Mirasçı - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




137   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   139 


           

##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##

Soru ağzından çıkıp kulaklarından geri girse bile beynine ulaşamıyordu, düşünme yetisini kaybeden Mel sadece hayıflanıyordu. Konutunun girişinde geçirdiği saatler boyunca aynı soruyu binlerce kez sormasına rağmen hâlâ cevabı bulamıyordu.
“Mel, ne zaman geldin?”
Kristin misafirlerinden gözlerini ayırıp camdan bakmasaydı belki sabaha kadar burada kalacak olan genç çocuk, sevgilisinin sesiyle düşünce girdabından çıkmayı başardı.
“Ben, ben bilmiyorum!”
Genç kız koluna girip çekince cansız bir kukla gibi onu takip etti, heybetli gövdesinin içi samanla dolu gibiydi, direnç gösteremiyordu.
“Ne oldu? Kasper ne dedi?”
Marvina’nın gözü onu görmüyordu; saatlerdir süren bekleyişin verdiği gerginliği kısa cümlelerine yansıtırken, sesinin ayarını bilemedi.
“İnkâr etti, tehdit etti!”
Enerjiden yoksun kelimeler ağzından dökülürken Mel’in gözleri sabit bir noktaya bakıyordu, kimsenin olmadığı duvardaki küçük lekeyi izliyordu.
“Bitti, her şey bitti! Memnun musun şimdi? Başımıza gelecek olanların sebebi sensin!”
“Marvina!”
Edgan bağırmadı, adeta kükredi. Bedeninde depolayabildiği doğa enerjisini kattığı haykırışı evin için çınlarken, birkaç cam ayak uyduramayıp tuzla buz oldular.
“Eğer öfke duyuyorsan, bunu düşmanımıza yönelt, dostlarımıza değil. Mel sorduğunda, ona ne yapmak isterse onu yapmasını söyleyen bendim. Şimdi, kendi derdim için başkasını suçlayamam, üç gün sonra kaderimiz neyse onunla yüzleşeceğiz!”
Yüksek sesin yarattığı basınç en sonunda kendinden geçmiş Mel’i uyandırmayı başardı, ölü gözüne benzeyen gözlerinin önündeki koyu gri tabaka hızla dağılıyordu.
“Edgan, düşmanın Hükmetme Aşamasında!”
Mel herkesin bildiğini dile getirirken, aslında arkadaşının son durumunu öğrenmek istiyordu.
“Biliyorum, yoksa bana meydan okuyacak cesareti bulamaz! Biraz daha vaktim olsaydı, sadece birazcık daha!”
“Atılım yapabilir miydin?”
İki göz kapağını yavaşça aşağı indirip birkaç nefes boyunca açmayan Edgan’ın beden dili evet diye bağırıyordu, sıkılı yumruklarının titremesine bakılırsa Hükmetme Aşamasına dediği kadar yakındı.
“Kristin, Marvina, biz dışarı çıkıyoruz! Üç gün içinde geri geleceğiz!”
Neden, nereye diye soramadan, iki genç kızı arkalarında bırakarak konuttan dışarı çıktılar. Mel, pençe benzeri elleriyle Edgan’ı öyle bir yakalamıştı ki yakışıklı gencin peşinden gitmek dışında seçeneği yoktu.
Birinci Sınıf Konut alanından çıkana kadar başka konuşma olmadı ta ki Edgan koşmayı bırakıp arkadaşını da durdurana kadar.
“O geceki mağaraya mı gidiyoruz?”
“Evet, denemek istediğim bir şey var!”
“Bunu yapmak zorunda değildin, biliyorsun!”
“Eğer mağaraya girebilirsen, bu zaten kaderinde var demektir. Sen ve kardeşin Kasper’ in söylediklerini yaşarken elim kolum bağlı oturamam, işin içinde kabahatim olmasa bile yine de bu akşam yapacağımız şeyi yapardık!”
Kısa konuşma sonrası tarafların niyeti netleşti, bu andan itibaren ne soru sormak ne de itiraz etmek vardı. Çöplerin uçuruma yuvarlandığı buruna geldiklerinde, Mel eliyle boşluğu işaret edip konuştu.
“İçeri girmeyi dene!”
Edgan söylenene itiraz etmedi, tam olarak arkadaşının gösterdiği yere doğru ayaklarını sertçe basarak yürüdü. Bir an sonra bambaşka bir yerdeydi, eliyle nemli duvarı kontrol ettiğinde sert kaya parçalarını hissedebiliyordu.
“Yürüyelim, sana lazım olan yer biraz ileride!”
Yakışıklı çocuk arkasını döndü ve Mel’in ileriyi gösteren parmağını gördü. Mel önceliği alıyordu, arkadaşının meraklı bakışlarına aldırmadan hızlanarak birkaç saniyede mağaranın kalbine geldi.
“O nehir, rüya değilmiş! Gerçekten böyle bir yer varmış!”
Belli ki Edgan’ın anıları bölük pörçüktü, tecrübe ettiği hisler gerçekten öte olsa da şimdi gözleriyle görünce inanabiliyordu.
“Evet, o gece beni içine yatırdığın nehir bu ama bizim işimiz şimdilik şu tarafta!”
Yüzünü dönünce, yeşilli kırmızı yapraklara sahip ağaç hışırtılarla Mel’i selamladı, Edgan’ın gözleri bir kat daha büyüyordu.
“Ağacın yanına otur ve ne olursa olsun dayanmaya çalış!”
Edgan denileni yaparken direnmedi, gök mavi elbisesinin eteklerini topladıktan sonra bir adım mesafeye bağdaş kurdu.
“Bu gece, ne yaşanırsa yaşansın ikimizin arasında kalacak! Ne buraya geldiğimiz ne de yapacaklarımı kimse bilmeyecek!”
“Sırrın benimle mezara girecek, emin olabilirsin!”
Derin nefesi ciğerine çeken Edgan, tek seferde dışarı boşalttı ve gelecek olana hazırlanmak için gözleri kapattı. Mel bir elini ağaca, diğer elini arkadaşının sırtına yerleştirdi, bir nefes sonra çevreleri onlarca vahşi hayvan leşiyle çevriliydi.
“Başlıyoruz!”
Edgan söz kendisine söylenmiş gibi başını salladı ama işareti alması gereken ağaç çoktan iş başındaydı. Yerden fırlayan kökleri, bir göz kırpma süresinde bütün leşleri sardı ve bedenlerinde kalan yaşam enerjilerini çekmeye başladı.
Uzun ince hortumları andıran köklerin üzerinde akan enerji boğum boğum ilerlerken, Mel’de gözlerini kapattı. Sol elinden usulca akan kırmızı enerjiyi Edgan’ın sırtından boşaltıyordu.
Açık yeşil enerji iki genci kapsıyordu ama kırmızı enerji sadece Edgan’ın bedeninde yankılanıyordu. Ten rengi yavaş yavaş kızarırken, genç çocuğun ilk acı ibaresi olan ah sesi dudaklarından döküldü. Bu inilti şeklindeki haykırış ilkti ama son olmayacaktı, çıkan sesin şiddeti artarak devam ettiler.
“Ölüyorum!”
Trans halindeki Mel, kulak zarını parçalamak istermiş gibi bedenine giren yakarışla beraber gözlerini açtı ve inanılmaz manzarayı gördü. Etrafa saçtığı leşler tamamen yok olmuşlardı, ne bir kalıntı ne de daha önce burada olduklarına dair delil vardı.
Daha önce böyle şiddetli yok oluşu tecrübe etmeyen Mel, asıl şoku arkadaşına dönünce yaşadı. Edgan’ı çevreleyen yeşil enerji artık yoktu, genç adamın bedeni kızgın demir gibi kor kırmızıydı.
Kıyafetleri belli ki çoktan yanarak kül olmuşlardı ama bu yetmiyordu. Edgan’ın derisi birçok yerden yanıyor, etinden gelen yanık kokusu çiçeklerin aromasını bastırıyordu.
“Dayan dostum! Sık dişini!”
Anadan üryan kalan arkadaşını tek hamlede kavrayan Mel, hiç çekinmeden genç adamı nehrin içine fırlattı, birkaç saniye sonra devasa sis bulutu mağaranın kalbini kaplıyordu.
Eşlik eden çığlıklar, iniltiler ve yakarışlar eşliğinde Edgan bilincini kaybetti, Mel bu anlarda arkadaşını suyun yüzeyinde tutuyordu. Her zaman sakin ve vakur duran Edgan’ın dişleri birbirine vuruyor, akan gözyaşları yanaklarına varmadan buharlaşıyordu.
Kor alevi andıran gencin soğuması saatler aldı, bir yandan da iyileşiyordu ama yaşadığı acının ruhuna kazındığına şüphe yoktu. Bilincini geri kazanan Edgan’ı sığ bölüme yanaştıran Mel büyük adımlarla mağaranın girişine geldi ve etrafı dinlemeye başladı.
Ses yoktu, usulca kafasını uzattı ve ardından bütün bedeni mağaranın dışındaydı. Ufka diktiği gözlerini batan güneşten sakınmak için kıstığında, içeri girdiklerinden beri koca bir günün geçtiğini anladı. Düello için verilen sürenin üçte birini harcamışlardı, geri dönüp bir sonraki aşamaya geçmeliydiler.
“Edgan, güneş batıyor! Nasıl hissediyorsun!”
“Ruhumun yandığını, her bir zerresinin yapma dediğini biliyorum!”
Sürecin acı verici olduğu açıktı, Mel devam kararını ona bırakmak dışında bir şey yapamazdı. Gelişim yolu fedakârlık, acı, irade taşlarıyla örülüydü ve herkes bu yolda kendi başına yürümeliydi.
“Bir kez daha yapalım!”
 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


137   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   139 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.