Güney otoyolunda gerçekleşen iki kişinin öldüğü ve iki kişinin ağır yaralandığı zincirleme kazada polis ekipleri olayın sağanak yüzünden gerçekleştiğini hatalı olan sürücünün olay yerinde hayatını kaybettiğini açıkladı. Sabah olay yerine giden muhabir ekiplerimiz kazanın nasıl gerçekleştiğini detayları ile anlattı ve Güney Otoyolu araçlar kaldırılana kadar altı saat kadar kapalı kaldı. Kazada tek bir sıyrık almadan kurtulanların sağlık durumlarının iyi olduğu belirtildi. Undera televizyonun sesini duyuyordu. Yavaş yavaş kendine gelirken derisindeki gerginliği hissediyordu. Yüzünden ağrı vardı. Yavaşça doğrulurken odada oturmuş televizyon izleyen iki adamı gördü. Kazaya dair haber sunan kadını dinleyen iki adamdan daha uzun boylu olan sıkkınca uzanıp kumandayı almıştı. “İnsanlara eğlence çıksın diye aynı haberleri verip duruyorlar.” Demiş ve kanalı değiştirmişti. Hava durumu olan kanalı açıp iç çekmişti. “Yağmur birkaç gün sürecekmiş. Yeni ektiğim domates fideleri kesin kırılacak.” Bunu söyleyince daha kısa olan adam ona bakıp göz devirmişti. “Senden balkonda tutma. İçeri al.” Demişti. Adam ona bakıp kaşlarını çatmıştı. “Köpekler iki dakikada onları söküp etrafı toprakla doldurur.” İkisi sohbet ederken Undera yavaşça doğrulmuş ve onlara bakmaya başlamıştı. Yüzündeki solunum maskesini sökmüş ve sessizce bir süre onlara bakmıştı. “Lucan nerede?” dediğinde iki adamda yerinden zıplamıştı. Undera’nın uyandığını o ana kadar fark etmemişlerdi. Birisinin yüzünde derin eski bir yara izi vardı. Kısa olan bu derin yarayı sık sık kaşıdığı için iz kalmıştı. Uzun olan kumandayla televizyonu kapatmış ve dışarı doğru yürümüştü. Üstlerine Undera’nın uyandığı haberini vermişti. “Onu çıkartmamalısın. Hemşire içine ağrı kesici enjekte etti.” Demişti kısa adam yatağın kenarına doğru yaklaşıp serumu sökmeye çalışan Undera’nın elini tutup kolundan uzaklaştırmıştı. “Arkadaşın iyi. Şimdilik uyuyor. Ama güvendesiniz.” Demişti. Undera bunu duyunca rahatlamış hissetmedi. Lucan’ı görmek istiyordu. Aynı kattaydılar. Marcho’nun ekibi kazada yaralanan herkesle ilgilenilmesini emretmişti. Ağızları kapalı kalsın diye sağlam para ödemişti kazaya tanık olanlara. Küçük kızın babasının kırılan bacağının ameliyatı da aynı hastanede yapılmıştı. Undera bir süre yatakta oturmuş ve bu sefer daha temkinli şekilde ayağa kalkmıştı. Üstündeki elbise benzeri kıyafete bakıp serum takılı olan tekerlekli uzun çubuğu tutmuştu. “Lucan’a gidebilir miyim?” Adama bunu sormuştu. Adam ona bakıp iç çekmişti. “Odada kalsan daha iyi olur. Birazdan Bay Sallin gelecek zaten.” Demişti. Undera onu dinlemek istemiyordu. Adam onun üstündeki kıyafete bakıp kenarda duran gri eşofmana yönelmişti. “Seni götüreceğim ama önce şunu giymelisin. Götün açık halde katta dolaşırsan ben azar yerim.” Demişti. Undera ondan yardım alıp önce eşofman altını sonra terlikleri giymişti. Adam onunla beraber kat koridoruna çıkmıştı. Etraf fazla sessizdi. Katta çok kişi yoktu belli. Yürürken denk geldikleri adamlar Marcho’nun ekibindeki kişilerdi. Bir odada ise sivil insanlar vardı. Küçük kızın babası olduğunu düşünmüştü. Ufak kızın koyu sarı saçlarını anımsıyordu. Onu birkaç saniyeliğine görmüştü odanın önünden geçerken. Oraya baktığını görünce adam onun içini rahatlatmak istemişti. “Patron adamın bütün masraflarıyla ilgileniyor. Ailesine yüksek miktarda tazminat verdi. Hastanede güvende olmaları için bu kata aldılar.” Undera ona sürekli açıklama yapan adam bakıp başını sallamıştı. Yürürken karnındaki dikişler sızladığı için yavaş adımlar atıyordu. Sonunda iki kişinin kapısında dikildiği odaya gelmişlerdi. Undera açılan kapıdan içeri girince korkunç bir acı hissetmişti. Lucan yaşam destek ünitesine bağlıydı. Kablolar bedeninden uzanıp cihazlara doğru giderken odada ritmik sesler vardı. Yatağın dört bir yanını saran cihazlara bakmış ve yatakta hareketsiz yatan Lucan’a doğru yaklaşmıştı. Ağzından boğazına doğru sokulan hortum bantlarla dudağının kenarına sabitlenmişti. Yüzündeki kesikler sıkıca tutturulmuştu. O gece onun bu kadar korkunç yaralanmış olduğunu hatırlamaya çalıştı. Yaraları ve vurulma anını anımsamaya çabalarken elini başına doğru gitmişti. “Kurşun ciğerini ve kalbini delip sırtındaki kaburgasına saplanmış. Altı saat sürdü ameliyat. Hemen kendine gelemez.” Undera Sallin’in sesiyle irkilmişti. Sallin odaya yeni girmişti. Undera’nın yanına doğru yürümüştü. “Aynı şey senin içinde geçerli. Ayakta olmamalısın.” Undera alt dudağını parçalarcasına ısırıyordu. Sallin onun omzuna dokunup kenardaki koltuğa yönlendirmişti. Undera2nın oturmasına yardım edip diğer koltuğa oturmuştu. “Bu hepimizin hatası. Olayı tek başına kendi üstüne alma. Dikkatli olmamız gerekirdi. Pervasızlık ettik ve…” Undera ona boş gözlerle bakıyordu. Sallin onu dinlemediğini fark etmişti. Odadaki cihazların ritmik sesi onu hipnotize etmiş gibiydi. “Birisini öldürdü…” Undera bunu söylerken acı içinde gibiydi. Sallin ona cevap verecekken Undera elini ağzına doğru götürmüştü. “O bunu nasıl kaldıracak? Kimseye zarar veremezken birisinin canını almış olmanın gerçeği ile yaşamı mahvolacak.” Sallin ne diyeceğini bilememişti. Lucan’ın karakterini az çok tahmin ediyordu. Birini öldürmek onu derinden sarsmış olacaktı ama gerekçeleri vardı. İnsan gerekçeleri ile travmalarını hafifletirdi. Undera korku dolu gözlerle Sallin’e bakmaya başlamıştı. “Ne zaman uyanır?” Sallin net bir cevap veremezdi. Ağır yaralanmıştı ve zor bir ameliyat geçirmişti. Kabindeki yara kapatılmıştı. Ciğerlerindeki deliğin ise iyileşmesi için zamana ihtiyacı vardı. Ama asıl korkunç olan şey Lucan’ın ciğerlerine kan dolmuş ve bu sürede beyne oksijen yeteri kadar gitmemişti. Yaklaşık iki dakika kadar nefessiz kalmıştı. Beynin gördüğü zararı o uyana kadar sadece tahmin edebilirlerdi. Bunu Undera’ya söyleyemezdi. O da çok iyi durumda değildi. “Bunu bilemeyiz. Sende tahminimden erken uyandın.” Demişti Sallin. Undera kenarda duran televizyon kumandasına uzanmıştı. Televizyonu açmış ve kanalları hızlıca geçmişti. Bir mutfak seti satışı yapan kanalda durup ekrana bakmaya başlamıştı. Bir şeylerle yüzleşemediği ortadaydı. Öylece ekrana bakmaya başlamıştı. Sallin bu saatten sonra onu odasına güç kullanmadan gönderemeyeceğini anlamıştı. Açık televizyon ekranına bakarken satılan saçma mutfak setindeki tanıtılan her şeyi dikkatle izlemeye koyulmuştu. Sallin ayağa kalkıp odadan çıkmıştı. Kapıda dikilen adamları yanına çağırmıştı. “Undera Sonoom’dan gözünüzü ayırmayın. Ufacık bir şey olursa bana hemen iletin.” Kısa boylu yüzü yaralı olan adam başını sallamıştı ama soruları vardı. “Efendim peki onu odasına…” “Kalsın, Lucan’ın yanında daha iyi olacak. Lucan hakkında benim dışımda kimsenin bilgi vermesine izin vermeyin. Katta kimse dolaşmasın. Etrafta birileri dolanıyor dikkatli olun.” Demiş ve geri kattan ayrılmıştı. Adamlar kapıya geri dönmüştü. Kısa adam içeri girmişti. Undera gözünü kırpmadan ekrana bakıyordu. Dikkatle saçma reklamı izliyordu. Hepsi onun bu davranışını garipsemişti. Önemsediği kişi yatakta yaşam mücadelesi verirken o televizyonu açmış izliyordu. Kısa boylu adam onun aç olup olmadığını sormuştu. Undera onu duymazdan gelmişti. Ekrandaki reklam bitene kadar öylece durmuştu. Reklam bitince hemen başka kanala geçmişti. Sürekli kanallar arasında reklamlara denk geldikçe durup izliyordu. Saatlerce gözünü kırpmamıştı. Adamlar görevi devretmiş, yemek yiyip gelmişti o hala karamış odada televizyon izliyordu. Kısa boylu adam odada diğer koltukta oturmuştu. Işıkları yakmıştı. Undera onun varlığını bile umursamıyordu. Sadece ekrana bakıyordu. Bir ara gözlerini ekrandan ayırmıştı. Hemşire onun kolundaki serumu alıp diğer hemşire Lucan ile ilgilenmeye başlayınca sessizce onları izlemişti. Sonra tekrar ekrana kitlenmişti. Gece yarısına doğru sonunda gözleri kapanmaya başlamıştı. “Odana gitmen için tekerlekli sandalye alıp geleceğim.” Demişti adam. Undera ona bakıp ayağa kalkmıştı. Televizyonu kapatmıştı. Berjeri birden sürüklemeye başlamıştı. Adam onun ne yaptığını anlamaya çalışarak bir an ayağa kalkmış ve berjeri yatağın yanına götürmeye çalıştığını anlayınca ona yardım etmişti. Undera yatağa dönük olan berjere bakıp bir çırpıda oraya oturmuştu. “Burada uyuyamazsın!” demişti adama. Undera ona kısa bir bakış atıp tekrar Lucan’ı izlemeye başlamıştı. Sallin onun burada kalmasına izin vermelerini söylemişti. Bu yüzden çok ısrarcı olmamıştı adam. Sigara içmek için odadan çıkmıştı. Geri döndüğünde ise kapıdaki iki adam endişeli ve ne yapacağını bilmiyordu. “Ne oldu?” bunu sorarken odanın yarı açık kapısını iyice aralamıştı. “Ağlıyor ve ağlamasını durduramadık. Canı yanıyor olabilir diye hemşireye haber verdik.” Undera’nın içeriden hıçkırık sesleri geliyordu. İçine içine ağlasa da kesik nefesleri ve hıçkırık sesleri duyuluyordu. Arada bir özür dilediğini duyuyorlardı. Adam bir süre düşünmüş ve kapıyı yavaşça kapatmıştı. “Ben Bay Sallin’i arayacağım. Siz onu rahatsız etmeyin.” Demişti. Dediği gibide biraz uzaklaşıp Sallin’i aramıştı. Durumu anlatmıştı. Sallin bir süre düşünmüştü. “Tamam siz dokunmayın, Juspep gelir birazdan.” Demişti. Birazdan demesine rağmen Juspep yaklaşık iki saat sonra gelmişti. Yorgunluktan perişandı. Walha onunla gelmişti. Katta yürürken Walha’nın geldiğini gören adamlar irkilmişti. Walha oldukça korkutucuydu. Acımasız ve vahşi olduğu gerçeği herkesin dilindeydi ve bu bir dedikodu değildi. Birkaç günde yaptığı şeyler birçok kişiyi ürkütmüştü. Bir bilgisayar arıyordu ve birçok kişiyi rahatsız etmişti. “Bu veletler yerini biliyor mu?” demişti. Juspep yorgunca ona bakıp başını sallamıştı. “Sonoom biliyor olmalı. Bu bilgisayar toz olup gitmedi ya. Kimse yerini bilmiyor olamaz. Sormadığımız sadece o kaldı.” Juspep ağrıyan bacağı yüzünden yavaş yürüyordu. Walha onu göz ucuyla süzmüştü. “Gidip dinlensen iyi olurdu. Çocuklarla ben konuşurdum.” Walha oldukça uysal ve sakindi ona karşı. Herkesin gördüğü bir davranıştı bu. “Sonoom ve Lucan’ı sadece bunun için ziyaret etmiyorum.” Bunu söylerken imalı bir bakış atmıştı. Selam veren adamlara bakıp iç çekmişti. “İçeride mi?” Kısa boylu adam başını sallamıştı. “Evet efendim ama bir süredir sessiz. Uyudu galiba.” Juspep kapıyı açıp içeri girince otomatik ışık yanmıştı. Lucan’ın son durumunu biliyordu. Sallin ile konuşmuştu. Walha yüzünü buruşturmuştu. Juspep berjerde iki büklüm olmuş başı yana doğru düşmüş Undera’nın yanına doğru yürümüştü. Yanına yaklaşınca onun uyuduğunu fark etmişti. Yüzünde şişlikler vardı. Hava yastığı yüzünü dağıtmıştı. “Yun!” ona seslendiği sırada Undera dehşetle gözlerini açıp korku ile irkilmişti. “Sakin ol! Sorun yok!” Juspep onu yumuşak konuşarak sakinleştirdiğinde Undera derin bir nefes almıştı. Dikişleri sızlıyordu. Telefonla onları takip etmiş ve geçte olsa hayatlarını kurtarmıştı Juspep. Undera bir süre ona bakmış ve kurumuş dudaklarını aralamıştı zorla. “Lucan…” Juspep gülümseyip uyuyan Lucan’a bakmıştı. “O güçlü birisi. Bu kadar kolay ölmez. Kendine gelecek ama daha önemli bir sorunumuz var.” Demişti. Undera ona bakıyordu. Juspep onun oturduğu berjere ve perişan haline bakmıştı. “Sen, senin o uyanmadan toparlanman gerek. Burada oturup yaralarının iyileştirmesini geciktirmek Lucan’ın uyanmasını sağlamayacak.” Walha’ya dönmüştü. “Tekerlekli sandalye ister misin?” Walha hemen dışarı çıkmıştı. Undera ise ona bakıyordu. Juspep yorgunca yatağın kenarına tutunmuştu. “Çok açım ve yorgunum. Yemek için hastane kantinine gidiyoruz. İtiraz edemezsin. Karar alma konusunda hep Lucan’ı takip ettin. O uyurken sana göz kulak olmalıyım.” demişti. Walha içeri hızla girmiş ve berjerin yanına doğru sandalyeyi sürmüştü. Undera ona çekinerek bakıyordu. Walha’dan korkuyordu. “Luna’ya benziyorsun.” Demişti. Undera şaşkın halde ona bakmıştı. Walha eğilip birden onu kucaklamıştı. Aynı şekilde hemen sandalyeye koyup kollarını kurtarmıştı. “Abinde inatçıydı, Luna’da inatçıydı ev sende inatçısın. Sonoom ailesinde bu genetik olmalı. Hepinizde inadı yüzünden çok zarar gördünüz.” Walha bunu söylerken sandalyeyi kapıya doğru çevirmişti. “Hadi gidip yemek yiyelim.” Demişti. Juspep onların hemen ardından odadan çıkmıştı. Walha asansöre doğru sandalyeyi itekliyordu. “Ablam ve abim gibi değilim ben…” Undera bunu söyleyince Walha öne doğru eğilip onun yüzüne bakmıştı. Kızıl saçları ve esmer teni ile herkesten farklı duruyordu. Deri giyimi ve zincirleri ile daha tuhaf duruyordu. “Yok değilsin. Doena bana uzun süre hizmet etti. Aynı onun gibi sevdiklerin için sadece kendini paralayabiliyorsun. Luna da öyle. Bunu kötü amaçla söylemiyorum. Şahsen bende sizin gibiyim tek bir farkla.” Açılan asansöre doğru onu iteklemişti. Juspep adamlarla konuşmayı bitirirken kapıyı tutmaya başlamıştı. Undera Walha’nın sözünün devamını bekliyordu. “O fark ne?” Walha gelen Juspep içeri girince ayağını çekip kapıyı kapatan düğmeye basmıştı. “Ben sevdiğim kişi zarar görünce çaresiz değil öfke dolu oluyorum.” Gözleri Juspep’i taramıştı. Juspep ona bakıp sadece bir tebessümde bulunmuştu. Undera ikisinin aslında neden geldiğini hissediyordu. O kadar da aptal değildi. Hastanenin kafeteryasına inmişlerdi. Gece nöbetinde olan doktorlar ve hasta yakınları vardı. Sallin çoktan gitmişti. Juspep ve Undera bir masaya oturmuştu. Walha yiyecek bir şeyler almak için gitmişti. “Lucan’ın bu olaylardan uzak kalması için elimden geleni yapmaya çalıştım ama sonunda zarar gördü.” Undera bunları söylerken sakindi. “Hayatta çok kişiyi korumaya çalışmadım Bay Juspep. Ama Lucan’ı gerçekten korumaya çalıştım. Yine de ona zarar verdiler. Bunu yapanlar Beyaz Yılanlara karşı çalışan kişiler. Başta dost olduğuna inandığım kişiler. Ama şimdi sorun çıkarıyorlar.” Juspep onun olaylar hakkında bilgili olduğunu anlamıştı. “Evet, baştan beri onlardı ama artık onların bir kısmı ile beraber çalışıyoruz. Sadece ufak bir anlaşmazlık var.” Undera bunu duyunca birden gözleri bomboş bakmaya başlamıştı. Soğuk sesi ve ifadesiz yüzü ile konuşuyordu. “Ufak anlaşmazlık mı? Lucan neredeyse ölüyordu. Kaza yapmasaydık belki ikimizde ölmüştük. Bu ufak anlaşmazlık ise benim de onlar için ufak şeylerim var.” Yan masada yemek yiyen kişiler onları duyabiliyordu. Undera dirseğini sandalyenin kolçağına koyup çenesinde elini gezdirmeye başlamıştı. “Yine de bir şeylerin önce açığa kavuşması için düşünmeden hareket etmemek gerekir Yun.” Undera başını yavaşça yana doğru eğmişti. “Düşünmeme gerek yok. Bunu onun yaptığını biliyorum. Luna’nın koşulsuz itaat ettiği o kadın. Herkesi eline dolayan o sürtük sandığınız kadar düşünmeye ihtiyaç duyulacak birisi değil.” Walha masaya gelmişti. Aldığı atıştırmalıkları, içecekleri ve soğuk sandviçleri onlara vermişti. Korkutucu gangster tipi yan masadakilerin bakışlarını üstlerine çekmişti. “O kadın dediğin kişi senin, ablanın hayatını kurtarmak için…” Undera bunu duyunca birden gülmeye başlamıştı. Walha ona bakarken Undera tekrar soğuk ifade ile ona bakmaya başlamıştı. Koyu siyah gözleri birer boşluk gibiydi. “O Luna’yı ve beni kullandı. Sizden bir farkı yok. Luna iktidar partisindeki adamlarla birlikte olurken kayıt aldırıp onlara şantaj yapması için geniş bir arşiv oluşturdu. İstediği o bilgisayarda var olan belgeler ne sanıyorsunuz?” İkiside derin sessizliğe gömülmüştü. Walha bir süre düşünmüştü. İktidar partisini tehdit etmek için kayıtları neden istesin ki diye düşünmeye başlamıştı. Sonra para aklına gelmişti. Undera boğazına doğru elini götürmüştü. Emniyet kemerinin oluşturduğu izi nazikçe kaşımaya başlamıştı. “O bilgisayarı kimse ben yerini söylemediğim sürece bulamaz.” Walha sandviçinden yemeye başlamıştı. Lokmasını hızlıca çiğneyip yutmuştu. “En başından beri onun peşindeydi yani…” Undera başını sallamıştı. “Luna öldüğünden beri onu arıyor olmalılar. Kimsenin bilmediği o bilgisayarı almak için neler yapabileceklerini biliyordum. O yüzden onu sakladım ve gerçekten hayat garantim olarak tuttum.” Acıyla yüzünü buru “Senden onu almayacağız. İçerisinde ne olduğunu bilmek istiyorduk. Sadece o değil Beyaz Yılanların merkez yönetimi ve poliste aynı bilgisayarın peşinde. Bu durumda açık hedefsin.” Juspep bunu söylediğinde Undera sadece gülmüştü. Gülmesi gülümsemeye dönüşmüştü. “On yaşındayken kaçmıştım ve polise gittiğimde olanları anlatmıştım. O gün beni geri oraya getirip bırakmışlardı. Polislerde müşterinizdi. Şimdi polisin kimin tarafında olduğunu çok düşünmeye gerek yok galiba. On yaşında bir çocuğu alıp geri yılan yuvasına bırakan kişiler eminim yine aynı tarafa çalışıyordur. Onlar yine sizin tarafınızda. Ve hep öyle olacak” Bunu söylediğinde Walha daha fazla kendini tutamamıştı. “Biz Beyaz Yılanlarla çalışmıyoruz. Onlardan birisi olsaydık eminim burada yemek yedirip seni korumazdık.” Undera gözlerini ona dikmişti. “Ben çocukken o odadan perişan halde her çıkışımda bir kadın beni yıkar, temizler ve karnımı doyurup ağrı kesici verirdi. En çok ondan nefret ederdim. Ağladığımda üzülür ve bana sarılırdı. Onu öldürdüğüm gün rahat bir nefes aldım.” Luna’dan söz ediyordu. Walha soğuk ifadesi ve boş gözleri ile konuşan Undera’nın ne planladığını anlamıyordu. “Ölmesi için çok sebebim vardı, yaşatmam için ise hiç sebebim yoktu. Şimdi sizinle burada oturmak için bir sebebim var.” Önündeki yemekleri iteklemişti. Öne doğru eğilmişti. “Lucan’ın güvende olması. Onu tek başıma koruyamam. Beni öldürmezler. İnsan aklına sığmayan şeyler yaparlar ama o şantaj dosyaları ile dolu bilgisayarı alıncaya kadar ellerinden gelen her türlü pisliği yapıp beni hayatta tutarlar. Ama Lucan’ı öldürürler. Onu koruyamam.” Bir anlaşma sunuyordu. Hükümet partisi çok temiz değildi. İktidar olduğu için çok fazla yolsuzluğa ve pisliğe sebep olmuştu. Muhalefet onu devirmek için çabalasa da bir şekilde olaydan sıyrılabiliyorlardı. “Bir sözleşme yapalım.” Undera bunu söyleyip acıyla yüzünü buruşturmuştu. Juspep onun ne kadar sinsi olabileceğini tahmin ediyordu. Çocukluğu olmayan bir insan şeytan gibidir. Undera masumiyeti olmayan zeki ve çok fazla yarası olan bir yılandı. Her ne kadar ufak bir serçe gibi savunmasız dursa da siyah gözlerinin ardında bir gerçek vardı. “Bunu Marcho ile konuşsan daha iyi olur.” Juspep yorgunca fikrini belirtmişti. Undera ise ona bakıyordu. Başını onaylarcasına sallamıştı. Juspep başka bir şey öğrenmek istiyordu. Aklını karıştıran başka bir olay daha vardı. “Mavi kuşun kim olduğunu öğrendik.” Demişti. Undera bunu duyunca ürpermişti. Kim olduğunu bilmek istercesine heyecanla onlara bakmıştı. “Undera Sonoom.” Demişti Walha sakin ve soğuk sesi ile. Undera aşta bunu anlamamıştı ama olayın bambaşka bir noktası aklına gelmişti. İkiz kız kardeşinin hayatta olduğu düşüncesi ile irkilmişti. “Sonoom ailesinin iki ferdi hala hayatta. İkiz kardeşin Undera Sonoom hala hayatta ve Luna gibi o örgüte çalışan bir ajan. Mavi kuş adıyla biliniyor. Sizi uyarmamızı sağlayan kişi o. En başından beri mesajları atan, aramaları yaptıran kişi oymuş.” Undera buz gibi olmuştu. “Kimliksiz Ölüm olarak bilinen bir ekibi var. Onlar sayesinde seni bulmuş ve iletişim kurmuş. Luna onun yaşadığını bilmesine rağmen senden saklamış. Kız kardeşin hala hayatta.” Undera buz gibi olmuştu. Bedenin titrediğini hissediyordu. Ailesinden hala yaşayan vardı. “Adını kullanmıyor. O ismi senin kullandığını biliyor. Senin yerine ölmüş olarak geçiyor.” Undera öylece kalmıştı. Ne diyeceğini bilmiyordu. Midesine giren kramp bulantıya sebep oluyordu. Elleri uyuşmaya başlamıştı yine. Walha onun bu bilgiyi ilk defa aldığını anlamıştı. Kız kardeşinden haberi yoktu. Şaşkınlıktan gözleri açılmış ve tepkisiz duruyordu. Rengi daha solgundu. “O nasıl peki*” kelimeler fısıltı gibi çıkmıştı dudaklarından. Bir şeyler sormak istemiş ve aklına ilk olarak kız kardeşinin nasıl odluğu gelmişti. “İyi, hatta senden bile iyi. Sağlam ve yetenekli bir kız. Zeki de…” Walha bunu söylerken onu baştan aşağı inceliyordu. “Bir erkek arkadaşı var. Onun gibi zeki ve güçlü bir adam. Ayrıca ekibi onun için canını vermeye hazır. Sadıklar, güçlüler…” Undera ne diyeceğini bilemeden ona bakıyordu. Kalbine giren ağrı ile geçmişin boğucu havasını yine hissetmişti üstünde. O günü düşünüyordu. Babasının kız kardeşini alıp gidişini ve bir daha dönmediği anı anımsadıkça o bunaltıcı evin yoğun kokusu burnuna doluyordu. “Seninle görüşmek istiyor…” Juspep bunu söylediğinde Undera birden başını iki yana sallamıştı. “Şimdi olmaz…” demişti. Tekerlekli sandalyeden yavaşça kalkmıştı. “Ben gidip uyuyacağım.” Bunu söylemiş ve geldikleri yöne doğru yürümeye başlamıştı. Walha oldukça sakindi. Yüzünden garip bir tebessüm vardı. “Nedense bu çocuklar başımıza keyifsiz şeyler getirecek gibi hissediyorum.” Demişti. Juspep ona bakıyordu. Walha uzanıp onun önüne doğru düşen saçını geriye doğru kaldırmıştı. “Seni eve bırakayım. Gidip dinlen. Bundan sonra buraya ben göz kulak olurum.” Demişti. İkisi otoparka inmişti. Juspep uykusuzluktan perişan durumdaydı. Araba bile kullanacak kadar direnci yoktu. Yan koltuğa oturmuş ve koltuğu geriye doğru yatırmıştı. Walha arabaya binip ona bakmıştı. “Bu işin nasıl sonuçlanacağını biliyor musun?” Juspep başını ona doğru çevirmişti. Yorgun gözleri onun yüzünde bir süre gezinmişti. “Beyaz Yılanları bitirmek imkânsız ama artık bizi maşa olarak kullanan hükümeti uzaklaştırabiliriz.” Walha arabayı çalıştırmıştı. “İyi de bu ne işimize yarayacak. Hükümeti devirmesine yardım edersek muhalefet bize ne verecek? Daha iyi uyuşturucu ticareti yolları mı? Daha sağlam genel evler mi?” Juspep onun ne demek istediğini anlamıştı. Koltuğu biraz doğrultmuştu. “Hayır, aksine buna son vermek için fırsat ama imkânı yok. İnsanlar bizim en iyi ticaret aracımız. Onların ihtiyaçları bizim gelirimiz ama artık eskisi kadar pislik içinde olmayız. Belki bu işleri bile bırakırız. Marcho sadece intikam almak istemiyor.” Walha bunu duyunca şaşırmıştı. “Kas kafalı herif kafasını çalıştırmaya başlayınca ürkütücü şeyler düşünüyor.” Demişti. Juspep yorgunca gözlerini kapatmıştı. “Çok fazla her şeyi mahvettik. Herkes buna sebep oldu. On yaşındaki çocuklar genel evde çalışıp uyuşturucu satıp kullanıyor. Bunu durdurmak ve gerçek bir şirket olmak istiyor. Ticaret yapan bir şirket. İllaki hala içimizde bu pislik işlerle uğraşıp hızlı para kazanmak isteyenler var ama Marcho yoruldu. Ben yoruldum, Sallin yoruldu… Artık iş yapmak istiyoruz. Bir nevi bu kurulu düzendeki dişlileri kırı yeniden yaparsak bir şeyler düzelir diye düşünüyor.” Walha gülmüş ve bir sigara yakmıştı. “En azından o pislikler gitsek bile aynı işi yapsak bile daha az zarar veririz.” Juspep o susunca radyoyu açmıştı. Gece haberleri yayınlanıyordu. Merkez kütüphanesinin üst katında bulunan cesedin kime ait olduğu konusunda bir bilgi verilmedi. Ama genç kadının daha önce üniversite rektörü tarafından tacize uğradığına dair isimsiz ihbarlar ekiplerimize yapıldı. Son günlerde artan intihar olayları hakkında toplumsal Düzen Bakanlığı bir açıklama yaptı. Etkilerin azaltılması için kamusal düzene zarar evren muhalefet partilerinin saldırganlığını durdurmasını ileri sürdü. Ölü bulunan kadının uyuşturucu kullandığı bilgisi ise dosyasının cinayet olmadığı yönünde değiştirdiği belirtildi. Walha uzanıp radyoyu kapatmıştı. Juspep ona bakınca Walha sinirle kaşlarını çatmıştı. “Cinayet değilmiş. Siktirsinler… İşlerine geldiği gibi herkesi öldürüp onlara hizmet eden kolluk kuvvetlerine pisliklerini kapattıran bu heriflerin en halt olduğunu herkes bilmesine rağmen susmaya devam ediyor. Düşündüm de belki de değişmesi gereken şey toplumun ta kendisidir ha?” Juspep onun elinin üstüne elini koymuştu. “Nükleer bir bomba gerekir bunun için. Hükümetin ortaya attığı pislikten kendine besin üreten çok fazla sinek var.” Walha onun eline bakıp sırıtmıştı. “Birazda bizim hakkımızdaki düşüncelerini konuşalım mı?” bunu sorduğunda Juspep yorgunca gözlerini kapayıp arkaya doğru yaslanmıştı. Cevap vermeyi düşünmüyordu. Juspep’i büyük annesinin evine getirmişti. Arabayı durdurduklarında Walha eğilip ona bakmıştı. “Büyük anneye merhaba diyeceğim.” Demiş ve Juspep’den önce arabadan inmişti. Yaşlı kadının çoktan uyuduğunu herkes biliyordu. O asla geç saate kadar ayakta kalmazdı. Walha kapıyı açan Juspep’in ardından içeri doğru süzülmüştü. Juspep ona bakıp yorgunca ceketini çıkartıp portmantoya asmıştı. “Çok yorgunum. Ben uyuyacağım. Sende gecikme. Hastaneyi boş bırakma.” Demişti. Walha ona bakıp başını sallamıştı. Ama amacı biraz olsun Juspep’i sıkıştırıp rahatsız etmekti. Yorgunluğuna çok aldırış etmiyordu. Tekrar görüştüklerinden bu yana doğru düzgün temas bile olmamıştı aralarında. Juspep’in sürekli kendini geri çekmesi onu tedirgine diyordu. Juspep’in ardından onunla yukarı çıkmıştı. “Walha gerçekten olmaz. Yorgunum ve boşuna bekleme. Git hadi.” Demişti. Walha ona bakıyordu. Odaya girip yatağa oturmuştu. Juspep diğer yatağa doğru yürüyüp yüzü koyun devrilmişti. Walha bir süre ona bakmış ve iç çekmişti. “En azından biraz olsun ilgili gibi yapsan ya!” diye hayıflanıp ayağa kalktığında Juspep sırt üstü dönüp ona bakmaya başlamıştı. “Sen yokken başkaları ile yattım. En azından bunu bilmelisin.” Walha birden ona bakıp kalmıştı. Ne diyeceğini bilememişti. “Sonuçta sen kaçıp gittin ve bende hayatımda bir şeyleri doldurmalıydım.” Walha’nın tepkisini dikkatle izliyordu. Bir süre öylece durmuştu. “Olabilir, bu kimsenin suçu değil.” Juspep dirseklerinden destek alıp doğrulmuştu. “Sen?” bunu bilmek istiyordu. Walha enerjisi yüksek bir adamdı. “Kimseyle yatmadım. Ya da istemedim. Açıkçası seni düşünüp kendimi ovalamak daha mantıklıydı.” Juspep ona bakıp geri uzanmıştı “Gerçekten çok tuhafsın. Şimdi git hadi.” Demişti. Walha ona bakıyordu. Kımıldamamıştı bile. Juspep biraz dönüp örtünün altına doğru girmişti. Walha bunun üzerine birden yatağın dibinde belirip onun üstüne doğru eğilmişti. “Kaç kişiyle yattın?” demişti. Juspep gözünü aralayıp ona bakmıştı. Walha ciddi gözüküyordu. “Bir…” “O zaman düzenli ilişkiniz vardı. Sıradan birisi değildi yani…” “Güzel bir adamdı. Temiz ve saygılıda.” “Yine de ondan hoşlandın yani?” “Pek sayılmaz. İlişkimiz sadece seks üzerine kuruluydu.” “Randevuya falan çıkmadınız yani. Ya da yemeğe.” “Hayır Walha. Şimdi git. Bana saçma sorular sormaya devam edersen seni zorla dışarı atacağım.” Demişti. Walha yatağın kenarına oturmuştu. “Son bir şey soracağım.” Juspep ona bakmıştı burnundan solurken. “En son ne zaman…” Juspep birden onun sırtına tekme vurup yataktan düşürmüştü. “Seni sapık herif. Yürü git şimdi.” Walha ayağa kalkmak yerine dizleri üzerinde yatağın kenarında durmaya başlamıştı. “Pep, en azından biraz kalsam olmaz mı?” demişti. Juspep ona bakarken gözlerini devirmişti. “Seni çok iyi tanıyorum. Biraz kalacağım deyip sabaha kadar beni rahat bırakmazsın. Yarın erken kalkmam gerek. Sonra…” Walha bunu duyunca ona doğru eğilmişti. Juspep’in dudaklarına doğru yaklaşıp gülümsemişti. “Söz bir kere yapıp duracağım.” Demişti. Juspep gözlerini devirmişti. “Şimdi bile hayır demekten anlamıyorsun.” Walha usulca yatağa doğru tırmanmıştı. Juspep onu üstünden atacak kadar güçlü hissetmemişti. Walha yatağa tamamen tırmanıp Juspep’in üstüne doğru uzanmıştı. Yüzü onun yüzüne çok yakındı. Juspep yorgunca gözlerini ona dikmiş bakıyordu. Walha onun üstündeki örtüyü yavaşça sıyırıp yana doğru devrilmişti. Elini Juspep2in gömleğinden içeri doğru sokmuştu. “Bu kadar isteksiz durmaya devam edersen her şeyi tek başıma yapmam gerekecek.” Demişti. Eğilip Juspep’i öpmeye başlamıştı. Juspep ona yorgun olmasına rağmen tepki vermeye çalışmıştı. Ama gözlerini zor açık tutuyordu. Walha onun yüzüne bakmak için başını kaldırmıştı. Vücudunun yarısı onun vücuduna doğru eğilmişti. “İyi misin?” Juspep ona tepki vermeyince endişelenmişti. Juspep sakince gözlerini aralamıştı. “Anlamıyorsun değil mi? Kolumu oynatacak halim yk.” Walha birden durup onun üzerinden kalkmıştı. Bir süre ona bakmıştı. Yavaş yavaş nefes alırken gözleri kapalıydı. Walha hemen geri onun yanına uzanmış ve bir hamlede onu kendine doğru çekip sıkıca sarılmıştı. “İki gündür gözümü kapatamadım Walha gerçekten bir şey yapmak istemiyorum.” Juspep bu sefer onu iteklemeye çalışmıştı. Walha sakince onu tutmaya devam ediyordu. “Sadece sarılacağım. Uyuduğunda giderim.” Demişti. Juspep ona bir şey dememişti artık. Gözlerini kapatmış ve onun kollarında uyumaya başlamıştı. Walha’nın ona olan takıntısına karşı koyamıyordu. Düşkünlüğünün nedenini asla anlamıyordu. Ağır sigara ve parfüm kokuyordu. Göğsünden hırıltılı nefes alışını duyuyordu. Sigara ciğerlerini yavaş yavaş çürütürken bunu umursamıyordu. Juspep onun hırıltılı nefesini dinlerken arada kalbinin atışını duyuyordu. Oda çok sessizdi. Walha onun yavaş yavaş gevşediğini ve kendini saldığını hissediyordu. Juspep uykuya çabuk dalmazdı. Uykusu çok hafif olsada kendini güvende hissettiğinde deri bir uyku çekerdi. Walha sıcaktı ve güven veriyordu. Bedeni ve zihni dinlenmek için kendini kapatmaya başlamıştı. Walha onun yavaş yavaş uykuya daldığını fark etmişti. Yattığı yerde onun gevşeyen yüzünü izlemeye başlamıştı. Arada bir gözleri kımıldanıp kirpikleri titriyordu. Derin uykuya geçtiğinde bütün bedeni ağırlığını bırakmıştı. Walha kalkmak için kımıldandığında Juspep ona doğru sokulmuştu. Bu onun hastaneye gidişini geciktirecekti. Yataktan kımıldamamıştı. Juspep ona sokulunca buna arşı koyamadan onunla bir süre orada uyumak istemişti. O derin uykudaki Juspep’i izlerken Undera kafasındaki sorular yüzünden yerinde duramıyordu. Kendini yine Lucan’ın odasında bulmuştu. Berjere oturup ona bakmaya başlamıştı. Lucan olsaydı onu sakinleştirip onun düzgün düşünmesini sağlardı. Dalgın halde Lucan’ın kalp ritmini takip eden cihazı izlerken kapının usulca açıldığını fark etmişti. İçeri kafasında motosiklet kaskı olan birisi süzülmüştü. Elindeki silahın ucunda susturucu vardı. Kadın olduğu belli oluyordu. Deri ceketinin altında bedenin kıvrımları gözüküyordu. Undera dışarı seslenmek için kendinde güç bulmuştu. Ama karşısındaki kadın kafasındaki kaskı çıkarıp ona bakarken gülümsüyordu. “Sana cevap veremezler. Hepsi uyuyor.” Demişti. Undera ne yapacağını bilmiyordu. Onda tanıdık olan ifadeye anlam veremiyordu. Bir aynaya bakıyor gibi hissediyordu. “Bu senin aileni sattığın adam mı?” yatağa doğru yaklaşmaya başladığında Undera kenarda duran vazoyu kavramıştı. “Endişelenme onu öldürmeyeceğim. Lucan neye benziyor canlı görmek istedim. Sonuçta ona herkesten çok değer veriyorsun.” Undera onun kim olduğunu tahmin etse de cevap veremiyordu. Küt saçı omuzlarına değmiyordu. Kakülleri mavi gözlerini gölgeliyordu. Onunla neredeyse aynı boydaydı ama daha yapılı duruyordu kız. “Ben kardeşimin sevdiği insana zarar verecek kadar pislik değilim. Ya da ona…” Undera kımıldayamıyordu. Kız elindeki silahı beline takmıştı. “Bizim gibi pislikleri seven insanlar azdır. Onları kaybetmemek için elimizden geleni yaparız. Tıpkı ablamız Luna gibi.” Undera kımıldamıyordu. Kız yatağın kenarından eğilip Lucan’ın saçlarını nazikçe okşamıştı. “Neredeyse senden tanıştığınız günden beri hoşlanıyor ama ona nasıl tepki vereceğini bile bilmiyorsun. Senin için göğsünden kurşun yedi. Seni korumak için başkasının canını aldı. Buna rağmen onu hala nasıl sevmen gerektiği konusunda kafan çok karışık.” Undera elindeki vazoyu sıkıyordu. Kız ona bakıp gülümsemişti. “Ama çok normal. Sevmenin ne demek olduğuna dair bir fikrin olmaması senin suçun değil. Sonuçta seni sevdiğini inleyen herifler ya da kişiler bedenine acı verirken birisine bunu söylemek sadece acı verir.” Undera olduğu yerde titriyordu. “Sen… Undera…” Kadın bunu duyunca keyifle gülümsemişti. “Evet Yun. Ben Undera. Hayatta olduğumu sana söylediklerini duyunca daha fazla dayanamadım. Gelip seni görmem gerek diye düşündüm.” Kadın bunu söylediğinde Undera yani Yun elindeki vazoyu geri yerine koymuştu. Kadın ona doğru yürüyüp tam karşısında durmuştu. “Ölmedim, ölmemek için çok çabaladım ve hayattayım. Tıpkı senin gibi.” Yun ona bakıp kalmıştı. Undera ise uzanıp onu kucaklayıp kendine doğru çekmişti. “O pisliği evin içinde yakarken oradaydım, Luna’yı öldürdüğünde oradaydım, o sana dokunan adamı bıçakladığında oradaydım. Kendim olmasam bile adımla yanındaydım kardeşim.” Yun onun bedenine sarılmıştı. Soğuk deri ceketin ardında atan kalbi hissediyordu. Undera onu yavaşça bırakmıştı. “Yun çok zamanım yok. İşler biraz karıştı. Burada olduğumun bilinmesi sizi riske atar. Sadece seni görmek istedim.” Demişti. Yun onun elini tutmuştu. “Hemen gitme Un…” Yıllarca kendisi kullandığı ismi şimdi nasıl söyleyeceğini şaşırmıştı. “Mavi de gitsin. Bu ismi kimse benim için kullanmıyor. Sana daha çok yakışıyor gibi.” Yun ona bakıyordu. Mavi Kuş onun saçını nazikçe kulağının arkasına doğru iteklemişti. “Tekrar geleceğim. Biliyorum kafan çok karışık. Neler olduğunu anlamak için çabalıyorsun ama zamanım yok.” Kadın onun elini bırakmıştı. Yun ise ona bakıyordu. Düşündüğünde kız kardeşi onun lensli ve peruklu halinin aynısıydı. Yun onun ardından birkaç adım attığında Undera’da durmuştu. “Geleceğim. Onlar uyanmadan gitmem gerek” demiş ve geldiği gibi sessizce kapıdan çıkıp gittiğinde Yun öylece kalmıştı. O gün kız kardeşi gittikten sonra baygın adamlar kendine gelmiş ve kimse kameralarda bile ne olduğunu anlamamıştı. Walha geldiğinde davetsiz misafirin kim olduğunu anlamış ama ses çıkarmamıştı. Ne yapabilirdi ki? Bir hafta sonra; Yun gece gündüz doğru düzgün uyumadan kendi odası ve Lucan’ın odası arasında dolaşıp durmuştu. Kız kardeşinin varlığı hakkında kafasında çok fazla soru işareti oluşmuştu. Bir haftanın sonunda güzel olan tek şey Yun için Lucan’ın artık yaşam destek ünitesine ihtiyaç duymamasıydı. Artık kendi başına nefes alabiliyordu. Cihazdan çıkarıldı ilk sabah hava kapalıydı. Ogün kaza olduğu gün gibi yağmur yağıyordu. Sallin odadaydı ve Lucan’ın doktoru ile konuşuyordu. Undera berjere yapışmıştı adeta. Bazı geceler orada sabahlıyordu. Yine aynı şekilde orada oturuyordu. Alıştığı cihaz sesleri yoktu artık. “Bundan sonrasında uyanması için ilaçları durdurduk. Tamamen toparlandı ve artık uyandırmamız gerek.” Dedi. Yun bunu duyunca heyecanlanmıştı. Oturduğu yerden kımıldanmıştı. Doktor ise sitem ederek ona bakmıştı. “Bay Sonoom aynısını sizin için söyleyemiyorum. Dikişleriniz ikinci defa atarsa sorun olacak. O yüzden dinlenmeniz konusunda ısrarcı olacağım.” Yun onu duymazdan gelip geri Lucan’a bakmaya başlamıştı. Doktor onunla mücadele etmekten gerçekten yorulmuştu. Sallin ve doktor dışarı çıktığında doktor endişesini fısıldamaya başlamıştı. “Beynin sinyalleri normal ama endişelerim var Doktor Sallin.” Doktor bunu söylerken elindeki dosyadan tomografi kayıtlarını göstermişti. “Ufak bir olasılık ama duyu bozukluğu olabilir. Motor beyinde oksijen yetersizliği ve kaza sırasında alınan darbe hasar oluşturmuş olabilir. Biraz sonra tekrar ilaçlı tomografiye alacağız.” Sallin usulca başını sallamıştı. “Nörolog olan sizsiniz hocam, durumun ne kadar ciddi olduğunu siz belirleyebilirsiniz.” Doktor başını sallayıp Sallin’in omzuna nazikçe dokunup uzaklaşmıştı. Doktorun endişesi Sallin’i korkutuyordu. Görülemeyen bir hasar olacağı düşüncesi her hastada mümkündü. İyileşme süreci yavaş olduğu için uyku durumundan çıkarılmamıştı. Şimdi buna hazır olduğunu düşünüp yaşam destek ünitesinden çıkarılmıştı. Sallin yüzündeki karamsar ifadeyi silip içeri girmişti. “Undera, sigara içer misin?” bunu sorduğunda Yun ona bakıp başını sallamıştı. Katın acil durum tahliye merdivenlerine çıkmışlardı. Sallin bazı şeyleri onunla konuşmalıydı. Lucan2ın sağlık durumundaki kritik nokta hakkında haber vermeliydiler. “Lucan’ın bedeni tahminimizden yavaş iyileşiyor.” Söze bir doktor olarak girmişti. Yun ona dikkatle bakarken sigarasını yakıp çakmağı ona uzatmıştı. Yağan yağmurun arada etrafa savrulan damaları merdivenlere damlıyordu. Sallin çakmağı alıp cebine koymuştu. “Ama iyileşiyor. Lucan güçlüdür. Çok çabuk toparlanır.” Sallin başını sallamıştı. Sigarasından derin bir soluk alıp konuşmaya başlamıştı. Duman yavaş yavaş ağzından çıkarken kelimeler onu takip ediyordu. “Kaza sırasında kafa tasının ön kısmına sert bir darbe almış. Başta çok dikkat çeken bir durum olmasa da ince bir kanama tespit edildi ameliyattan sonra. Ama sorun bundan daha fazlası olabilir.” Yun elinde sigara dikkatle Sallin’e bakıyordu. “Beyne bir süre oksijen gitmediğinde bazı sinir hücrelerinde kalıcı hasar oluşabilir. Lucan’a ne kadar erken müdahale edilse de bir tuhaflık var. Birazdan onu kontrol etmek için doktorlar götürecek ve sonuca göre hareket edilecek.” Yun bir noktada anlamamıştı. Sakince konuşan Sallin’in yüzüne boş bir ifade ile bakıyordu. “Anlayamadım Bay Sallin. Lucan2ın beyninde nasıl bir sorun var ki?” Sallin sigarasını içerken zaman kazanmaya çalışmıştı. Dumanı yavaşça ince dudakları arasından üflemişti. “Lucan’ın beyin hasarı olabilir ve bu onun yaşamını derinden etkileyebilir. Yürümesini, konuşmasın, belki de hareketlerinin çoğunu.” Tomografide basınca sebep olan bir kitle vardı. Darbe sonucu oluşan ezilmenin ardından sıvı toplanmasının önüne geçmelerine rağmen dikkat çeken bu kitleyi tanımlamaları gerekiyordu. Yun sigarasından çekerken esen rüzgarla titremişti. Duman hızlıca üflemişti. “Onun iyi olması için ne yapmam gerekir?” Mantıklı düşünmeye zorluyordu kendini. Sallin gülümseyip onun omzuna elini koymuştu. Omzundaki elin ağırlığını hissederek basamağa oturmuştu. “Elimizden bir şey gelmez. Doktor arkadaşlarım çok yeteneklidir.” Yun başını sallayıp ona ikram edilen sigarayı süngerine kadar uzun uzun içmişti. İçeri geri döndüğünde çoktan Lucan tomografi için götürülmüştü. Yun’un odasına gitmesini ve gelecek olan hemşirenin ona vereceği ilaçları içmesini tembihlemişti Sallin. Yun için saatler günler gibi geliyordu. Lucan’ın tekrar kata çıkarılması için beklerken katta dolaşmaya başlamıştı. Bacağı kırılmış adam taburcu edilmişti. Odası boştu ve katta genelde kimse yoktu. Korumalardan birinden sigara isteyip iki defa acil çıkış merdivenlerinde zaman geçirmişti. Öğleden sonra saat dört gibi Lucan’ın kata çıkarıldığını odasında televizyon izlerken öğrenmişti. Ona haber veren koruma kısa boylu yaralı yüzlü olandı. “Bay Sonoom, Bay Cianordo odasına getirildi.” Yun bunu duyduğunda hemen oturduğu yerden fırlamıştı. Adamdan önce odadan fırlayıp üç oda geçtikten sonra hemen içeri girmek için kapının koluna asıldığı sırada kapı açılmış ve hemşireyle neredeyse çarpışacaktı. Kadına bakıp yol vermek için kenarı çekilmişti. İçeride Sallin vardı. Ve sürekli onlarla ilgilenen diğer doktor. Yun hemen içeri doğru girmişti. Lucan yarı oturur konumdaydı. Solunum maskesi yüzündeydi. Doktorla ciddi bir şey konuşuyor gibiydi. Sallin içeri giren Yun’u fark eden ilk kişi olmuştu. Lucan Sallin’in başını çevirdiği yere doğru başını yavaşça çevirince Yun’u görmüştü. Gülümseyerek ona bakınca Yun hızlı adımlarla yatağın yanına doğru gelmişti. Ne yapacağını bilemeden ona bakarken Lucan uzanıp onun elini tutmuştu. “Merhaba güzelim.” Bunu söylediğinde yun yüzü kızarmış halde ona bakıp kalmıştı. Lucan ona iltifat ederdi. Ama sık sık yapmazdı bunu. Bir anda ona güzelim dediğinde irkilmiş ve utanmıştı. Yavaş nefes alıyordu. Hala halsiz duruyordu. Yun onun tekrar yüzüne bakıp gülümsemişti. Lucan ise ona yanına oturmasını işaret etmişti. Yun yatağın köşesine oturup onun iğnelerden delik deşik olmuş elini iki eliyle sıkıca tutmuştu. “Her şey yolunda mı?” bunu sorarken gözleri Sallin’e dönmüştü. Sallin başını sallayıp ellerini ceplerine sokmuştu. “Evet, Lucan’ın son sonuçlarına baktılar ve durumu gayet iyi. Sandığımız gibi ciddi bir hasar yok. Sadece keskin bir baş ağrısı olacak bir süre.” Yun onay ister gibi Lucan’a bakmıştı. Lucan başıyla bunu onaylamıştı. Doktor ve Sallin odadan çıkmaya karar verdiğinde doktor bu sefer Yun’u uyarmaktan kendini alı koymadı. “Hem kendini hem de onu yorma. Dikişlerin atarsa seni bu sefer narkozsuz dikecekler.” Bunu söylemiş ve hızlıca odadan çıkmıştı. Sallin onlara bakan Yun ve Lucan’a gülümsemişti. El sallayıp çıkmıştı. Yun ikisi kaldığında Lucan’ın yüzüne doğru yaklaşıp suratına yakından bakmış ve derin bir nefes verip gözlerini kapatmıştı. “Sana güzelim dediğim için bana sinirlenmedin mi?” Yun ona iltifat etmeye kalkıştığında Lucan’ı sustururdu. Yun onun elini yavaşça bırakmıştı. “Öleceğini sandım. Günlerdir parmağın bile oynamadı.” Lucan onun endişeli solgun ve hala morartı olan yüzüne bakmıştı. Gülümserken solunum maskesinin buğulu yüzeyinin altından dişleri parlıyordu. “O kadar kolay değil. Ölmek için henüz çok erken hele ki…” Yun ona bakıyordu. Lucan bir an için duraksamıştı. Diyeceği şeyin tedirginliği ile Yun’un suratını karış karış taramıştı. Ona onu sevdiğini söylemeye çalışırsa engel olmasına alışıktı. Bir şey bahane edip hemen ondan uzaklaşırdı. Şimdi uzaklaşmasından korkmuştu. İç çekmişti. “Senin çok iyi uyumadığını söylediler. İyileşmeden kendini çok zorlamışsın. Doktorları dinlememişsin bile.” Lucan hemen olayı ona çevirmişti. Yun ise ona şaşkınlıkla bakıyordu. Ne diyeceğini bilememişti. “Şimdi daha dikkatli olman gerek. Yaralanmış olmana rağmen laf dinlemeyip insanları endişelendirmişsin.” Lucan onu azarlarken Yun birden oturduğu yerden doğrulup ona doğru eğilip sarılmıştı. Lucan başta ne tepki vereceğini bilememişti. Susup kalmıştı. “Sana bir şey olacak diye çok korktum.” Yun bunu söylediğinde onu kablolardan kurtulmuş olan koluyla sarmıştı. Bir süre öyle durmuşlardı. Lucan ağrıyla kasılınca Yun hemen geri çekilmişti. “Endişelenme.” Demişti Lucan onun tekrardan yaklaşmasını sağlamak için canı yanmıyormuş gibi gülümsemişti. “Ufak yaralar beni deviremez.” Yun onun yanına oturup terliklerini çıkarıp ayaklarını uzatmıştı. “Ben gerçekten öldün sandım.” “Bir an için bende öldüğümü düşündüm.” Yun onun elini tutup karşıdaki kapalı ekrana gözlerini dikmişti. “Endişelenmek çok korkunç bir şey. Seni sürekli endişelendiriyorum ve bunun ne kadar acı verdiğini şimdi anlıyorum.” Lucan onun elini sıkıca tutmuştu. Yun için ilk endişelendiğinde panik atak geçirdiği zamandı. Henüz tanışalı çok olmamıştı. Ama araları iyiydi ve sık sık beraber kahvaltıya denk geliyorlardı. Bir sabah Yun’un banyodan çıkıp hemen odasına girdiğini görmüştü. Sendeleyip duvara çarpıp odaya koştuğunu görünce hemen kontrol etmeye gitmişti. O zamanlar onun tam olarak neler yaşadığını bilmiyordu. Neden korkularının fazla olduğunu, anksiyete ve travmalarla boğuştuğunu anlamıyordu. Nefes alamaz şekilde onu yorganın altına girmiş titrerken bulmuştu. Korku içinde ağlıyordu. Eliyle sıkıca kesilmiş olan bacağına bastırıyordu. Tetikleyici şey kanayan bacağıydı. Ufak bir kesikti ama onu korkutup kendini kaybetmesine iten çok şeyi hatırlatmıştı. Sakinleştiğinde ise bu durum için sadece özür dileyip utanca boğulmuştu. Yaralanmaktan korkuyordu. Acıyı hissetmese bile yaralandığında panik atak geçiriyordu. Lucan onun gerçekten nasıl odluğunu bilmek istiyordu. Kaçtığı şeylere boğulup duruyordu. “Yun…” yanına oturan genç yüzünü ona dönmüştü. Hava yastığının morarttığı yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Gülümseyerek ona bakmıştı. Ufak tebessüm Lucan’ı rahatlatmıştı. İyi gibiydi. Elleri sıcaktı ve gülümsüyordu. “Ne oldu?” Lucan ona bakıp kalınca bir şey olduğunu düşünüp hemen ciddiyetle bu soruyu sormuştu ve eklemişti, “Bir yerin mi ağrıyor?” Lucan yorgunca gözlerini kapatmıştı. “Yo hayır, sadece benimle uyur musun diye soracaktım.” Demişti. Yun bunu duyunca rahatlamıştı. İkisi bu yatağa rahatça sığamazdı. Lucan’ı daraltmak istemiyordu. İyileşmesi için dinlenmesi gerekiyordu. Yine de onun yanında kalmak istiyordu. Başını sallayıp geriye doğru yaslanmıştı. Marcho Lucan uyandığında onları ziyaret etmeyi planlamıştı. Undera’nın ondan pek hoşlanmadığının farkındaydı. Açıkçası onun nasıl olduğunu Juspep ve Sallin’den sık sık sorup öğrenmişti. Sabahtan akşama kadar ofiste toplantı üstüne toplantı olmuştu. Üçüncü bölge ofisi ortalığı karıştırmak için merkez ofisi Marcho’nun üstüne kışkırtıyordu. Merkezle ciddi restleşmesine rağmen Beyaz Yılanlar lideri Marcho’nun açıkça örgütten ayrılmasını istemiyordu. Bu durumun nasıl büyük bir sıkıntıya neden olacağını aklı başındaki herkes bilebilirdi. Marcho’nun çok defa görüşmeleri geri çevirmesinin ardından bugün ofise Liderin vasisi sayılan oğlu gelmişti. Luna’nın nişanlısı olarak bilinen bu kişi Büyük hanımın yetiştirmesi olduğu için Marcho onu kırmayacaktı. “Kayıp bilgisayar diye götleri yırtıldı.” Bunu söylerken toparlanan Marcho’ya bakıyordu büyük patronun oğlu Sehon. Sehon her zaman Marcho ev ekibine hayranlığını dile getirmekten çekinmemişti. Onların çalışmalarını destekler ve takdir ederdi. Elindeki dolma kalemle oynarken Marcho’yu kışkırtmaya çalışıyordu. “Bilgisayarın içinde olanlar duyduğuma göre çok sağlam para edecekmiş. Onu bulduğun için mi örgütten ayrılmak ve ofisini bölme kararı aldın?” Marcho durup karşısında kaşlarının altında yorgun ela gözleri parlayan adama bakmıştı. Toz değmemiş takım elbisesi içinde otuzlarının sonunda bir adamdan daha çok acı içinde yaşlanmış birisi var gibi duruyordu. Luna’nın ölümünden bu yana cidden fazlasıyla yıpranmış ve toparlanmak için çaba bile sarf etmemişti. “Onu bulduğumda satmayacağım. Aksine satılmasını istemem. En azından dostluğumuza zarar gelmemesi için bunu yaparım.” Sehon onun ne demek istediğini anlamamıştı. Marcho ise ceketini getiren adamına bakıp dışarı çıkmasını işaret etmişti. Kapı kapandığında Marcho koltuğa doğru yürümüştü. “O bilgisayar Luna’ya aitti. İçinde olan şeyler büyük adamların küçük çüklerini nasıl kullandığını gösteren kayıtlar. İçlerinde değerli Luna’da var. Bu yüzden o bilgisayarı bulduğumda önce gerçekten harcanmaya değer mi diye düşüneceğim.” Sehon buz gibi olmuştu. Bilgisayarın kime ait olduğunu Marcho ve ekibi dışında Kimliksizler biliyordu. Yılanlara ve polise bu bilgi hiç ulaşmamıştı. Sehon oturduğu yerden fırlamıştı. “Ne demek bu?” Marcho ona bakıp eliyle saçlarını geriye doğru çekiştirmişti. “Bunu sana söylemek için çok erken. Şimdi hasta ziyaretine gidiyorum. Gelmek ister misin?” Sehon onu ikna etmekten çok babası git dediği için bugün ofise gelmişti. Daha çok odada oturup eski dostu ile içip biraz konuşmuştu. Marcho’nun kalp krizi hakkında, son zamanlarda neler olduğuna dair edilen sohbet artık sona ermeliydi. Sehon ise bunu hemen bitirmek istemiyordu. Hemen ayağa kalkmıştı. “Geliyorum, ne cehenneme gidiyorsun bilelim.” Demişti. Marcho ile aynı arabaya binmek istemiş ve kendi adamlarını ofiste bırakmıştı. “Topal Pep sana eskisi kadar eşlik etmiyor gibi.” Arabayı Pep’in en sağdık adamı olan Sounder kullanıyordu. Marcho Sehon’a bakıp iç çekmişti. “Kendine göre işleri var. Adamlarım olsalar da onlar benim ekibimim beyni ve asları. Tek başıma bu kadarını yapamazdım.” Sehon onun bu düşüncesini takdir ediyordu. Geleneksel yöntemlerden uzak olan tarzını seviyordu. “Pep’in manitası geri ekibe mi döndü?” Walha ile ikisinin ilişkisini bilecek kadar onlara yakın ama kimse anlamayacak kadar uzak dururdu Sehon. Marcho başını sallamıştı. “Can sıkıcı şeyler öğrendik ve Walha’nın geri dönmesinin iyi olacağına karar verdik. Babanın nişanlımı ve doğmamış çocuğumu öldürdüğü gerçeği gibi.” Sehon sigara paketini çıkarıp bir dal almış ve Marcho2ya ikram etmişti. “Babam pisliğin teki. Her haltı ondan beklerim. Bir gün birisi gelip gırtlağını keserse kesinlikle neden diye sormayacağım birisi. Katlyn için gerçekten üzgünüm. O dönemlerde merkeze yaklaştırılmıyordum burada olsaydım…” Marcho yaktığı çakmağı ona doğru uzatınca susmuş ve sigarasını yakmıştı. Hastaneye geldiklerinde ana girişte inmişlerdi. Bekleyen adamlar Sehon’u görünce önce paniklemişti. Sonra selam verip hemen diğerlerine hazır olmaları için mesaj göndermişti. “Bu ziyaret ettiğimi kişi senin şu zincirleme kazayı yapan adamlar mı?” imalı şekilde ona soru sorarken asansör gelmiş ve binmişlerdi. İki adam onlara eşlik için asansöre binmişti yanlarında. “Öyle de diyebilirsin ama birisini çok iyi tanıyorsun.” Sehon ne diyeceğini bilemeden ona bakmıştı. “Kim?” “Undera Sonoom, Luna’nın kardeşi.” Sehon şaşkınlıkla kalmıştı. Marcho onun omzuna vurup gülmüştü. “Onu öldürdüğü gerçeğini bilmene rağmen onu yaşattığına göre ziyarete gelmen sorun olmaz ha?” demişti. Asansör durduğunda inmişlerdi. Adamlar panikle katta hemen asansör girişinde selam vermek için eğilmişlerdi. “Bu kazada o da mı vardı?” Sehon bunu sorduğunda Marcho başını sallamıştı. “Evet, hatta babanı batırmam için bana belgelerin hepsini o verdi. Sizden nefret ettiğinden o kadar eminim ki seni görünce sevinecektir kesin.” Kısa boylu yüzü yaralı adam odanın oraya yaklaşan Marcho ve Sehon’u görünce saygıyla eğilip geri doğrulmuştu. “Efendim hoş geldiniz.” Marcho gülümsemişti. “Çocukların durumu nasıl?” demişti. Adam Sehon’u tekrar başıyla selamlamıştı. “Bay Cianordo hayati tehlikeyi atlattı ve uyandırıldı ama Bay Sonoom ile beraberler. İkiside güvende ve sağlıklı.” Marcho bunu duyunca kapıyı açmasını söylemişti. Adam kapıyı tıklayıp açmıştı. Işık otomatik yanmıştı. Hava çoktan kararmıştı. Kış geliyordu ve günler kısalıyordu. Lucan uyanıktı. Hemen yanında yatağın içine kıvrılıp ona sarılmış olan Yun ise uyuyordu. Lucan onları görünce hemen işaret parmağını dudağına götürmüştü. Marcho olduğu yerde durmuştu. Lucan yavaşça yataktan sıyrılmış ve serum takılı olan iğneyi çıkarıp terlikleri ayağına geçirip dışarıyı işaret etmişti. Marcho onun gösterdiği kapıya doğru yürümüş ve Sehon da istemsizce dışarı çıkmıştı. Lucan dikkatlice kapıyı kapatıp gülümseyip elini uzatmıştı. “Merhaba Bay Kammes.” Demişti Marcho onun elini sıkıp gülümsemişti. “Seni iyi gördüm Lucan.” Lucan başını sallamıştı. “Yun uzun süredir uykusuzmuş. Uyansın istemedim. Davranışım için kusuruma bakmayın. Bay Sallin onun iki defa panik atak geçirdiğini söyledi. Uykusuzluk paranoyaya ve daha çok atağa sebep oluyor.” Marcho anlayışla başını sallamıştı. “Sorun değil.” Hemen kattaki dinlenme odasına geçmişlerdi. Sehon Marcho’nun dengi olmayan ama oldukça rahat davranan genci baştan aşağı süzmüştü. Sağlam hırpalanmıştı. Lucan acı çekmesine rağmen dimdik oturmayı tercihe diyordu. Dinlenme odasında oturduklarında Marcho Sehon’u tanıştırmak istemişti. “Bu arada Lucan bu Sehon, Örgütün gelecekteki lideri. Aynı zamanda Luna’nın nişanlısıydı.” Demişti. Lucan ne diyeceğini bilemeden öylece kalmıştı. “Efendim Luna abla çok değerli birisiydi. Ölümü için çok üzgünüm.” Sehon onun Luna’ya abla demesiyle irkilip şaşırmıştı. “Onu tanır mıydın?” demişti. Lucan bir süre duraksamış ve Marcho ona rahat olabileceğini söyleyince başını sallamıştı. “Ara sıra bizim evimize gelirdi. Kardeşini görmek için uğrardı. Bazen akşam yemekleri için. Yun ile araları çok iyi değildi ama o sık sık arardı.” Sehon kafası karışmış halde ona bakmıştı. “Yun dediğin kişi Undera Sonoom mu?” Bunu sorarken bir sigara yakmıştı. Lucan başını sallayınca Sehon yüzünü buruşturmuştu. “O Luna’yı öldürdü ama onun uykusu bölünecek diye endişe ediyorsun ha?” Lucan bunu duyunca gerilmişti. Açıkçası ondan daha kaba ve daha sağlıklı olan bu adamla kavga edecek halde değildi. “Luna onu seviyordu ve onu korumak için çok risk aldı ama o kaltak gelip onu öldürdü ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmesi için Luna’ya söz verdim.” Lucan ona bakarken kaşları çatılmıştı. “Bay Sehon, Luna sizin için çok değerli olabilir ama ikisi arasındaki süreçte ilişkilerinde neyin ne kadar doğru olduğunu bilmeden böyle konuşmamalısınız.” Sehon ona bakıp alaycı şekilde gülmüştü. “Luna onun hayatının kurtulması için elinden geleni yaptı. Kendini ne kadar pisliğe buladıysa o küçük kaltak yüzünden oldu.” Lucan ona bakıp kaşları çatık halde sert bir sesle konuşmuştu. “Madem bu kadar çok şey biliyordunuz neden gücünüzü kullanıp Luna ve onu bataktan çekip almadınız da şimdi Luna’nın cefakâr oluşuyla kendinizi teselli ediyorsunuz?” Sehon elindeki sigarayı birden bükmüştü. Yumruğu içindeki sigara etini yakarken dişleri gıcırdamıştı. Marcho Sehon’a bakıp gülmüştü. “Çocuk haklı ha?” derken gülümsüyordu. Sehon sinirlerini yatıştırmak için derin bir nefes almıştı. “Luna ile tanıştığımda onu zaten o bataklıktan çekip aldım velet. Bilmeden konuşma.” Lucan başını sallamıştı. “Yun ise o bataklıktan kendi bedelini ödeyerek çıktı. O yüzden iki kardeşin arasındaki hesabı biz bilemeyiz. Bu yüzden kimseyi suçlamayın. Kimin haklı olduğuna karar verecek kadar temiz ve dengeli bir teraziniz olduğunu düşünmüyorum.” Marcho bunu duyunca keyifle gülmüştü. “Gördün mü? Seni sana karşı dik dik bakarak yargılayacak kadar cesur. Bu çocuğu seviyorum çünkü arkasını asla düşünmüyor. Onu burada öldürüp öldürmeyeceğini umursamıyor.” Lucan ve Sehon Marcho’ya bakıyordu. Marcho ise gülümseyip keyifle konuşmaya devam etmişti. “Üçümüzün ortak noktası aynı beyler. Sevdiği kişileri sonuna kadar koruyacak kadar gözü karayız. Ben başaramadım ve sende Sehon başaramadın. Ama bu çocuk Undera Sonoom’u korumaya yemin etmiş durumda. Herkesin korkudan tir tir titrediği bizleri sırf sevdiği uyanacak diye odadan sessizce çıkardı. Sen baban odaya Luna uyurken girse ona çıkmasın söyleyemezsin ama o baban gelse ona sessizce çıkmasını söyler gerekirse bunu yaptırmak için güç kullanır. Farkı anlıyor musun?” Sehon başını usulca sallamıştı. Lucan ne olduğunu anlamadan öylece bakıyordu. “Anlat bakalım Lucan bu kaza nasıl oldu. Bizim çocuklara Sonoom bir şey anlatmamış.” Lucan bir süre düşünmüştü. “Aslında başta yola çıktığımızda durumdan haberimiz yoktu. Buluşma noktasına varacak kadar benzinimiz yoktu. Onların biz durduğumuzda avantajda olmasını istemedim. Arkadan bize çarpsalardı çok hasar almazdık. Ama onlar baya hasar alırdı. Arabalarının ön kasası içeri çökse bile biraz sersemlerlerdi. Ama planladığım gibi olmadı. İki araba birden diğer şeritten hızla yaklaştı ve direksiyon fırlayınca şeridi delip geçtik. Sonrasında adamlardan birisi arabadan çıktı. Ateş edecekti. Engelledim ama diğer adam vurdu beni.” Elini kapatılmış yarasına doğru götürmüştü. “Kurşun kalbimi ve ciğerimi delmiş ama önemli değil.” Marcho ona bakıp elini şakağına dayamıştı. “Sallin burada bir sorun olduğunu söyledi.” Lucan birden ona bakıp buz gibi olmuştu. “Bay Kammes bunu öğrenmemeniz gerekirdi.” Marcho ona bakıp kaşlarını çatmıştı. Öne doğru eğilmişti. “Ne zaman öğrendin?” Lucan yutkunmuştu. “Polis akademisi sınavına girmeden önce sağlık raporu almam gerekiyordu. O zaman fark ettiler.” Marcho ona bakıyordu. Düşünceliydi. “Sınava girmene engel olmayacak kadar ciddi değil yani ama yine de…” “Belli bir ilaç düzenim var. Aslında kontrole gelecektim ailemin yanından dönünce ama kaza olunca.” Marcho ona bakıp hüzünlü bir ifadeyle gülümsemişti. “Akıllı ilaç tedavisini senin dışında kimse ile paylaşılmaması için hastaneye özel durum belitmişsin. Sonoom’a söylemeyecek miydin?” Lucan başını iki yana sallamıştı. “Hala bilmiyor. Bilmesinde. Yun bunu bilememeli. Yeterince şeyle uğraşıyor. Hasta olduğumu duymak onu strese sokacaktır.” Derin bir sessizlik olmuştu. Sehon başını usulca sallamıştı. “İlla ki ilaçların ve hastane kontrollerin seni ele verecektir.” Lucan ona bakmıştı. “İlaçları uyku düzenleyici ve destek için aldığımı sanıyor. Doktorum bana urun çok büyük olmadığını ve düzenli kontrol edilirse hızla toparlayacağını söyledi.” Sehon onun beynindeki urun tehlikeli olduğunun farkında olmadığını düşünerek atılmıştı. “Bu hastalıkta stres çok büyük bir etken değil mi? Bizim dünyada stresten çok bir şey yok.” Lucan geriye yaslanıp derin bir nefes almak istemişti ama ciğerindeki yırtık buna müsaade etmemişti. “Bay Kammes Yun’u bu işlere bulaştırmamanız için tekrar yalvarmam gerekirse bunu yaparım.” Marcho ona bakıyordu. Yüzündeki belirsiz ifade yüzünden Lucan tepki veremiyordu. Marcho ağzını açtığı sırada kapı ardına kadar hızla açılmıştı. Yun kapıda dikilmiş onlara dehşet içinde bakıyordu. “Ondan ne istiyorsunuz?” bunu sorarken Sehon ile göz göze gelmişti. Kalbinin hızlanan sesi ellerini uyuşturuyordu. Lucan onun büyüyen göz bebeklerini simsiyah gözlerinde ayırt edebiliyordu. “Yun, sadece sohbet ediyoruz.” Lucan ayağa kalkmak için koltuğun kenarından tutunmuş ve zorla da olsa kalkmıştı. Yun ise konuşmak için kendini zorlarken yutkunmaya çabalıyordu. “O…Onlara …” Lucan onun görüşünü kesip gülümsemişti. “Bay Kammes ve Bay Sehon sadece geçmiş olsun demek için burada. Sakinleş ve düzgün nefes al.” Yun ona bakıyordu. Bir adım kapıdan içeri adım atıp çekingen şekilde ona bakmıştı. Ardından hemen arkada oturan Marcho’ya bakmıştı. “Ben birden uyandım ve seni göremeyince bir şey oldu sandım. Yüzü yaralı olan adama da boş yere mi vurdum?” kapıdan içeri giren adam eliyle başını tutuyordu. Paspas sopası ile kafasına vurup onu etkisiz hale getirdiğine inanmıştı. Arbede çıkarıp ortalığı birbirine katmaması için adam onun kapıyı açmasına izin vermişti. Diğer elindeki paspas sopasını kenarı doğru atmıştı. “Şey… neyse ne… ben gidiyorum o zaman…” demiş ve arkasını döndüğü sırada Marcho ona seslenmişti. “Sonoom, gel otur.” Yun bunu duyunca olduğu yerde kalmıştı. Sehon ile aynı yerde kalmak istemiyordu. O adama karşı tuhaf bir hisse kapılıyordu. “Undera gel otur.” Demişti Sehon’da. Yun kapıda bir süre durmuş ve sonra içeri girmişti. Sehon ona bakıyordu. Kafası biraz karışmıştı. “Eskisinden farklı gözüküyorsun.” Yun bunu duyunca bir şey dememişti. Marcho ise ona bakıp elini göğsüne koymuştu. “Memelerini aldırdı.” Sehon onun alaycı tonunu anlamıştı. “Onun erkek olduğunu biliyorum. Dediğim şey o değil.” Demişti. Sehon onun erkek olduğunu ve kimlik değiştirdiğini bilen kişilerdendi. Kadın gibi giyinip gezdiğini biliyordu. “Ama gerçek adının Yun olduğunu bilmiyordum.” Yun ona böyle seslenmesinden çok rahatsız olmuştu. Oturduğu yerde hemen yanında oturan Lucan’ın pijamasının kenarını tutmuştu. Sehon ona bakıyordu. O gördüğü yırtıcı Undera yoktu. Ufalmıştı eskisinden daha zayıf ve perişandı sanki. “Luna benim ablamdı. Onu öldürmekten başka çarem yoktu.” Sehon bunu duyunca dalgınlığından kurtulmuş ve ayağa kalkmıştı. “Onun hakkında konuşma. Geçmiş olsun.” Demişti. Kapıdan usulca çıkıp gitmişti. Marcho onun gidişi ile durgunlaşmıştı. “En çok merak ettiğim şey onu neden öldürdüğünü. Çok düşünüyorum ama aslında cevap bulamıyorum. Sehon’da bir cevap bulamıyor.” Yun sessizleşmişti. Başını öne doğru eğmişti. “Ondan sadece nefret ettim çünkü. Bu gün Undera’dan nasıl nefret ettiysem öyle…” Marcho başını usulca sallamıştı. “İnsanın nefreti bir neden olamaz. Özellikle senin gibi zeki birisi için. Yorgun görünüyorsunuz. Kendinizi toparladığınızda tekrar görüşelim. Bu sefer adamlarımın kafasında sopa kırmamaya çalış Sonoom.” Demiş ve ayağa kalkmıştı. Lucan ayağa kalkıp Marcho’yu selamlamıştı. Arabaya bindiğinde Sehon orada sessizce oturuyordu. “Bizim eserimiz. Yun ve onun gibiler. Kat, Luna… Hepsi bizim eserimiz. Karşı karşıya kalınca insan neden diye soruyor ama cevap bulamıyor değil mi? Medya, basın, hukuk, hükümet, askerler, para, güç he şey bizim elimizde ama şuna bak… Bir sorunun cevabını bulamıyoruz. Neden ölmek zorundaydılar? Onları koruyacak kadar güçlü değiliz çünkü Sehon. Biz itaat edip birilerini doyuracak kadar güçlüyüz.” Sehon elini alnına doğru götürmüştü. “Planın ne peki?” “Bir planım var ama bu çok belirsiz. Tek bir şey var… O da birilerini koruyacak kadar güçlü müyüz test edeceğiz kendimizi…” Sehon gülüp başını sallamıştı. “O herifi bu yüzden mi bana gösterdin. Onun gibi mi olmamız gerek?” Marcho telefonunu açıp ona bir video göstermişti. Bir adam vardı kadrajda. Sandalyeye bağlıydı. “Bu herif kim biliyor musun? Babanın sol taşağındaki kıl sayısını bilen adam.” Örgüt genel sekreteri olduğunu yamultulmuş suratından anlamak zordu. Marcho gülüp ekranı kapatmıştı. “Walha onu bir depoya çekti ve tırnaklarından başlayıp yavaş yavaş kendine oluşturduğu zırhı sökmeye başladı. Kat’in tecavüze uğramasına neden olan pislik bu. Ona tecavüz eden pisliğe onu götüren, gözünün yaşına, karnındaki çocuğa acımayan oydu. Luna’nın bu adam hakkında bana sunduğu belgeler seni baştan çıkarır.” Sehon ona bakıyordu. “Neden bunu şimdi gösteriyorsun?” “Çünkü örgütten ayrılmayacağım, örgütü ele geçireceğim. Babanın başını götüne dikeceğim.” “Benim onun yerine geçmemi bekliyorsan destekçileri buna izin vermez.” Marcho keyifle gülmüştü. “İzin verecekler hatta seni destekleyecekler. Daha fazla Luna ya da kat olmaması için biraz adım atmalısın Sehon. O zaman cevap bulursun.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.