##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
Müthiş açık arttırmanın üzerinden iki haftalık zaman geçmesine rağmen, Yeşil Gölge Akademisi o günden beri sükseli bir olaya ev sahipliği yapamamıştı. Dövüşçüler, akademinin onlara sağladığı eğitim alanlarında, dövüş meydanlarında ve sıklıkla sokakların ortasında birbirlerine meydan okuyordular. Simya Bölümü öğrencileri bu vahşi tiplerin daha da gelişmesi adına geceleri çalışıp, gündüzleri karanlık odalarında istirahattelerdi. Nedendir bilinmez; ay ışığı eşliğinde yapılan iksirlerin etkinliği, güneş ışığı altında yapılanlara göre bariz şekilde üstündü. Bitki Bölümü belki de akademideki en sakin yerdi; Mel’in başarıları, geride bıraktığı kişilerin hırslanmasını sağlasa da gürültünün çoğu bitki bahçelerinin içinde kalıyordu. Böyle bir günde Mel, sevgilisi Kristin ve akademiye beraber girdiği on genç, Yirminci Bahçeyi terk ederken neşeliydiler. “İnanamıyorum! Sonunda İkinci Ev’e geçebileceğiz!” “Hayal gibi bir şey! On günde, on bahçe!” “Mel, sana inanamıyorum! Nasıl oluyor da bütün bitkileri elinle koymuş gibi buluyorsun?” İri yarı genç çocuk soruya cevap vermedi, hafif bir gülümseme eşliğinde bedenini saran açık yeşil enerjiyi gösterdi. Mel’in bu enerji üzerindeki kontrolü günden güne artıyordu artık istediği an diğerlerinin görmesini sağlayabilme yeteneği vardı. “Gevşemek yok! Yarın hep beraber On Dokuzuncu Bahçe’ye gireceğiz!” Mel’in sözleri bittiğinde hepsinin kafaları bir aşağı bir yukarı sallandı, komutanlarından emir alan askerlere benziyorlardı. Ardından iki gruba ayrılan gençler evlerinin yolunu tuttular; Nalt önderliğindeki on kişi İkinci Sınıf Konutlara, Mel ve Kristin dokuz evden oluşan Birinci Sınıf Konutlarına doğru ilerlediler. Yol uzun, hava güzeldi. Mel, belinden sardığı sevgilisini öpücüklere boğuyordu, genç kızın da buna bir itirazı yoktu, en az sevgilisi kadar istekle karşılık veriyordu. Akşam güneşinin zar zor ısıttığı korunun serin havası yüzlerini vururken, zamanın nasıl geçtiğini anlamaları mümkün değildi. “Ah, Marvina! Bu ne sürpriz!” Kristin, kıvrak bir hareketle Mel’in pençelerinden kurtulduğu gibi konutlarının önünde duran genç kıza doğru koştu. İki kolu hemen Marvina’yı sardı ama yüzü kireç rengine dönmüş kız bu jeste karşılık vermedi. “Edgan, neden bekliyorsunuz? İçeri geçsenize, burası sizin de eviniz sayılır!” Mel gür sesiyle etrafı inletti ama her zaman aynı şekilde karşılık veren arkadaşının ağzını bıçak açmıyordu. “Hayırdır? Ne oldu?” İri yarı genç adam bir kez daha seslendi ve bu kez sorusuna bir cevap aldı. Genç kız öne fırladı, abisi kolunu tutsa da onu durduramayacaktı. “Ne mi oldu? İksiri için bitkileri yakaladığın şerefsiz, abimi düelloya davet etti!” Mel o an durdu, Marvina’dan çektiği gözlerini Edgan’a yöneltince, yüzünün yere dönük olduğu gördü. “Bana söz vermişti. Sizi rahat bırakacaktı!” “Sen de buna inandın öyle mi?” Marvina dayanamadı, iki dizinin üzerine çöktü ve hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kristin yanı başındaydı, genç kızın bedenini sararak ona destek olmaya çalışıyordu. “Mel, üzgünüm. Ne dersem diyeyim, Marvina buraya gelmekten vazgeçmedi!” Hikâyenin mağduru olmasına rağmen Edgan özür diler tonda konuşmayı sürdürüyordu, Mel’in alnında daha önce hiç görünmeyen birkaç damar orta çıktı. “Kristin, sen misafirlere evimize kadar eşlik et. Benim bir yere gitmem lazım!” Ne sevgilisinin ne de arkadaşı Edgan’ın seslenmelerine kulak asmayan Mel, birkaç adım yürüdükten sonra temposunu arttırdı ve en sonunda koşmaya başladı. Sık solumalarına eşlik eden hırıltılar, ciğerlerinin zorlandığını ona söylemeye çalışsa da genç çocuk biraz bile yavaşlamadı. On beş dakika geçmeden, kapısında dört kişinin nöbet tuttuğu iki katlı villanın önündeydi. “Dur! Sen kimsin?” Hızla yaklaşan birinin varlığı aralarında sohbet eden dörtlüyü alarma geçirdi, içlerinden zayıf olanı uzun mızrağını çekerek koşan adama doğrulttu. “Mel, Mel Malcom! Kasper ile görüşmeye geldim!” Yüzlerindeki endişe silinen nöbetçilerin göz kapakları yarıya kadar indi. Dudaklarının yukarı bükülmesinin takip ettiği hareket sonucu, suratlarına alaycı bir ifade yerleşiyordu. “Lord Kasper meşgul. Kimseyi görmek istemiyor!” Mızraklı genç Lord kelimesine öyle bir baskı yaptı ki diğerlerini ağzından çıkaracak nefesi kalmadı, Mel son söylenenleri zar zor duyabildi. “Benim geldiğimi söyleyin. Önemli bir konuyu konuşmam lazım!” “Sağır mısın sen ulan! Bas git, elimizden bir kaza çıkmasın!” Mızraklının arkasında kalan genç kılıcını çekti ve Mel’in gövdesine doğru savurdu. Hızı ve şiddeti bunun sadece korkutma amaçlı olduğunu söylüyordu ama karşısındaki iri yarı genç belli ki böyle anlamamıştı. Mel, yarı yolda yakaladığı kılıca sıkıca asıldı. Bunu beklemeyen kırmızı dövüş kıyafetli genç hızını alamadı ve tökezleyerek Mel’in ayaklarının dibine düştü. Olaylar bir anda yaşandı, arkadaşlarının durumunu gören üçlü silahlarına sıkıca sarılıp savaş duruşu aldılar. “İzin verin gelsin!” Durum dönüşü olmayan bir noktaya sürüklenmek üzereyken, villanın içinden gelen ses gerginliği bıçak gibi kesti. Korumalar öfkeli bakışlarını üzerinden çekmeseler de geçmesi için Mel’e yolu açtılar. Kapıdan girdiğinde yolun iki yanını dolduran Dövüşçü Bölümü öğrencilerini gören Mel, hızını kesmeden giriş kapısına ilerledi. Dört basamaktan oluşan merdiveni aştığı gibi içerdeydi ama o daha ulaşamadan kapı yavaşça açıldı. Buz parçacıklarını taşıyan rüzgâr hücum ettiğinde, Mel’in gözleri dışarı çıkacak kişiyi arıyordu. Yüzüne vuran kristaller, bu uğraşını bırakıp kendini korumaya çalışmasını sağladı. Baharın coşkusunu taşıyan bahçe saniyeler içinde buz kristalleriyle kaplandı. Rengârenk çiçekler, aralarından sürgün veren sarmaşıklar ve hatta gövdesi insan bedeninden kalın olan ağaçların yüzleri, soluk beyaz renge esir düştü. Mel kollarını yüzünden çekince onu gördü, bütün soğuğun kaynağı olan kişi, tam karşısındaydı. “Bu kadar önemli olan neymiş? Söyle bakalım Bitki Bilimci!” Kırmızı dövüş kıyafetinin göğsündeki broşu buz kristaliyle değiştirmiş olan genç çocuk, gösterişli girişinin ardından nihayet konuştu, beyaz teni öncesinden de donuk görünüyordu. “Bana söz vermiştin. Edgan ve kardeşini rahat bırakacaktın!” Kasper, önce Mel’i baştan aşağı süzdü, karşısındaki varlığın ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Ardından kahkahalarla gülmeye başladı; öyle güçlü, öyle candan gülüyordu ki iki nefes geçmeden bahçeyi dolduran diğerleri de ona katıldılar. “Sana mı söz vermişim? Hadi canım, ne zaman olmuş bu?” “Bir hafta önce, evime gelip konuşmak istediğini söylediğinde!” Mel haykırdı ama onlarca insanın kahkahası arasında sesi zar zor duyuluyordu. “Bana bak Bitki Bilimci, iksirimin yapımında kullanılan malzemeleri topladığın için konuşma isteğini kabul ettim ama sen haddini aşıyorsun. O kendini bir bok sanan köylüyü üç gün sonra arenada öyle bir yeneceğim ki bir daha eline kılıç alamayacak. Akşam olduğunda da gözlerinin önünde kardeşine sahip olacağım, hem de defalarca! Seni son kez uyarıyorum! Sen ve sevgilinin sonu da onlar gibi olsun istemiyorsan, ayağımın altından çekil. Yoksa ezer geçerim!” Mel, olduğu yerde dondu kaldı, bedeni alev alev yanıyordu ama kolunu kaldıracak iradesi yoktu. Birkaç kişinin kollarına girip bahçeden atmasını bir yabancı gibi izledi, sanki yere fırlatılan bedenin sahibi kendisi değildi. Üstü başı pisliğe bulanmış bir halde yürüdü. Boş gözlerle etrafı izlerken, ayakları onu Birinci Sınıf Konutu’nun önüne kadar sürükledi. O an kendine geldi, iki eliyle yüzünü kapatırken gözyaşları parmaklarının arasından süzülüp kara toprağa karışıyordu. “Ben ne yaptım böyle?”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.