Murdering Heaven Edge - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




Sonraki Bölüm   2 


           
Bölüm 1: Buzul Alan   Kemik dondurucu kuzey rüzgarı ıslık çalıyor, geniş karları yutuyor ve süpürüyordu.   Binlerce mil uzanan kar ve buzda narin ve solgun bir genç. Deri parçası bir örtüye sarılmış, ileri sendeliyordu, cennet ve dünya arasında kaybolmuştu.   Her adım son derece zor görünüyordu.   Ama o çok kararlı yürüyordu.   Rüzgar yönüne karşı, o sürekli olarak derin ve sığ adımlarla ileri yürüyordu.   Aylardan temmuz ve kavurucu bir yaz olmalıydı.   Ama burada, kaz tüyleri gibi karlar tüm gökyüzünde girdap gibi dönüyordu.   Cennetin ve dünyanın arasında uçsuz bucaksız bir beyazlık.   (Beyazlık) Göz alabildiğince gider, doğu ve batı bilinmez, kuzeyi ve güneyi ayırt etmek olanaksız.   Genç adamın sarıldığı deri parçası örtü aslında siyahtı, ama şimdi asıl rengi fark edilemezdi. Bir kar katmanıyla kaplıydı. Eğer o, sıkça sallasa ve karları silkelese (sarssa) bile başka bir kalın katman çabucak birikirdi.   Genç, on üç ya da on dört yaşlarında görünüyordu. O, uzun ve beyaz cildiyle yakışıklı, büyüleyici bir gençti, deneyimsiz ve masum görünüyordu.   Ama gözleri azimli, parlak ve son derece saftı.   Bu tür gözler nadirdi, özellikle bu tür iğrenç bir ortamda. O küçük bir yersizdi.   “Ölümsüz Gök’ü bulabildiğim sürece, o zaman, dedemin verdiği yadigarı kullanabilirim ve Ölümsüz Gök’ün Yedinci Büyüğü’ne saygılarımı sunabilirim.”  “Yedinci Büyük’ü ziyaret ettikten sonra, bir yeteneğe çalışabilirim, o zaman…”   Delikanlı, buz ve kardan donmuş yüzünü ovaladı ve mırıldandı: “O zaman, ben… babamı ve annemi aramaya gidebilirim!”   “Onları bulduğumda, ‘Bunca yıldır neden bu kadar kalpsiz oldunuz, beni hiç önemsemiyor musunuz?’ diye sormalıyım.”   “Eğer bunca zamandır bana sahip çıkan dedem olmasaydı…”   “Dedem onları aramam için izin vermedi, sadece yeteneklere çalışmama izin verdi, ama ben (öyle) yapmayacağım!”   Delikanlının berrak göz bebeklerinde kararlı bir renk parladı.   “Onları bulmak istiyorum… onlara sormak, doğduğum zaman neden benimle ilgilenmediniz?”   “Onlar bana Chu Mo ismini verdiler, yemin ederim ben onların oğluyum ve bıraktıkları yeşim parçası benim durumumu kanıtlar. Öyleyse neden onlar bana hiç önem göstermedi?”   “Neden ben büyüyene kadar beklemeli, başarılar elde etmeli ve tanınmak için bir yeşim parçasına güvenmeliyim?”   “Bu ne tür bir düşünce?”   “Cennetlerin altında böylesine sorumsuz bir aile var mı?”   “Bir açıklama istemeliyim!”   Chu Mo elini kol yenine uzattı ve bilinçsizce kutusunu hissetti. Annesinden ona kalan yeşim parçası hala orada duruyordu.   Gıcırt, gıcırt…   Botlar karı çiğniyor, arkada ayak izleri kalıyor ve sonra hızlı bir şekilde göğüs üstünden yağan karla gizleniyordu.   Hafif soluklar bile, ıslık çalan rüzgar tarafından örtbas ediliyordu.   Yalnız bir figür, yavaşlamasına rağmen, inatla ileri hareket ediyordu. Her nasılsa, her adımda, durmak bilmeden devam ediyordu.   Chu Mo için bilinmez olan şu zamanda; bir figür, boş gökyüzünde, yüksek hızda, görünmeyen bulutlarda uçuyordu.   O, bir anlığına çok yakından parladı*.(*”flashed” ifadesi kullanılmış. “parlamak” olabileceği gibi, “hızla geçmek” anlamında da kullanılmış olabilir burada.)   Figür tamamen siyah bir cübbe giyiyordu. Yüksek irtifadaki rüzgarlardan dalgalanan* bir ses patladı.(*“fluttering”. Hani rüzgar estiğinde büyük bayraklardan bir ses çıkar ya. İşte öyle bir sesten bahsediyor burada.)   Sanki bir bıçakla oyulmuş kemikli bir yüzü vardı.   Gözleri, bir şahinin şiddetli bir ışık saçan gözleri gibiydi.   Gelişigüzel dökülen şelale gibi saçları, bu kişiye pervasız ve dizginsiz bir his veriyordu.   Bu kişi sadece 30 yaşında görünüyordu. Ancak, cennetlerin altında eşsiz olan bir aura* taşıyordu, gözlerinin kenarlarından küçümsemeyle bakıyordu.(*TDK sözlüğünde “aura” diye bir sözcük yok.)   Ama onun yüzü, bir renk izi olmaksızın, son derece soluktu.   Bu kişi göz açıp kapayıncaya kadar kar boyunca hızlandı ve zemin boyunca sendeleyen Chu Mo’nun olduğu yerden beş kilometre uzakta görünüyordu.   Adam havada olmasına rağmen siyah bir cübbe giymişti ve deneyimsiz genç Chu Mo’yla aynı gökyüzünün altındaydı, onlar iki farklı dünyanın insanlarıydılar.   Orada normal şartlar altında bu iki insan arasında kesişim olmazdı.   Ama siyah giysiler giymiş bu adam, farkında olmadan aşağı baktıktan sonra aniden durdu.   Öylece, ıssız gökyüzünde durdu, bedenini döndürdü ve buzun beş kilometre ötesine gözlerini dikip baktı.   Kalın bulutlar ve gökyüzünü dolduran kar, onun şiddetli gözlerine engel olamadı. Onun bakışı doğrudan delikanlının üzerine düştü.   “Ah?”   Adam kaşlarını çattı, şaşkın bir ifadenin çıkmasına izin verdi.   Burası kar ve buzun ıssız diyarı bile olsa, arka arkaya koşan iki figür çok garip bir durum değildi.   Siyahlı adamın gözünden, o sadece bir karıncaydı. Onun bir ilgi parçası bile yoktu.   Ama o nedenini bilmiyordu. Bugün aniden bir dürtü tarafından uyarılmış ve gelişi güzel bakmıştı.   Bu dünyada, garip tesadüfler var. Bu bakış değerli bir hazine keşfetmesini sağladı.  Onun göz bebekleri birden aydınlandı!   “Hey, ben tüm hayatım boyunca hırsızların tanrısına* hiç inanmadım, ama şimdi… tanrı gözlerini beklentilerimin tersine mi açtı?”(*Bir yere gönderme mi yapıyor ya da bu hikayeye has bir şey mi bilmiyorum.)   “Öleceğimin farkındayım, tanrı bana bir hediye gönderdi?” *   “Farkında olmadan bir bakış atarak, ansızın dahi bir uygulayıcı keşfettim?”*(*Bu kısımlarda, durumların tezatlığını sorgulamak için soru işareti kullanılmış sanırım.)   Adamın şahin göz bebekleri, birden bir gülümseme hissi gösterdi.   Dikkatle bakmadan, o kesinlikle göremezdi.   Doğrudan Chu Mo’ya doğru geçip gitti.   Boş gökyüzündeki her adımı onu on fit* taşıyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar, Chu Mo’nun üzerindeki gökyüzünde görünüyordu.(*“feet”; “fit”. 1 fit=0.3048m)   Buz ve karın üzerinde.   Chu Mo kuzey rüzgarının içinde zorla yürürken, aniden, birden ona saldıran son derece soğuk ve kemik delici bir patlama hissetti, ona yapılanı, titremekten dizginlemesi mümkün değildi.   “Neden birden bire bu kadar soğudu?” Chu Mo mırıldandı.   Sonra…   Chu Mo aniden etrafındaki havanın oldukça kalınlaştığını hissetti.   Soğuk bir atmosfer yayan eşsiz öldürme niyetiyle sarılmıştı.   Chu Mo öldürme niyetinin ne olduğunu tam olarak açıklayamamasına rağmen, (but) hala ölümcül aurayı hissedebiliyordu.   Geçmişte yaşadığı şey ile aynı oldu.(Geçmişte ne yaşadı ki? Ne diyor bu ya?)   Birden, nedeni bilinmeksizin, gökyüzünde dönen karlar hızla durdu.   Chu Mo başını kaldırdı, bulutlu gökyüzüne baktı.   Havada, siyah bir figür orada duruyordu, hafifçe ona bakıyordu.   Chu Mo derhal korktu.   Zorla gözlerini kırptı ve tekrar baktı.   (O) kişi hala oradaydı.   Bu bir illüzyon değildi.   Şu bir çift buz soğuğu göz!   Chu Mo daha önce hiç bu kadar korkutucu bir kişi görmediğine yemin etti.   Sadece bir bakışla kalbi aralıksız gümbürdemeye başladı, sanki boğazından dışarı fırlayacakmış gibi!   Ölümün kaçınılmaz olduğundan şüphelenmedi bile.   Sınırlayıcı baskı, onda çığlık atma isteği meydana getirdi, ancak o konuşamadığını keşfetti.   Ağzını açamıyordu.   Bu kişiyi görünce, nedenini bilmese de birden diz çökme dürtüsü hissetmişti.   Figür gökyüzünde parladığı an doğrudan Chu Mo’nun önünde belirdi.   (Bir) çift buz soğuğu göz bebeği onun bedenine düştü, gözlerini kısarak yukarı ve aşağı… dikkatlice onu süzdü.   Sonunda ağzını açtı ve konuştu: “Fena değil, ben asla düşünmezdim. Sadece yeteneğin son derece iyi değil, meridyenlerin de… onlar da mükemmel!”   “Çocuk, benimle gel!”   Siyahlı adamın kelimelerini dinlerken, Chu Mo birden hafif hissetmiş ve boğucu his hemen gitmişti.   Ama karşısında birden beliren adam hala bir hayli baskı veriyordu, sanki karşısında olan şey bir insan değildi.   Daha ziyade… bir dağ!   Büyük bir dağ!   Chu Mo ne yapacağını bilemeden genç adama baktı, ardından şaşkın bir bakışla söyledi: “Neden senin peşinden gelmeliyim? Sen kimsin?”   Siyahlı adamın yüzü tamamen duygusuzlaştı ve bir kaşı hafifçe yukarı kalktı: “Ustan olarak bana saygı göster. Sen benim öğrencimsin!”   Chu Mo hemen boş boş bakakaldı, adama uzun bir süre aptalca baktı. Adamın şaka yapmadığını onayladıktan sonra, sonunda başını sallayarak söyledi: “Hayır!”   “Ha?” siyahlı adamın kaşları çatıldı ve burnundan bir uğultu geldi.   Chu Mo ölümcül aurayı tamamen hissedebiliyordu… bir kez daha onunla (aurayla) sarıldı.   Ayrıca bu defa öncekinden bile daha şiddetliydi.   O (Chu Mo) bile, adamın nezdinde sadece bir düşünceye karar verilmesi gerektiğini açıkça hissedebiliyordu ve o hemen ölecekti.   Bir genç aniden bu tür bir şeyle karşılaştı, o, kesin bir ölümden korkmadan konuştu.   Chu Mo büyük bir efor sarf ederek nefes almaya çalıştı ama, o hala bir çift parlak gözünü kullanıyordu. Siyahlı adama baktı, başını sallamak için tüm gücünü kullandı: “Hayır, ben… seni kabul edemem!”   “Hayır?”   “Yıllardır dünyayı dolaşıyorum… daha önce hiç kimse bu sözcüğü kullanmaya asla cesaret etmedi!”   Siyahlı adam soğukça Chu Mo’ya baktı: “Neden tekrar söylemeyi denemiyorsun?”   Chu Mo biraz korkarak ona baktı ve boynunu geri çekti, ama yine kafasını salladı: “Hayır…”   “Biri tabutu görene kadar göz yaşı dökmez!” Siyahlı adam soğukça konuştu. Adamdan hiç bir hareket olmaksızın, Chu Mo’nun bedeni birden yerden birkaç metre yükseğe çıkmıştı.   “Kabul mü ediyorsun, ret mi?” Siyahlı adam soğukça sordu.   “Hayır... kabul etmiyorum!” Chu Mo dehşete düşmüş bir ifade ve titremesini durduramadığı bedenine rağmen hala başını sallıyordu.*(*Moda-mod bir çeviri olmadı ama aynı şey ya…)   “Ah!”   Chu Mo, bedeninin acımasızca yere doğru fırlatıldığını hissetti!   Ama düşmüyordu… daha doğrusu yere karşı hızlanıyordu.*(*”accelerating” diye bir kelime kullanılmış, hızlanmak/hızlandırmak anlamına geliyor ama burada yere doğru ‘fırlatıldığını’ belirmek için kullanılmış. Tabi aslında fiziki bir fırlatma eylemi olmadığı için hızlandırıldığını söylemek daha mantıklı olabilir yine de.)   Aynı küçük bir çocuğun çamur topuyla oynaması gibi, bir yığın kavrar… ardından acımasızca yere atar.   An itibariyle Chu Mo, bu çamur topuydu…   “AH!” Chu Mo çığlık atmasına engel olamadı.   Sonra… sonunda yerden birkaç fit yukarıda düşüşü durdu.   Chu Mo kalbinin hızla attığını hissediyordu ve gözleri korkuyla dolmuştu.  “Kabul mü ediyorsun ret mi?” Siyahlı adam sordu.   “Hayır… kabul etmiyorum!” Üç ölümsüz ruh ve yedi ölümlü ruh bile olsa kısmen ölüme karşı korkacaktır, Chu Mo hala reddediyordu.*(*İngilizce çevirmeninin yazdığına göre; Taoizmde, üç ruh bulunur. Cennet ruhu, dünya ruhu, ve yaşam ruhu. Biri doğduğu zaman yaşam ruhu, yedi çakranın içinde bölünüp yedi ölümlü ruh halini alır.)   “O halde öl!”   Siyahlı adam soğukça seslendi ve Chu Mo şiddetle sefil bir çığlık attı.   O, başından parmak uçlarına kadar tüm kemiklerinin dağılmak istediğini hissediyordu, bedeninden çıkmak istiyorlardı.   O zaman, sanki on milyon karınca bendeninin her inçinin üzerinde kaynıyor gibi hissediyordu, çılgınca onu ısırıyor, etini yırtıyor ve çekiyorlardı.   O tür bir his basitçe yaşarken ölmekti.   Belki çok fazla zaman geçmedi ama Chu Mo bir ömür süresi gibi hissetti.   Bang.   Bedeni kontrolünü kaybetti ve birkaç fitten yere düştü, ardından kırılan kemik sesi takip etti.   Bir kolu kırıldı.   Chu Mo karda topalladı, onun tüm bedeni terden sırılsıklam olmuştu.   Siyahlı adam soğukça ona baktı: “Kabul mü ediyorsun ret mi?”   “Hayır… kabul etmiyorum. Öldür beni…” Chu Mo zayıfça baktı ve çaresizce söyledi.   “Hala reddediyorsun?” Siyahlı adamın kaşlarının arasındaki boşluk düşmanca bir dokunuşla kırıştı. Bu defa o gerçekten biraz kızmıştı.   “Pekala o zaman bir göz atıp görmek istiyorum. Kemiklerin ne kadar sert?”

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


Sonraki Bölüm   2 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.