Marcho ve Sehon o gece depoya gitmişti. Babasının en güvendiği adamın Walha’nın elinde oldukça hırpalanmış ve can çekişiyor olması onu biraz olsun umutlandırmıştı. Depoda Walha’nın adamlarının yanı sıra Juspep ’de oradaydı. Kenarda oturmuş bir şeyle dikkatlice uğraşıyordu. Walha sandalyede tırnakları çekilmiş ve işkence görmüş adamı çözmelerini söylemişti. Altında sadece iç çamaşırları vardı. Kenarda ufak bir kafes duruyordu. Walha ellerindeki eldivenleri çıkarı kenarı koymuştu. “Onu kafese geri koyun.” Demişti. Ufak kafese tıkamışlardı ve sürgüye kilidi takmışlardı. Walha gelen Marcho’ya bakıp eserinden gurur duyan bir sanatçı gibi elleri ile kafese tıkılmış olan altmışlı yaşlarında, çırılçıplak, kanlar içindeki adamı göstermişti. “Nasıl? Bunu sıcak silikon doldurup içinde kendini muhafaza etmesini sağlayıp bay başkana göndereceğim.” Marcho adama bakıp gözlerini tekrar Walha’ya çevirmişti. Walha ise hemen arkada duran Sehon’u görmüştü. “Küçük başkan!” demişti alay eder gibi. Kenarda duran siyah gömleğini alıp hemen kollarını geçirmişti. “Geleceğinizi bilsem daha şık olurdum.” Juspep bunu duyunca başını çevirip onlara bakmış sonra umursamazca işine dönmüştü. Walha ise Marcho’ya doğru yaklaşıp sesi çokta kısık olmayacak şekilde fısıldamıştı. “Onu da öldürecek miyiz?” Marcho başını iki yana sallamıştı. Sehon ise durduğu yerden hızla bir iki adım atmıştı. “Aklından bile geçirme pis herif.” Demişti. Walha ona bakıp göz devirmişti. “Her neyse zaten çok bir halta benzemiyorsun. Kesin tırnağını derin kessem cıyaklayıp ağlamaya başlarsın. Eskiler daha dayanıklı. Amca ya bak mesela hala konuşmama konusunda çok ciddi. Dişlerini sökmek istedim ama yarısı takma imiş.” Deyip gülmeye başlamıştı. Walha çok dengesizdi. Keyif aldığı şeyler bu tip adamları bile ürkütüyordu. “Gelirken yemek aldınız mı patron?” Juspep sonunda elindeki işi bırakıp olaya dahil olmuştu. Walha fazlasıyla zırvalamaya başlamıştı. Marcho içeri yemekle giren Sounder’i göstermişti. Sounder elindeki poşetleri kenarda duran masaya koymuştu. “Etsiz çorba aldım sizin için Bay Juspep.” Bunu söyleyip yemekleri çıkarmaya başlamıştı. Walha2nın kel olan iri yapılı adamı masaya doğru yanaşmıştı. “Tavuk kanadı aldın mı?” Sounder ona bakıp yüzünü geri masaya çevirmişti. “Almadım. Çok açsan iki kilometre uzakta bir arabalı yemek satıcısı var. Git ye.” İkisi arasındaki nefret sözle kalmıyordu. Juspep’in adamı ve Walha’nın adamı anlaşamıyordu. Walha gömlek düğmelerini ilikleyip ikisine bakmıştı. Sounder ise aldığı yemekleri çıkarıp kenarı çekilmişti. Tavuk kanatlarını almış olmasına rağmen onlara bunu söylemek yerine gıcık etmeyi tercih ediyordu. Juspep onlara karşı nazik olmalarını söylememişti. Sadece Walha’nın emirlerinin kendi emirleri olduğunu söylemişti. Juspep elindeki telefonu dikilen Marcho’ya uzatmıştı. “Banka hesaplarından kişisel bilgilerine kadar her şey bizde artık. Onunla işimiz kalmadı.” Derken adama göz ucu ile bakmıştı. Ondan nefret ediyordu. Dizini parçalayan kişi oydu. Ona bıraktıkları bu kalıcı hatıra hala geceleri ve yağmurlu günlerde ağrılara sebep oluyordu. Marcho onun verdiği telefona bakıp gülümsemişti. “Karısının ailesinin yeri, çocuklarının okulları, eşleri, torunları… Hepsi artık saklanamayacak.” Dama kafesi birden vahşi bir hayvan gibi sallamıştı. “Onlara elinizi sürerseniz…” Sözünü tamamlayamadan Walha kafese sert bir tekme atmıştı. Kafes diğer tarafa doğru devrilince adamda içinde yuvarlanmıştı. “Sana Pep’in yanında sesin çıkmasın dedim. Hoşlanmıyor senden.” Walha bunu söylerken tekrar gülümseyerek Juspep’e dönmüştü. “Dudaklarını dikmeme izin vermeliydin!” Juspep midesi bulanmış halde yüzünü buruşturmuştu. Açtı ve Walha’nın işkenceden aldığı keyfi alamıyordu. “İkinizi de yordum.” Walha bunu söyleyen Marcho’ya doğru yürümüştü. “Marcho Abi, bu benim için çok keyif vericiydi. Geçmişten beri aklımda olan bir fantezimdi.” Marcho’nun omzuna kolunu atmıştı. Ondan daha uzundu. “Ayrıca bu herifi yakalamak en kolay şeydi. Kendisi genç kızlara karşı cidden çok hevesli. Bizim kızların onu ayartması ve buraya getirmesi bir saat falan sürdü. Küçük çükünü kaldırmaya hazırlanırken onu da kestim.” Kahkahası patlamış ve duvarı işaret etmişti. Bir iple oraya bağlanmış olan penisi gösteriyordu. “Artık ihtiyacı olmadığını söyledim. İkna olması için ona neden kullanamayacağını anlattım. Ne zaman onu paketleyebilirim.” Marcho iç çekmişti. Walha2nın şiddete olan bu takıntısı hepsi için bazen ürkütücü oluyordu. “Nasıl paketlemek?” Sehon bunu sorunca Walha bir sunum yapmaya hazırlanmıştı toparlanıp. Gömlek yakalarını düzeltmişti. Ellerini birleştirip gülümseyerek konuşmaya başlamıştı. “Aslında başta ben beton dolu varil içine koyup ortadan kaybedelim diye düşündüm ama sonra aklıma daha hoş bir fikir geldi.” Heyecanla kenarda duran varilleri göstermişti. “Sehon Bey, bunlar aslında şeffaf parafin. Onların içinde sürpriz bir hediye olarak babanıza göndereceğim.” Daha sonra kenarda duran dar ağacına benzer şeyi göstermişti. “Bu şeyde onu domuz bağıyla bağlayacağım. Boynuna geçirilmiş olan ip bir mum ipi gibi duracak. Yakılabilir olsun diye yağ sürdürdüm. Gıcır… Sonra bu büyüklükte bir süs mum…” Sehon şoka girmiş halde kurulu düzeneğe bakıyordu. Walha’nın ne kadar korkunç olabileceği gerçeğini çoğu kişi unutmuştu. Juspep alkışlayıp masayı göstermişti. “Harika sunumdu, yemek yiyelim mi?” bunu sorarken sesi imalıydı. Marcho ise olumlu bir şekilde başını sallamıştı. “Yaratıcı, bu mum fikrini sevdim. Yapabilirsin.” Demesiyle Walha dikili adamlara dönmüştü. “Parafini eritmeye başlayın.” Diye emir vermiş ve kafesteki adam hırçınca bağırmaya başlamıştı. Diğer herkes eski masanın oraya geçmişti. Juspep sandalyeye oturup ağrıyan dizini ovmuştu. “Onu canlı canlı mı batıracaksın?” Walha bunu soran Sehon’a bakıp kenarda duran etsiz çorbaya uzanıp Juspep’in önüne koymuştu. Hemen onun yanına oturmuştu. “Aslında evet, ama kımıldanıp kalıplaşmayı bozmaması için bedenini uyuşturacağım. Yani sonuçta parafin soğuyup kalıplaşırken şekli bozulmamalı.” Sehon onun türlü cinayetlerini hatırlamıştı. Bir sanatçı edasıyla adam öldürmeyi tercih ediyordu. Cesetleri genelde dikkat çekecek biçimde bir yerlerde sergiliyordu. Walha’nın kendince sanat dediği bu yöntemleri bir çoğu fazlasıyla korkunç buluyordu. Tek kurşunla öldürebileceği kişiler üzerinde çalışmalar yapmayı tercih ediyordu. “Birde organları bana sağlam gibi geldi ama yine de bu kanı bozuğun içinin bozulmaması gerekiyor diye dokunmadım. Çocukları genç ve sağlıklı, onlardan kazanç elde etmem daha mantıklı olur diye düşündüm.” Demiş ve tavuk kanadını keyifle yerken diğerlerine bakmıştı. Juspep başıyla bunu onaylamıştı. “Altım yaşında birinin organları pek işe yaramaz zaten.” Diye eklemişti Juspep. Walha ona bakıp huzurla gülümsemişti. “Sen öyle diyorsan dokunamam artık.” Sehon ikisinin tuhaf haline anlam veremiyordu. “Sana söz verdiğim gibi, bilgileri aldığın sürece onunla ve ailesiyle ne yaptığın beni ilgilendirmez.” Marcho bunu söylemiş ve sigarasını yakmıştı. Sandalyede geriye doğru yaslanmıştı. “Juspep ve senin içini ne soğutacaksa öyle yap. Mal varlıklarını ikinci hesaba aktardıktan sonra bir kısmını kendi fonunuza almayı da ihmal etmeyin.” Juspep bunu duyunca elindeki kaşığı bırakıp Marcho’ya bakmıştı. “Nerden çıktı bu Patron?” bunu sorduğunda Marcho bir süre sessiz kalmıştı. “İkinizin yola devam etmesi gerek. Bu işler bittikten sonra kaybolun gidin. Daha fazla yıpranmadan…” Walha bunu duyunca sırtında keskin bir soğukluk hissetmişti. “Bunu istediğimizi nereden çıkardın ki Marcho abi…” Marcho’ya abi diyerek onunla genelde alay ederdi. Yine alaycı ama birazda tedirgin bir ifade vardı cümlesinde. “İstemeyin zaten. Gidin. Bu iş bittiğinde çoğumuz kendi yolunu çizsin. Sallin’in çocukları var. Daha fazla bu yolda yürüyemez. İkinizde artık bu şehri ve bu dünyayı bırakın. Ne zaman çabalasanız hep daha fazla yaralanacaksınız.” Juspep sessizdi. Başı öne doğru eğilmişti. “Geçen hafta annemin öldüğünü söylemek için aradı babam. Üzgün değildi çünkü annemi kaybetmiş olsada onunla çok uzun zaman geçirdi. Hatıraları ve anıları hep onun hakkında…” Marcho bunu söylerken ikisine bakıyordu. “Aynısı sizin içinde olsun. Bir gün biriniz öldüğünde bu yaşı geldiği için olsun ve diğeri de onunla geçirdiği günlerin doluluğu ve çokluğu ile gülümsesin cenazede.” Walha şaşkındı. Marcho’nun o katı ve sert yapısının erimiş haline bakıp kaldı. “Fikrini değiştiren şey ne oldu Patron. Büyük intikam, yeni kuruluş… Değişim…” Juspep bunları sorarken Marcho tebessümle ona bakmıştı. “Lucan değiştirdi. Onun çok zeki ve cesur olduğunu söylüyordun. Haklısın. Hayatta onun gibi olmak gerekir. Korumak istediğin şeyler seni mutlu eden şeyler olmalı. Başkalarını mutlu edenler değil. Biz kahraman değiliz Juspep. Kötü adamlarız ve kendi yaptığımız pisliği temizleyip ayrılacağız.” Juspep ona bakıyordu. Sakince çorbasından bir kaşık alıp başını sallamıştı. Walha yanında oturan Juspep’in ensesine doğru elini koyup saçını okşamıştı. Yemeklerini yemeye devam ederken Walha artık sessizleşmişti. Gün boyu yorulmuş ve duş almak için depodan ayrılmak istiyordu. Eriyen parafinin yoğun kokusu depoyu sarmış, yakılmış elektrikli ısıtıcılar ise depoyu ısıtmıştı. “Marcho abi bana verdiğin ev var ya!” Walha keyifle sigarasını yakıp konuşmaya başlamıştı. “Ne olmuş eve?” Walha boğazını temizlemişti. “Ben Juspep ile büyük annenin evinde kalıyorum. O evi çocuklara versene. Lucan ve Sonoom’a. Gözümüzün önünde olsunlar.” Marcho ona bakıp düşünmüştü. Juspep ise uzanıp Walha2nın sigara paketini almış ve bir dal sigarayı yakmadan önce birkaç defa filtresi aşağı bakacak şekilde tutup masaya vurmuştu. Tütünleri sıkıca yerine oturtunca yakmıştı. “Bunu kabul edeceklerini sanmam. Sonoom’un bizim onu yerleştirdiğimiz yerlerde kalkmakla alakalı sorunları var. Çocuğa hak vermemek elimde değil. Genel evde kaldığı süre boyunca orası da benim denetimimdeydi.” Bunu söyleyip iç çekmişti. Marcho’da bunu biliyordu ama onların kaldığı apartman kompleksini güvende tutamazlardı. “Yine de güvende olmaları için onlarla bu durumu Sallin açıklasın. En azından bir süre gözetim altında olmalılar. Şu bilgisayar mevzusu çözülünce ortadan kaybolurlar.” Walha bir şeyi hatırlamış gibi irkilmişti. “Ha! Lucan denilen velet polis olacak. Onun bizimle sıkı fıkı olması soruna sebep olabilir.” Marcho sıkıntıyla alt dudağını kemirmeye başlamıştı. “Doğru diyorsun ama onun polis olması işimize de gelir. İkinci aydan sonra silahını alır. Sonoom’un çevresinde dolaşmadan onları uzaktan izleyebiliriz.” Marcho bunu söylese de durumun can sıkıcılığını kabul etmeliydi. “Onunla konuşun bundan vaz geçsin. Kammes grubunda çalışsın.” Sehon bunu söylediğinde üçü de ona bakmıştı. Juspep istemsizce gülmüştü. “Sehon Bey, bunu yaparsak Sonoom bizi kesinlikle öldürür. Lucan’ı olaylardan uzak tutmak için ablasının yıllardır toplamak için uğraştığı her şeyi bir gecede bize verdi. Onun ne kadar psikopat olabileceğini tahmin etmişsinizdir.” Luna’ya dair yaptığı gönderme yüzünden Sehon gözlerini Juspep’e dikip bir süre ona bakmıştı. “Üçüncü bölgedeki pedofili manyağı da o öldürmüş diye duydum. Karnını sağdan sola doğru kesip bağırsaklarını çıkarmış. Doktor cenaze için bütün bağırsakları içeri tıkıp karnını dikmiş.” Walha bunu keyifle anlatmış ve gülmüştü. Yun saldırgandı. Hayat ona yumruk atmasını öğretmişti. Çelimsiz ve korkak gözükse de saldırgan ve tehlike anında pençelerini çıkarmaktan çekinmezdi. Sehon olayı hatırlayınca sırtında bir soğukluk hissetmişti. “O olay gerçekten çok kötüydü. Cenazede gülmemek için kendimi çok tutmuştum.” Walha bunu söylerken gülmüştü. “Bölge üçe hakim bir adamsın ama on yaşlarında velet seni karnını yarıp öldürüyor ve cesedini genel ev merdivenlerinden atıyor. Aptal kancık!” Walha eliyle dizine vurup daha sesli gülmüştü. “Durumu kapatmak için kaza olduğunu söylemeleri gerçekten rezillikti. Daha kötü oldu!” Sehon bunu söylerken kınayıcı bir ifadeyle başını yana doğru eğmişti. “Sahi neden bilmiyorum ama o çocuğu öldürmek istediler ama ortadan kayboldu birden. Luna bile onun nerede olduğunu bilmiyordu.” Gözleri Juspep’e dönmüştü. Juspep umursamaz bir tavırla omuz silkmişti. Yaşanan olaydan sonra Yun’u tedavi ettirmek için başka bir yere taşıttırmış ve daha sonra iyileşmesi için zaman verilmişti. Juspep üçüncü bölgedeki kişilerden hiç hoşlanmıyordu. Liderlerin öldürülmesi hoşuna gittiği için çocuğu onlara vermemişti. Onun yıllar sonra Yun olarak karşısına çıkacağı ve bunca olayı tetikleyen kişi olacağını düşünemezdi. “Ölseydi belki de bu kadar çok sorunumuz olmazdı.” Sehon bunu söylediğinde Walha ona bakıp gülmüştü. “Asıl siz olmasaydınız bunca sorun olmazdı. Kurduğunuz boktan düzende gerçekten hakimiyet kurduğunuza inanıp bir kaç tane pısırık herifi yanınızda bir sebeple tutup biat edince yüce kişiler olduğunuzu sanıyorsunuz. Sehon Bey bu gün burada Marcho abinin misafiri olarak bulunuyorsunuz. Ama herkesin bilip sustuğu bir gerçeği dile getiriyim ki haddini bil.” Ayağa kalkmıştı ve masanın yanından dolanıp Sehon’un hemen yanında durmuştu. Çıkardığı çakısını ona göstermek için öne doğru uzatmıştı. “O gün, Juspep ve benim yargılandığımız gün adamlarım sana itaat edecekken susup babanın bizim hakkımızda verdiği infazı başın önde dinledin. Juspep’in bacağı çekiçle parçalanırken orada sadece durup babana boyun eğdin. Sevdiğin kadını kullanırken ona boyun eğdin. Sen güç kimdeyse ona boyun eğecek birisin. Bu yüzden Marcho abiye ve bize itaat edeceksin. Kendince fikirlerin varsa bunları babanın karşısında boyun eğerken düşünmeye devam et.” Elindeki bıçakla kafeste can çekişen adamı göstermişti. “Onu görüyor musun? Orada olmana engel olan tek kişi Marcho abi. Eğer o olmazsa… Seni oraya sokup yavaş yavaş öldürürüm. Dünya senin gibi susanlar yüzünden bu halde.” Sehon kımıldamadan duruyordu. Juspep iç çekip başını sallamıştı. “Bu doğru, Sehon Bey eğer Patron senin bizimle iş birliği yapacağını söylemeseydi ofisten çıktığında seni buraya getirecektik.” Sehon yutkunup gözlerini kapatmıştı. “Yani ya öleceği ya da sizin tarafınızda oynayacağım öyle mi?” Walha bunu duyunca onun kulağına doğru eğilmişti. “Sana en azından seçenek sunuyoruz. Baban sana seçenek bile sunmazdı…” Sehon onlara ihanet edebilir miydi* mümkündü. Luna gibi güçlü ve zeki bir kadın onun gibi bir beceriksizle olmasaydı şimdiye kadar bu imparatorluğu paramparça ederdi. Hepsi Sehon’un korkak ve bir o kadar yalancı olabileceğini biliyordu. Marcho onun kolay yönetilir olmasını değerlendirecekti. Büyük hanım öldüğünden beri Sehon sahipsiz bir köpek gibi kim elini uzatırsa ona koşuyordu. “Benim seçimim zaten belli.” Demişti Sehon gırtlağından çıkan sesle. Walha dudaklarını yalayıp doğrulmuştu. “Aklın karışmasın diye sana sık sık bunu hatırlatmakta benim görevim. Artık işler senin bildiğin gibi yürümüyor. Kammes grubu olarak bazı değişiklikler yaptık.” Demiş ve birden onun elini yakalayıp masaya bastırmıştı. Sağ elini sıkıca kavramış ve dirseği ile çenesine vurmuştu. Sehon bir an afallayınca elindeki keskin çakı ile onun baş parmağını kesip almıştı. Juspep bunu bekliyor gibiydi. Sakince oraya bakarken Marcho durumu anlamak için onlara dönmüştü. Sehon korkunç acı ile bağırıp Walha’yı üstünden atmış ve kanlar akan elini yakalamıştı. “Kanamayı durdurup dikiş atın.” Demişti. Elindeki kanlı parmağa gülümseyerek bakmıştı. “Bankadaki kasanın anahtarı bu parmak. Açıkçası bunu bize ihanet edersin diye alıyorum. Marcho Abi sana karşı merhametli. Büyük hanıma duyduğu saygıdan dolayı canını yakma konusunda çok kararsız ama benim sikimde değil. Parana ve bu şehirden ayrılmanı sağlayacak her şeye el koyuyorum. İşimiz bitince bunu sana veririm.” Demiş ev kenarda dikilen adamına parmağı atmıştı. “Gidip kasaları boşaltın, transferleri yapıp Bay Sehon’un kalacağı dairenin hazırlıklarını tamamlayın.” Demişti. İki adam Sehon’un eline ilk yardım yapmak için oradaydı. Sehon acı ve korkunun birleşimi bir duyguyla sarsılıyordu. Kalbi çok hızlı atıyordu. Daha fazla dayanamayıp bayılınca Marcho derin bir nefes almıştı. “Walha, böyle konuşmamıştık.” Walha ona bakıp elindeki kanı silmeye başlamıştı. “Marcho, sahip olduğum tek şey bu bıçak ve Juspep, bu ikisi dışında kimseden teminat almadan hareket etmem. Dersimi çok ağır bedellerle ödedim. En çokta başkalarının canın yanmasına sebep oldum. Bundan sonra merhamet sadece aptallık olacak. O pislik bizi gerçeği bilmesine rağmen kurtarabilirdi, kavgamızın üstüne su dökecek kadar her şeyi biliyordu. Ama babasından korktuğu için yapmadı. Maalesef onun gibilere daha büyük korku vermek gerek.” Marcho oturmuş sigara içen Juspep’e bakmıştı. “Ona katılıyor musun?” Juspep usulca başını sallamıştı. “Walha haklı. Bu herif bizim için en iyi anahtar olabilir ama ona güvenemeyiz. Yedi yirmi dört kontrol altında olmalı. Büyük hanıma saygım gereği ona zarar vermek istemedim ama bir teminat şarttı.” Marcho onun bu durumu onaylaması ile doğru olanın bu olduğu fikrine inanmıştı. Juspep derin düşünen birisiydi. Hata payını en aza indirmek onun işiydi. Marcho ikisine bakıyordu. Adamlar kafesi kurulu vinç ipine takmaya başlamışlardı. Walha işlerin yolunda olması ile keyiflenmişti. “Şu an sadece büyük annenin evine gitmek istiyorum. Şu paketi de sabah kargolarız. Dağılalım mı?” demişti. Marcho başını usulca sallamıştı. “Gidip dinlenin. Buralar bende. Sehon’u götürürüm.” Demişti. Walha oturan Juspep’e bakıp sırıtmıştı. “Sen git ben Patronla dönerim.” Demişti. Walha bir süre düşünmüş ve bir öksürükle boğazını temizlemişti. “Dışarıda arabada olacağım.” Bunu söylerken sesi sert ve netti. Juspep ona bakıp başını sallamıştı. O çıktığında Marcho sessizce oturan Juspep’e dönmüştü. “Neden benimle konuşmak için onu gönderdin?” Juspep ona oturmasını işaret etmişti. “Babanın yanına gitmen gerek. Annenin cenazesine bir saatliğine uğrayıp döndün ama bu doğru değil. Bay Kammes ve Bayan Kammes senin için ne kadar kıymetli bunu biliyorum.” Marcho oturup ona bakmıştı. Juspep hafifçe ona doğru dönmüştü. “Buradan uzaklaşmak seni geriyor ama işler kontrol altında. Walha için endişelenmeni anlıyorum ama o beni dinler.” Marcho sessizce onu dinliyordu. Juspep yutkunmuştu. Derin bir iç çekmişti. “Büyük annemin sağlığı iyiye gitmiyor. Ölüme yakın olduğunun o da farkında ve onunla daha çok zaman geçirmek için yanına geri taşındım. Marcho sevdiklerimizi sırayla kaybediyoruz. En azından onlarla yaşadığımız anıları çoğaltmalıyız. Bay Kammes yaşadığın hayatı onaylamıyor ama onun oğlusun ve onu görmen gerek.” Marcho cevap vermemişti. Düşünceliydi. Babası ile en son annesinin cenazesinde görüşmüştü. Bir saat kadar onu görmüş, birkaç cümle kurup ayrılmıştı. “Konuşacak çok bir şeyimiz yok Pep.” Marcho bunu söylerken sesi yorgundu. Omuzları düşmüştü. “Onu buraya gelmeye ikna etsen. Yaşı ilerledi ve tek başına yaşamak işleri zorlaştırabilir. İkan olması için onunla konuşurum.” Marcho ona bakmıştı. Yarım yamalak bir tebessüm belirmişti suratında. “Babam seni sever, ama sen bile onu buraya gelmeye ikna edemezsin. İnat etti mi ölse bile yere tükürüp yeminini bozmaz.” Demişti. Juspep bir süre düşünmüştü. “Yine de onun yanına git. Bir iki günlüğüne de olsa gitmelisin. Evi toparlamasına ve annenin eşyalarını ne yapacağı konuşun.” Marcho ona bakıyordu. Juspep ise ayağa kalkmıştı. “Yarın yola çıkmalısın. Sounder sana eşlik etsin.” Dönüp kenarda parafine batırılan adamı izleyen Sounder’e seslenmişti. “Sounder, arabayı hazırla ve Patronla beraber yola çıkmak için hazırlan. Sabah onu dokuzda evinden al.” Dedi. Marcho ona karşı gelmeyecekti. Juspep ona git diyorsa giderdi. Babasını görmeyi ve onunla konuşmayı çok istiyordu. Neden ondan kaçtığını ve neden bu hayatı yaşadığını anlatmak istiyordu. Sounder dikilen Marcho’ya doğru yaklaşmıştı. “Patron özellikle götürmemiz gereken bir şey var mı?” Marcho’ya aslen bir hediye alıp almamaları gerektiğini soruyordu. Marcho ona bakıp daha sonra Sehon’a bakmıştı. “Onu hazırladığınız yere siz götürün, Sounder biz çıkıp bir şeyler alalım.” Juspep başıyla onaylamıştı. Marcho depodan çıkınca arabaya yaslanmış Walha ile göz göze gelmişti. “Marcho Abi!” diye seslenip ona doğru hızla bir kaç adım atıp yaklaşmıştı. “Nereye gidiyorsun?” Marcho yanında dikilen Sounder’a arabaya geçmesini söylemişti. “Hediye bir şeyler alacağım. Bir iki gün yokum. Babamın yanına gidiyorum. Etraf size emanet, çok sıçramayın.” Eliyle Walha’nın omzunu tutup onu sarsmıştı. “Sehon’un başka parmağını ya da başka bir şeyini kesme. Juspep’e iyi davran. Son günlerde çok yorgun görünüyor.” Demişti. Vedalaşmışlardı. Üç gün boyunca Marcho’yu görmeyeceklerdi. Walha onlara gidene kadar dışarda beklemişti. Daha sonra bir adamının Sehon’u omzuna atıp dışarı çıktığını görmüştü. Sehon’u bırakıp sabah gün doğarken parafinin donması ile paketi göndermişlerdi. Şafak sökerken Juspep arabayı kullanıyordu. Walha yan koltuğu geriye doğru iteklemiş yarı uzanır konumda uyukluyordu. Eve vardıklarında kapıdaki adamlar onları biraz tedirgin karşılaşmıştı. “Bay Juspep Büyük anne sabahtan beri evin altını üstüne getirdi.” Eliyle kenarı ayrılmış kolileri göstermişti. “Anne ve babanızın eşyalarını toparlattı bizlere.” Juspep kolilere doğru yaklaşmıştı. Anne ve babasının odasındaki eşyalar özenle paketlenmişti. Walha yaklaşıp onun gibi eğilip kolileri kurcalamaya başlamıştı. “Büyük anne neden birden dokundurmadığı bu eşyaları evin dışına çıkarttı ki?” Walha bunu sorarken kenarda duran ufak koliyi açmıştı. Anne ve babasının son giydiği kıyafetlerdi. Kanlar artık siyahlaşmıştı. Kıyafetler renkleri solmuş ve biçimsizleşmişti. Juspep eve girmişti hızla. Büyük annesi üst kattaki hep kilitli olan o odadaydı. İçeride yatağın üstünde bir şeyleri yığmış onları özenle yerleştiriyordu. “Büyük anne?” Juspep içeri doğru girerken ona seslenmişti. Yaşlı kadın ona doğru dönmüş ve gülümsemişti. “Merhaba Pep.” Juspep tamamı neredeyse boşaltılmış dolaplara ve valizlere bakmıştı. “Ne yapıyorsun?” Bunları söylerken eski kıyafetlere doğru yaklaşmıştı. Annesinin turuncu üstünde beyaz renkte çiçek motifleri olan diz altı elbisesini nazikçe almıştı. “Neden onları toparlayıp dışarı koyuyorsun.” Tarihte donup kalmış olan bu yatak odasına şaşkınlıkla bakıyordu. Anne ve babası öldükten sonra bu oda bir daha açılmamıştı. Anne ve babasının döneminden kalan bu yer içinde gıcık edici bir huzursuzluk yaratmıştı. “Bir rüya gördüm Pep, onların yanına gideceğim gibi hissediyorum. Oğlum ve güzel kızım. Bu kıyafetler sana sadece yük olacak.” Juspep ona bakıp elindeki elbiseyi geri koymuştu. “Bunu şimdi yapmamalısın. İlaçlarını aldın mı? Sabah beraber yaparız.” Adamlar dışardaki kolileri sessizce içeri taşıyordu. Juspep onun elini tutup odadan çıkarmış ve hemen yanındaki odaya doğru eşlik ederken Walha onların uzaklaşması ile eşyaları içeri geri koydurmuştu. Juspep büyük annesini yatağa oturtmuştu. “Bunu neden yapmak istediğini anlıyorum ama şimdi değil. Daha sonra beraber bakıp seçeriz ve kullanılabilecek olanları göndeririz.” Büyük annesi onun elini tutup yan dönmüş ve yüzüne bakıp nazikçe yüzünü okşamıştı. “Pep yavrum, çok yorgun görünüyorsun. Neden daha erken gelip dinlenip evde zaman geçirmekten kaçıyorsun?” Juspep bir süre duraksamıştı. Genç değildi ve eskisi gibi sorunlardan kaçmıyordu. İşlerin yoğunluğu yüzünden saatleri, günleri birbirine karışmıştı. Marcho genelde bütün işleri onun halletmesini isterdi. Güvendiği, hatta güvenebileceği tek kişiydi. Disiplinli oluşu ve asla arkasında pislik bırakmayışı onu tercih edilir yapıyordu. “Büyük anne şu sıralar işler çok yoğun şirketten çok geç çıktığım için eve gelemiyorum.” Büyük annesi ona bakıp usulca başını sallamıştı. “Baban gibisin. İhanet etmeyen, verilen işi sonuna kadar götüren birisin. Ama en çok annene benziyorsun. Sevdiği her şeyi korumak için kendinden vermeye çekinmeyen. Pep, ben öldüğümde seni kim koruyup kollayacak ha?” Kadının dolan gözlerinden inci tanesi gibi iki ufak yaş düşmüştü. “Büyük anne, onu ben korurum. Pep’e zarar verilmesine müsaade etmem.” Walha usulca yanlarına doğru sokulmuştu. Walha hep daha sert yapılı ve daha korkutucuydu. Büyük anne onu severdi. Juspep’in hep yanında olmasına rağmen son süreçte olanlardan haberdardı ve onun tekrar dönüşü büyük anneyi rahatlatmıştı. “Sana güvenebilirim, Pep’i incitmeyecek tek kişi sen olabilirsin.” Walha’nın duygularını açıkça söylüyordu. Büyük anne onun bu açık ve pervasızlığına genelde kızsa da son zamanlarda hastalığının etkisiyle daha yumuşak ve anlayışlı olmuştu. “Büyük anne onunla evlenip onu evde mutlu huzurlu bir hayat yaşamaya ikna edeceğim. Bu pislik işleri bırakıp düzgün bir hayat yaşayacağız.” Bunu söyleyip yaşlı kadının hemen yanına oturmuştu. Güçlü kolları ile onu ışkıca sarıp kendine doğru çekmişti. Kadın onu itekleyip ayaklanmıştı. “Seni küçük zibidi. İkinizde gidip yatın uyuyun. Sabah kahvaltıda ayakta olun.” Demişti. Juspep büyük annesinin yattığından emin olunca odadan çıkmıştı. Walha kapının kenarında dikiliyordu. “Büyük annemin yanında böyle pervasız ve edepsizce konuşma.” Walha ise ona bakıp sırıtmıştı. “Günün birinde gerçekten bu hayatı bırakıp beraber yaşayacağız. O gün seninle evlenmiş olacağım.” Usulca ona doğru yaklaşıp onu belinden yakalayıp kendi odalarına doğru yürümeye başlamışlardı. “Evlilik için yüzükler, yemin falan gerekir. Öyle ben evlendim diyerek olmaz. Hem yasalarımız ikimizin evlenmesini onaylayacak kadar alçak gönüllü değil.” Walha omzu silkmiş ve gülüp onu bir hamlede kucağına alıp odadan içeri doğru girmişti. “Hadi oradan. Kim koymuş bu kuralı. Hadi şimdi gerdek gecesini yapalım. Sonra düğün falan.” Juspep kucağındayken yatağa oturup ona bakmıştı. “Gelinlikle olsaydın daha güzel olurdu. Gerçi gelinlik yerine hoş bir takım elbisede olurdu. Biz evlenmişiz ve sabaha kadar herkes bunu kutlamış. Ve şimdi seninle odamızda…” Juspep onun ağzına elini basıp susturmuştu. “Fantezin bittiyse artık sevişsek mi?” Walha onun elini yalayınca tiksinip çekmişti. “Biraz romantizm olması için böyle şeyler olmalı. Sonra bana romantik olmadığımı ve duygusal açlığını gidermediğimi söyleyip duruyorsun.” Juspep gülmüştü. “Her neyse şu an çok havamdayım ve bu kaçarsa bu gece tek başına uyursun. Enerjimiz varken konuşmak yerine beni öpsen ve şu işi çabucak bitirsek mi?” Walha’nın kemerini çözmeye başlamıştı. Walha onun bu hızından etkilenmişti. Onu durdurursa gerçekten bir daha aynı havaya giremezdi. Juspep onu yatağa doğru itekleyip onun üstüne doğru oturmuştu. Platin yüzünden bir bacağını çok fazla bükememişti. Walha onun bir anlık bu duraksaması ile elini beline doğru sarmış ve hızla yer değiştirmişlerdi. Onu yağa doğru uzandırmıştı. Juspep ona bakıyordu. Sakat hissetmenin verdiği hüzünle dudaklarını aralamıştı ki Walha onu öpmeye başladı. Nefesi kesilene kadar bırakmamıştı. “Sakın bunu düşünme…” Walha bunu onun dudaklarından uzaklaşırken fısıldamış ve eli onun platin takılı olan sağ dizine doğru gitmişti. “Sadece bana odaklan.” Juspep dizindeki elin yukarı doğru çıkmasıyla gözlerini yavaşça kapatmıştı. … Walha sıcak duşun etkisi ile rahatlamıştı. Beline sardığı havluyu bir eliyle tutarken saçlarını elindeki havluyla karıştırıyordu. Juspep ondan çok önce duşa girmiş ve şimdi yatağa gömülmüş uyuyordu. Walha usulca yatağın yanına doğru gelip örtüyü ucundan kaldırıp yatağa girmişti. Juspep yorgunluktan onun yatağa girdiğini bile fark etmeyecek kadar derin uyuyordu. Walha uzanıp ona bakmaya başlamıştı. Juspep’in nemli saçları şekilsiz bir biçimde yüzüne ve yastığa devrilmişti. Walha uzanıp onun saçlarını geriye doğru itekleyince huzurlu yüzünü görmüştü. Uyku Juspep ‘İn için hep zor olmuştu. Sallin’den sık sık bu konu için destek almış ve ilaçlar kullanmıştı. Yorulduğunu fark etse bile uyuyamıyordu ve bedeni zayıflıyordu. Walha’nın onunla kalmaya başladığı günden beri rahatça uyuyordu. Walha onun neden bu kadar acı çektiğini bilen ve hayatının her anına tanıklık eden tek kişiydi. İç dünyasının karmaşık travmalarını her açıdan biliyordu ve neye ihtiyacı olduğunu anlıyordu. Eskiden olsa onun mutlu olmasını isterdi. Gülmesini ve eğlenmesini. Ama artık huzurla uyumasını, sabahları huzurlu hissetmesini ve geceleri yorgun olmasının tek nedenin bu huzur olmasını istiyordu. “Pep…” onun ismini söylediğinde kımıldanacağını biliyordu. “Buraya gel.” Kendine doğru çekip kollarının arasına almıştı. “Beni bir daha bırakma.” Pep yarı uyanıktı bunu söylerken. Walha gülümsemiş ve çenesini onun başına doğru dayamıştı. “Ölüm bizi ayırana kadar ha… Evlilik yemini gibi…” Gün doğmuştu ama ikisi henüz yeni dinlenmeye geçmişti. Walha onun yanına uzandıktan sonra kalkamamıştı. Kapalı perdeye vuran şık odada loş bir hava oluşturuyordu. Büyük anne her sabah aynı saatte kalksa da bu sabah daha uzun uyumuştu. Evde derin bir sessizlik hakimdi. Yavaşça merdivenleri çıkan kişinin nefes sesi dışında hiç ses yoktu. Usulca eve sokulan kişiyi korumalar bile fark etmemişti. Usulca halı döşeli olan basamakları çıkıp uzun holde sessizce yürümüştü. Bir süre odaların kapılarında dolanmış ev daha sonra Juspep’in odası olduğunu düşündüğü odaya doğru sokulmuştu. Sırtındaki çantanın kulplarını omuzlarından çıkarıp çantayı eline almıştı. Araladığı oda kapısından loş odaya bakmıştı. İki yatak vardı. Ama sadece birisi dağınık ve kullanılmıştı. Walha ve Juspep orada koyun koyuna yatıyordu. Walha’nn kavruk teni ve kızıl saçları bir tokayla arkaya doğru bağlanmıştı. Keskin hatlı yüzü kasılmış ama bedeni derin uykudaydı. Bir süre onlara bakmıştı. Çantayı yavaşça yere koymuştu. Cebinden çıkardığı zarfı da çantanın üstüne bırakmıştı. Koyu mavi gözleri odayı tekrar taramış ve başını iki yana sallayıp derin bir nefes almıştı. Aşağı tekrar inince mutfağa girmişti. Kimliksiz ekibinin lideri olarak gerçek bir profesyoneldi. Mutfakta sessizce dolaplara bakmış ve atıştırmak için kendine bir şeyler hazırlamıştı. Masaya oturduğu sırada bir ürperti hissedip kapıya doğru bakınca Walha’nın silahı ona doğrultmuş halde dikildiğini görmüştü. Kadın bir süre ona bakmış sonra gözleri aşağı doğru inmişti. Walha havlusunu tutup elindeki silahı indirmişti. “Ziyaret edeceğini söylemeliydin.” Kadın elindeki kaşıkla tabağa koyduğu yemeği yemeye başladı. “Son anda gelişen bir olay var. Onun için uğramam gerekti.” Gerçek Undera Sonoom karşısında oturuyordu. Walha ona bakıp silahını kenarı koymuştu. Masaya doğru yürüyüp oturmuştu. “O çantaya ne koydun?” Walha bunu sorarken onun yemek yediği tabağı kenarı doğru çekmişti. “Yun’a güvenmiyorum. Onda olan ama size vermediğini düşündüğüm bazı evraklar falan. Dün boşalttığını Sehon Bey’in hesabının yanı sıra bazı paravan hesapları.” Walha ona bakıp yeni yeni çıkmaya başlamış sakallarını kaşımıştı. “Mavi Kuş, derdini hala anlamadım. Neden kendi kardeşinin arkasından bu kadar büyük bir oyun çeviriyorsun?” Kadın ayağa kalkıp iç çekip bahçeye açılan kapıya yönelmişti. “Bunu sana söylersem kesinlikle hoş olmaz. Sevgilinin yanına dön ve uyumaya devam et.” Elini ceplerine doğru sokmuştu. “İkiniz için sevindim. Sen iyi bir adamsın Walha.” Demiş ve bahçeye doğru yürüyüp uzaklaşmıştı. Saniyeler içinde bahçe duvarını aşıp uzaklaşmıştı. Walha yukarı çıkıp bir pantolon giymişti. Çantayı alıp aşağı inmişti. Zarfı açmadan çantayı açmıştı. Bir sürü kez siyah bantla sarılmış bir kutu vardı. Kutuyu açmak için koltuğa oturup eline aldığı bıçakla kutuyu saran banttı kesmeye başlamıştı. Kutuyu açınca birkaç tane CD bulmuştu. Üstlerine siyah kalemle tarihler yazılıydı. Tek tek hepsine bakıp başka bir şey var mı diye kutuyu kurcalamaya başlamıştı. O sırada ensesinde birisini hissedip irkilip dönmüştü. Juspep yarı uyanık halde dikilmiş onun kurcaladığı kutuya bakıyordu. “Neden ayaktasın?” Walha kutuyu masaya bırakıp hemen ayağa kalkmıştı. Juspep kutuda ne olduğunu merak etmişti. “O nereden çıktı?” Walha onu belinden kavrayıp çevirmişti. “Bir misafirimiz vardı. Birkaç belge bıraktı ve gitti.” Juspep anlamamış halde ona bakmıştı. “Kim?” “Mavi kuş!” “Gerçek Undera mı?” “Evet, bunları bize vermek için uğramış.” Juspep merdivenin orada durmuştu. Uyanmaya çabalar gibiydi. Sesi kısıktı. “Ne olduğuna bakmayacak mıyız?” Walha ona bakıp bir hamlede onu omzuna atmıştı. Basamakları çıkarken konuşmaya başlamıştı. “Beklemek zorundasın. Biraz daha uyuyalım. Sonra kahvaltı yaparız ve izleriz.” Odaya girip onu yatağa bırakmıştı. Üstünü örtüp kalkmaması için elini kalçasına doğru bastırmıştı. Hemen yanına doğru uzanıp onu kolları ve bacakları ile sarmıştı. Olayı ertelemişti. Ama sonunda o CD’lere kaydedilen şeylere bakmak zorundaydılar.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.