Beni aylar boyunca alıkoymuş adam hiç bilmediğim bir isimle karşımdaki kadınla sohbet ederken olanları hazmetmeye çalışıyordum.
Ne dediklerini anlayamıyordum çünkü kafamda çoktan bir uğultu yer etmişti.
Sonunda kadın gülümseyerek bana döndüğünde kendimi ancak toparlayabildim. Hâlâ şaşkın bakışlarım Deniz'in üzerindeydi.
"Sana kendimi tanıtmadım kusura bakma. Lyubof ben. Çoktandır bir piyaniste ihtiyacımız vardı fakat istediğimiz yetenekte birini bulmak oldukça zor. Dmitriy seni tavsiye ettiğinde yeteneğini oldukça merak ettim doğrusu. Bilirsin Dmitriy asla ortaya boş laf atmaz. Kimseyi övecek bir kişiliğe de sahip değildir. Senin içinde uygunsa şuan seni dinlemek isterim."
İçimde bir kargaşa varken nasıl piyano çalacağımı ben de bilmiyordum. O an tek istediğim Deniz'den bir açıklamaydı.
Ama kadının beni baskı altına sokan bakışlarına hayır diyememiştim.
"Peki." dedim istemsizce.
Kadın beni farklı bir yere yönlendirdiğinde arkamdan gelen Deniz'in varlığı gerilmeme sebep oluyordu. Sadece piyanonun bulunduğu sahneye yavaş adımlarla çıktım. Deniz'e baktığımda beni destekleyeci gülümsemesi hiç yardımcı olmamıştı ne yazık ki.
"İstediğin parçayı çalabilirsin." dediğinde Lyubof, önümdeki nota kağıdındaki parçayı bildiğim için onu çalmaya karar verdim.
Parmaklarım benden bağımsız hareket ederken hafifçe gözlerimi kapattım. Piyano çalmayı özlemiştim. Eğer dedem izin verseydi ve bütün bunları yaşamasaydım hayatımı piyanoya adayacağımı çok iyi biliyordum. Önceden sadece piyanom bana yetiyordu. Tüm acılarımın çıkan sesle beraber havaya karışmasına izin verirdim. Annemin ve abimin acısını parmaklarımın ucundan bırakır ve benden gitmelerini sağlardım. En azından bunu hayal ederdim. Her şeyi unutur ve sadece müziğimle başbaşa farklı bir diyara gittiğimi hissederdim.
Ama artık bunu yapamadığımı fark ettim. Unutamıyordum.. Farklı bir diyara yine gitmiştimde giderken yanıma kara bir çift göz de götürmüştüm. O diyarda artık yalnız değildim. Kalbim bana yine ihanet etmişti. Bari piyanomlayken beni kendimle bıraksaydı ya bu aşk.
Notalar tükendiğinde hafifçe gözlerimi açtım. Kulağımda yankılanan alkış sesleri ile irkilmiştim. Kafamı çevirip baktığımda gördüğüm kalabalık heyecanlanmama sebep oldu. Bu hep hayalim olan şey değil miydi? Bir ürperti geçti vücudumdan. Değişik bir his beni ele geçirmişti. İnsanlar hayallerine ulaşınca böyle tatlı bir his mi kaplardı ruhlarını? İlk defa böyle hissetmiştim. Bana hayranlıkla bakan gözler bende farklı lezzetler bırakmıştı. Beni dinleyenlere başımla hafif bir selam verdim. Alkışlar ben sahneden inerken dahi devam etmişti.
"Bu kadarını beklemiyordum." dedi Lyubof.
"Muhteşemdin."
Yüzündeki çiller ve turuncu saçları ile başından beri bana sevimli gelen bu dik duruşlu kadının beni beğenmesi gururumu okşamıştı.
Hayatta çok nadir anlarda takdir görmüş olan ben her insan gibi bunu istiyordum. Daha fazla takdir görmek.. Sevdiğim alanda başarılı olduğumu görmek beni heyecanlandırmaya yetmişti. Yaşadığım ağır olaylardan sonra sahnede piyano çalmanın bana gerçekten iyi geldiğini fark ettim. Çocukluk hayalim gerçek olmuştu ve bulutların üstünde uçuyorum gibi hissediyordum.
Daha demin yaşadığım ruhsal kargaşayı dahi unutturmuştu piyano.
"Kabul edersen seni aramızda görmeyi çok isteriz." diyen kadınla bir an irkildim.
Başta buraya gelmemin sebebi sadece meraktı. Deniz'in bana nasıl bir iş bulduğunu öğrenmek istemiştim. Sırlarla dolu bu adamın bir sırrını olsun çözebilmeyi.. Ama şimdi sahnede hissettiğim o huzur verici his yakamı bırakmıyordu. Deniz'den bir daha yardım almak istemediğim geldi aklıma. Bu kadarı belki fazlaydı lakin o sahneye tekrar çıkabilmeyi çok istiyordum. Çünkü büyük bir enkazın altında kalmış hayatımdan sadece orada kurtulabildiğimi fark ettim.
"Tek bir parçadan sizin aradığınız kişi olduğumu anladınız mı? Ben çocukluğumdan beri piyano çalıyor olsamda kendimi bu konuda eksik hissediyorum."
"İnan bana aradığım kişi sensin. Senin verdiğin duyguyu kimse verememişti bana."
"Eğer istediğiniz buysa ben de sizinle çalışmak isterim." dedim bir anlık gafletle. Bunu der demez ise aklıma Ulaş düştü. Deniz'in yardımını kabul ettiğimi duysa kim bilir ne olurdu. Pişmanlık vücudumu sararken bu duyguyu es geçmeyi seçtim. Hayatımda güzel şeylerin de olmasını istiyordum. Deniz yada bir başkası, fark etmezdi bu saatten sonra. Kimin bana yardımcı olduğunun bir önemi yoktu. Kimseyi umursamadan kendi yolumu çizmeliydim. Ve hayatımın fırsatını yakalamıştım.
"O zaman haftaya pazartesi gel provalara başlayalım. Bu haftaki provaları piyanist bulamadığımız için ona göre ayarlamıştık. Hafta içi her gün dinlenmelerle birlikte saat 2 ve 7 arası provalarımız oluyor. Sahne gösterimiz ise salı ve perşembe akşamları 8 ve 9.30 arası."
Kadının dediklerini zihnime kazıyıp söylediklerini kabul ettim. Ama hangi bahaneyle o saatlerde evden çıkacaktım bilmiyordum. Bu işi Ulaş'a söyleyemezdim çünkü kimliğim olmadan bunu yapamayacağımı biliyordu. Kimlik işini söylersemde Deniz'den yardım kabul ettiğimi bilecekti ve bu benim açımdan hiç iyi olmazdı.
Düşüncelerimi sonraya ertelerken Deniz ile göz göze geldim. Koyu mavi ve hafif çekik gözleri artık gözüme daha gizemli gözüküyordu. Ne işler karıştırıyorduda Rusya'da farklı bir kimlikle yaşamaya başlamıştı oldukça merak ettim.
Lyubof beni birkaç işlem için yanına çağırırken onunla gitmeden önce Deniz'e beni beklemesini söylemiştim. Sinir olduğum gülümsemesi ile kafasını salladı.
Lyubof ile işim biter bitmez tekrar Deniz'i buldum. Ona sormak istediğim çok fazla soru vardı.
Beraber oradan ayrılıp yakınlarda olan bir cafeye geçtik. Yol boyu ikimizde birbirimize bir şey dememiştik.
Masaya otuduğumuzda buranın önceden Ulaş ile birlikte geldiğim 80 leri andıran o yer olduğunu fark ettim. Ulaş ile ikimizin ortak anısına Deniz'i de bulaştırmak kötü hissetmeme sebep oldu. Dalgınlığım yüzünden girdiğimiz cafenin neresi olduğunu dahi yeni kavrayabilmiştim.
"Dmitriy ha." dedim konuya aniden giriş yapıp.
Onunla daha fazla vakit geçirmek istemediğim için her şeyi hızlı geçicektim.
"Kafanın karıştığını biliyorum." dedi sakince.
"Kafam elbet karışır Deniz. 4 yıl önce ölmüş bir adam var şuan karşımda."
Rahatsızca yerinde kıpırdandı.
"Öğrendin demek."
"Büyük bir sır olmasa gerek. Türkiye Cumhuriyetine göre ölü bir adamsın. Ve Rusya'da Dmitriy adıyla yaşıyorsun. Sen neler karıştırıyorsun Allah aşkına." dedim masaya yaslanıp ona doğru yaklaşırken.
" Sana yalan bir hikaye uydurmak istemiyorum Asya. Söyleyemeyeceğim şeyler var." dedi umutsuzca.
Bu adamın ne yaptığı benim niye umrumda olsundu ki? Ne hali varsa görsündü. Sadece bir umut merakımı gidermek için ardında yatan sırrı öğrenebileceğimi düşünmüştüm. Ne bekliyorsam, bülbül gibi bana şakayacağını mı?
"Ne var biliyor musun? Umrumda bile değilsin." dedim sinirle.
Gözlerine yerleşen o yakıcı hüznü görmemezlikten geldim.
"Ama sen benim umrumdasın. Sana yaptıklarım kabus olup beni buluyor. Yaptığım işkenceler aklıma geldikçe delirecek gibi oluyorum. Oysa hiçbirini hak etmemiştin."
Hâlâ benim için vicdan azabı çekiyor olması bende hiç etki yaratmıyordu.
"Niye? Eğer geçmişte hayatını kurtarmamış olsaydım yinede bana bunları diyebilcekmiydin? Ben aynı Asya'yım. Seni kurtarmış olsamda olmasamda o gün sadece kendisini düşünen Asya." dedim hiddetle.
"Ben seni kurtarmasaydım sen hâlâ bana işkence edicektin. Ben ölene kadar devam edecektin. Şimdi karşıma geçmiş bana duygu sömürüsü yapma." dedim ayağa kalkarken.
"Eğer benim iyiliğimi istiyorsan senden sadece bir şey isteyeceğim. Bunu yap. Ulaş ve benden uzak dur. "
Bana daha fazla bir şey söylemesine izin vermeden orayı terk ettim.
İçimde farklı hisler birbirini kovalıyordu. Pişmanlık, öfke, heyecan.. Hangisi daha yoğundu onu dahi bilmiyordum.
Dışarda daha fazla oyalanmadan kendimi eve attım. İçeri girer girmez gördüğüm manzara afallamama sebep olmuştu. Diğer tüm duyguları es geçip tek bir duygu beni kuşatırken yüzümdeki hafif tebessümle Ulaş'a doğru yaklaştım. Ellerini başının altına almış bacaklarını ise karnına çekmiş uyuyordu. Böyle heybetli bir adam nasıl bu kadar tatlı gözükmeyi başarabiliyordu anlayamıyordum. Yakışıklı yüzü aldığı ifade ile uykularında hep olduğu gibi acı içinde kıvrandığını net bir şekilde gözler önüne seriyordu.
Onu bu halde görmeye dayanamıyordum. Burnuma gelen kokuyla kaşlarımı çattım. Sigara içmişti. Ağır bir şekilde ciğerlerimi yakan bu koku ondan yavaşça uzaklaşmama sebep oldu. Oysa kendi kokusu ne güzeldi. Ona daha çok yaklaşıp kokusunu içime çekme isteği yaratıyordu bende. Sigaranın kendisindende kokusundanda nefret ederdim.
Ama yüzünün aldığı ifade sigara kokusunu bile unutturmuştu bana. Kaşlarını iyice çatmış adam kalbimin ağrımasına sebep oldu. Rahat bir şekilde uyumasını istiyordum. Hep yapmak istediğim şeyi yapıp parmaklarımı yumuşacık saçlarının arasına geçirdim ve hafifçe okşamaya başladım.
Yaptığım şey beni yakıyordu ama kendime engel olamıyordum. Yavaşça elim hareket ederken onun da kaşları rahatladığının göstergesi olarak tekrar eski halini almıştı.
Dayanamayarak parmaklarımı sakallarının üzerine getirdiğimde yutkundum. Ona daha fazla dokunamıyordum. Gözlerim pembe dudaklarını bulduğunda onlara dokunduğumda içimde nasıl bir volkanın patlayacağını merak ettim. İşaret parmağımı Ulaş'ın o tatlı renkteki dudağına sürdüğümde sanki elim ateşe değmiş gibi geri çektim parmağımı. Buda nesiydi böyle? Ruhum parçalara ayrılıyordu. Onu böyle sevmek bana işkence değilde neydi. O eski taş kalpli halimi özlüyordum. Hiçbir adamdan etkilenmeyen beni. Ama şimdi karşımda uyuyan adamın her zerresini istiyordum. Beni kavurmasına ne ara böyle izin vermiştim, ben kendime ne yapmıştım? Gözümden bir damla yaş aktığını hissettiğimde ondan uzaklaştım. Bir hançer saplamıştı Ulaş yüreğime ve fark etmeden o hançeri içimde döndürüyordu.
"Onu gerçekten çok seviyormuşsun." diyen sesle arkamı döndüm.
Elinde poşetlerle dikilen Öykü bana acıyor gibi bakıyordu.
"Ona dokunamayacak kadar çok seviyorsun." dediğinde titreyen dudağımı ısırdım.
Gözlerindeki imayla bana bir şey demek istedi başta fakat bundan vazgeçip ellerindeki poşetlerle mutfağa yöneldi.
Ulaş'a dönüp baktığımda koltukta kıpırdanıp gözlerini ovuşturarak yarı baygın bir şekilde bana baktı.
"Geldin demek." dedi uykulu çıkan sesiyle.
"Neredeydin?" diye sordu doğrulurken.
"Hava almaya çıkmıştım, biraz dolaştım."
Ondan bir şeyler saklamak boğulacak gibi hissetmeme sebep oluyordu.
"Bana söyleseydin sana eşlik ederdim."
Yüzündeki masum gülümsemeyi kaldıramıyordum. O bana karşı böyle düşünceliyken ben ondan bir şeyler gizliyordum.
"Bilirsin bazen tek başına dolaşmak insana iyi gelir."
Anlıyorum dercesine kafasını salladı.
Öykü yanımıza gelip elindeki telefonu bize gösterdi.
"Ya, şimdi arkadaşım aradı. Rusya'da olduğumu öğrendiğindede kıyameti kopardı nasıl bana demezsin diye. Evi buraya yarım saatlik mesafede. Şimdi onun yanına gideceğim, Asya sen de gelsene değişiklik olur senin içinde. Hoş muhabbet birisidir."
Beni davet etmesi hoşuma gitsede bunu gerçekten istemiyordum. Farklı insanlarla bugün yeteri kadar tanışmıştım ve kotayı doldurduğumu düşünüyordum.
"Sen git eğlen ben biraz evde takılmak istiyorum."
"Emin misin? Gerçekten çok tatlı dilli biridir insanın onunla konuştukça konuşası gelir."
"Kimden bahsediyorsun?" dedi Ulaş.
" Bizim Tuğçe ya. Hani çocukluk arkadaşım."
"İstersen git Tuğçe ile iyi anlaşırsınız." diyen Ulaş'a omuz silktim.
"Canım istemiyor."
"Sen bilirsin öyleyse. Sizi bu günlük ekeceğim kusura bakmayın fakat Tuğçe'nin diline düşersem bir daha kurtulamam."
"Benim için sorun değil sen git eğlen." dedim.
Öykü çıktıktan sonra Ulaş ile tekrardan yalnız kalmış olmamız gerilmeme sebep olmuştu.
"Benim karnım acıktı sen ne durumdasın?" dediğinde benimde karnımın acıktığını fark ettim.
" Bir şeyler yesek güzel olur." dedim.
" O zaman gel beraber hazırlayalım."
"Ben yemek yapmaktan hiç anlamam."
"Bir yerden başlamak gerek değil mi? Gelecekte karımın bana lezzetli yemekler yapmasını isterim her erkek gibi." dediğinde kızardığımı hissettim.
"Şu tarz imalara son verir misin? Olmayacak şeyleri aklıma sokup durma."
Bana doğru yaklaştı. Yüzümü ellerinin arasına aldığında geri çekilmek istedim ama izin vermedi.
"İkimiz bir araya geldiğinde her şeyi başarabiliriz Asya'm. Ah bi inansan bize." dedi iç çekip.
Beni tüketiyordu.
Bu davranışarının beni ona nasıl bağladığından haberi var mıydı acaba?
Annemde hep sigara kokardı. Bunu ona söyleyemedim.
"Bu benim için zor olacak ama tamam, senin için bırakacağım. " dediğinde şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
Bildiğim kadarı ile sigara bağımlıları kimsenin sözünü dinleyipte bırakamazlardı bu illeti. Kendilerine dahi söz geçiremezlerdi bu konuda. Ama belki Ulaş tahmin ettiğimin aksine bir bağımlı değildi.
"Bunu dediğine göre sıkı bir içici değilsin herhalde?" dedim şaşkın çıkan sesimle.
Sonuçta ondan bu kokuyu ilk defa almıştım.
"Hayır aksine gün içinde birkaç paket bitiririm." dedi ciddiyetle.
Sigara dişleri sarartmaz mıydı? Oysa bu adam gördüğüm en beyaz dişlere sahipti.
"Ne yani ben dedim diye alışkanlığından vaz mı geçiceksin?" dedim inanamayarak.
"Sen benim için sigaramdan daha önemlisin." dediğinde tökezlemiştim.
Kalbim bu adamın sözlerine dayanacak gücü nereden buluyordu bilmiyordum. Bana olan zaafını durmadan belli etmesi içimde bir şeylerin kopmasına sebep oluyordu. Onun bu romantik aşık hallerine daha ne kadar sabredip duygularıma engel olabilecektim ben?
Kalbimin atış sesini duymadığını umarak ona bakmaya devam ettim. Burnuma küçük bir öpücük kondurup hızla geri çekildi.
"Valla dayanamadım, çok tatlı bakıyordun." dedi içimi eriten gülüşü ile.
Hareketleri irademi sonuna kadar zorluyordu. Canım yanacaktı, herkesin canı yanacaktı. Ama bundan da önce onun canı yanacaktı. Bu aşk en çok ona zarar verecekti, hissediyordum. Hislerimde hep haklı çıkardım ve bunu ön görebiliyordum.
Sızlayan sol köşemi umursamadan mutfağa yöneldim.
"Umarım iyi bir öğretmensindir." dedim konuyu daha fazla uzatmadan.
Arkamdan gelirken gülümsediğini duvarda asılı olan aynadan görmüştüm. Aptal bir aşık gibi davranıyordu ve bu hiç umrunda değildi.
"Sana basit işler vereceğim. Sen salatayı yap ben yemekle ilgilenirim."
Salata yapmak gözümü korkutmuştu. Ben hayatım boyunca elime bir domates alıpta doğramamış biriydim. Bunu ona söylemeye çekinmiştim.
"Salata sevmem pek." dedim kurnazlık yapmaya çalışarak.
"Olsun ben severim." dediğinde iç çektim.
Denemekten zarar gelmezdi.
"Sen ne yapıcaksın?"
"Makarna." dediğinde kahkaha attım.
"Bu kadar zor bir yemeyi yapma sen ya. Biraz daha kolay bir şey seç." dedim alayla.
Oysa makarna yap dese yapamazdım. Ama bunu ona elbet çaktırmayacaktım.
"Yaptığım makarnayı yediğinde bir daha başka makarna yiyemeyeceksin." dedi kafasını bana çevirip. Yüzünde yine o muhteşem gülüşü vardı.
Adam ılık ılık içime yayılıyordu. Kafamı çevirip kendi işimle ilgilenmeye başladım, gözlerim dolmuştu ve bunu görmesini istemiyordum. Ona aşık olmak bu hayatta yaptığım en büyük aptallıktı. Kim bilir bu aşk bizden neleri alıp götürecekti ve biz çaresizce olanları izleyecektik.
Domatesleri doğramaya başladığımda bir şeyleri yanlış yaptığımı anlamıştım ama neydi bilemiyordum.
Omzumun üzerinden uzanıp yaptığım şeye bakmaya çalışan adamla irkildim.
"İnanamıyorum domatesleri hep ezmişsin Asya." dedi şaşkınlıkla.
"O kadar baskı uygulamayacaktın yoksa böyle suyu çıkar." dedi domatesi nasıl doğramam gerektiğini gösterip.
Sırtımda hissettiğim sert beden tüğlerimi diken diken etmeye yetmişti.
"Ne yapıyorsun sen?" dedim çığlık atıp onu iterken.
Bende bıraktığı etkiden nefret ediyordum.
"Sana nasıl domates doğrayacağını öğretiyorum." dedi kaşlarını kaldırıp.
Dünyanın en masum şeyiymiş gibi bakması gerçekten yaptığı şeyin normal olup olmadığını sorgulamama sebep olmuştu.
"Bunu arkamdan bana sarılmayarakta öğretebilirdin." dediğimde hafifçe gülümsedi.
"Niye bunu yapıyım ki? Seni mutfağa sokma sebebim o klasik mutfak romantizmini birlikte yaşamaktı.."
Dediği şeyle gözlerimi kırpıştırdım. Bu adam kartlarını niye böyle açık oynuyorduki?
"Benden yararlanmaya çalışma Ulaş. Domates filan doğramıyorum. Adama bak ya. Resmen elinde oyuncak etti beni." dedim her şeyi bırakıp ellerimi yıkarken.
Ortamın havasını dağıtmaya çalışıyordum.
Her fırsatı romantizme dökmeyi çok iyi bilen bu adamla nasıl baş edeceğimi kestiremiyordum.
"Kaç sen kaç. Bir domates doğrayamadın. Ah benim garip anam bir gelini olabilecek şu hayatta o da beceriksizin teki çıktı."
"Ulaş yeter ama! Kes şunu artık." dedim öfkeyle.
Adam her şeyi nasıl olmayan ilişkimize bağlıyordu anlayamıyordum.
"Sinirlenince caziben artıyor biliyor muydun?" diyen Ulaş'a elime aldığım havucu fırlattım ve havada yakaladı.
"Beni nasıl sinirlendireceğini iyi biliyorsun." dedim sandalyeye otururken.
"Sana ceza, bütün yemeyi kendin yap."
En azından Ulaş'ın tavrı salata doğramaktan beni kurtarmıştı.
"Bugünlük böyle olsun, en azından mutfağa girmeyi öğrendin. Bir dahaki aşamalardada yemek yapmayı öğrenirsin."
Bütün evi baştan sona siler süpürürdümde asla yemek yapamazdım. Yemek yapmak belkide en büyük fobimdi benim çünkü daha önceleri bununla alakalı berbat anılarım vardı.
Büyük bir keyifle Ulaş'ı izlerken gerçekten eğlendiğimi hissettim. Ulaş mutfağa çok yakışıyordu. Birde Öykü'nün tatlı pembe mutfak önlüğünü geçirmişti ki üstüne görülmeye değerdi. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
Arada bana söylenerek yaptığı makarnayı servis tabağı ile önüme koyduğunda iştahım iyice kabarmıştı. Yemek yapmayı bilseydim kesinlikle ondan makarnanın sosunun tarifini alırdım. Tadına baktığımda inanamamıştım fakat o gün hayatımda yediğim en lezzetli makarnayı yemiştim ve bunuda dayanamayarak Ulaş'a itiraf ettim.
Gözlerinde parlayan ışık onun bu küçük iltifatım ile bile mutluluğu yakaladığının göstergesiydi.
"Uyurken hep kabus mu görürsün?" dediğimde gözlerindeki mutluluk yerini hüzne bırakmıştı.
Cevap vermediğinde bende üstelemedim.
Yemekten sonra dışarı çıkmak istedim. Önceden olsa kesinlikle vakitlerimin dört duvarın arasında geçmesine izin verirdim fakat artık buna dayanamıyordum. Duvarlar üzerime doğru gelirken aklıma hep o oda geliyordu.
Binanın önünde durup kafamı kaldırdığımda birkez daha Ulaş'a hayran kaldım.
"Tutuldun kaldın bu binaya." dedi kendinden emin çıkan ses tonuyla.
"Evet." dedim tebessüm ederek.
"En büyük hayalim, yani senden sonraki en büyük hayalim ne biliyor musun? Dünyanın en güzel şehirlerine kendi eserlerimi bırakmak. Her yere kendimden bir parça bırakmak istiyorum." dedi karşımızdaki binaya bakıp hayallere dalarken.
"Yaptığın bütün binaları görmeyi çok isterim."
"Levent'te çok iyi bir mimardır. Onun yaptıklarını da görmek ister misin? Benden bile daha iyi olduğunu söyleyebilirim."
"Banane Levent'ten.Senin mimarlığını yaptığın yerleri merak ediyorum." dediğimde dudakları yana doğru kıvrıldı.
"Bana olan aşkını inkar ediyorsun fakat bunu öyle çok belli ediyorsun ki.. Demek sadece benim yaptığım binaları görmek istiyorsun." dedi imayla.
Kendimi ele verdiğimi anlayınca dudaklarımı ısırdım.
"Ne var yani Dostoyevski'nin de bütün eserlerini merak ediyorum. Şimdi ona karşı hisler mi beslediğim anlamına geliyor bu?" dedim durumu kurtarmaya çalışarak.
"Sen benim ne dediğimi çok iyi anladın." dediğinde konuyu uzatmamak için önden hızlıca yürüdüm.
"Bal böceği." dedi bana yetişip.
"Sen tam bir bal böceğisin. Etrafımda vızır vızır dolaşıp beni deli ediyorsun ve bu umrunda bile değil."
"Sen bana arı mı demek istiyorsun?"
"Ne anlamak istiyorsan o."
"O zaman dikkat etde iğnemi sokmayayım."
"Çoktan defalarca geçirdin zaten sivri uçlu iğneni." dedi acı bir tebessümle.
Onun canını yakmayı başından beri istememiştim ama yaptığım buydu. Onu geri iterken nasıl hayal kırıklığı yaşadığını hep görmüştüm gözlerinde. Haklıydı. Ben ona zarar veren bir böcekten başkası değildim. Bu gerçek kalbimi sızlatmıştı.
Onunla bu şehir bile bana soğuk değilde sıcak geliyordu. Yanımda bulunduğu müddetçe her yer güzel görünüyordu gözüme.
Keyifli ve normal bor sohbete başladığımızda buna ihtiyacım olduğunu hissettim. Sonunda normal insanlar gibi konuşabilmeyi başarabilmiştik.
Hakkında futbol sevmediğini ama buna rağmen galatasaraylı olduğunu öğrenmiştim. Ben ise beşiktaşlıydım. Bunun sebebi futbola olan merakım değildi. Daha çok renkleri ve hakkında yapılan müzikleri hoşuma gittiği için bu takımı tutuyordum. Oysa oyuncuları hakkında hiçbir bilgiye sahip değildim. Basketbol oynamaktan ne kadar zevk aldığını söylediğinde bunu daha önceden söylediğini ve unutmadığımı söylemiştim.Onu basketbol oynarken izlemek için sabırsızlanıyordum. Anladığım kadarıyla benim için piyano neyse onun içinde basketbol oydu.
Birde paraşüt atlamalarına karşı ilgisinden bahsetti. Birgün ben de bunu denemek istiyordum. Onunla bu heyecanı paylaşmayı istediğimi fark ettim. Eğer bunu yapacaksam yanımda kesin Ulaş olmalıydı. Çünkü biliyordumki sadece o bana cesaret verebilirdi.
Eve geldiğimizde çalan telefonu ile yanımdan ayrıldığında onunla yaşadığım keyifli dakikaların huzuru vardı üzerimde.
Bu neşeyle bir şarkı dinlemek istemiştim. Öykü'nün şarkı listesinden rastgele bir parça açıp oturduğum koltukta geriye doğru yaslandım.
"Karanlığın içinde yandı gözbebeklerim İlk önce gözlerini gördüm Ilık rüzgarlar misali Tenin değdi tenime Belki bin defa yanıp yanıp söndü
Bir yanda sen Bir yanda tövbeler Bir yanım karşı koyar Bir yanım ister"
O neşeli his çoktan beni terk etmişti. Sözler bir ok misali beni delip geçmeye başladığında karşımda dikilen Ulaş'tan gözlerimi alamıyordum. Bakışları kalbimi parçalıyordu.
"Serserim benim Deli dolu sevgilim Kor gibi sıcak Yada sular gibi serin Gelme uzak dur Korkuyorum çok Çılgınlık bu Halim yok"
Perişandım. Niye bu şarkıyı açmıştım ki? Gözümden akan yaşı bile silmeye takatim yoktu.
Yanıma gelip bedenimi yakan kolları ile beni sardı. Gözyaşımdan öperken cayır cayır ateşinde kavruldum.
"Yapma." dedim.
"Dayanamıyorum."
"Ben de." demişti.
. . .
Ulaş'tan uzak kalmak istiyorsam tekrar ondan ayrılacak olmak niye canımı bu denli sıkıyordu? O derin yalnızlık hissinden sadece onun yanında kurtulabiliyordum. Ama şimdi tekrar gitmesi gerektiğini söylüyordu.
Benim için.
Bütün zamanını ve enerjisini benim için tüketiyordu. Başına dönmesi gereken bir şirket vardı ama o bunu umursamadan sırf benim haklarımı koruyabilmek için Türkiye'ye dönüyordu.
"Hakkında atılan iftiraları başka bir ülkeden temize çıkarmak zor Asya. Hatta imkansız. Neler olduğunu daha iyi anlayabilmek için işin içine girmem gerek." demişti.
"Bunu nasıl yapıcaksın? Yani dışardan ne yapabilirsin ki?"
"Sizin şirkette üst düzeyde çalışan adamım var. Ondan her şeyi rahatlıkla elde edebileceğimi düşünüyorum." dediğinde şaşırmıştım.
"Karahanlıların içine köstebek mi soktun?"
Bu bana imkansız gibi geliyordu çünkü dedem hayatta güvenmediği kişileri yamacına yaklaştırmazdı.
"Savaşta her şey mübahtır."
"Kim bu kişi?"
"Ali Özen." dediğinde duyduğum isimle şaşkınlığım büyüdü. Ali abi dedemin şirkette en güvendiği kişiydi.
"Bu ismi verecek kadar çok mu güveniyorsun bana?" dedim farkına vardığım gerçekle. Bu çok mühim bir bilgiydi ve eğer dedem bunu öğrenirse Ali abinin hayatı bir daha eskisi gibi olmazdı. Bir hayatı olur muydu onu dahi bilemiyordum.
"Ben hiç düşünmeden ellerine kalbimi bırakacak kadar çok güveniyorum sana." dediğinde yine o yürek burkan his beni bulmuştu.
" Bende sana güveniyorum, herkesten daha çok. Hatta sadece sana." dedim.
En azından ona karşı duygularımdan birini itiraf edebilmiştim. Kolları ile beni sardığında bu sefer ona engel olmadım ve ben de ona sarıldım.
"En çok bu kokuyu seviyorum. Kokun bana baharı anımsatıyor. Senden daha hoş kokan hiçbir şey bilmiyorum şu hayatta. Keşke kokunu bir şişeye hapsetme şansım olsaydı."
Tatlı sözleri ruhumu okşarken huzurun beni bulduğunu hissettim. Onun kollarının arasında olmak en güzel rüyalarımın bile bana sunamayacağı bir mutluluğu getirmişti dünyama. Bu hissi eğer rüyamda hissetseydim gerçek hayatta kesinlikle bir karşılığı olamayacağını düşünürdüm. Ama vardı. Ulaş'ın tamda kollarının arasındaydı. Kapkaranlık olmuş hayatımı tek bir sözü, tek bir hareketi ile renk cümbürtüsüne dönüştürüyordu.
Bir kere tattıysam bu hissi bir daha nasıl uzak durabilirdim ki bundan? Onunla olmak her şeye değer gibi geliyordu.
Ona iyice sokulduğumda kalbinin atış hızını resmen hissetmiştim.
O gitmeden önce son samimi konuşmamız bu olmuştu.
Öykü beni neşelendirmek için elinden geleni yapıyordu. Evde durmak istemediğimi anlamış olucak ki hoşuma gidebileceğini düşündüğü yerlere götürüyordu beni.
Bu yerlerden en keyif aldığım açık havasıyla beni ferahlatan Gorky Park olmuştu. Çocukların neşeli dünyalarını görmek bana iyi gelmişti.
Ama bundan daha çok ilgimi çeken yeri söyleyecek olursam Kızıl Meydan derdim. İnsanların idamlarına şahitlik yaptığını öğrendiğim yer burada son bulan hayatları merak etmeme sebep olmuştu. Kim bilir kaç masum insan kendilerine atılan iftiralar sonucu ümitsizce son nefeslerini bulunduğumuz bu yerde vermişti.
Oturduğumuz yerden Aziz Vasil Katedrali'yi izlerken Öykü bana tüm ihtişamı ile karşımızda duran görkemli yapının tarihini anlatıyordu.
İtalyan mimarların sanatlarını gösterdiği bu yapının Ulaş'ı kıskandıracak cinsten olduğunu düşündüm. Emindim ki bu yerin mimarlığında başrolü oynamayı çok isterdi.
Öykü ile vakit geçirmenin gerçekten keyifli olduğunu fark ettim. Onunla bu denli iyi anlaşacağımızı hiç düşünememiştim. Bana Ulaş'ın çocukluğunu anlatırken kuzenine ne kadar bağlı olduğunu gözlerinde net bir şekilde görebilmiştim.
Bu kıskanmama sebep olmadı çünkü onu abilerinin yerine koyduğu açık ve netti.
Ulaş'ın haylazlıklarını dinlerken keyiften dört köşe olmuştum. Onun o bücür hallerini görmeyi çok isterdim.
Etrafta koşturan ve herkesin düzenini altüst eden bir adet Ulaş. Keşke çocukluktan beri onunla tanışıyor olsaydık. 21 yaşında bulabilmiştim onu. Onsuz geçen yıllarımı sanki boşa yaşamış gibi hissediyordum. Sadece şu birkaç ayda hayatım anlam kazanabilmişti ve ben bunu yeni fark ediyordum. Artık 22 yaşındaydım ve geleceğimi ne olursa olsun Ulaş ile geçirmek istiyordum.
Bunu ona söyleyecektim. Her şeye hazır olduğumu. Onu sevdiğimi. Zaten biliyordu, fark etmişti. Yinede benden duymalıydı. Tüm cesaretimi sonunda toplayabilmiştim. Aldığım kararla omuzlarımdan bir yükün kalktığını hissettim. Artık kendimi sıkmak ve ondan kaçmak zorunda kalmayacaktım.
"Ulaş bu ailedeki herkes için farklıdır, başkadır yani. Kimse ona kıyamaz, öyle biri. Ama herhalde en çok ben bağlıyım ona. Hep benim destekçim olmuştur, anaokulu öğretmeni olmak istediğimde bile annemi bu konuda ikna eden oydu. Bir şey mi istiyorum, Ulaş'a söylerim o halleder. Herkese karşı böyledir. Ela'nın kardeşi, Tuna. Bir ara lisedeyken çok büyük bir belanın içine karışmıştı. Tam ne olduğunu bilmiyorum ama uyuşturucu ile alakalı herhalde. Onu o pisliğin içinden bile Ulaş kurtardı. Bunu pek kimse bilmez. Ela'nın babasıda bilmiyor fakat Ela biliyor. Ela Rusya'da yaşamak istediğini söylediğinde dahi bunun için herkesi ikna eden yine Ulaş'tı. Hepimizin ellerine özgürlüğümüzü bırakıyor, bunada devam ediyor. O sevdikleri için her şeyi yapar, güçlüdür. Kimsenin önünde durmasına izin vermez. Çok güzel bir adama aşık oldun. Sonuna kadar senden vazgeçmeyecek bir adam."
Onu tanıdıkça daha çok aşık oluyordum.
"Herkes Ulaş'ı o kirli işlere bulaştırmak için çok çaba sarf etti. Ela'nın babası, kendi babası, abilerim.. Hepsi çok uğraştı ama o direndi. Ne olursa olsun insanların kanını dökmek istemediğini söyledi. Onun içinde bu işlerle artık sadece Enis ve Ömer abim ilgileniyor. Amcamlar illegal işleri onlara devretti. Bizi bu tarz şeylerden uzak tutmuşlardır. Ela ile beni yani. Tam olarak ne yaptıklarını bilmiyorum. Ama Asya, öyle çok isterdimki iki abiminde bu tarz bir hayattan vazgeçmelerini. Hergün ellerine yeni birisinin kanı bulaşıyor. Oysa babamda istemiyor onların bu tarz işler yapmasını ama dedemin vasiyetiymiş. Nasıl bir vasiyet bu Asya?" dedi gözlerinden yaş süzülürken.
Karşımda acı çeken kıza sarıldım ve yaptığım şeyle omuzları sarsılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
"Sakin ol Öykü, geçti." dedim onu teselli etmeye çalışırken ama neyin geçtiğini bende bilmiyordum.
"Onların bir katil olduklarını bile bile yüzlerine bakamıyorum." dedi hıçkırıklarının arasından.
"Kana bulanmış ellerinden nefret ediyorum."
Onu teselli etmeye çalışıyordum ama beni duymuyordu.
Sonunda ağlaması sona erdiğinde suçlu bir çocuk gibi bana baktı.
"Kendi sorunlarımla seninde kafanı şişirdim değil mi?"
"Hayır ne alakası var olur mu öyle şey. Sen benim için Rusya'da kalıyorsun ben ise senin derdini dinleyemeyecek miyim?" dedim hafif bir tebessümle.
"Öykü abilerin için çok üzgünüm ama bu onların seçimi. İstemeselerdi Ulaş gibi reddedebilirlerdi ama onlar bunu istememiş. Bunun için kendini üzme. Yoksa masum insanların canına mı kıyıyorlar?" diye sorduğumda kafasını salladı.
"Hayır, tek tesellimde bu ya. Suça karışmış insanlar hepsi. En azından biz öyle biliyoruz ve buna inanmak istiyorum. İkisininde çocukları var Asya. Nasıl masum bir cana kıyabilirlerki? Kıymazlar değil mi?" diyen kızın gözlerinde gördüğüm yalvarma canımı yakmaya yetmişti.
"Kıymazlar." dedim saçlarını okşayarak.
Sonunda kendini toparladığında bir anlık ruh değişimi ile film izlemek istediğini söyledi. Oysa bunu derken hâlâ yanakları ıslaktı. Şaşkınca ona baktığımda gülümsedi.
"Bazen sorunlarını unutmanın en iyi yolu harika bir filmdir." demişti.
"Ve ben şuan abimleri düşünmek istemiyorum."
Komedi filmi seçmişti. Ortamı yumuşatmaya çalıştığının farkındaydım.
Mısır patlatıp yanıma geldiğinde ben filmi çoktan hazırlamıştım. Öykü yanıma gelip uzandığında bu sevimli ortamın beni mutlu ettiğini hissettim.
Yavaş yavaş Öykü'ye daha çok ısınıyordum. Çok samimi bir insandı ve bende eksik olan bir tarafı tamamlıyordu. Hiç olmayan kız kardeşim gibiydi..
Kısacık zaman diliminde ona karşı bu kadar şevkat dolu hissetmek garibime gitmişti.Ama bu hisse izin verdim. Ulaş onu hayatıma sokmuştu ve bu ona yakın olabileceğim anlamına geliyordu.
İzlediğimiz filim bittiğinde ikimizinde gülmekten gözlerinden yaş geldiğini fark ettim. Oraları toparlamak için Öykü'ye yardım ettim. Tekrar koltuğa oturduğumuzda bana bir şey söylemek istiyor gibi bir hali vardı.
"Hadi söyle." dedim ne diyeceğini merak edip.
"Bu filmi Ulaş ile de izlemiştik." dediğinde bunda ne tuhaflık vardı anlamamıştım ve bunu belirtircesine tek kaşımı kaldırdım.
"Senin güldüğün yerlerde gülmüştü. Senin yaptığın yorumları yapmıştı. Sadece şaşırdım. Ne kadar çok benziyorsunuz birbirinize. Tepkilerinize dikkat ettimde hep aynı. Gezdiğimiz yerler hakkında da senin yaptığın yorumları yapmıştı. İlginç gerçekten, ruh ikizi gibisiniz. Ne şans ama, birbirinizi bulmayı başardınız. Herkes sizin kadar şanslı değil."
Dedikleri içimi ısıtmıştı. Ulaş ile o kadar uyum içinde olduğumuzun farkına varamamıştım. Hep aradığım eksik parçamdı ve artık bunu biliyordum.
Cumartesi gününe gelmiştik ve pazartesi piyano çalmak için provam vardı. Bunu Ulaş'tan gizliyordum çünkü Deniz'in bir şekilde hâlâ hayatımda olduğunu bilmesini istememiştim. Ama Öykü'ye olanları anlatmıştım. Yaptığım şeyin hata gibi göründüğünü ama eğer piyano çalarken iyi hissediyorsam bunu kesinlikle yapmam gerektiğini söylemişti. Ulaş'tan gizlemem konusunda o da hem fikirdi. Ona düzgün bir şekilde ifade edecek bir yol bulana kadar bu konuda anlaşmıştık.
Provalarda edindiğim yabancı arkadaşlar dünyama farklı bir renk getirmişti. Aslında hâlâ öncesi gibi sessiz bir kişiliğe sahiptim ve insanlar ile iletişim pek kurmuyordum ama yinede onları uzaktan izlemek hoşuma gider olmuştu. Farklı ten rengine ve milletlere sahip bu grubun tek bir ruh haline bürünmesi ve ortaya şaheserler çıkartmasına hayran kalıyordum. Bazıları fazla ağır başlı kişiliğe sahipken bazılarıda son derece şen şakrak yapıdaydı. Ama sahnede hepsi tek bir kimlik oluyordu. Ve bende bu yapbozun bir parçası olmuştum. Bundan gurur duyuyordum. Sonunda yaşadığımı hissedebilmiştim.
Öykü ilk seferimde beni yalnız bırakmamıştı ve ne yazık ki Deniz ile karşılaşmıştı. Adama tiksinircesine bakarken Deniz ise ona son derece şaşırmışcasına bakmıştı. Ve bu benim dikkatimi fazlasıyla çekti.
"Ben buraya geldiğim müddetçe çevremde mi dolanacaksın?" dediğimde dikkatini bana verebilmişti.
"Buna izin ver, hep buraya gelirim. Yapmayı en sevdiğim şeylerden biridir buradaki insanların müziklerini dinlemek."
Ondan bunu almaya hakkım varmıydı bilmiyordum onun için ona daha fazla bir şey söylemedim. Eğer onunla karşılaşmak istemiyorsam buraya gelmekten benim vazgeçmem gerekiyordu ancak bunu da ben istemiyordum.
O hafta boyunca aynı saatlerde çalışmalara katılmıştım ancak daha yeni başladığım için salı akşamı olan performansta ben yoktum. Öykü ile beraber seyirci kısmından yeni arkadaşlarımın kusursuz sanatlarını izledim.
Müzik oldukça romantikti ve aklıma Ulaş'ı düşürüyordu. Kalbimi çalan adam burdada zihnimi ele geçirmişti.
Son derece keyifli bir akşam olmuştu bizim için.
Perşembe günü de gösteride yer almayacaktım başta fakat Lyubof kesinlikle diğerlerinin arasına katılmam gerektiğini söylemişti.
"Kısa zaman içinde diğerleri ile çok iyi bir uyum yakaladın ve bunu sahneye taşımamız için vakit kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Kesinlikle bu akşam seni piyanonla beraber o sahnede görmeyi her şeyden çok istiyorum." demişti heyecanla.
Bana sunulan teklifi bütün heyecanıma rağmen kabul etmiştim. Bendeki bu cesaret nereden geliyordu bilmiyordum fakat içimdeki o arzu dolu yaratığa engel olamıyordum.
O akşam sahnedeyken ve gerçek bir performansın içindeyken kesinlikle ait olduğum yerin orası olduğuna inanmıştım. Sonunda hayranlıkla izlediğim o resme tam anlamıyla bir renk katabilmiştim.
Bütün o kalabalık seyircinin karşısında kocaman sahnede bir köşede piyanom ile dururken alnımdan ecel terleri çoktan damlamaya başlamıştı. Bir hata yaparsam, yanlış bir notaya basarsan diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ama bu hevesimi kırmaya yetmiyordu. O göz yaşartıcı cinsten aydınlık olan oda da Ulaş ile geçirdiğim günler aklıma gelince bulunduğum yer bir hayal dünyasının parçasıymış gibi gelmişti. O günlerde ölümü beklerken, hep hayalim olan sahneye bir kaç ay sonra çıkacağımı söyleseler kahkahalarla gülerdim. Ama buradaydım. Tamda şu anda. Mutluluk beni bulmayı başarmıştı. Sonunda.. Keşke Ulaş'ta yanımda olsaydı diye düşündüm. Bir ihanet duygusu beni sararken bunun yeri ve zamanı olmadığını düşündüm.
Ve o an gelip çatmıştı.
Yeni bir başlangıç olduğunu düşündüğüm sesle ben de dokunuşlarımı piyanomla buluşturduğumda herkes gitmişti. Bir ben kalmıştım.
Ve yine o diyardaydım. Ulaş'tan zihnime kazınmış bir çift gece gözle. Kalbim, ruhum ona bulanmıştı. Ve en güzel anımı daha da çok güzelleştiriyordu. Bir mucizenin içindeydim sanki. Beni yakalayan bu his hiç gitmesin istiyordum.
1.30 saat boyunca heyecanımın artmaması için, hiç seyircilerin bulunduğu tarafa bakmamıştım. Tek baktığım yer önümde duran tuşlardı.
Ve gösteri sonunda bittiğinde alkış sesleri ile onlara dönmeyi başarabilmiştim. İçimde yeşillenen bir sevinç vardı ve dalga dalga uçuyordu.
Başarmıştım..
Hep istediğim o şeyi sonunda elde etmiştim.
Gözlerim seyircilerin arasında dolanarak Öykü'yü arıyordu. Sevincimi onunla paylaşmak için sabırsızlanıyordum.
Fakat aradığım kişiyi bulmadan önce en önde tüm sevincimin uçmasına sebep olan kişiyi gördüm.
Gözlerindeki hayal kırıklığı ile bana bakıyordu.
Sol köşeme bir ağırlık oturdu.
Yaptığım ihanet tokat gibi çarptı suratıma. Onun bana hep aşkla bakan bakışlarını çok farklı bir duygu ele geçirmişti. Ve ben bu bakışları nasıl kaldırabilcektim bilmiyordum.
Yok olmak istedim o an. Bana o şekilde bakmasındansa, Deniz'in bedenime acı veren o işkencelerine geri dönmeyi..
Ama tamda oradaydım. Ondan gizlediğim gerçeğin ortasında.
Ve bu beni önce ateşin içine atmış, yakmış ve sonunda küle çevirmişti.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.