dünyada birçok yenilik ve buluşu da yaratmak için bahane buluyordu. Zeplinler helyum dolu uçan bombalar o dönem popüler savaş araçları haline gelmeye yeni yeni başlamıştı. İnsanları ve birçok bombayı taşıyabilen dev uçan balonlar ufacık arza belirtisinde yanmaya ve büyük patlamalara sebep olurken birer cephanelik haline getirilen bu makineler bu örülen kader ağında büyük bir rol oynuyordu.
Ertesi sabah;
Gelen araç askeri plaka taşıyordu. Anten yerinde imparatorluğun üç başlı aslanı ve kırmızı rengi üzerine işlenmiş altın yıldızları ile parlıyordu. Yemekten hemen sonra yola çıkacaklardı. Milos ufak bir çanta almıştı yanına. Andrjez’de sadece giyecek ve bir miktar para. İkiside yemekten sonra ufak çantaları ile kurmaylığın önüne doğru yürüyordu.
“Küçük Bey bir arkadaşınızın eşlik edeceğinden büyük babanızın haberi yok. Bu doğru olur mu?” demişti onu almaya gelen asistan. Milos ona göz ucu ile bakmıştı. “Onu kendi evimde ağırlayacağım. Büyük babamı ilgilendiren bir şey yok. Endişelenme.” Demişti.  Andrjez onun önemli akrabalara sahip olduğunu anlamıştı çoktan. Sessizce onu takip ediyordu. Çantasını alıp arabaya oturduğunda Andrjez’de binmişti. Milos sessizce gözlerini dikiz aynasına dikmiş duruyordu.
“Andrjez araba kullanmayı biliyor musun?” demişti. Manasız bir sohbet açmak ister gibiydi.
“Hayır. Abim hiçbir zaman öğrenmem müsaade etmedi.”
“Ben biliyorum. Babamın yaralandığını duyduğumuzda annemin elleri şiddetle titriyordu. Direksiyona geçip onun çalıştırdığı arabayı sürmeye devam ettim. Bana sürekli hızlı gitmemi söylemişti. Askeri hastaneye nasıl vardım o arabayı nasıl sürdüm bilmiyorum ama ayağım pedala yetişmediği için neredeyse ayakta sürmüştüm. Önümü göremeden. Yani öğrenmesi zor değil.” Dedi. Andrjez ona ve direksiyona baktı.
“Anladım. Belki bende bir gün sürerim.” Dedi.  Milos ona doğru göz ucu ile bakmıştı. Hisleri güçlüydü. Ne zaman gereksiz bir konu üzerine düşünse o an başına geleceklerden haberdar gibiydi. Elindeki silaha bakarken Andrjez’in silah kullanmayı bilip bilmediğini düşünmüştü.  
“Oraya gittiğimizde sakin olmalısın.” Demişti Andrjez. Milos omuz silkmişti. “Sakin kalmaya çalışacağım. Benimle geldiğin için teşekkürler.”
Milos’un hiç bilinmeyen pasif agresif yanını Andrjez bugün görmüştü. Öfkeden gözü dönüyordu. Güçsüzlüğünden dolayı öfkesi sinsiliğe dönüşüyordu. Zekasını yanlış yönlendiren bir gençti. Yumruklarını kullanacak kadar güçlü değildi. Toplum içinde aşağılanıp bastırılmış kişiliği yüzünden kalbinde hep gizlediği bir öfke vardı. Cinnetin bir sebebi de bastırılmış öfkenin patlaması gibi.
Sürekli aktif olan volkan dağları arada lav ve kül püskürterek içlerinde sıkışan enerjiyi atar. Ama uyuyan bir yanardağ patladığında çevresindeki her şeye zarar verir. Birkaç gün gündüzü geceye çevirmez. Aylar yıllar boyunca kül tabakasından güneş toprağa dokunamaz. Saçtığı lavlar her şeyi eritip kendine katarak yol alır. Milos uyuyan bir yanardağ gibiydi. Korkuları ile bastırılmış öfkesinin ne zaman ortaya çıkacağını kimse kestiremezdi. Andrjez onu ilgi çekici ve ilginç olarak görmeye başlamıştı. Onu sevmenin ötesinde izlemesi eğlenceli bir kişilikti. Korkunç bir hayal gücü vardı. İnsanları öldürmek üzerine bin bir yol bulabilirdi.  Bunun sebebi olarak babasının tıp kitaplarını sunardı. Birisinin boğazını iki parmağı ile sıkarak öldürebilirken kulağına cıva damlatarak da öldüre bileceğini anlatmıştı bir defasında ona.  Annesi onu hayatta durduran ve hatalar yapmasına engel olan kişiydi. Bazen özgür olması için bir pranga… Milos için annesi vaz geçemeyeceği ve korumak zorunda hissettiği bir kadındı. Annesi ile çok iyi bir ilişkisi yoktu ama onu severdi. Sevgisini belli etme konusunda ciddi sorunları vardı. İfadesizce annesi hakkında konuşur ve daha sonra gülümseyip onu sevdiğini söylerdi. Onun ölmesinden korkardı ama bunu kimseye söyleyemezdi. Kimsesiz kalmak ve gidecek bir yeri olmadığını hissedeceğini bilirdi. Başını yaslayıp saçlarını okşayan bir annesi vardı. Onunla sadece konuşmadan anlaşıp sessizce ağlamasına göz yuman ve onu kabul eden tek kişiydi annesi. Onu korumaya çalışırken kendi sağlığını ve zenginliğini kenarı iten fedakâr annesi.
Annesinin ne zamandan beri hasta olduğunu bilmemenin hüznü vardı içinde. Büyük babasının yanına gidecek kadar durumu kötüydü. Ona haber vermediği için annesine kızgındı. Gerçi evden kaçarak manastıra gidip onu arkasında bırakırken üzüleceğini düşünmemişti. Çocukça ve bencilce davranmaktan vaz geçemiyordu. Annesinin ölümden kurtulma şansı olmadığını düşünüyordu. Babasının yaptığı şeyler yüzünden lanetlendiğine inanmıştı. Temiz değildi ve bütün yüzü tek başına sırtlamayacak kadar da küçüktü.
“Büyük babam nasıl?” demişti şoförün yanında sessizce oturmuş sigara saran asistana göz ucu ile bakıp.
“Geçen yaz evlendi. Ve bir bebek bekliyorlar.” Demişti asistan. Milos büyükbabasının genç kadınlara olan düşkünlüğünden hayıflanan babasını anımsamıştı.
“Garip, bebek bir teyzem ya da dayım olacak ha?” dedi. Asistan gülmüştü.
“Aile içinde ondan daha büyük olduğunuz için sizin kıdeminiz yüksek olacak. Bu konuda endişeniz olmasın. Annenizin vefatı sonucunda siz onun yerine geçiyorsunuz.” Demişti. Sardığı sigarayı yakıp derin bir nefes çekmişti.
“Annemin vefatı mı* öleceğinden bu kadar emin misin?” demişti. Asistan başını sallamıştı. “Tıpkı büyük anneniz gibi kan öksürüp bir şey yemiyor. Verem hastalığının pençesine düşmüş. Doktorlar son evreye geldiğini kurtulmanın mümkün olmadığını söyledi. Sizi bir nevi cenaze için götürüyorum. Buna hazırlıklı olun.” Resmi ve soğuktu konuşma. Andrjez onları şaşkınlıkla dinliyordu.
“Annem kendi evinde mi?”
“Evet. Bir hemşire onunla ilgileniyor.”
“O zaman bizde oraya gidelim direkt. Büyükbabama annemi gördükten sonra giderim.”
“Buna gerek yok, büyükbabanız orada zaten.”
“Anladım. Her neyse…” Demişti. Yolculuğun kalanı sessizdi. Andrjez ilk defa başkenti görecekti. Anlatıldığı gibi rengarenk bir şehir görmeyi beklerken saatler sonra gri bir şehir onu karşılamıştı. Üstünde kara bulutların dolaştığı, bacaların duman kustuğu, yolların gürültü ile dolduğu başkente girdiğinde şaşırmıştı. Yükselen binalar arasında koşturan asık suratlı gri insanlar… Binalar kir içinde ve isle kaplıydı. İnsanlar birbirini tanımadan yürüyüp giderken sis vardı sanki. Araba sık sık dura dura bir apartmana doğru ilerlemişti. Girişinde şık bir valenin beklediği, kırmızı hali serili yüksek bina… Andrjez aşağı indiğinde Milos hemen onu kolundan tutup içeri doğru sürüklemişti. İçeri girince merdivenler yerine asansöre yönelmişlerdi. Asistan onlara eşlik ediyordu. Yüzü sert ve gözleri kısık bir adamdı. Tıraşlı yüzü vardı. Geniş omuzluydu. Askeri personel olabilir diye düşünmüştü Andrjez. Kat görevlisi asansörün kapısını açmıştı. Yerler yumuşak kaliteli halılar döşeliydi. Milos hızla koridorun sonundaki çift kanatlı kapılardan birine yürümüştü. Asistan onun adımlarına yetişmek ister gibi hızlanıyordu. Milos kapıyı bir defa tıklatması ile bir kadın açmıştı.
“Küçük Bey…” demiş ama Milos onu kenarı doğru iteklemişti. Ana salona girince büyükbabasını görmüştü. Bir koltukta oturuyordu. Andrjez ona yetişmişti. Kalın kaşlı, buruşuk derili yaşlılığına rağmen iri bir adamdı. Takım elbisesinde bir kırışık bile yoktu. Yanında karnı burnunda genç bir kadın oturuyordu. Bir kadın daha vardı. Orta yaşlı dağınık saçlı. Bayan Roluge’nin andırıyordu. Andrjez onlara bakarken asistan onun yavaşça omzuna dokunup içeri doğru girmişti.
“Yolculuk nasıldı?” demişti büyükbabası sert bir sesle. Sesi salonda yankılanıyordu sanki. Milos bir süre ona bakmıştı. Adamın kalın beyaz kaşları altında yeşile çelen soluk gri gözleri Milos’a dikiliydi. Daha sonra arkasını dönüp uzanan koridora açılan ikinci kapıya doğru yürürken büyükbabası koltuğun kenarlarından destek alıp ayaklanmıştı.   
“Sana bir şey sordum Milos Roluge!” demişti. Milos ona bakmak için dönmüştü.
“Evimden çıkın!” demişti. O an oluşan sessizlikte Andrjez kulağında bir çınlama hissetmişti.
“Ne dedin sen?” diye kükremişti büyükbabası. Milos sakin bir sesle devam etmişti.
“Evimden gidin. Sizin gibi akrabalarım yok benim. Ben gelene kadar anneme baktığınız için teşekkürler. Gerekli ödemeyi hesabınıza yaparım. Çıkın şimdi.” Demişti. Aşağılama… Onlara para verip birer bakıcıymış gibi davranıyordu. Büyükbabasının sinirden elleri titriyordu. Sessizlik o kadar yoğundu ki Andrjez nefes almaya çekiniyordu. Ne olursa olsun büyüklere saygısızlık yapılmaması gerektiğini düşünüyordu. Bir aile kaosunun içinde kalmayı beklemiyordu.
“Kat görevlisini aramadan çıkın.” Demiş ve kenarda duran telefona yürümüştü.
“Seni terbiyesiz piç.” Demişti büyükbabası onun üstüne doğru yürürken. Milos kılını kıpırdatmıyordu.
“Hayret genelde ibne derdin. Piç diyerek annemi orospu olarak gördüğünü düşünüyorum.” Demişti soğuk bir sesle. Andrjez göz ucu ile asistana bakmıştı. Zavallı adam ne yapacağını bilemeden olduğu yerde kilitlenip kalmıştı.
“Ahlaksız, buraya gelip bana terbiyesizlik yapma hakkını kim verdi sana.” Demiş ve eli havaya kalktığında Milos ona bakıp birden soğuk ve keskin bir sesle konuşmuştu.
“Annem sana geldiğinde benim gibi torunun olmadığını söylemedin mi? Hastalıklı ve pislik bir insan olduğumu düşünmedin mi? Hastaneye yatırılıp orada çürümemi istemedin mi? Şimdi çık. Bende seni görmek istemiyorum. Eminim kızında seni görmek istemez. Teyze onu ve kadını alıp götür.” Demiş ve oturmuş olaylarla ilgilenmeden sigara içen kadına dönmüştü. Kadın omuz silkmişti.
“Bir şey diyemem baba. Her konuda çocuk haklı. Sana onu burada bekleme demiştim.” Dedi ve ayaklandı. Oturan kadına bakıp başıyla işaret etmişti.
“Andrew arabayı hazırlasınlar. Hadi baba sende uzatma işte. Ne yapacaksın onu dövecek misin? Misafirlerin önünde.” Demişti. Büyükbabası dikilen Andrjez’e bakmak için Milos’un üstünden gözlerini çekmişti. Kısa bir sessizlik olmuştu.
“Efendim, gidelim mi? Eşiniz rahatsız gibi.” Dedi. Büyükbabası bir süre olduğu yerde kesik kesik nefes aldı. Daha sonra hızla çıkıp kapıyı çarparken diğerleri ona yetişmeye çabalıyordu. Bir tek Milos’un teyzesi geri yerine oturmuştu.
“Sen niye gitmiyorsun?” dedi. Teyzesi kabarık saçlarına ellerini sokup biraz daha dağıtmıştı.
“Şimdi gidip saatlerce senin ve baban hakkında söylenip küfürler etmesini dinlemek istemiyorum. Beni de kovacak değilsin ha?” demişti.  Milos bir süre ona bakmış ve Andrjez’e dönmüştü.
“Maruz kaldığın şeylerden dolayı özür dilerim. Banyoyu kullanmak istersen girişte solda. Anneme bakıp geleceğim.” Demişti. Andrjez çantasını kenarı indirmişti. Gülümsemiş ve banyoya gidip yüzünü yıkayıp aynadan kendine bakıp kalmıştı. Milos’un hiyerarşisi bozuk ailesi ile böyle bir şekilde tanışmayı hiç beklemiyordu. Milos o gelen kadar içeriden geri çıkmıştı. Andrjez onu bekliyordu. Beklerken vitrindeki fotoğraflara takılmıştı. Aile fotoğrafları.
“İnsanın ailesini seçme şansı olsaydı bu aileyi seçmezdim.” Demişti Milos koltuğa otururken. Andrjez onun karşısındaki berjere oturup ceketini çıkarmıştı. Kol düğmelerini söküp kollarını katlamaya başlamıştı.
“Yiyecek bir şeyler hazırlarız. Hemşire ile konuştun mu annenin durumunu?” Milos başını sallamıştı.
“Damardan besleniyormuş. Pek kendinden değildi. Ağrı kesiciler acı çekmesini engelliyormuş. Verem olduğunu söyledi.” Dedi. Andrjez ona bakıp bir anlığına durmuştu.
“Onunla çok yakın temasta bulunmamalısın. Salgın hastalıklar dersinde veremin ciddi bir akciğer hastalığı ve bulaşıcı olduğunu söylediler.” Milos ellerini şakaklarına dayayıp saçlarını yana doğru çekiştirmişti.
“Biliyorum. Biliyorum ama benimle konuşmak istiyordu. Hemşire pek izin vermedi. Yorulacağını söyledi. Çok yakın durmama izin vermedi.” Andrjez kollarını katlamıştı. Kravatını sakince çıkarıp ceketinin hemen üstüne berjerin koluna bırakıp ayağa kalkmıştı.
“Çok iyi yemem yapamam ama karın doyuracak şeyler öğrendim. Gidip etrafa bakacağım.” Demişti. Milos onunla ayaklanmıştı. Teyzesine dönmüştü.
“Kilerdeki konservelere dokunmadınız değil mi?” demişti. Teyzesi bir sigara yakıp bacak bacak üstüne atmıştı. “Bu eve o günden beri kimsenin girmesine izin vermedim. Kiler nasıl bıraktıysanız öyle.” Demişti. Milos ona kileri gösterip malzemeleri almasına yardım etmişti. Mutfakta yardım etmeyi teklif etmiş ama Andrjez onu kovmuştu. Hemşire, Milos’un teyzesi kendisi ve Milos’a sade bir akşam yemeği çıkarmıştı. Konserve fasulye vardı. Havuç ve bulduğu bezelyelerden salata yapmış ve en önemlisi turşu… Hemşire daha önce birkaç şey alındığını söyleyip sofraya birkaç hamur işi çıkarmıştı. Akşam yemeği için masaya oturduklarında sessizlik devam ediyordu.
Ölüm sessizdir. Nereden geleceği, nasıl ortaya çıkacağı pek bilinmezdi. Milos ölümü soğuk bir esinti olarak tanımlardı. Sırtına doğru sokulan soğuk bir esinti gibi hissettirirdi. Ürpertici ama karşı konulması zor bir his…
“Annemin ölmesini istemiyorum.” Demişti. Yattığı yerden Andrjez’i görmek için yan dönmüştü. Yemekte sadece bir kelime etmişti. Sonrasında teyzesinin hiçbir sorusuna cevap vermeden yatmak istemiş ve ona da gitmesini söylemişti. Andrjez ışığı kapatmak için odasına girmişti. Misafir odasında kalmak için kendine yer yapmıştı. Milos onun girdiğini hissedince onu görmek için dönüp konuşmaya başlamıştı.
“Kim annesinin ölmesini ister ki Milos.” Andrjez onu teselli edecek kadar kendini yetenekli görmüyordu. Ölümü sadece babasını kaybederek hissetmişti. Eski ve donuk bir hatıra olarak ölüm aklındaki bir varlıktı.
“Biliyorum. Sadece bir sabah uyandığımda olmayacak olması fikri…” Andrjez onun yanına doğru gelip yatağa oturmuştu.
“Yalnız kalmaktan korkuyorsun. Annen senin için bu hayattaki dayanağın olduğunu düşünüyorum. Ondan kaçıyorsun, dediklerini duymazdan geliyorsun ama annen o Milos. Anne ve çocuklar arasında kurulan bağın nasıl olduğunu biliyorum. Korkmanı anlıyorum ama biz buraya gelmeden önce ne konuştuk?” demişti. Milos akan göz yaşlarını silmeden ona bakıyordu. Burnunu çekmişti.
“Anneme veda etmeye geldim. Bunu cesurca yapacağım.” Dedi. Milos ölenlere veda etmemişti hayatı boyunca. Ne Altais ne babası… Hiç kimseye veda etmemişti. Annesinin kurtulma ihtimali olmadığı gerçeği ile burun burunaydı ve annesine veda etmek dışında elinden ne gelirdi ki?
“Her anında yanında olacağım. Korkma.” Demişti. Milos elini tutan Andrjez’e bakarken gözlerini kapatmıştı.
“Benimle uyur musun?” demişti. Bu Andrjez için hayır denilemeyecek kadar güzel bir teklifti. Ona yakın olmak isterdi. “Tamam, ışığı kapatıp geliyorum. Yanında yer aç.” Demişti. Işığı kapatıp yatağa gelip dümdüz uzanmıştı. Milos onu taklit eder gibi sırt üstü dönmüştü.
“Ben uyuyunca gidecek misin?” demiş. Andrjez başını onu görmek için yana doğru çevirmişti.
“Hayır. Uyu şimdi.” Demişti.
İnsanlar var olan gölgelerden her zaman karanlığı suçlar. Onun hatası olduğunu söyler. Ama gölgeyi yaratanda ışık olmuştur. Ölümün olması kaçınılmazdır. Yenilenmeye müsait olmayan vücudumuz zaman tarafından hırpalandıkça çürümeye ve yavaş yavaş işlevini kaybetmeye başlar. Ölüm bir huzur bulma yoludur. Bir ışık ise ardında bıraktığı şey gölge olarak kalır. Milos o gölgenin altında tek başına kalmaktan korkuyordu. Andrjez’in onunla olmasından minnettardı. Bayan Owari’nin kitabındaki satırlar aklına gelmişti.  
“Ölüm yeniden başlangıçtır. Hem ölenler hem arda kalanlar için. Ölen kişinin ağırlığından kurtulmak gerekir. Onun özür oluşunu kutlamak için özgür hissetmek gerek. İnsan ölümü abartmayı sevse de tıpkı doğum gibi neşe verici bir durumdur. Beklenmedik ya da beklendik… Sonuçta ölüm hepimiz için bir gün gelecek ve onu bir düğün havasında karşılayarak özgürlüğü hissetmek gerek. Gölgesinde ezilmektense ışında aydınlanmak gerek.”
Milos Bayan Owari hakkında düşünürken Andrjez’in uyuduğunu fark etmişti. Doğrulup bir süre ona bakıp battaniyenin ucunu tutup Andrjez’in üstüne doğru çekiştirmişti. Hiç düşünmeden ona doğru dönüp bir süre daha düşünmeye devam etmişti. Sonrasında nefes alışının yavaşlayıp gözlerinin ağırlaştığını hissetmişti. Annesinin hastalığı gölge ve ölümü gölge olabilirdi ama onu yaratan ışığı düşünmekten başka çaresi yoktu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


4   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   6 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.