Yukarı Çık




14   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   16 

           
Küçük bir çocuk gibi korku ile bakan bakışları aynı korkunun vücuduma yayılmasına sebep olmuştu. Hiç tanımadığım bir kadın için büyük bir telaş kaplamıştı ruhumu.

Eve geldiğimizden beri Ela'dan detayları dinleyen adamın karşımda çaresiz duruşu içimdeki sıkıntının daha çok büyümesine sebep oldu.

"Anneni görmeye gitmelisin." dedi Ela.

"Onu daha fazla yıpratmaya hakkın yok. Bir an önce ailene geri dön."

Kafasını salladı.

"Biliyorum merak etme gideceğim. " dedi sertçe.

"Müsaade eder misin Asya ile konuşmam lazım?"

"Tabi." dedi Ela odadan çıkarken.

Karşımdaki koltuğa otururken ne diyeceğini tahmin edebiliyordum.

"Annemi görmek zorundayım Asya." dedi gözlerini benden kaçırarak.

"Ama seni yalnız bırakmak istemiyorum."

"Beni düşünme, tabi ki ailenin yanında olmalısın. Kim bilir senin için ne kadar endişelenmişlerdir. Onları daha fazla üzme ve bir an önce iyi olduğunu öğrenmelerine izin ver. Ela'yı duydun, annen daha fazla dayanamamış ve kalp krizi geçirmiş. Bu durum bir annenin kaldırabileceği bir şey değil."

"Söz veriyorum en kısa zamanda geleceğim, kesinlikle seni burada tek başına bırakmayacağım. Levent'i seninle bırakıyorum eğer bir ihtiyacın olursa ona söyle. Ela'ya gelince de sana karşı davranışlarını pek kafaya takma."

"Beni düşünmeye son verir misin? Annen şuan hastahanede ve sen hâlâ buradasın. Daha fazla vakit kaybetmeden bir an önce buradan ayrıl Ulaş."

"Aklım sende kalacak." dedi solgun çıkan sesiyle.

"Kalmasın ben iyiyim."

"Yine de içim hiç rahat değil. Daha yeni özgür kaldık ve seni bu şekilde bırakıyorum."

"İyiyim dedim ya Ulaş. Ben çocuk değilim kendi başımın çaresine bakarım."

"Ama ben seni benim korumam gereken küçük kız çocuğummuşsun gibi hissediyorum." dedi acı ile gülümseyerek.

"Benimle dalga geçiyorsun heralde. Ben kendimi sana korunmaya muhtaç biri gibi mi tanıttım? Üzgünüm ama hiçte öyle yapıya sahip birisi değilim."

"Peki sen öyle diyorsan."

Elime doğru uzattığı şeye kaşlarımı çatarak baktım.

"Bu ne?"

"Gördüğün üzere para." dedi alayla.

"Daha şimdi sana ne dedim." sesim sert çıkmıştı.

"Asya merak etme bunu sana borç olarak veriyorum. Bana ödemeden seni rahat bırakmam. Ben yokken paraya ihtiyacın olabilir. Bir süre seni idare eder."

"Borç." dedim isteksizce. Sonunda beni ikna edeceğini ve ısrarlarına dayanamayacağımı bildiğim için bana uzattığı parayı aldım. Bu parayı borç olarak almam kendimi bir nebze iyi hissettiriyordu.

"Artık gitmem gerekiyor." dedi saate bakarak.

Ayağa kalktığında ben de onun ile birlikte ayağa kalktım. 

"Vedalaşabilir miyiz?" dedi çekingen bir tebessümle.

Gülerek kafamı salladım. Yanımda belirdiğinde uzun boyundan dolayı yüzünü görmek için kafamı hafif kaldırmak zorunda kalmıştım.

"Sarılabilir miyim?" dedi göze çarpan beyazlıktaki dişlerini gülümsemesi ile bana sunarken.

"İzin almazdın ne oldu kafana taş mı düştü?"

"Kızma diye. Ani hareketlerimden rahatsız oluyorsun ya hani."

Gülümsedim. Ulaş'ın en çok bu halini seviyordum. Beni incitmekten sakınmasını.. 

"Sarılabilirsin."

Söylediğim şeyle sıcak gülümsemesini bahşetti bana.

Belimi saran kollara karşılık verdim. Onunla bu şekilde temas etmek bana hiç iyi gelmiyordu. Yavaş yavaş derin izler bırakıyordu ruhumda. 

"Çok korkuyorum Asya. Ya ona bir şey olduysa, kafayı yiyeceğim. Benim yüzümden annem .."

Kelimeler boğazına takılı kaldığında kafamı kaldırdım ve gözlerinin dolduğunu gördüm.

Her şeye rağmen gözüme güçlü görünen adam şuan karşımda çok çaresiz duruyordu.

"Sakın kendini suçlama. Senin hiçbir suçun yok. Eminim annen daha iyi olacaktır. Şuan tek ihtiyacı sensin." dedim ona daha sıkı sarılırken.

"Annen için güçlü olmalısın."

Cevap vermedi. Kendimi ondan yavaşça geri çekmeme izin vermişti.

Çökmüş omuzları ile odadan çıkmadan önce arkasını dönüp bana son bir şey söyledi.

"Beni özle olur mu? Çok özle."

Özlemek uzak kalmak istediğim bir duyguydu ama şimdiden onu özleyeceğimi biliyordum.

.
.
.

Sabah burnuma gelen yumurta kokusu ile gözlerimi açmıştım. Bu koku nefret ettiğim şeylerin üst sıralarında yer alıyordu.

Kendimi zorlukla yataktan atarken gece geç uyumamdan kaynaklı bir uykusuzluk vardı bedenimde. 

Aklıma ilk gelen şey Ulaş'ın annesinin nasıl olduğuydu. Telefonuma baktığımda aklıma gelen fikirden kısa sürede vazgeçtim. Onu arayarak rahatsız etmeyecektim, durumu Ela'dan da öğrenebilirdim. Muhtemelen o bu konu hakkında çoktan bilgi edinmişti.

Elimi yüzümü yıkayıp Ulaş ile beraber aldığımız kıyafetleri giyindim. Artık Ela'nın kıyafetlerine  ihtiyacım kalmadığı için mutluydum.

Mutfağa girdiğimde Ela'nın çoktan kahvaltıyı hazırlamış olduğunu gördüm.

Haşlanmış yumurtanın yanında birkaç tane daha kahvaltı çeşiti hazırlamıştı.

"Hergün kendine böyle mi kahvaltı hazırlarsın?"

Söylediğim cümleyle geldiğimi fark etmişti, aniden irkilerek bana döndü.

"Seni korkutmak istememiştim."

"Kusura bakma yalnız yaşamaya alıştığım için bir anda belirince korktum."

Kafamı sallayarak sandalyeye oturdum.

"Kahvaltı diyorum hep böyle mi hazırlarsın?"

"Niye beğenmedin mi?" dedi merakla.

"Onun için değil, biraz fazla zengin bir kahvaltı sofrası olmuş."

"Misafirlerime özel davranırım. Normalde kahvaltı yapan biri değilimdir."

"Buna gerek yoktu bu kadar şeyi yiyemem."

"Ulaş sana iyi bakmam için beni tembihlemişti." 

"Yinede ikimiz için fazla bunlar. Ama teşekkürler. Levent ne zaman gelicek haberin var mı?"

"Bilemiyorum, otel odasında onu uyandıracak biri yokken öğlene kadar uyuyabilir."

Aramızda bir sessizlik oluştu ama Ela'nın beni sarsan sorusu ile bu pek uzun sürmemişti.

"Merak ediyorum, bütün o yolsuzluklar ile alakalı gerçekten bir bağlantın yok mu?"

Elimden çatalı bırakıp  ona baktım.

"Ne demek istiyorsun?"

" Bütün Türk gazetelerinde aylardır manşetlerdesin. Her yerde seni arıyorlar. Ailen kaçtığını ve seni bulamadıklarını idda ettiler. Kaçmadığını tersine kaçırıldığını biliyorum fakat yinede senin masum olduğundan emin olamıyorum. Sonuçta kaçırılmadan önce bir süre o şirkette çalışmışsın. Aleyhine bulunan deliller çok kuvvetli olmalıki herkes senin suçlu olduğuna emin. Ailen hakkında söylediğin şeye gelince hiçbir aile senin dediğin şeyi yapmaz. Bu pek inanılır gibi değil sonuçta. Emir dediğin adamı korumak için seni niye  yem olarak atsınlarki. Eğer suçu başkasının üzerine atmak isteselerdi ailenin dışında bir insanın üzerine pek âlâ atabilirlerdi. Ne kadar düşünürsem düşüneyim dediklerin hiç mantıklı gelmiyor."

"Kısaca bana sen suçlusun ve bütün o yolsuzlukları sen yaptın diyorsun." dedim tek kaşımı kaldırarak.

Bana güvenmemesini anlıyordum onun için sakinliğimi korumayı başarabilmiştim.

"Aynen öyle demek istiyorum." sesi baya sert çıkmıştı.

"Masum olduğumu sana kanıtlamak gibi bi uğraşa girmeyeceğim. Bana inanmamakta sonuna kadar özgürsün."

"Suçlu olduğun için masum olduğunu kanıtlayamayacağını sen de biliyorsun."

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

Bu kaba tavrı sinirlenmeme hayli yetmişti ama kendimi tuttum.

"Sen bir Karahanlısın." dedi iğrenerek.

"Sizden her türlü pislik beklenir."

Kurduğu cümle benim için bardağı taşıran son şey olmuştu. Benden nefret ettiğini zaten biliyordum ama bunu yüzüme şiddetle çarpması artık ona katlanamayacağım anlamına geliyordu.

Bana karşı böylesine öfke duyan birisinin evinde kalmam başından beri aptallıktı. Onun yaptığını yapıp kendimi küçük duruma düşürmeyecektim. Hakaretlerine karşılık vermek gibi bir istek yoktu içimde. Tek düşünebildiğim bana bu sözü söyleyen birinin evinde daha fazla duramayacağımdı.

Sakince ayağa kalktım.

"Şimdiye kadar bana yardımların için sağ ol Ela." dedim.

"Ne yapıyorsun?" 

"Gidiyorum. Elbet senin evinde daha fazla kalmayacağım."

"Gururlu olman ne hoş. Kendi başının çaresine pek hayli bakabilirsin. Sırtını daha fazla Ulaş'a yaslamamalısın. Ulaş ve sen gördüğün gibi birbirinize yasaksınız. Emin ol diğer bütün Toralılar benim senden nefret ettiğimden daha fazla nefret ediyorlar senden. Onun için Ulaş'tan olabildiğince uzak dur."

İçimdeki  saçını yolma isteyine zorlukla engel olabilmiştim. Aşağılanmak dayanamadığım bir durumdu. Neyseki sevdiğim bir özelliğim vardı. Durum ne olursa olsun sakinliğimi korumayı hep başarırdım.

Ona daha fazla bir şey söyleyip kendimi yıpratmayacaktım.

Evini terk ettiğimde ise içimi bir rahatlama kapladı.  Benden böylesine tiksinen birisine daha fazla dayanamazdım. Olayı büyütmediğim için de kendimden pek tabi memnundum. Onun seviyesine inerek kendimi küçük duruma düşürmemiştim.

Ela bir yerde haklıydı. Kendime artık çeki düzen vermeli ve Ulaş'tan uzak durmalıydım. Onun ailesine baş kaldıracak gücü tükenmiş ruhumda bulamıyordum. Yolun başında ondan vazgeçmek almam gereken mantıklı bir karardı. Bu karar her ne kadar kalbime o ağır hüznü yerleştirmiş olsa da sonradan daha ağır acılar yaşamamak için bunun arkasında duracaktım.

.
.
.

Dün Gece 

Yol boyunca adamın korkusu daha çok artmıştı. Aklına gelen en kötü düşünceleri uzaklaştırıp pozitif olmaya çalıştı ama bunda ne yazık ki başarılı olamamıştı. Hayatında en değer verdiği iki kadının da bir çıkmazın içine düştüklerini bilmek acıyı
en derinlerinde hissetmesine sebep oluyordu. Bitmek bilmeyen uçak yolculuğunun sonuna geldiğinde kendisini uçaktan dışarı nasıl atmıştı o da bilmiyordu.

Annesinin hangi hastahaneye yatırıldığını öğrenmek için Ela'yı aradı. Babasını arayıp bir anda adamın da şoka girmesini istememişti.

Hastahaneyi kıza sorduğunda aldığı cevap donup kalmasına sebep olmuştu.

"Annen kalp krizi geçirmedi Ulaş." demişti  Ela.

"Sana yalan söyledim. Ailene geri dön diye, seni kandırdığım için bana ne kadar öfkeleneceğini biliyorum ama bunu yapmalıydım. Herkes senin için çok endişeli. Kusura bakma Ulaş."

Öfkeden elinin titrediğini hissediyordu.

"Ne yaptım dedin!" diye bağırdı.

Etraftaki bakışları üzerine çekmiş olmasını umursamamıştı.

Ulaş o an emindiki kendisini bu derece yıpratacak yalan haberi veren kişi bir erkek olsaydı ve şuan karşısında dursaydı hiç düşünmeden yumruğunu suratına geçirirdi.

"Duydun işte sana yalan söyledim, merak etme yengem kalp krizi filan geçirmedi."

İçi bir yandan rahatlarken bir yandan da kızın böyle bir gerçeği pişkince söylemesi öfkesine hakim olmasını zorlaştırıyordu.

"Sen kendini ne sanıyorsun Ela!" diye kükredi.

"Bana annem ile ilgili nasıl böyle bir yalan söyleyebilirsin?"

"Bunu yapmak zorundaydım yoksa o kızın yanından ayrılıpta ailene dönmeyecektin."

"Asya! O kız değil Asya! Hem bu seni hiç alakadar etmez! Benim işlerime burnunu sokma cesaretini sana verdiğim için asıl suçlu benim!"

"Şuan öfkelisin biliyorum ama ailenin halini görünce bana hak vereceksin." dedi kız sakince.

"Bunun hesabını oraya döndüğümde sana soracağım! Eğer o zamana kadar Asya'ya kötü davranırsan bunun bedelini sana çok pis ödetirim!"

"Ne yaparsın?!" dedi sinirle.

" Emin ol bunu öğrenmek bile istemezsin. Kendine zarar gelmesini istemiyorsan beni daha fazla kışkırtma."

"Beni hep yanlış anlıyorsun Ulaş. Ben senin kötülüğünü değil iyiliğini istiyorum. Hepinizin iyiliği için uğraşıyorum."

"Yaptığın hatanın ne denli büyük olduğunun bile farkında değilsin değil mi? Beni en hassas yerimden vurdun sen. Bunun bir açıklaması olamaz Ela." 

Yaptığı şeyi düşündükçe kuzenine karşı içinde bulunan öfke anbean artıyordu.

Ela'nın kendisine bir şey demesine fırsat vermeden son kez onu uyardı.

"Eğer ona zarar verecek en ufak bir şey yaparsan asla unutamayacağın bir şey yaşatırım sana." diye tehdit etmişti kızı son defa.

Telefonu kapattığında Levent'i aradı ama adam açmıyordu. Sinirle yere fırlatmak istedi elinde tuttuğu telefonu. Bu sefer Asya'yı aramak istediğinde bu kararından hemen vazgeçti. Uyuyorsa onu uykusunda rahatsız etmek istememişti.

İçini büyük bir huzursuzluk doldurduğunda sadece Levent'e durumu bildiren bir mesaj attı. Onun da kendisi ile birlikte Türkiye'ye dönmesine izin vermediği için içi bir nebze rahatlamıştı. Bundan sonra Asya konusunda kesinlikle Ela'ya güvenemezdi ve biliyorduki Levent Asya'yı  korurdu.

Bir taksiye atlayıp ailesinin evine geldi. Kuşkusuz artık onların kendisinin iyi olduğunu bilmeleri kaçınılmaz bir hâl almıştı. Bunu o da istiyordu. Ailesini daha fazla endişelendirmenin bir anlamı yoktu.

Kapıdaki görevli Ulaş'ı taksinin içinde görür görmez büyük bir şok geçirmişti. Kim bilir ailesi onu nasıl karşılayacaklardı.

Taksiden inip kapının önüne geldiğinde Ulaş'ın da içini bir heyecan kaplamıştı. 

Aylar sonra ailesini görecek olmak alışık olduğu bir durumdu. Hayatının büyük bir evresini onlardan uzakta geçirmişti. Oxford'da okuduğu dönem eve aniden dönüp onlara sürpriz yaptığı çok olmuştu ama hiçbirinde böyle hissetmemişti. Ailesine ne diyecekti, onların endişeli gözlerine nasıl bakacaktı bilmiyordu.

Çekingence zile bastı. Kapıyı açan hizmetliyi daha önce hiç görmemişti, anlaşılan işe yeni alınan birisiydi.

Kadının gözleri kocaman olurken "Ulaş Bey." dedi tuhaf çıkan sesiyle.

"Annemler evde mi?" diye sordu merakla. Onları biran önce görme duygusuna yavaş yavaş yenik düşüyordu.

"Evdeler buyurun." 

Kadın hâlâ şoku üzerinden atamamıştı.

Salona geçtiğinde gördüğü manzarayla iç yandı.

Babasının hep heybetli duran vücudu tahmin edemeyeceği kadar çökmüştü. Eline aldığı kitabı donuk bir şekilde okuyan adama yaklaştı. Babası hep böyleydi. Kitap okurken hiçbir şey dikkatini dağıtmaya yetmemişti şimdiye kadar.

"Baba." dedi buruk çıkan sesiyle.

"Ben geldim, kitabını okumaya devam mı edeceksin?"

Duyduğu sese inanamayan adam kafasını kaldırıp karşısındaki yüze baktı. Hayatında unutamadığı çok nadir anlar vardı ve tamda o anda  asla unutamayacağı sahneyi yaşıyordu Erdem Bey. 

Aylardır her yerde didik didik aradığı oğlu tam karşısında evinin ortasında dikiliyordu.

"Oğlum." diye bir inleme çıktı dudaklarından.

"Sarılmayacak mısın bana?" dedi Ulaş tebessüm etmeye çalışarak ama başaramamıştı.  Babasınının özlem dolu bakışlarını görmek içinde bir şeylerin kopmasına sebep oldu. İlk defa bu denli çok özlemişti babasını.

Adam hangi ara kitabı bırakıp oğluna sarıldığını kendi bile bilmiyordu.

"Döndün." dedi babası ağlayarak. 

Ulaş babasının ağlamasına ilk kez şahit oluyordu. Kollarının arasında sarsıla sarsıla ağlayan adamın omzuna gömdü kafasını.

Duyduğu ses ile babasından uzaklaşıp arkasına döndü.

Annesinin çoktan kızaran gözlerine baktı hasretle. Vuslat garip bir şeydi. Kalp krizi geçirdiğini sandığı kadın karşısında sapa sağlam duruyordu ve bu adamın rahat bir nefes almasına sebep oldu. Annesine bir şey olduğunu sandığı andan beri içini kaplayan o huzursuzluk yok olup gitmişti.

"Ulaş'ım." diye koşmuştu annesi kollarının arasına.

.
.

Aylardır neler yaşadığını merak eden ailesinin kendisine yönelttikleri ilk soru elbet bu olmuştu. Rusya'da bir odada uyandığını ve hangi ülkede olduğunu bile son birkaç haftanın içinde öğrendiğini söyleyince Erdem Beyin ve Zeynep Hanımın gözlerindeki ifade görülmeye değerdi. Ayrıntılı olmamak ile birlikte yaşananları kısaca anlattı onlara. Tabi ki Asya ile ilgili hiçbir şey söylememişti.

Erdem Bey oğlunu kaçıran adama cezasını kendisi kesmek istiyordu ama Ulaş engel oldu buna. Bununla ilgili tamamen kendisi ilgilenecekti. Kendisine yapılan işkenceler umrunda bile değildi ama Asya'ya yapılanları unutamıyordu.

Kurtuldukları gün Asya o kadar bitkin olmasaydı o adam şimdi kendi ellerinde tutsak olucaktı. Asya'nın daha fazla ağır şeyler yaşamasını istemediği için adamı rahat bırakmıştı fakat bu ondan intikam almayacağı anlamına gelmiyordu. Bütün hayatını o adamın başına yıkmaya kararlıydı.

Gece yarısına kadar ailesi ile vakit geçirirken bir kez daha ne kadar çok sevildiğini hissetti. Ama bu ona huzuru getirememişti çünkü biliyordu ki Asya onun ki gibi bir aileye sahip değildi. Aklının bir köşesinde yer edinen kadın sürekli kendisini hatırlatıyordu.

.
.
.

Tamamen yabancısı olduğum bir ülkede ne yapacağımı bilmeden bir banka oturmuş bataklığın dibini boylamış hayatımı nasıl kurtaracağımı düşünüyordum. Bir çıkış yolu arıyordum ama her yol uçurum gibi geliyordu gözüme. Kimliksizdim. Kimliğim olsa yakalanacaktım. Bu gerçek boynuma dolanan bir zincir gibi beni boğuyordu. 

Beni bu şekilde bir ateşin içine atan ailemden nefret ediyordum. Hayatım boyunca  bilerek ve isteyerek hiç suç işlememiştim ama ülkemin gözünde bir dolandırıcıydım. Ne tür suçlarla itham edildiğimi biliyordum. İnternetten aldığım özet bilgiyle Emir'in tüm suçlarını üzerime yıktıklarına emin olmuştum. Yolsuzluk,  dolanbazlık her türlü pisliğe bulaşmıştı. Nereden aldığını bilmediğim aptal cesareti ile çok tehlikeli insanları dolandırmıştı. Bu insanlar şimdi kendilerini dolandıran kişinin ben olduğumu sanıyorlardı ve polisten önce onların eline geçsem bu benim için hiç iyi olmazdı.

Polise teslim olmayı düşünemiyordum bile. Kaç yıl yerdim bilmiyorum ama bundan sonra bir günümü bile dört duvar arasında geçirme düşüncesi beni sarsıyordu. Telefonuma gözüm takıldı. Yakalanmama sebep alabileceği aklıma geldiğinde hızla içindekileri çıkarmıştım. Parça pinçik ettiğim telefonu yakınımdaki bir çöp kutusuna attım.

Bunu yaptıktan sonra hızla oradan uzaklaşmak istedim ama bileğimi tutan el buna engel oldu. Sertçe arkamı dönüp baktığımda hafif çekik gözlerle buluşmuştum. Şaşkınlıkla afallamam kısa sürmüş yerini hemen derin bir öfke almıştı. Bu adama hayatımdan çekip gitmesini ve bir daha yoluma çıkmamasını söylerken son derece ciddiydim.

Ulaş'ın, Deniz'in yüzünde bıraktığı morluklara bakarken içimde bir yerlerde bize yaptıklarını bir şekilde küçükte olsa ödediği için kendimi iyi hissetmiştim.

"Benden daha ne istiyorsun?" diye sordum öfkeyle.

"Hayatımdan çıkmanı söylemiştim."

Ona baktıkça içimde biriken nefret taşacak gibi oluyordu. O camın arkasındaki küçümseyici bakışlarını kafamdan silemiyordum. 

"Seninle birazcık konuşmama izin ver Asya." 

"Benim seninle konuşacak bir şeyim yok, hemen git buradan yoksa taciz ediyor diye çığlık atarım."

"Bunu yaparsan polisleri de başına toplarsın." dedi yan tarafı göstererek. 

Hemen yanı başımızda duran Rus polisleri gördüğümde tedirgin hissettim.

"Ben sana sadece yardım etmek istiyorum."

"Senin yardımını kabul edeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."

"Ama etmek zorundasın, başka çaren yok."

İlk önce Ulaş şimdi de Deniz. Tüm çaremi kendileri olarak görüyorlardı. Bu sefer boyun eğmek istemiyordum. Ulaş bir nebze yardımı kabul edilebilir biriydi benim için ama Deniz bunun için son durağım bile olmayacaktı. En azından o an için öyle hissettim.

"Sen öyle san." dedim arkamı dönüp giderken. 

Söylediği söz durmama sebep olmuştu.

"Kimlik. Hayatını kurtaracak  bir kimliği sana verebilirim."

Yeni bir kimlik şu hayatta en ihtiyacım olan şeydi. Tekrar ona dönüp yanıbaşında belirdim.

"Bunu neden yapasın?"

"Çünkü sen benim hayatımı kurtardın ve ben sana borçlu kalmak istemiyorum. Sana yaptıklarımı düşündükçe vicdan azabından kurtulamayacağımı anlıyorum. Sadece bir kere sana iyilik etmek istedim."

"Tamam." dedim ani bir karar değişikliği ile. 

Bunu ondan bir yardım olarak değilde bana karşı borcunu ödemiş olarak kabul edecektim.

"Beni kandırmıyorsun değil mi? Eğer böyle bir şey yaparsan sana bunu çok ağır ödetirim."

"Hayır tabiki. Söylediğim gibi sana karşı borcumu ödemek istedim."

"Öyle olsun." dedim.

Hayatımın çok anında gururumun sesini dinlemiştim fakat şimdi bu o anların içine kesinlikle girmiyordu. Bir labirentin içine düşmüşmüştüm ve tek çıkış yol en pis kokan yoldu benim için. Gurumu es geçerek o pis yoldan yürümeye karar verdim çünkü benden alınan özgürlüğü geri istiyordum.

Cebinden çıkarttığı zarfı hafif bir tereddütle aldığımda bana gülümsedi.

"Hayatımın en büyük hatası sen oldun." dedi pişmanlıkla.

"Beni afallatan tek kişisin."

Kendimi rahatsız hissederek geri çekildim.

"Senin ne kadar pişman olduğun emin ol umrumda bile değil. Bende bıraktığın izler istesemde silinemeyecekler. Sadece daha fazla yoluma çıkıpta ruhumda açtığın yaraları daha çok derinleştirme. Seni görmek bile acı çekmeme yetiyor."

Bunları öfke yada nefretle söylememiştim. Sadece canım çok yanıyordu. Onu daha fazla etrafımda istemiyordum.. Ama aklıma takılan son şeyi ona sormadan edemedim.

"Beni nasıl buldun? Yoksa bana çip mi taktın?" dedim sinirle.

Dediğim şeye karşı ufak çaplı bir kahkaha attı.

"Sana çip filan takmadım merak etme.Seni nasıl bulduğuma gelince o da bende kalsın.

Oradan ayrılmadan önce son kez ona seslendim.

"Bunu sadece borcuna karşılık alıyorum." 

Bana borcu onun sandığının aksine hayatını kurtardığıma karşılık değildi. Bana aylarca işkence etmişti ve bunun bedeli olarak ondan elimde tuttuğum zarfı kabul etmiştim.

Zarfı açıp elime yeni kimliğimi aldım. Üzerinde yazan yeni ismimi fazla garipsememiştim. Ama soyadım oldukça garibime gitmişti. Artık bir Karahanlı olarak yaşamayacaktım.

Azra Ok...   Eski soyadıma karşı kısa kalan soyadım hoşuma gitmişti. 

Bir Rus kimliğindense Türk kimliği beni daha rahat hissettirirdi. Kendimi insanlara Rus gibi tanıtmak saçmaydı. Dilini bile bilmediğim bir ülkenin vatandaşı nasıl olabilirdim ki? 

Zarfın içinde kalan büyük kağıdı çıkarttım. Kısaca özgeçmişim yazılıydı.

Yeni yaşamıma göre Türkiye'de kimsesizler yurdunda büyümüş bir çocuktum. Normalde devam ettiğim  üniversiteden mezun gözüküyordum. Yaşım iki sene daha büyüktü.

Deniz'in hakkımda çok şey bildiğini birkez daha fark ettiğimde rahatsız olmuştum.

Diğer küçük kağıdı alıp baktığımda üzerinde bir adres yazılı olduğunu gördüm. Altına da bir not düşülmüştü.

'Bu adrese gidersen büyük bir zevkle çalışacağın yeni işine sahip olabilirsin."

Ondan bu kadar yardım almak artık istemeyeceğim bir şeydi ama büyük zevkle çalışacağım işin ne olduğunu merak etmiştim.

Oraya gidip gitmemek konusunda kararsız kaldığımda bana aylarca işkence eden adamdan daha fazla hayatıma bir şeyler sokamayacağımı anladım.

Elimde tuttuğum her şeyi zarfın içine geri yerleştirdim. Büyük bir problemi atlatmış olmanın rahatlığı vardı omuzlarımda..

Gülümseyerek yoluma devam ettim. Kendi işimi kendim bulacaktım. Etraftaki yazılara kısa bir göz attım lakin Rusça yazılar ile karşılaşmak kalbimi kırmıştı. Şansımı denemek istedim ve birkaç cafe restorant tarzı yerlere elaman arayıp aramadıklarını sordum. Ne yazık ki durum pek iç açıcı değildi. Kaç saat geçti Moskova'nın sokaklarında bilmiyorum fakat hiçbir iş bulamamıştım.

Uzun bir müddet yürüdükten sonra en son  ne yapabileceğimi en ince ayrıntısına kadar düşünmek için kendimi bir cafeye attım ama bu sefer müşteri olarak. Cafenin saatine baktığımda çoktan 4 olduğunu gördüm. Sabah evden 8'de çıkmıştım ve kim bilir kaç saattir yollarda bana uygun bir iş arıyordum. Birkaç eleman arayan yer bulduysamda Rusça bilmemek aleyhime işlemiş ve beni kabul etmek istememişlerdi. Ulaş'tan aldığım para günümü kurtarırdı. 

Aklıma o düştüğünde onu düşüncelerimden uzaklaştırmak istedim. Şuan aklımı meşgul etmemeliydi. Önceliklerim vardı, hayatımı nasıl yoluna koyacağımı düşünmeliydim ama ben bir aptal gibi onu düşünüyordum. Onunla nasıl imkansız olduğumuzu.. Bu gerçeğin canımı yakmasından nefret ediyordum. Niye onu böyle çok ister hâle galmiştim, ona bu kadar bağlanacak ne vardı sanki? Birkaç ay önce hayatımda bile yokken nasıl şimdi ondan vazgeçmek beni küle çevirebilirdi ki? Zayıf kalıyordum karşısında. Ona fazla bağlanmaktan korkmuştum hep. Sonunda gerçekleşmişti işte. Sanki derimi kemiklerimden ayırmışlar gibi canım yanıyordu. 

Onu seviyordum.. 

Bunu ona hiç demeye cesaret edememiştim ama ben ona aşık olmuştum.

Onun yanında her zerremin heyecan ile dolup taşmasının, kalbimin hızlı bir çarpıntıya kapılmasının başka bir açıklaması olamazdı.

Dertlerime yeni bir dert eklenmişti. Belkide en canımı yakacak olanı.. Ama onun canını yakmasınlar diye ona hiç sahip olamadan terk edecektim onu. 

Ela sadece dağın görünen kısmıydı. Biliyordum.. Kimse izin vermeyecekti bize.. Bizi ayırmak içinde ellerinden geleni de ardına koymayacaklardı.. Ulaş'ta biliyordu bunu ama bu aşka cesaret edebiliyordu. Ben ise bir zavallıydım. Allak bullak olmuş hayatımı nasıl  yola koyacağımı bile bilmiyordum.

Böyle bir yerde kime güvenebilirim onu dahi bilmiyordum. Şu saatten sonra tek güvenebileceğim insan Ulaş'tı ama o da bana yasaktı.

Hayatını benim için riske atarken bir an dahi tereddüt etmemişti. Belki benim için ipler o zaman kopmuş ve onun aşkına tüm kalbimle teslim olmuştum. Sadece ona güvenebileceğimi o zaman anlamıştım. Beni sırtımdan bıçaklayan aileme karşı hayatını benim özgürlüğüm uğruna ortaya koyan düşmanım..

Ne ironik bir gerçekti bu.

Gidecek tek yerim oydu ama yapamıyordum. Bana dediği her cümlede haklı olduğunu görebiliyordum. 

Sözleri kulaklarımda yankılanırken onu özlediğimi iliklerime kadar hissettim.

Şimdiden onu böyle  yanımda istiyorsam sonradan nasıl dayanacaktım onsuzluğa bilmiyorum..

Kalbime bir ağrı saplanmıştı ve onu söküp atamıyordum.

Ulaş..

Ruhuma dolanmıştı bakışları. Çaresiz bırakmıştı beni. Ben fark edemeden  bir zehir akıtmıştı bedenime ve acı ile kıvranmama sebep olmuştu. Panzehrim sadece o muydu gerçekten? 

Kalbimdeki sızı bir gün son bulacakmıydı? Onsuzluğa da alışabildiğim günler gelecek miydi?

Zaten kırık dökük bir insandım. Yaşadıklarımı daha atlatamamışken bu duygu niye gelip bulmuştuki beni? 

Aşk isteyenlerin olsundu. Ben istemiyordum bu duygunun beni parçalamasını. Yıpranmışlığım yeni acıları göğüslememe izin vermiyordu.

Bir ses düştü kulaklarıma, inanmak istemedim. Kafamı kaldırmadım ancak tekrar etti o ses.

"Asya." diyordu.

Bana bunu daha fazla niye yapıyordu? Niye tekrar buldu ki beni? Ondan gitmiştim anlamıyor muydu? 

"Ben geldim."

Kafamı kaldırmadım. Hayal gücümün bir oyunu olmasını ne çok istedim o an. Kaçıyordum ya ben ondan! Kaçıyordum yaşayacağım bütün acılardan!

"Özlemedin mi?" 

Gözümden bir damla yaş yanağımı geçip kurumuş dudaklarımla buluştu.

'Özlemedim!' diye haykırmak istedim ama 'özledim!' diye bağıran ruhum kulaklarımı sağır ediyordu.

Parmağı gözyaşımın çizdiği yolu dokunuşları ile izlediğinde yandığımı hissettim. Son olarak dudaklarımı bulan ten bütün vücudumun ateşinde kavrulmasına yetmişti. Parmağını dudağımdan çektiğinde gözyaşlarımdan bir damla daha süzülmüştü. Keşke akan gözyaşlarım boşa gitmesede serinletseydi yüreğimi.

"Ben özledim." demişti ondan başka kimseye ait olmayan o güzel sesiyle.

"Tek bir gün. Aylar sonra tek bir günü sensiz geçirmek beni ne hâle soktu bilemezsin."

Önüme eğildi ve gece karası gözleri ile ruhuma bakışlarını ilmek ilmek işledi.

Ben nasıl unutacaktım bu koyu gözleri?

Ellerimi avucunun içine alıp öptü.

"Benden gidecek miydin?" dedi parmak uçlarımı tekrar öperken.

"Kalbini bana bırakıp nasıl kalpsiz yaşayacaktın?"

Ellerimi avuçlarından kurtarmak istedim ama daha sıkı kavradı. 

"Ellerin buz gibi olmuş." 

Onun sıcak teni ile buluştuğumda anladım buz gibi olduğumu.

"Rahat bırak beni." dedim çatallaşmış sesimle.

"Çık git hayatımdan.."

"Biliyorsun, bunu yapamam. Sen de yapamazsın, kendini kandırma. İzin ver bize."

Bana yalvaran gözlerine baktım.

"Ela." dedim.

"Bana neler ile karşılaşacağımı çok iyi gösterdi. Zaten biliyordum fakat bunun kanlı canlı örneğini görmek tüm cesaretimi kırdı. Yorgunum Ulaş. Daha fazla yorulmak istemiyorum. Büyük bir hengamenin içine atma beni."

"Bir daha  kimsenin seni incitmesine izin vermeyeceğim. İnan bana."

"Buna sen inanıyor musun?" dedim yorgunca.

"Ne yapabilirsin ki?"

"Senin için yapamayacağım hiçbir şey yok." dedi buruk bir tebessümle.

Yutkundum. Onun karşısında iradesiz kalıyordum. Sadece gözlerime derinden bakması yetiyordu. Ondan kaçmaya çalışıyordum fakat tek bir bakışı beni tepetaklak etmeye yetiyordu. Kendimden kaçabiliyordumda ondan kaçamıyordum.

Yüreksizdim.. Ondan cayamıyordum.

Çok değil sadece birkaç saat önce onu hayatımdan çıkaracağıma dair bir karar almıştım ama ne yazıkki kendimde bu kararı uygulayacak gücü bulamıyordum. 

Ne ona gidebiliyordum nede ondan gidebiliyordum. 

Bir fırtınanın içine kendimi bırakmış beni sürüklemesine izin veriyordum. Fırtına kopmuş beni yüreğimin duvarlarına çarpmıştı.

Ezildikçe ezildim karşısında. Nasıl hayır diyecektim ben bu adama?

"Ela'nın evine gitmeyeceğiz. Bir daha seni kırmasına müsaade etmeyeceğim. Hiç kimsenin Asya.. Kimsenin sana zarar vermeyeceğinden emin olacağım."

Bütün ısrarlarına rağmen onu reddetmek istedim. Ama yapamamıştım.

Olumlu anlamda kafamı salladığımda avuç içi ile yüzümü kavrayıp alnını alnıma yasladı.

"Asla pişman olmayacaksın." dedi gözlerini kapatıp. 

Onun gibi ben de kapatmıştım gözlerimi. Kokusunu doldurabildiğim kadar ciğerlerime doldurdum.

Geri çekilmeden önce yanağıma içimi titreten küçük bir buse kondurdu.

Ayağa kalktığında Levent'in de onun yanında olduğunu gördüm. Levent'in yanında bu tarz bir an yaşadığım için rahatsız hissetmiştim.

"Romantik anınız sonunda bitti heralde." dedi alayla.

Ulaş ile göz göze geldiğimde utandığımı anlamış olucak ki Levent'i sertçe uyardı.

Levent kendine bir sandalye çekip masaya oturduğunda ortam sessizleşmişti.

"Niye bu kadar çabuk döndün? Annen nasıl iyi mi?" dedim merakla.

Durumun garip olduğunu daha yeni fark edebilmiştim. 

"Herkes iyi." dedi hafif gülümsemesi ile.

"Olanları ortam daha sakinken sana anlatırım."

Kafamı salladım ama neler olup bittiğini merak etmiştim. Annesinin kalp krizi geçirdiğini sanıyordum.

"Beni nasıl buldunuz?" dedim kaşlarımı çatıp.

Herkes tarafından kolaylıkla bulunabiliyordumda neyseki bir Türk polisi beni henüz bulamamıştı.

Levent kaşı ile camdan dışardaki bir adamı işaret etti.

"Başından beri seni takip eden bir korumamız vardı." dedi ciddi çıkan sesiyle.

"Birde peşime adam mı taktınız?" 

İçimde kıvılcımları oluşan şaşkınlığım hızlı sönmüştü.

"Bunu niye yaptınız?" 

"Peşine adamlarımdan birini takmasını ben söyledim Levent'e. Tek başına dışarı çıkacağını biliyordum ve sen fark edemesende bu senin için tehlikeli."

Kızacak halim bile kalmamıştı ama bu konu burada kapanmayacaktı. Bunun hesabını sonradan çok fena soracaktım Ulaş'a.

"Bu önemsiz konuları artık kapatsak mı?" dedi Levent.

"Size söylemem gereken mühim bir şey var."

Şaşkınca Levent'e baktığımda yüzünün aniden ciddileştiğini gördüm. Bu kadar önemli olan konu neydi merak etmiştim.

"Şu bahsettiğiniz adam, Deniz." dedi.

Deniz ile ilgili konuyu artık kapatmak istiyordum ama durmadan karşıma çıkıyordu.

"Ne olmuş Deniz'e?"

"O gün bana sizi kaçıranın Yağmur'un abisi olduğunu söylediğinde adamı araştırdım ama öyle birisi yoktu."

Kaşlarım iyice çatılmıştı. 

"Ne demek istiyorsun?" dedi Ulaş.

"O zaman bana Asya'nın yanlış bilgi verdiğini sanmıştım ama adamın adının Deniz olduğunu öğrendiğimde dediklerinin doğru olduğunu anladım."

Kafam iyice karışmıştı ve dediklerini algılamakta zorlandım.

"O zaman telaştan araştırmamı yanlış yönlendirdiğimi ve bambaşka sonuçlar elde ettiğimi sandım. Dün bütün gece Yağmur Aslan'ın hayatını araştırdım ama elde ettiğim sonuç aynıydı."

Ulaş'a baktığımda onunda pek bir şey anlamadığını fark ettim.

"Yağmur Aslan'ın tek bir kardeşi var o da ikizi Deniz Aslan. Ancak Deniz Aslan bundan 4 yıl önce bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Deniz Aslan tüm kayıtlarda 4 yıldır ölü bir adamdan başkası değil."



Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


14   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   16 


468x60


DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.