Kimliksiz: Ölüm - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




11   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   13 


           
“Canın acıyor mu?” oturduğu yerden elindeki kanlı bezleri bırakıp kalkmıştı. Karşısında koltuğa uzanmış olan kız ise bir süre ona dikili gözleri öyle durmuştu. “Ağrı kesici bulmam lazım. Bir süre kıpırdamadan yat. Haber verdin mi ona?” demiş ve masada duran çantasını almıştı. Kadın koltuğun kenarından tutup doğrulmuştu.
“Verdim. Ama asıl soru beni kimin vurduğu!” Bir saat önce vurulmuştu. Kaçamasaydı diğerleri gibi ölecekti. Kaçmak onu kurtarmış olsada çok fazla şey kaybetmişti.
“Bilmem. Belki de artık herkese güvenmemen gerektiğini bilmelisin.” Kenarda duran televizyon kumandasını koltuğa doğru atmıştı.
“Ölüm gelene kadar kımıldama. Ölüm derken mecaz yapmıyorum.” Demiş ve çıkmıştı. Organ kaçakçılığı ile uğraşan bu tıp fakültesi terk olan adam birkaç yıldır sürekli bu ekiple çalışıyordu. Yaralılar geliyor, cesetler gelip gidiyordu. Onlarla uğraşırken biraz olsun bu tuhaf ekibi tanımaya başlamıştı.
“Cesetleri nereden buluyorsunuz?” onlara bu soruyu sorduğunda şu an bodrumda kanaması olan kadın alay eder gibi cevap vermişti.
“İşe yaramaz olanları öldürüyoruz ve işe yarar hale getiriyoruz.” Gerçekten de bunu yapıyorlardı. Kimsenin bilmediği garip bir organizasyonlardı. Birkaç kolu ve birden fazla lideri vardı. “Beyaz Yılanlar bunu öğrenirse bizi öldürürler. Onların adamlarını mı avlıyorsunuz?” Gelen cesetlerde aynı dövmeyi gördükçe soruları artmış ama ceset sayısı aynı hızda gelmeye devam ediyordu.
“Güçleri yeterse!” Kadın çok zekiydi. Hırslı ve dikkatliydi. Bugüne kadar hiç hata yapmamıştı. Şimdi ise Ölüm denilen ekibi saldırıya uğramıştı. Kimse hayatta kalıp esir düşemezdi. Ya kaçacaklardı ya kendilerini vuracaklardı. Adam bu korkunç organizasyonun büyük sponsorları olduğunu biliyordu. Şantaj yaptığı çok fazla politikacı ve örgüt üyesi vardı. Ağrı kesici alıp geri döndüğünde ürpermişti. İçeride birkaç kişi daha vardı.
“Bütün verilere ulaşamadan sildik.” Durduğu ilk şey bu olmuştu. İki kişiyi daha önce de görmüştü. Genç ufak tefek bir kız vardı. Küt siyah saçları arasında mavi bir tutam dikkat çekiyordu. Ona Mavi kuş diyorlardı. Diğer uzun boylu esmer adam ise ‘ölüm’ olarak adlandırılan ekibin başındaki kişiydi. Kimsenin kod adı dışında adını bilmiyordu. Oluşan bu organizasyonun liderlerinden sadece bu kadını tanıyordu. Diğer kişiler hakkında hiç bilgisi yoktu.
“Mavi Yılan’ın bilgisayarını bulamıyoruz. Ona ulaşmak ve bilgisayarı almak için çok fazla yol denedik ama sınırlarımıza ulaşmak üzereyiz.” Kadın dişlerini sıkıp iç çekmişti.
“Onu öldüren kişiyi takip ediyor musunuz?” Mavi kuş başını sallamıştı.
“Evet ama korunuyor. Çok fazla yaklaşamıyoruz. Ayrıca telefon ve diğer cihazlardan takip etsek bile ona ulaşmak çok zor. Bloke ediliyoruz.” Kadın bunu duyunca yüzünü buruşturmuştu.
“Bu boka bizi sen ve mavi yılan soktu. O ölüp kaçtı. Sende beni bundan sonra zarara uğratırsan bu oyun biter. Birkaç güne o çocuğu burada istiyorum. Bana istediğimi vermezse artık senin korumanda biter.” Mavi kuş başını eğip dışarı çıkmıştı. Kadın ağrıyan yarasını ovuşturmuştu. “Gözünü ondan ayırma. Hayatta kalmasını sağla demiş ve Ölüm’ü göndermişti. Organ kaçakçılığı yapan adam dikildiği yerden onlara bakıyordu.
“Aldın mı ağrı kesici bana?” demiş ve depodan dönen adam göz ucuyla bakmıştı. Sert ve disiplinli olması ile bilinen bu kadınında canın yandığını görmek ona bir tanrı heykelinin çatlaması hissi veriyordu. Başını sallayıp ona ağrı kesicilerini vermişti. Birkaç gün önce en sağlam ortakları en büyük düşmanları ile tekrar barışmış ve onlarla çalışma konusunu tekrar düşüneceğini söylemişti.
“Erkeklere hiç güvenmedim. Hep iç güdüleri ile hareket edip başıma bela oldu.” Demişti. Adam biraz olsun olaylara hakimdi. “Kızıl saçlı adam seni sattığı için hepimize aynı yaftayı yapıştırma.” Kadın gülmüştü. “Bu ne ilk ne de son. Hep aynısı oluyor. Eski dostları ile yaptığı ittifak benim koruması altında olan bölgelerimi tehdit ediyor. Şu başımıza gelene baksana.” Adam göz ucu ile ona bakmıştı.
“O zaman güvenmişsin. Ona güvenmesen bu kadar çok hasar almazdın.” Kadın bunu duyunca gülmüştü.
“Güvendim. Zeki olmayan güçlü erkeklere hep güvenirim.” Bilgisayarla uğraşan kız ayağa kalkmıştı. Yüzündeki gözlükler gözlerini daha büyük gösteriyordu.
“Arama yapmaya hazırız.” Demiş ve masadan telefonu alıp kadına uzatmıştı. Telefonda aranan kişi Walha’nın ta kendisiydi. Bölgelerdeki korumaların neden geri çekildiğini sormak istiyordu.
“Hanımefendi!” diye açılmıştı telefon. Kadın doğrulup telefonu kulağına götürmüştü.
“Orospuluk yapmaya başladığın gün seni öldüreceğimi söylemiştim hatırlar mısın?” Walha buna kahkaha ile cevap vermişti.
“Bu düşünceye sebep olan şeyi bana söylemek ister misin? Kadın gözlerini devirmişti.
“Bölgendeki korumalarını geri çekmişsin. Beyaz Yılanlar laboratuvarlarıma giriyor ve adamlarımı katlediyor.” Walha bunu duyunca şaşırmamıştı.
“Doğru, adamlarımı çekmek zorunda kaldım çünkü tehdit altında olan tek kişi siz değilsiniz. Marcho ile yaptığım anlaşma çete içinde bazı kişiler tarafından beğenilmedi ve geri çekilenler benim emrimde olmayanlardır.” Kadın bunu duyunca birkaç saniye düşünmüştü. Tek kaşı kalkıp açık yeşil gözleri parlamıştı.  
“İktidarsızlık ha?” Walha’nın kahkahası telefonun dışına taşmıştı. “Birkaç saate orada olurum. Bazı şeyleri konuşmamız gerek.” Demiş ve telefonu kapatmıştı. Dediğini yapıp tam iki saat sonra bodrumdaki ameliyathane olarak kullanılan yere gelmişti. İlk defa gelmiyordu buraya. Ama bu sefer yalnız değildi. Yanında topallayan ve topallığı ile adını bile söylemeye gerek kalmadan tanına Juspep vardı. Kadın Juspep’e karşı Walha’nın en kadar itaatkâr olduğunu biliyordu. Walha’nın tek zayıf noktasının o olduğunu bilecek kadar geçmişine hakimdi.
“Kammes grubunu temsilen buradayım.” Juspep’in ilk lafı bu olmuştu. Kadın kenarda duran gömleği omuzlarına atıp doğrulmuştu. Walha etrafa bakıp ekşi kokuyla burnunu tıkamıştı.
“Marcho Kammes’in adına buradaysan ona Luna Sonoom’un bilgisayarını bize teslim ederse aramızdaki dostluğun pekişebileceğini iletmen yeterli. Başka da bir şey konuşmayacağım.” Demiş ve Koltuğun kenarından destek alıp ayağa kalkmıştı. Walha’nın tam karşısında durmuş ona bir süre bakıp sertçe bir tokadı suratına indirmişti.
“Kaç adam öldü?” demişti. Walha tepki vermeden ona bakıyordu. Kadın sinirle kaşlarını çatmıştı.
“Hepsinin kafası çalışıyordu. Silah tutmasa bile en güçlü silahı yaratan adamlardı onlar. Kaç insan öldü biliyor musun?” demişti. Walha iç çekmişti. “Yirmi altı, Walha! Tam yirmi altı insan, beyni çalışan ve senin adamlarından daha işlevsel kişi öldü.” Walha başını sallamıştı.
“İki gündür çete içinde gerçekleşen kavgalarda dört yüze yakın insan yaralandı. Kimi ağır, kimi hafif. Otuz adam öldü. Hepsi ailesi olan adamlardı. Bunun için sana ben hesap soruyor muyum?” Kadın ona bakıyordu. Walha bu kadına sonsuz bir saygı duyuyordu. Zeki ve birçok kişiyi parmağına dolamış güçlü bir kadındı. “Soramazsın Walha. Çünkü sen önce düşman dediğin sonra dostum diye tanıttığın Beyaz Yılanlar ile tekrar el sıkıştın. Şimdi bana Marcho Kammes ile el sıkıştığını söyleyeceksin ama fark etmez Bedenine bu damga işlemiş herkes eninde sonunda Beyaz Yılandır.” İşaret parmağını Walha’nın sağ göğsüne doğru bastırmıştı. Orada Beyaz Yılan damgası vardı. Juspep kadının yanına doğru yaklaşmıştı.
“Yeşil Yılanda eskiden Beyaz değil miydi?” kadın bunu duyunca irkilmiş ve ona bakmıştı. Juspep sakince gülümsemişti. “İçerdeki kargaşayı bastırmaya çabalarken Walha sizin için sağladığı güvenliği aksattı. Bu şu an ne kadar konuşursak konuşalım telafi edilmesi zor bir durum. Ama tekrarının olmaması için sizinle konuşmaya geldik.” Dedi.  Kadın onu dinlemeye karar vermişti. Beyaz Yılanlarda zeki adamlar sık rastlanılır bir şey değildi. Juspep bu konuda nadir bir örnek olabilirdi.  Yaşanılan şeyler hakkında çok fazla konuşulacak şey olduğunu düşünüyordu kadın. Juspep ise onun aksine kısaca durumu belirtmek istiyordu.
“Marcho Kammes’in çetesi son bir aydır Beyaz Yılanlardan bağımsız şekilde hareket etmek için örgütleniyor. Walha ile olan anlaşmazlığımızı bitirdik ve aynı amaç için hareket edeceğiz. Bu süreç içinde sizin de ortak bir amacınız olduğunu düşündük. İstediğiniz kadar size maddi destek olabiliriz. Bunun karşılığında bilgi konusunda bizimle paylaşım yapmanızı istiyoruz.” Kadın karşısında oturan Juspep’e bir süre bakmış ve başını aşağı doğru eğmişti.
“Bu ortak amacımız neymiş çok merak ediyorum.” Dedi. Juspep amaçlarının ortak olmasına dair en net şeyi biliyordu. Beyaz yılanların liderine duyulan nefret.
“Beyaz Yılanların ortadan kalkması.” Walha bunu söylediğinde kadın başını kaldırıp ona bakmış ve gülmeye başlamıştı.
“Bunun gerçekleşmesi için sizin de ölmeniz gerek. İnanın bu iş için ortak olmayı tercih edeceğim son grup Kammes’in grubu olur. Her birinizin geçmişte yaptıkları ileride ayak bağı olmaya başlayınca ölmenizden başka çaremiz kalmayacak.” Juspep kadının onlar hakkında ne kadar fazla ayrıntı bildiğini tahmin ediyordu. “Mesela sen Topal Juspep. Genel evlerin kralı olarak anıldığın zamanların üstünden çok geçmedi. Tertemiz ve doğru için savaşan adamlarmış gibi gözükmeye çalışmayın. Organ kaçakçılığını yapan sözde diplomalı yılan. Ve silah kaçakçılığında bir numara olan Walha. Sizleri organize eden büyük abiniz Marcho. Bunlar hafifletilmiş suçlar değil. Çalıştırdığın genel evlerde kaç kişinin öldürüldüğünü, kaç insanın ölmek için uğraştığını, kabuslar içinde çırpındığını biliyor musun?” Juspep geçmişi ile gurur duymuyordu. Yaptıklarını inkâr edecek kadar da aptal değildi. Ona en büyük tokadı Undera Sonoom atmıştı bile. Merkez genel evinde büyüyen bir çocuk olduğunu ve çalıştırıldığını bildiğinden beri yeterince şey rahatsız edici hale gelmişti.
“Luna Sonoom’un senin elinden kaç kızı kurtardığını duysan aklını kaçırırsın.” Kadın bir anlık kibirle bunu söylemiş ve derin bir sessizlik olmuştu. Juspep ise yarım kalan laflardan nefret ederdi.
“Ne demek bu?” demişti. Kadın dudaklarını kaşımıştı. Eskiden Beyaz Yılanlara çalışan sadık birisiydi. Şimdi karşısında onun gibi geçmişinin günahları ile yüzleşmeye başlayan kişiler olduğunu kabul etmeye karar vermişti.
“Luna Sonoom benim içerideki ilk elim kolum olmuştu. Büyük hanımın korumalığını yaptığım zamanlarda merkez genel eve sık sık uğrardım ve paraları alırdık. O zamanlar Luna Sonoom ile tanıştım ve bana bilgi vermesi karşılığında onun için bazı kızların kaçmasına yardım ettim.” Juspep derin bir düşünceye dalmıştı. Büyük hanım dediği kişiyi anımsamıştı. Örgüt liderinin ilk karısıydı. İhanet ettiği gerekçesi ile boğularak öldürülen hanım efendiyi herkes tanırdı. Vicdanlıydı ve hiç çocuğu olmadığı için birçok çocuğu himayesine almış bir kadındı. Nasıl bir ihanet olduğu asla açıklanmamıştı. Marcho o kadına büyük bir saygı duyardı ve cenazesinde yer almıştı. Juspep biraz daha derine inmek istiyordu.
“Luna Sonoom ile Büyük Hanım tanışıyor muydu?” demişti. Yeşil Yılan başını sallamıştı. “Luna Sonoom’u çok severdi hanım efendi. Onunla sık sık görüşürdü. Luna çok akıllı bir kızdı. Hanım efendi onu üniversiteye kaydettirdi ve okumasını sağladı. Luna onun üvey oğlu için ideal bir gelindi. Büyük oğlanın evlenmesini istedikleri seçili bir adaydı.” Juspep’in birden aklı karışmıştı.
“Ama asil aileden olan bir fahişe ile evlenemezdi.”
“Bu önemli değildi. Luna ve ikisinin nişanı yapılmıştı. Hanım efendi beyefendinin bütün karşı çıkışlarına rağmen bu nişana müsaade edip Luna Sonoom’u genel evden çıkartmıştı.” Dedi. Juspep’in aklı daha da karışmıştı. Luna uyuşturucu bağımlısı bir hayat kadınıydı. Nasıl olurda asıl aileden birisi ile nişanlı olabilirdi ki… Undera Sonoom onu öldürmüş ve bunu yaparken onu kurtardığını söylemişti. Kafası karışmıştı. Sorular arttıkça eli saçlarına doğru tırmanmıştı. “Onun aptal erkek kardeşi onu bir defa bile dinlemeden sürekli suçladı ve Luna en sonunda daha fazla dayanamadı. Hastalık zaten onu yeterince yormuştu. Ölümü erken oldu ama acısı son buldu. Keşke son gününde kardeşine neden bunu yaptığını anlatabilseydi. O aptal sadece bencilce hayatta kalmak için bütün planları mahvetti.” Demişti kadın. Juspep kaşları çatılmış ona bakıyordu.
“Undera Sonoom’un onu öldürdüğü doğru yani.”
“Değil. O korkak birsini öldürmeyi bırak ölünün gözlerine bile bakamaz. Hep korkak ve gözü yaşlı olmuştur. Luna’nın onun için nelere direndiğini görmeden bencilce onu suçlayıp kaçtı.” Juspep’in kafası daha çok karışmıştı. Birden bildiği hikâye alt üst olmuştu. Kadın onlara bakarken Juspep onun çok dışına çıkmaya karar vermişti.
“Burada kilit noktamız Luna Sonoom, buna dayanarak size bir soru sormak istiyorum.” Demişti. Kadının Luna Sonoom’a duyduğu hayranlığı anlıyordu. “Sor tabi.” Demişti kadın bir sigara yakıp gerginliğini bastırmaya çabalarken. Juspep acele etmiyordu konuşmakta. Onun ne kadar sinsi olduğunu duymuştu kadın. Marcho Grubu örgüt içindeyken adını sık duyduğu bir ekipti. Juspep’i Walha’dan defalarca dinlemişti. Soruları her zaman istediği cevabı almak üzerine yöneltilirdi.
“Yun Sonoom’un ablası olan Luna neden öldü?” Kadın bu soru karşısında derin bir iç çekmişti.
“Çok uzun cevabı var bunun.” Demişti. Juspep oturduğu yere yerleşmişti.
“Bunun için zamanım var.” Kadın onu baştan aşağı süzmüştü.
“Luna örgüt içindeki birçok kişiyi tanırdı. Onu tanıyan kişi sayısı azdı ama o herkesi tanırdı. Haklarında her şeyi bilirdi. Dedikoduları asla es geçmezdi. Hanım efendi onun bu yeteneğini fark edince koruması altına aldı. Büyük hanım canı çok yanmış bir kadındı. İlk kez hamile kaldığında kocası olacak o pislik onu dövmüş ve çocuğunu hatta rahmini kaybetmişti. Bir kadının öfkesini hafife almamalısınız. Hanım efendi kinini içine gömdü ve ince ince işlerken karşısına Luna çıktı. Luna örgütteki herkesten ve her şeyden nefret ediyordu. Çok aklı yerinde değildi. Uyuşturucular onu hissiz yapmış olsada herkesten daha kurnazdı. Yüzü çok masumdu. Hanım efendi büyük oğlu ile onu sık sık bir araya getirtip Luna’nın kucağına bıraktı onu. Kadınlar erkekleri her zaman yola getirir. Bazen anneler evlatlarını bazen eşler kocalarını… Luna artık varisin kulağına üfleyen bir cadıydı ve hanım efendiye çalışıyordu. İkisinin de çıkarları ortaktı. Hanım efendi öldürüldüğü gün ise bu işleri devam ettirmeye biz karar verdik. Ben dışarıdan, Luna içeriden devam edecektik. Bizi hafife alan bu erkekleri yerle bir edecekti. Ne var ki işler istediğimiz gibi gitmedi. Birileri dışarı bilgi sızdırmıştı. Luna’nın erkek kardeşini ölmüş olarak gösteriyorduk ama nasıl olduysa onun izini bulmuşlardı. Luna onu defalarca korumak için boyun eğmiş olsada sonunda işler bir çıkmaza gelmişti. Luna’nın bir seçim yapması gerekiyordu. Ya kendi hayatı ya da kardeşinin hayatı.” Juspep ona bakıyordu. “Bu çıkmaza onu ne sürükledi de Yun’un ölümü ile kendi ölümü arasında kaldı?” Kadın iç çekmişti.
“Yun Sonoom daha önce birçok kez sorun çıkartmıştı. Bir adamı öldürdü. Üçüncü bölge yönetiminde yer alan birisini. Aslında bilerek yapmadı. Onu kiralayan birisiydi ve onu defalarca can havli ile bıçaklayıp öldürdü. Adam yönetimdeki başkanlardan birisiymiş. Bu durumda büyük hanım Undera Sonoom kimliğini verip Yun Sonoom’u öldürdü. Hanım efendi ölünce birileri onu eşyaları arasında bazı notlar bulmuş. Yun’a ulaşıp onu birkaç defa sorgulamışlar. Luna ise sonradan kardeşini korumak için ortaya atıldı. Orası çok karmaşık. Luna bana pek bir şey anlatmazdı. Ama kardeşinden öğrenebilirsiniz. Sandığınızdan daha çok şey biliyor o sinsi tilki.” Demişti.  Juspep kafasındaki soru işaretlerine bu kadının cevap bulamayacağını biliyordu.
“Bilgisayar vardı, onu bulursanız birçok sorunun cevabına ulaşırsınız. Bir de bu ortaklık mevzusunu Marcho Kammes ile yüz yüze konuşmadan benden cevap beklemeyin.” Demişti. Walha ile oradan ayrıldıklarında Juspep sadece bilgisayarı düşünüyordu. Bu kayıp bilgisayar neredeyse onu bulmaları gerekiyordu. Undera’nın yerini bildiğini düşünmeden edemiyordu.
“Hala tuhaf değil mi?” Walha direksiyondaydı. Dalgın Juspep’e yönelttiği soruyu ilgisini çekince açmaya karar vermişti.
“Özgür ve sıradan yaşamına dönmek için ablasının uğruna hayatını ortaya koyduğu bilgileri öylece size vermesi garip değil mi?” Juspep bu davranışı hep tuhaf bulmuştu. Hayatını güvenceye alacak olan o kadar çok bilgi varken nasıl hemen onları salıp gitmişti.
“Güven vermiyor. Onun gerçekten kim olduğunu merak ediyorum.” Demişti. Undera Sonoom’un yalancılıkta çok iyi olduğunu Sallin ilk seferinde fark etmiş olsada bunu hayatta kalmak için edindiği bir beceri olarak yorumlamıştı.
“Ablasının ne işle meşgul olduğunu aslında biliyor olmalı. Buna rağmen onun hayatını almaya gidecek bir yol izlemesi şaşırtıcı.” Demişti. Walha ani bir frenle durmuştu. Yollarını kesen motosikletten inen kişiye bakıyorlardı. Kaskını çıkarıp onlara doğru yürüyen kız tıpkı Undera’ya benziyordu. Kısa küt saçları ve kadınsı vücuduna rağmen yüzü birebir Undera’nın yüzü ile aynıydı. Walha silahına davranmıştı. Juspep onun elinin üstüne elini koyup durdurmuştu. Kız camı açmalarını işaret edip Juspep’in olduğu tarafa doğru yürümüştü.
“Kardeşimi bu gece öldürecekler. Onu korumanız için size ne kadar para vermem gerek?” Juspep ve Walha ona şaşkınlık içinde bakıp kalmıştı. Kız elindeki çantayı içeri doğru uzatmıştı. “Yun’u öldürmek için güneye adam yolluyorlar. Onu korumanız için bu yeterli mi?” sorusuna yine cevap alamayınca kız kaşları çatılmış halde ona bakmıştı.
“Bilgi ister misiniz?”
O gün güneye gerçekten suikastçılar gitmişti. Juspep ne olur ne olmaz diye Undera ve Lucan’ı izlemesi için iki adam göndermişti. Adamların dediği ile kızın verdiği bilgi uyuşuyordu. Undera Sonoom’un peşinde birileri vardı. Onu öldürmek için orada olduklarından emin olduğunda Undera Sonoom’un güvenliği için merkeze getirilmesini emretmişti. Lucan’a durumu söylemiş ve dönmeleri gerektiğini söylemişti. Aynı günün akşamı Undera ve Lucan hemen kasabadan ayrılmak için toparlanmaya başlamışlardı. Miko onlara yardım etmek için oradaydı.
“Annenle konuştun?” demişti Miko onların çantalarını arabaya taşımaya yardım ederken. Lucan’ın ailesi ile arasının hep açık olduğunu biliyordu.
“Annemle vedalaştım. Acil işimiz olmasaydı daha uzun kalırdım biliyorsun.” Demişti. Miko gülümsemişti. Onları alamaya gelen adamların silahlı ve tehlikeli tipler olduğunu görünce soracak çok sorusu vardı ama susmuştu.
“Tekrar gelirsin. Ben hep buralardayım. Düğünüme gelirsin en kötü.” Demişti. Undera yanlarından elindeki bavulu taşıyarak geçerken Miko durup ona bir süre bakmıştı.
“Başınız belada mı?” diye fısıldamadan duramamıştı. Lucan yüzü asık ve huzursuz olan Undera’ya bakıyordu. Adamların eşyalarına dokunmasına izin vermiyordu. 
“Yo hayır. Undera onlardan hazzetmiyor sadece. Pek sevmiyor insanları.” Demişti. Adamlar ise Undera’ya yardım etme konusunda ısrarcıydı.
“Undera’nın akrabaları zengin olmalı.” Demişti Miko. İkisinin ortak yalanı bu kişilerin Undera’nın akrabası olduğuydu. Akıllarına gelen en iyi yalan buydu.
“Sayılır.” Demişti Lucan. Arkadaşı ile vedalaşmak için sarıldığında sıradan hayatının bittiğini hissetmişti. Arasına binmiş ev onlara eşlik edecek olan arabadan önce yola koyulmuştu. Undera arabada yüzü asık oturuyordu. Canı sıkkın olduğunda huzursuzca yerinde kıpırdanıp dururdu.
“Eve dönüyor olmak seni mutlu etmeli.” Demişti. Undera iç çekip radyoyu açmıştı.
“Tatilini mahvettiğim halde güler yüzlü olmana gerek yok.” Demişti. Lucan unu hiç düşünmemişti. Birkaç saat sonra çalan telefon yan koltukta oturan ve yola dalmış olan Undera’yı sıçratmıştı. Juspep’in aradığını görünce açmıştı.
“Merhaba Bay Juspep.” Demişti. Sesi uykuluydu. Juspep ise onun aksine endişeli ve gergindi.
“Undera neredesiniz?” derken telaşlı sesi gür çıkıyordu.
“Yoldayız. Geri dönmemizi söyleyip adam gönderdiniz. Bizde yola çıktık.” Demişti. Juspep birkaç saniye düşünmüştü.
“Peki… Şimdi sakince beni dinle. Lucan’a da dinlet.” Demişti. Undera telefonu hoparlöre almıştı. “Sizi alması için gönderdiğim adamlarımız ölmüş. Onları buldular. Sizi alanlar her kimse bizim adamımız değil. Onlarla yarı arabalarda mı geliyorsunuz?” Lucan ev Undera birbirlerine bakıyordu.
“Evet…” demişti Lucan. Juspep derin bir nefes vermişti.
“Onları atlatmanız gerekiyor. Merkeze varmadan sizi öldürecekler. İlk mola yeriniz neresi?” demişti. Lucan gün doğmaya yakın bir istasyona varmayı planlamıştı. Arabaya benzin alacaktı.
“Benzinlik var bir saatlik mesafede. Orada duracağız.” Lucan hızlı düşünmeye çabalıyordu.
“Durmamanız gererek. Merkeze kadar mola vermeden…”
“Mümkün değil Bay Juspep. Yeteri kadar benzinimiz yok.” Demişti Lucan onun lafını bölüp. Lucan bunu duyunca bir süre duraksamış ve düşünmeye başlamıştı.
“Yola çıkan ekip size doğru geliyor. Telefonun açık olsun. Konumunuzu saptayıp size ulaşmaya çalışacağız. O zamana kadar mümkün olduğunca hareket halinde aynı rota olun.” Demişti. Lucan onun dediklerini yapmaktan başka çözüm bulamamıştı. Arabayı sürmeye devam ederken oluşan gerginlikte ikiside konuşmadan sadece yolu izliyordu. Açık telefon arabanın ön camının orada torpidonun üstünde duruyordu. Undera gözün yoldan arada bir ayırıp ona bakıyordu arada bir. Çok ciddi duruyordu. Kaşları çatılmış, gözleri kaşlarının altında parlıyordu.
“Korkma…” Bunu söylerken vitesin üstündeki eli uzanıp Undera’nın elini tutmuştu. “Seni sağ salim oraya ulaştıracağım. Sakın korkma.” Undera onun eline bakıp parmaklarını dolamıştı. Güvenebileceği tek kişinin bu hayatta Lucan olduğu gerçeği karşısında duruyordu. Onun zamanında başına gelenleri biliyordu, ne kadar kötü olduğunu, kötü şeyler yaptığını her şeyi biliyordu ama elini sıkıca tutmaktan vaz geçmiyordu. Yol boyu aynı hızda yağmurun altında araba sürerken o eli sıkıca tutmuştu. Göstergedeki ibre yavaş yavaş kırmızı ışığa doğru yaklaşırken benzin bitmeye başlamıştı. Lucan ne kadar kaldığını bilmiyordu ama durmaya başlayacaklardı. Bir şekilde bu olaydan Undera’nın zarar görmesinin önüne geçmeliydi.  Undera’nın açtığı emniyet kemerine bakıp sakince konuşmaya başlamıştı.
“Kemerini tak, biraz sonra bir kaza olacak. Kontrollü bir kaza. Hızlanacağım. Onlarda hızlanacak…” Undera ona bakıyordu. Lucan direksiyonu tek eliyle tutarken uzanıp kemeri yakalamış ve takmıştı.
“Koltuğunu geriye doğru çek! Boyunluğunu indir. Başın zarar görmemesi için dizlerini yukarı çekip ellerini dizlerine yaslamanı istiyorum.” Undera koltuğunu geriye çekmiş ve dizlerini yukarı doğru çekerken arabanın hız göstergesi artmaya başlamıştı. Lucan ona kısacık bir bakış atıp gülümsemişti.
“Kaza olduğunda hemen arabadan çıkıp yolun dışına koşmalısın. Onların seni göremeyeceği bir yerde dur. Bay Juspep kazayı görür ve bizi arar. Onlar gelene kadar saklanman gerek.” Dedi. Undera ona şaşkınlıkla bakıyordu. “Peki sen Lucan?” Lucan gülümsemiş ve eğilip birden arabanın altındaki silahı çıkarmıştı.
“Endişelenme, Bay Juspep bir şeyler olur diye hazırlıklı olmamı söylemişti. Ne olursa olsun sana dokunmalarına izin vermeyeceğim.” Undera onun elindeki silaha bakıyordu. Kabzasına işlenmiş yılan deseninden silahın sahibinin kim olduğunu anlıyordu. Marcho Kammes’in adamlarına verilen silah hep damgalı olurdu. Bir çeşit imza olarak sadece onun ekibi kullanırdı bu silahları.  
Undera tam bacaklarını indirecekken Lucan elini uzatıp onun öyle kalmasını söylemişti. “Sakin ol. Bana bir şey olmayacak. Şu an mantıklı kararlar almamız lazım Yun!” Arkadaki araba ona yetişmek için hızlanıyordu. Frenlere asıldığında iki arabada kayacaktı. Islak zeminde ikisinin de kaymama ihtimali yoktu. Lucan gazdan ayağını sadece birkaç saniyeliğine çektiğinde Undera’ya bakıp gülümsemiş ve frenlere asılmıştı. Araba acı bir fren sesi çıkarıp tekerleri ıslak zeminde sürterek durmak için çırpınırken arkadan gelen araba frenlere geç asılmış ve öndeki arabaya doğru neredeyse hızını düşürmeden çarptığında ikiside kaygan asfaltta savrulmuştu. Planlarında olmayan ise yan şeritten gelen iki arabanında kazaya karışması olmuştu. Kayan iki araç birbirine girmiş ve savrulurken Lucan gelen arabalardan kaçınmak için direksiyonu en kadar çevirse de burun buruna diğer araçlarla çarpışmıştı. Undera savrulmuştu ve birden gözüne parlayan far ışıkları patlayan hava yastıkları tarafından kesilmişti. Yüzüne sert bir yumruk yemiş gibi geriye doğru savurulurken dördüncü bir arabanın acı fren sesi ile araba tekrar savrulup yan devrilmişti. Undera öne savrulmasını ve konsola çarpmasını engelleyen yastıktan kurtulduktan sonra yana doğru kaydığını fark etmişti. Araba yan yatmış ve o havada asılı kalmıştı. Lucan hala kendindeydi. Hava yastığının sert kumaşını eliyle itip düşen silahı tekrar almak için etrafa bakınmıştı. Arabaların durmak bilmeyen korna sesi ve yağmurun sesi başında derin bir ağrı oluşturuyordu. Silahı bulup kemerini çözdüğünde Undera onun yüzünü görmüştü. Lucan uzanıp onu kontrol etmek istemişti.
“Yaralandın mı?” Ufak tefek patlayan camın oluşturduğu sıyrıklar ve yüzüne şiddetle çarpan hava yastığının kanattığı burun dışında ciddi bir şeyi yoktu. Lucan doğrulmak için çabalıyordu.
“Kemerini çözebilecek misin?” Undera onu tutan kemerin çekiştirme yüzünden açılmadığını anlamıştı. Lucan hemen arabadan çıkmaları gerektiğini söylemiş ve kapıyı iteklemeyi demesini istemişti. Undera ayağıyla arabanın bir köşesinden destek alıp doğrulmuştu. Kapıyı iteklediğinde kapı açılıyordu. Tüm gücüyle iteklemiş ve açmıştı. O anda içeri yağmur damaları dolmaya başlamıştı. Undera kemeri açmak için uğraşırken Lucan ayağıyla zemine yapışmış olan kapıdan destek alıp doğrulmuştu. Onu belinden kavrayıp kemere binen yük azalsın diye sıkıca yukarı doğru kaldırmıştı. Undera kemerden kurtulunca Lucan onu dışarı doğru iteklemiş ve Undera arabadan başını çıkarınca iki arabanın ortasında sıkıştıklarını gördü. Devrilen bir araba ters dönmüştü. Diğeri ise onu ileri doğru itekleyip arakasında vurmuştu. Onları takip eden araç arabayı sürüklemek istercesine arkasına doğru yapışıp öne doğru sıyırmıştı bagajı.
Undera ters devrilen araca bakıp ne yapacağını bilemeden öylece kalmıştı.
“Hayattasınız! Elini uzat!” birisi ona doğru yaklaşmıştı. Yaralı olan kadın onlara doğru yürürken onların inmesine yardımcı olmaları için kocasına sesleniyordu. Undera’nın inmesi için adam yardım etmiş ve daha sonra Lucan çıkmıştı. Lucan çıkarken beline taktığı silahın ağırlığını ve soğukluğunu hissediyordu. Ters dönen arabadan çıkan çift ve arka arabada sıkışmış olan bir adam vardı. Çiftin göz kulak olduğu ufak bir kız çocuğu vardı ve babası için ağlıyordu. Lucan kemen onların arkasında perişan olan arabaya doğru yürümeden önce korku içindeki Undera’nın gerçekten iyi olup olmadığından emin olmak için yanan farın oraya çekmişti onu. O anda karnında bir kesik olduğunu görmüştü. Sadece o değil, kadında bunu fark etmişti. Undera kan dolmuş kıyafetine bakıp elini oraya doğru koyduğunda keskin camı hissetmişti.
“Sakın çıkarma onu.” Kadın hemen onun oturmasını istemişti. Ayakta durmamalıydı. Ambulansı ve yardım için polisi aradıklarını söylemişti. Lucan ise Juspep ve adamlarının daha önce geleceğinden emindi.
“Bay Juspep burada olacak! Korkmana gerek yok.” Undera acıyı hissetmiyordu. Sadece kanı gördüğünde rengi bir anlığına solmuştu. Onu kuru bir yere oturtmak için çabalayan kadın şemsiye bulup onun başında beklemeye başlayınca Lucan elini beline atmıştı. Ama o daha silahını çıkaramadan bir bağırtı gelmişti.
“Sizi pislikler!” adamın çığırtkan sesi korna sesinin durması ile artmıştı. Undera yolun kenarında otururken küçük kızda onun şemsiyesinin altına sığınmıştı. Şerit demirini parçalayıp geçmişlerdi ve şimdi karşı şeritteydiler. Sıkışmış olan adamın başında kadının kocası vardı. Lucan onun elindeki gümüş kaplamalı silahı fark etmişti. Birilerinin yaralanmaması için onu uzaklaştırması gerekiyordu. Adamın kafası yarılmış ev akan kan yüzünü kızıla boyamıştı.
“KAÇMANIZA…” Lucan silahını çıkarıp ona doğrultmuştu. Namluya sürülen kurşunun çıkardığı tık sesi yağmurda yankılanmıştı sanki. Undera korku ile doğrulmuştu. Küçük kızı ve kadını arkasına almıştı. Lucan ise gözünü adamdan ayırmıyordu.
“O oyuncaktan korkmam ben!” adam Lucan’ın elindekini tehdit olarak görmediğini söylerken kendi silahını ona doğrultmuş ve ileri doğru sallanarak bir adım atmıştı. O sırada Lucan onun bir adım daha gelmesine izin vermemek için silahı ateşlediğinde gecede ses patlamış ve kurşun asfalta saplanırken boş kovan zemine düşmüştü. Adam olduğu yerde kalmış ve Lucan’ın arkasındakiler yerinden sıçramıştı.
“Oyuncak değil seni aptal piç.” Demişti Lucan ikinci defa kurşun kovana sürülürken sesi boğan keskin sesiyle.  Adam ona bakıyordu. Kafasından akan kan hem görüşünü boğuyor hemde dengesini bozuyordu. Lucan ona bakarken yaklaşan arabaların yağmurda çıkardığı sesi duymaya başlamıştı.
“Bitti.” Demişti adamın baktığı yöne bakarken araba farkları yağmurlu yolu aydınlatırken.  Adam ona bakıp gülmüştü. “Bitmedi. Yeni başlıyor sizi kancıklar.” Gözleri lucan2ı es geçip onun arkasında dikilen Undera’yı hedef almıştı.
“Sen her şeyi mahvettin. Her şeyi! Bunu ödeyeceksin.” Demiş ve birden silahı ateşlenip kurşun Lucan2ın göğsünü delip geçerken ikinci defa silah patlamıştı. Bu sefer Lucan dikilen adamı alnın ortasından vurmuştu. Yağmurlu yolda fren yağan arabanın farları yolu ve yolun ortasına yığılan iki kişiyi gösterirken Undera ateş eden diğer kişiyi görmüştü. Ateş eden kişi ölen adam değildi. Arabanın içinden çıkan diğer adamdı. İkinci defa silahını ateşlemek için nişan alırken Undera herkese kaçmasını söylemiş ve onun görüşünden çıkmaları için kadınla çocuğu çekiştirip kenarı atmıştı. Kurşun omzuna gelmişti silah sesi yankılanırken. Duran arabadan inen adamlardan birisi ise ağır taramalı bir silahla kaza yapmış arabadan ateş eden arabadaki adama doğru onlarca mermiyi aynı anda ateşlemişti. Araba ve adam delik deşik olurken en başından beri onlara göz kulak olan Sounder yere yığılanLucan2ın yanına doğru koşmuştu. Undera öylece ayakta durmuş etrafa bakıyordu. Küçük kız korku içinde ağlarken diğer arabalardan çıkan adamlar etrafı güvenlik çemberine almaya başlamıştı. Undera öylece durmuş yerde yatan Lucan’a müdahale eden Sounder ve adamlarına bakıyordu. Ambulans seslerini duyuyordu. Gözü bir an için kenarda duran silaha ilişmişti. Gümüş kaplamalı silahı almak için bir iki adım atmış ama korkunç bir acıyla olduğu yere çökmüştü. Kadın korkmuş kızı kolları arasına almış şekilde ona bakıyordu. Arabada sıkışmış adam kızına bağırıyordu. Ambulans sesleri etrafta yoğun bir gürültü oluşturmuştu. Undera bu gürültüde sadece tek bir ses aramıştı. Lucan’ın sesi. O an onun vurulduğunu anımsayıp çöktüğü yerden başını Sounder’ın olduğu tarafa çevirmiş ve doğrulup oraya doğru yürümeye başlamıştı.
“Lucan?” diyordu yürürken. Cevap beklercesine. Kanayan iki yarası vardı. Birisi sağ omzu diğeri ise karnındaki derin kesikti.
“O iyi mi?” Sounder’in omzuna dokunup onu geriye doğru çekiştirmişti. Göğsünün ortasında biriken kan kıyafetlerine doğru yayılmıştı. Lucan gözleri kapalı halde yağmurun altında asfaltta öylece yatıyordu. Siren sesleri Undera’nın sorusunu boğuklaştırmıştı.  Cevap almaya çabalarken elleri uyuşmaya başlamış ve Sounder’in omzundan kayarken bedeni yavaşça acıyı hissetmeye başlamıştı. Cevap alana kadar bilincini açık tutmak için çabalasa da bu pek mümkün değildi.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


11   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   13 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.