Oda - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




17   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   19 


           
Okyanusun ortasındaydım ve karşımda sadece o vardı. Etrafımdaki sular göğe yükselirken sertçe yüzüme çarptıklarını hissedebiliyordum. 

Gözlerinde gördüğüm öfke değildi beni böylesine yakan. Büyük bir hayal kırıklığı vardı o gözlerde. Ama bunlardanda önce ruhumu sarıp ateşe atan şey net bir şekilde tenimde hissettiğim o kırgınlığıydı. Bana karşı o acımasız kırgınlığına nasıl dayanacaktı şu kalbim bilmiyordum.

Onu üzmeyi hiçbir zaman istememiştim. Ruhum bir tufanın içinde sallanıyordu sanki.

Herkes kaybolmuş, yalnız o ve ben kalmıştık. 

Ve bana öyle bir bakıyordu ki.. 

Yok olmayı istedim, onun derinliklerinde boğulmayı..

Ama sadece ateşinde kendimi yakmıştım.

Bana böyle bakmasına dayanamıyordum.

Parçalanıyordum, tükeniyordum..

Tek bir bakışı ile dünyamı pembelere bulayan adam yine tek bir bakışı ile aydınlığımı geceye gömmeyi başarmıştı.

Tamda ona ihanet ettiğim yerdeydim ve bu gerçek suratıma sertçe vurmuştu. Karşısında öylece dikiliyordum.

Daha demin beni kuşatan tüm o sevinç ve huzur kaybolmuştu.

Bu muydu istediğim gerçekten? Ona ihanet ettiğimi bile bile burada olmak mıydı?

Allah'ım, ben ne yapmıştım!

Zamanı geri almayı istiyordum, ondan gerçekleri hiçbir zaman saklamamış olmayı..

Herkese, her şeye rağmen beni seven adamın canını yakmıştım. Kendimi asla affetmeyeceğimi daha o an anlamıştım.

Kırgınlığına katlanamıyordum. Bedenime öyle bir zehir akıtıyorduki bakışları, ben asla böyle bir acıyı bilmezdim.

Ruhum yere yığılmış kıvranıyordu sanki.

Aşkımın bu denli güçlü olabileceğini nereden bilebilirdim? Ondan bir şeyleri gizlemenin beni böyle darmadağan edeceğini..

Öldürüyordu beni.. Tek bir bakışı ile. Bunu nasıl becerebilmişti?

Kalbimi hangi ara onun avuçlarının arasına teslim etmiştim? 

Gözlerimin önüne çekilen perdeyle bulunduğum dünyaya geri döndüm ve ancak o zaman kulaklarım alkış seslerini duyabildi.

Hep istediğim o anı sonunda yaşamıştım. Peki değer miydi? 

Değmemişti..

O bakışlar aklıma gelince dizlerim titredi, ayakta durabilmek için piyanodan destek aldım.

Beni tebrik etmeye gelen insanların kim olduklarını anlayamıyordum. Kafamda sadece o vardı.

Onu bulmalıydım, bir açıklama yapmam gerekiyordu. Bu kararımla sabırsızca sahneden inip insan selinin içine karıştım. Onu arıyordum, ama yoktu..

İnsanları itme saygısızlığında bulunduğumu bildiğim halde umrumda olmadan buna devam ediyordum.

Böyle olabileceğini hesaplayamamıştım. Onun bana bu denli kırılabileceğini..

Kolumda hissettiğim elle heyecanla arkamı döndüm ve Öykü'nün buruk bakan gözleri ile karşılaştım.

"Asansörün orada, seni bekliyor." 

Ona cevap vermek için dudaklarımı araladım fakat bundan vazgeçip asansöre doğru hızlı adımlarımı yönelttim.

Duvara yaslanmış öylece duruyordu. Gözleri beni bulduğunda tenimi ürperten buz gibi bakışları duraklamama sebep oldu.

Bana daha önce hiç böyle bakmamıştı.

Hissiz..

Gözlerini üzerimden çekip asonsörün düğmesine bastı. Gelen asansörle beni beklemeden içeri girdi. Ben de çekingen adımlarla onun yanına varabilmiştim.

Bir şeyler demek istiyordum fakat kelimeler boğazımda düğümleniyordu. 

Kokusu burnuma geldiğinde onu ne kadar çok özlediğimi fark ettim.

Bütün yüzsüzlüğümle boynuna sarılmak ve ondan hiç ayrılmamak istiyordum. 

Tek isteğimin o olduğunu çok geç fark edebilmiştim.

Dışarı çıktığımızda tenime değen buz gibi havanın içimde yanan ateşi söndürmesini öyle çok isterdim ki..

Hızlı adımlarla arabasına bindiğinde ona yetişebilmiştim.

Öfkesinin etrafa yaydığı o sıcaklığı hissedebiliyordum.

"Ben." dedim bir şeyler demem gerektiğini düşünüp ama devamını getirememiştim.

Direksiyonu sıkan eli ile damarları iyice ortaya çıkmıştı.  

Hangi cesaretle bilmiyorum elimi direksiyondaki elinin üzerine yaklaştırdığım anda daha ona dokunamadan bana öyle bir bakış atmıştıki sanki ateşe dokunmuş gibi elimi geri çektim.

Bana yönelttiği nefret dolu bakış genzimi yakmıştı. Ona sarılmak ve şevkat dolu cümlelerini duymak istiyordum oysa.

Bencildim. Ona acı vermiştim ama ben onda huzuru bulmayı istiyordum.

Bana sunduğu tek şeyse nefreti olmuştu. Kalbimdeki ağrı anbean büyüyordu. Onun bana böyle bakmasına alışık değildim.

Yol boyu işkence çektirmişti bana.
Eve gidene kadar aramızda oluşan sessizlik hakimiyetini sürmüştü.

Benden önce eve girdiğinde kapıda donup kalmıştım. Cesaretim yoktu.

Ya benden vazgeçtiyse.. Ya artık istemiyorsa beni..

Buna dayanamazdım.

Bu düşünce hücrelerime küçük iğnelerin batmasına sebep oluyordu. Pişmanlığın içinde sürünüyordum.

Onun merhametini özlemiştim. O daha beni yakmaya başlamadan.. Bakışlarından bile nefret kokan adama ne diyecektim? Ya o, bana ne diyecekti? Yaşayacaklarıma kendimi hiç hazır hissetmiyordum. 

Tüm irademi zorlayarak onun yanına gittiğimde gördüğüm manzara omuzlarımın düşmesine sebep olmuştu. 

Kafasını ellerinin arasına almış yıkılmış bir şekilde karşımda duruyordu. Kalıplı vücudu oturduğu tekli koltuğu tamamen kaplamıştı.

Karşısında uzunca dikildim ama o bir tepki vermedi.

"Ulaş." dedim. Sesim öyle zavallıca çıkmıştı ki.. 

Bunu önemsemedim.

"Bir şey söyle."

Öfkeyle parmaklarını saçlarının arasından geçirip ayağa kalktı.

Yüzüme bakmıyordu. Beni yakıyordu.

Sürahiyi alıp bardağa su doldurdu, bir müddet dolu bardağı izledi.

Öfkeyle elindeki bardağı duvara doğru attığında odanın içinde yankılanan şiddetli ses korkuyla ellerimle kulaklarımı kapamama sebep olmuştu.

Bana yönelttiği bakışlarındaki nefrete dayanamıyordum.

Ve ben ilk defa Ulaş'tan korkuyordum.

Dişlerimi birbirine geçirip kuvvetle sıktım.

"Sen." dedi buz gibi çıkan sesiyle. 

Karşımda gördüğüm nefret dolu adam benim tanıdığım o insan değildi.

"Sen o adamın sana uzattığı eli hiç tereddüt etmeden tuttun."

Bu doğru değildi, ben Deniz'den yardım kabul etmeyi hiçbir zaman istememiştim.

"Ama beni kendine yalvarttın Asya."

Adım hiç böyle tiksinircesine dudaklarından dökülmemişti.

"Sana her ulaşmak istediğimde bana engel oldun." 

Titreyerek çıkmıştı sesi. Acı çekiyordu.

"Ve sen, o adamın senin müziğini dinlemesine izin verdin. Hemde benden önce! Bunu bana nasıl yapabildin?"

Kalbim sıkışıyordu..

"Ben o pisliği bulup sana yaptıklarının cezasını en ağır şekilde ödetmek için uğraşırken sen onunla birlikteydin! Onun sana sunduğu  yerdeydin!"

Kafamı hayır anlamında salladım. Beni görmüyor muydu? Nasıl pişman olduğumu..

" Sana yaptıklarını nasıl unutabilirsin! Ben senin saçının teline kıyamazken o sana.." 

Gözlerini kapatıp yutkundu.

Haklıydı, hemde sonuna kadar. Ve bu canımı daha çok yakıyordu.

" Onun sana verdiği kimlikle yaşayacaktın öyle mi? Buna izin verir miyim lan!" diye kükrediğinde geriye doğru adım atmak zorunda kalmıştım.

Ulaş'ın hiddeti titrememe sebep oluyordu.

"Öğrenemeyeceğimi mi sandın?" dedi tiksinircesine yüzüme bakarken.

Ona yaklaştım. Ellerimi havaya kaldırıp yüzünü avuçlarımın arasına almak istemiştim. Konuşmaya takatim yoktu ama anlamalıydı. Pişmanlığımı sonuna kadar bilmeliydi. Dilimi yutmuş gibi hissediyordum.

"Dokunma bana!" diye geri çekildiğinde bana olan nefretine inanamamıştım.

'Sakına! Bunu yapayım deme! " dedi gözlerini kapatıp.

Parmaklarını tekrar saçlarından geçirip bana sırtını döndü. Tüm hiddetiyle odada küçük bir tur attıktan sonra gözleri tekrar beni bulmuştu.

"Ben senin için herkesi karşıma almaya hazırdım. Sırf sana iki çift kötü laf etti diye Ela'nın bile hayallerini aldım avuçlarının arasından. O benim kız kardeşimdi be! Ama ben sana kıyamadım, senin canını yakanın canı yansın istedim. Niçin? Canını yakan o piçe koş diye mi?"

"Ulaş yapma." dedim gözümden bir damla yaş akarken.

"Kaldıramam."

"Kaldıramazsın öyle mi?" dedi gözlerini öfkeyle açıp.

"Kaldıramazsan o piçe gidersin Asya! Senin lugatında her şeyin  kolay yolu yok mu?! Öyle basit bir kız değil misin sen?! "

Ağzından çıkan kelimeler keskin bir kılıç olup beni yaralarken gözlerimden nasıl acı içinde kıvrandığımı görüyor olmalıydı.

Ulaş'ın hakkımda bilmediği bir şey vardı ki bana söylediği hiçbir cümleyi unutmamıştım. Ve bunları da hayatımın sonuna kadar ruhumda taşıyacaktım. Bende açtığı derin yaraların asla kapanmayacağını daha şimdiden biliyordum.

Bana neyi ima ettiğini çok net anlayabilmiştim.

Titreyen dudaklarımı zorla oynatıp tekrar 'yapma' dedim.

"Bana uykularımda neden acı çektiğimi soruyordun ya Asya, nedeni sensin! Gerçek hayatta bana acı çektirdiğin yetmezmiş gibi birde uykularımda buldun beni! Kabuslarım oldun! Bari beni orada rahat bırak, orada kurtulayım senden. Bana verdiğin bu duygudan. Kaldıramıyorum seni böylesine sevmeyi! Senin nasıl ellerimden kayıp gideceğini göreceğimi bildiğim için uyumaktan bile nefret ettim ben? Bir kez olsun! Sadece bir kereliğine! Rüyalarıma giremez miydin? Ama sen hep kabusum oldun. Ve görüyorum ki gerçektede sadece kabusum olarak kalacaksın." 

Yüreğimi avuçlarının arasına almış sıktıkça sıkıyordu. Kalbim ellerinin arasında kanlar içinde kalmıştı. Beni bitiriyordu. Uykularında çehresinin o acı ifadeyi takınmasının sebebi bendim, bu gerçek beni okyanusun en derinine gömmüştü. Üzerimdeki baskısına dayanamıyordum.

"Ne yapıp edip beni üzmeyi başarıyorsun, nasıl bir insansın sen? Ben nerede hata yaptımda senin gibi bir kadına aşık oldum?" dediğinde afallamıştım.

Beni sevdiği için pişmandı. Bu gerçek yüzüme adice çarptığında ayakta durabilmek için bir destek aradım. Ben ilk defa bir adama kalbimin kapılarını aralamıştım ve o benim varlığımdan pişmandı. 

Kendimi daha fazla tutamadan hıçkırarak ağlamaya başladım. Herşeyi kaldırmaya gücüm yeterdide bu saatten sonra Ulaş'ın bana karşı pişmanlığını kaldıracak gücüm yoktu.

"Gerçekten pişman mısın?" dedim hıçkırıklarımın arasından. 

Gözyaşları içinde kalmış halime baktığında bir an durdu. İç çekişi canımı daha fazla yakmıştı.

"Nasıl pişman olmam, sen aşka karşı hiçbir cesareti olmayan birisin. Ve ben sana çaresizce tutuldum. Seveceğim kişiyi kendim seçseydim bu kesinlikle sen olmazdın. Davranışların, sözlerin, hareketlerin, her şeyin Asya, her şeyin. Beni paramparça ediyor. Senin yüzünden ne haldeyim ben. Keşke" dedi ve bir an gözlerime bakamadı.

Sonra beni tekrar küle çevirmeye devam etti.

"O kişi sen olmasaydın. Başka her kadına razıyımda, ama sen." dedi üzerime doğru yürüyüp.

"Bunu hak etmiyorsun."

Ve bir kez daha, birisinden daha duymuştum o sözleri. Ben sevilmeyi hak eden biri kesinlikle değildim. Bunu söyleyense beni en çok sevdiğine inandığım kişiydi, en sevdiğimdi. Dediği şeyi sonuna kadar kabullenmiştim artık. Beni bir şekilde tanıyan herkes bunu diyordu bana.

"Sana yalan söyleyebilmeyi isterdim, seni sevmediğimi söylemeyi. Ama yapamıyorum. Bütün bu hastalıklı davranışlarına rağmen seni hayatımda istiyorum."  dedi beni duvar ile arasına alırken.

Ayaklarıma duvara fırlattığı bardaktan geriye kalan cam kırıntıları batarken vücuduma yaydığı keskin acı kalbimin acısını ne yazık ki geçememişti.

Sonunda kelimenin tam anlamıyla duvar ile bedeni arasında kaldığımda hiç hissetmediğim kadar çok hissettim onu. Bana huzur vermesi gereken bu beden artık beni öldürüyordu. Adamın gözlerinde gördüğüm şeyi ilmek ilmek işlemiştim zihnime. Bana bu bakışlarını hiç unutamayacaktım.

"Lanet olsun! Lanet olsun!" dedi gözlerini kapatıp. Sesi acı içinde olduğunu belli edercesine çıkıyordu.

Yüzündeki ifadeye katlanamıyordum. Tekrar gece gözlerini açıp benimkilerle buluşturdu. Gözlerindeki parıltılar bana yıldızları anımsatıyordu.

"Seviyorum seni. Lanet olsun bana. Çölün ortasında susuz kalmışçasına seviyorum. Ben ne yapmışım kendime böyle. Seni seviyorum. Ahhh... Bu canımı nasıl yakıyor. Seni düşünmek, gözlerin, dudakların, saçların,sesin.. Ahh be kadın. Nasıl muhtaç etmişsin beni kendine. Ateşler içindeyim. Yaktın beni."

Bildiğim gerçeklerin dudaklarından bu şekilde dökülmesi.. Beni bu denli sevmesi.. Avuç içlerime kadar sızlıyordum.

Burnunu saçlarıma değdirdi.

"Kokun, keşke bu kadar güzel olmasaydı. Belki o zaman seni unutabileceğime inanabilirdim."

Bakışları tekrar gözlerimi buldu.

"Ne var biliyor musun? Sana bahşedilen bu güzelliği hiç hak etmiyorsun. Baştan sona kadar hemde. Belki iyi bir insansın Asya. Ama aşk ve böylesine sevilmek.. Bunlar sana hep uzak kalmalıydı. Seni seven adama yalanlar söyleyip durmadan ondan kaçarken.." dedi yutkunarak.

"Çamuruna bulandığın insana koşmak. Seni adi birisine çevirmez mi?" 

Adi biri miydim ben? Bunu ondan duymak..

Gözlerimi sıkıca yumdum. Tüm bu yaşananların bir kabus olmasını diledim. Gözlerimi açtığımda onun nefret dolu bakışlarını görmemeyi.. 

Ama oradaydı, nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Gözlerimi açtığımda ise kırgın bakışları beni bir kez daha kavurmuştu.

"Pişmanım. İnan fazlasıyla pişmanım. Ama Ulaş, çok istemiştim. Piyano çalmayı."

Sonunda irademin sınırlarını zorlayıp bir açıklama yapabilmiştim.

"Beni anlayamayacağını bildiğim için." dediğimde gözlerinde gördüğüm ifade duvara yapışmama sebep olmuştu.

"Ben mi seni anlamayacağım?" dedi hayal kırıklığı ile kaşlarını kaldırıp.

"Şu hayatta seni en çok anlamak isteyen kişi benim be güzelim, niye bize bunu yaptın ki?"

Sözleri beni daha ne kadar delebilirdi. İçimde oluşan bu boşluk ne kadar daha büyüyecekti. 

Suçluydum, ve bunu sonuna kadar biliyordum.

"Gözlerin." dedi beni gözlerimden öperken.

" O adam gözlerinde kalan son ışıkları söndürmüştü. Ve ben bir daha bunun olmasına izin vermeyeceğim."

Elini kaldırıp yanağımı hafifçe okşadı.

"Tenine böyle küçük bir temasla dokunmak bile beni küle çeviriyor. Küçük öpücüklerime bile ikimizde dayanamıyoruz. Ama ben hep daha fazlasını istiyorum. Niye böyle olmak zorunda?" dedi bakışlarını dudaklarıma indirirken.

"Seni öpmeyi ne kadar istediğimi tahmin bile edemezsin. Beni çeken kırmızı küçük dudaklar. Delice bir istekle yanıyorum. Her şeyini istiyorum senin. Ama merak etme. Öpmeyeceğim seni. Sen daha beni sevdiğini kendine itiraf edememişken bunu yapmayacağım sana." dedi geri çekilip.

"Belki de hiçbir zaman o cesareti kendinde bulamayacaksın." demişti.

"Korkaksın çünkü.." 

Onu sevdiğimi söyleyecektim. Boğuluyordum artık. Ölüyordum. Çileme son vermek istiyordum. Ama vücudumda hiçbir gücünde kalmadığının farkına varmıştım ne yazık ki. 

Takatim kalmamış şekilde gözlerim kararırken son duyumsadığım onun ağzından feryat ederek çıkan ismimdi.

.
.
.

Ağrıyan başıma daha fazla dayanamayarak gözlerimi araladığımda günün ışıklarının çoktan yatağıma vurduğunu gördüm. 

Başımı tutarak yataktan doğruldum. Aklıma gelen şeyle hızla ayağa kalkmıştım ki ayağımı yere basmamla bir acı buldu bedenimi.

Sargıya sarılmış ayağımı görmemle dün akşamki cam parçaları geldi aklıma. Üzerlerine basmıştım.

Yaralanmış ayağıma basmamak için çaba sarf ederek Ulaş'ı bulmak için hızlı adımlarla yürümeye başladım.

Kalbimdeki ağrı hâlâ aynı yerdeydi. Artık bundan kurtulmak istiyordum. Ulaş'tan gerçek anlamda özür dilemek.. Ve bu yükten bir nebze olsun kurtulabilmek.

Yalnız onun yerine Öykü ile karşılaşmıştım.

"O nerede?" dedim büyük bir heyecanla.

"Gitti." dediğinde gözlerimi yumdum.

Nefes almak ne kadarda zordu böyle. Sanki kalbim sıkışıyordu.

"Ne zaman?" 

"Erken saatlerde ayrıldı evden. Ben çok üzgünüm." dedi bana destek olmak istercesine elimi tutarken.

Onun yardımı ile koltuğa oturdum.

"Türkiye'ye mi döndü?" 

"Evet." 

Onu görmek istiyordum, tekrardan canımı yakacağını bildiğim halde, bunu öyle çok istiyordum ki..

Bana sarf ettiği sözler kulaklarımda yankılanırken haberi yoktu ama ben yavaşça eriyordum. 

"Pişmanmış." dedim halının desenini incelerken.

"Beni sevdiği için pişmanmış."

Öykü bana sarıldığında yüzüne baktım. Gözleri dolmuştu.

"Bunu yapma kendine." dedi çatallaşmış sesiyle.

"Ben hak etmiyormuşum sevilmeyi." dedim donuk gözlerle.

"Canımı yakan ne biliyor musun? Ben de biliyorum hak etmediğimi.. Onun aşkını hiçbir şekilde hak etmiyorum. Kimsenin sevgisini hemde. Diğerleri bana iyi yaptılar. Hiçbiri sevmedi beni, ne annem ne babam nede dedem. Hiçbiri. Ama Ulaş beni sevmekle hayatının hatasını yaptı." dedim.

Artık hissizleşmiştim. 

"Adi biriymişim, öyle dedi. Ve haklıydı her dediğinde. Bunu bilmek boğazıma bir zincir doladı, ve her an o zincir daha çok sıkıyor beni. Artık boğulmak istiyorum, bu işkenceden kurtulmak."

Öykü bana daha çok sarılırken gözyaşlarını boynumda hissetmiştim.

"Benim için üzme kendini." dedim dudaklarıma sahte bir gülüş yerleştirip ondan uzaklaşırken.

"Asya sen nasıl sevilmeyi hak etmezsin? Bunu aramızda en çok hak eden kişi sensin. Çektiğin acılar yetmedi mi? Kendini niye bir yalana inandırıyorsun ki?"

"Beni ne kadar tanıyorsun? Eğer tanısaydın bilirdin, Ulaş'ın ne kadar haklı olduğunu."

"Gözlerindeki masum ifade Asya. Bunu gören herkes seni tanımadan ne kadar iyi bir insan olduğuna yemin edebilir."

"Bazen iyi biri olmak sevilmek için yeterli olmuyor. Ben bir zehirim, etrafımdakilere acı veren cinsten biriyim. Başından beri herkese acı verdim. En baştada beni dünyaya getiren anneme. Ona verdiğim acı yüzünden.." 

Devamını getirememiştim. Annemin ona verdiğim acıdan ötürü kendisini astığını.

Konuyu değiştirmek istedim.

"Sen mi sardın ayağımı?"

Bana bakıp buruk bir şekilde gülümsedi.

"Hayır, Ulaş sardı. Eve geldiğimde seni yatağına yatırmış ayağındaki yarayı sarıyordu. Beni fark etmedi." dediğinde ona acıyla gülümsedim.

"Kapıdan bizi gözetlemekten vazgeçmelisin."

"Denerim, ama ikiniz birlikte sanki bu hayattaki en büyük mucizeymiş gibi duruyorsunuz. Sizi izlemek son zamanlarda bana mutluluk veren yegane şey halinde." dedi gülümsemesi genişlerken.

"Akşamda kim bilir kaç dakika orada sizi izledim. Asya, sana öyle güzel bakıyordu ki. Hayran kalmamak elde değil. Seni incitmemek için saçlarına öyle hafif dokunuyordu ki, resmen bu görüntüyle kalbim sıkışacaktı."

Beni daha ne kadar incitebilirdi ki? 

"Seni çok fazla seviyor, onun için ondan bir şeyler gizlemiş olma gerçeği onun canını çok fazla yaktı. Ulaş'ı çok iyi tanıyorum, kendi canı yandığında gözü hiçbir şeyi görmez. Ve o da can yakmak ister. Onun için sana sarf etti tüm o anlamsız cümleleri. Canını yakmak istedi, kendininki nasıl yandıysa seninkide öyle yansın istedi."

"Başardı." dedim umutsuzca.

"Fakat ben onu bu denli üzmeyi istememiştim. Ben ona kıyamıyorum Öykü. Nasıl canı yansın isterim ki?"

"Üzme kendini artık. İkimizinde yaptığı bir hataydı, senin Ulaş'tan bir şeyler gizlemene engel olmalıydım. Sanki öğrenebileceğini bilmiyormuşum gibi sana destek oldum. Ama senin gülen gözlerindeki mutluluğa engel olmak istememiştim." dedi mutsuzca.

"Neyseki bana hâlâ güveniyor. Seni bana emanet ederek gitti. Bir daha orada piyano çalmayacakmışsın ve bensiz dışarı çıkmayacakmışsın. Deniz ile tekrar karşılaşmandan korkuyor olmalı." dedi.

Kafamı olumlu yönde sallamıştım. Zaten bu saatten sonra bende istemiyordum orada piyano çalmayı. Ulaş'ı yıkan bir şey beni mutlu edemezdi.

Oraya devam etmek seçeneklerimin arasında dahi yoktu.

Ayağımdaki sargıya baktım. Demek o sarmıştı. Bana hem zehir olup hem şifa olmayı nasıl başarıyordu bilmiyordum.

Beni mi izlemişti ben uyurken? Tam tersi olmasını isterdim, onun yakışıklı yüzünü uzunca seyredebilmeyi..

Geçen zaman diliminde içimdeki özlem anbean büyümüştü. İnsanlar nasıl dayanıyorlardı bu duyguya. Ben nasıl dayanacaktım?

Bana kırgındı, fazlasıyla. Ve o gün yüzüme söylediği acımasız kelimeler aklıma geldikçe benimde ona ne kadar çok kırgın olduğumu fark ettim. Buna rağmen haklıydı.

Onu defalarca aramıştım bana verdiği telefonla. Açmıyordu telefonlarımı. Sesimi bile duymak istemiyordu.

Zaten açsa ne diyecektim bilmiyordum. Sadece sesine hasret kalmıştım.

Belki onu özlediğimi söylerdim.. Bilemiyordum.

Beni yok eden öfkesine bile razıydım ama benden kaçması.. 

"Beni bırakmaz değil mi?" diye sormuştum Öykü'ye.

Dediğim şeye ne kadar çok şaşırdığını gözlerinden görebiliyordum.

"Ne diyorsun sen? Seni öylesine severken, tek bir hatanda sana sırtını dönebileceğini mi düşünüyorsun? Hâlâ anlayamadın mı seni nasıl sevdiğini? Ah Asya.." demişti.

Günlerimi camın kenarında sokaktan geçen insanları izleyerek geçiriyordum. Onları izlerken merak ediyordum, nasıl bir hayata sahip olduklarını.. Kim bilir neler yatıyordu onların ifadesiz suratlarının arkasında. Nasıl bir hikayeleri vardı acaba?  Bazen aklımdan her biri için farklı bir kurgu kuruyordum. Kendi hayatımdan ancak böyle soyutlanamabilmeyi başarmıştım.

Arada delice bir düşünce sarıyordu bedenimi. Aşağıya inip gözüme kestirdiğim bu insanlardan birinin yanına sokulmayı ve arkadaş olmayı istiyordum. Böylelikle o kişinin hayatına dair birkaç parça şey öğrenebilirdim. Fakat bundanda korkuyordum. Ya o gözüme kestirdiğim kişi hayallerimdeki gibi bir ruha sahip değilse.. O zaman ne yapardım?  Camın arkasından onları izlemek harika bir resmi izlemek gibiydi. Ve  gözüme kestirdiğim kişi kuşkusuz bu resmin en güzide parçasıydı. 

Mesela şimdi. Tek başına bir köşede dikilen adama kaymıştı tüm dikkatim. Kahverengi paltosu ve koyu kumral saçları ile orta yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir adamdı. Edebiyatla ilgileniyor olmalıydı. Belki bir şairdi. Hayatta başarısızlıkları ve yalnızlığı sonuna kadar tatmış olmalıydı. Sesinde melankolik bir tını vardı, en azından ben öyle hayal etmiştim. Uzun saçları ensesine kadar uzanıyordu. Bir Rus değildi, benim gibi oda buralara yabancıydı. Hayat onu buraya sürüklemişti bir şekilde. 

Ve ben eğer onunla arkadaş olursam kendime benzettiğim bu adamın bambaşka bir dünyası ile karşılaşabilirdim. Melankolik değilde neşeli bir havası olabilirdi. Çok başarılı ve mutluluğu yakalamış biriydi belki. Arayışı içinde olduğu şeyi çoktan yakalamayı başarmış olabilirdi ve en önemlisi.. Sanattan hiç anlamayan bir beyaz yakalıydı. Tüm gününü ofisinde duvarların arasında geçirirken onu en çok eğlendiren şey patronunu alt etmesiydi. Bu tarz bir insan kesinlikle benimle uyuşmazdı.

Sonra Ulaş'ın yaşam tarzı geldi aklıma. O da günlerini duvarların arkasında çalışarak geçiriyordu, ama ben en çok onunla tamamlanmıştım.

Yanıldığımı anladım, beyaz yakalılar ilede bir noktada birleşebilirdim.

Yinede adamın yanına inmeye cesaretim yoktu. Onun için uydurduğum hikaye daha güzeldi.

Öykü bu halimden oldukça rahatsız olduğunu bana defalarca belirtmişti. Durmadan bir şekilde beni eğlendirmeye uğraşan bu kızın çabasına hayran kalmıştım.

Sürekli bir şeyler teklif ediyordu bana. Bir yerlere gitmeyi, film izlemeyi, hatta liseliler gibi birlikte karaokeye gidip şarkı söylemeyi.. Hiçbir şey yapmak istemiyordum.

Aklıma gelen şeyle çekinerek Öykü'ye baktım.

"Ulaş." dedim yutkunarak.

"Ela'ya ne yaptı? Hayallerini elinden aldığını söylemişti."

Bir an gözlerini benden kaçırdı. Duyacağım şeye ne kadar gücüm yeterdi bilmiyordum.

"Bilmesen daha iyi, boşver."

"Ben bilmek istiyorum. Ne geçti aralarında."

"Asya, bazı şeyleri bilmemek daha iyi olur. Emin ol, öğrenmek istemezsin. Boşver Ela'yı. O hak etti. Ve tanıdığım en güçlü kadındır, aynı anneme benzer. Yani demem o ki kaldıramayacağı bir durum yok ortada."

"Lütfen." dedim yalvararak.

"Duymak istiyorum. Benim yüzümden birinin canı yanmasını artık kaldıramıyorum."

"Onun için söylemek istemiyorum ya. Birde onu takma kafaya."

"Öykü yalvarırım söyle, ne oldu Ela'ya. Ulaş ne yapmış olabilir ki ona?" dedim kaşlarımı çatıp.

"Yoksa dövdü mü?" dedim bir anda aklıma gelen şeyle.

Ulaş böyle bir adam değildi, en azından ben onu hiç öyle tanımamıştım.

"Ne diyorsun sen Allah aşkına. Sevdiğin adamı hiç mi tanımıyorsun? Bunu sakın Ulaş duymasın yoksa o zaman gerçekten bir daha yüzüne dahi bakmaz."

Yutkundum. Öykü bana oldukça sinirlenmişti ve gözlerinde gördüğüm kıvılcımlar irkilmeme sebep oldu.

"Bazen öyle bir saçmalıyorsun ki Asya." dedi öfkeyle.

"O zaman sende söyle aralarında ne geçtiğini."

"Bilmeyi çok mu istiyorsun?" dediğinde hızla kafamı salladım.

"Söylerim ama bir şartla. Eve kapanmaktan vazgeçeceksin. Kendini daha fazla yalnızlığa gömmeni istemiyorum."

"Peki, anlaştık."

"Ela bir ressam. Ve Ulaş onun resimlerini parçaladı." dediğinde dudağımı ısırdım.

" Başta anlayamamıştım ama sonra hak verdim. Eğer bunu yapıp Ela'yı tehdit etmeseydi Ela seni ihbar edebilirdi. Bunu yapacak birisi."

"Ela ile görüşmek istiyorum Öykü. Ben ondan nefret etmiyorum, ona olan öfkemde geçti. Ve Ulaş'ın ona yaptığı şey çok ağır. Benim yüzümden oldu, bunun için ondan özür dilemek istiyorum."

"Onun senden özür dilemesi gerekmez mi? Boşver, karşılaşma onunla. Ela'yı çok severim ama o birisini sevmeyince o kişinin canını yakmaktan asla geri durmaz. Ve inan seni hiç sevmiyor."

"Çünkü Karahanlıyım." dedim omuzlarımı düşürüp.

"Sen peki, niye bana bu kadar iyisin? Seninde benden nefret etmen gerekmezmiydi? Sonuçta babam dedeni öldürdü."

"Ben bir Toralı değilim Asya." dedi dudakları kıvrılırken.

"Soyadım ÖzTürk. Unuttun mu? Ve babanın günahlarını diğerleri gibi senin omuzlarına yüklemiyeceğim. Bu adice bir hareket."

"Teşekkürler, yanımda olduğun için." dedim gülümseyerek. 

"Çok iyi bir insansın sen. Tertemiz bir kalbin var. Ve umarım hayatın boyunca hep seni sevecek, asla üzmeyecek kişilerle karşılaşırsın."

Geniş gülümsemesi neşe doluydu. Bu kızın gözlerindeki o canlı ifadeye hayrandım. Hayat dolu bir insandı, hayatımda  onun gibi birisini daha önceden tanımamıştım.

"Yinede, Ela ile görüşmek istiyorum." dediğimde içindeki canavarı ortaya serip benimle hararetli bir tartışmanın ortasına dalmıştı.

.
.
.

Sonunda Öykü'nün pes etmesini sağlamıştım. Bunun sonucu olarakta Ela'ya özür hediyesi olarak aldığım resimle bir cafede onu bekliyorduk. 

Bize doğru gelen kızla ellerimi nereye koyucağımı bilemedim.. Öykü bana destek olurcasına elimi tuttuğunda ona hafifçe gülümsedim.Bana karşılık verdikten sonra ayağa kalkıp kuzeni ile sarıldı.

Kulağına bir şeyler fısıldadığını fark etmiştim ama çaktırmadım.

Ne demiş olabileceğini tahmin edebiliyordum.

Ela elini bana uzatırken gözlerinde görmeye alışık olduğum o nefret yoktu. Elini sıkıp kısa ve soğuk bir selamlaşmanın ardından yerlerimize oturduk.

"Benimle görüşmek istemişsin." dedi solgun çıkan sesiyle.

Kızın ne kadar mutsuz olduğunu ne yazık ki fark etmiştim.

"Şey." dedim yutkunarak.

Karşısında kendimi suçlu hissetmeme engel olamıyordum. Ulaş'ın kuzenine yaptığı  şeyin sorumlusu bendim.

"Özür dilemek istemiştim. Aramızda geçen şey yaşadıklarına sebep oldu. Resimlerin için kendimi çok üzgün hissediyorum. İnan böyle olmasını istemezdim. Ben sadece sana kırılmıştım fakat bu yaşananları hak ettiğin anlamına gelmiyor. Çok ağır bir şey bu."

Ela'ya karşı bu denli suçlu hissedeceğimi tahmin edemezdim. Ama hissediyordum.

Bir pişmanlık daha eklenmişti diğerlerinin yanına. Ve ben gitgide kendimden nefret ediyordum.

Onun için aldığım hediyeyi uzattım.

"Kesinlikle telafi etmez, biliyorum. Ancak kabul et. Üzülmeni istemezdim." dedim.

Bitkin ve donuk bakışları ile beni izliyordu. Bu kadar kısa bir zaman diliminde nasılda çökmüştü öyle.

Ben gerçekten etrafıma hastalık yayıyordum. Hayatıma giren herkesi bir şekilde tüketiyordum ve bu benim kızgın demire değmişçesine canımı yakıyordu.

Başından beri kimsenin hayatına girmemem gerekiyordu. Ama ben bencilce sırf daha fazla yalnızlığa katlanamadığım için zehirli bir duman gibi insanların hayatına sızıyordum. 

Kim bilir sırada kim vardı.. Belkide Öykü'den dahi uzak durmalıydım. Onunda hayatını altüst edecek kapasite vardı bende. Her şey isteğim dışı gerçekleşiyordu ancak gerçekleşiyordu. Karanlık hayatıma benzetiyordum insanların hayatlarını.

Resme baktığında gözlerindeki ifade değişmişti. Acı bir tebessümle seyrediyordu resmi.

Bir kadın resmiydi. Yangınların içinde feryat eden bir yüz. Acı içinde kıvranan bir insan.

Böyle bir resmi seçtiğim için Öykü bana oldukça söylenmişti. Ama onu dinlememiş ve bu resmi almıştım. Nedensizce bu resme karşı kendimi yakın hissetmiştim ve Ela'nın da bu iç karartıcı görseli beğenebileceğini düşünmüştüm.Oldukça pahalı olan sanat eserini alabilmek için Ulaş'ın bana bıraktığı yüklü miktardaki parayı tüketmek zorunda kalmıştım fakat bu pekte önemli değildi benim için.

Ela'nın gözlerindeki hayran kalmış ifadeden beğendiğini anlamıştım ve bu rahatlamama sebep oldu.

"Çok teşekkürler Asya. Bana böyle bir özür dilemek zorunda değildin, keşke bunun için kendini zorlamasaydın. Sana hakaret eden bir insana kibarlığını sunmamalısın. Bu beni ezer."

Ona gülümsedim.

"Böyle biriyim, yapacak bir şey yok." dedim durgun çıkan sesimle.

"Ezilmenede gerek yok. Bir yerlerde seni anlıyorum. Bundan birkaç ay önce bende sizden ölesiye nefret ediyordum. Yani Toralılardan. Ama şimdi bir Toralıya kaptırdım kendimi, sürükleniyorum öylece." dedim.

Ondan bahsetmemle tekrar bir düğüm oturdu boğazıma. 

"Siz, ikiniz. Çok zorsunuz, biliyorsun değil mi?" 

Gözlerinde gördüğüm şey acıma duygusuydu.

"Beni yanlış anlama, bunu nefretle söylemiyorum. Sadece durum bu. Ailemde seni kabul edecek tek kişi bu masada oturuyor." dedi Öykü'ye bakarak.

Öykü'nün yüzüne baktığımda kaşlarını çattığını görmüştüm.

"Ben de, şu saatten sonra size engel olmam. Seviyorsanız birbirinizi size karışacak değilim. Fakat Asya, ne Öykü'nün annesi Alev Halam, ne babam, nede amcam hiçbiri seni kabul etmeyecek. Senin ailen, Ulaş'ı kabul eder mi?"

Beni yok saysalar bile Ulaş ile olmama engel olucaklarını biliyordum.

"Gerçekler bunlar. Sonunda ne olucak peki? Eli zaten kana bulanmış insanlar daha fazla kana bulanmaktan kaçınmayacaklar. Ortalık sizin yüzünüzden kan gölüne dönecek. Bu kadarına değer mi gerçekten? Bir sevda uğruna, insanların kanı akmalı mı Asya? Sana bunları inan ki öfkemden ötürü söylemiyorum. Sadece korkuyorum, birilerinin zarar görmesinden ölesiye korkuyorum."

"Sana dilini tut dedim Ela! Sus ve sadece hediyeyi al git dedim! Ama sen o çeneni tutmayı beceremedin!" diye çıkışan Öykü'yü ben susturdum.

"Ulaş, şimdiye kadar onu fazlasıyla tanıdım. Kuzenini sen benden daha iyi tanıyor olmalısın. O istediğini elde eder, ve eğer kimsenin kılına zarar gelmeden biz olabilmeyi istiyorsa bunu da yapar. Nasıl başarır bilmiyorum ama bir şekilde becerir. Ben ona inanıyorum."

"Sen sadece kendini rahatlatmak için bir bahanenin arkasında duruyorsun. Kimse birilerine zarar gelmesine engel olamaz, Ulaş bile!" dediğinde öfkeyle ona bakmıştım.

"Bence seninle asla anlaşamayacağız. Ben sevdiğim insana sonuna kadar inanıyorum. Sen istediğini düşünmekte özgürsün." dedim elime çantamı alırken.

"Burada daha fazla durmamızın bir anlamı yok Öykü. Gidelim." dediğimde o da son kez  Ela'ya bakıp oradan benimle ayrılmıştı. Ela'dan son duyduğum kelimeler ise çoktan düşüncelerimi sarmıştı.

"Sen benden değil, duyduğun gerçeklerden kaçıyorsun. Ve sonunda pişman olucaksın."

Yolda giderken ne istediğimi ben de bilmiyordum. 

Bir yanım Ulaş'tan tüm irademi kullanıp uzaklaşmam gerektiğini söylüyordu. Eğer zehirli dumanımı daha fazla insanların hayatlarına sokmamak istiyorsam bunu yapmalıydım.

Ama varlığı yetmeyen adamın yokluğunu nasıl kaldıracaktım? Buna cesaretim yoktu. 

Onun için Ulaş'a sığınmayı seçiyordum ya. O herkesi korurdu. Bütün kalbimle buna inanmak istiyordum.

Her ne kadar beni sevmek istemesede sevmişti bir kere.. Ona daha fazla acı vermeye gücüm yoktu. Kaçmak istemiyordum artık.

Eve geldiğimizde gördüğüm şeyle ufak bir sarsıntı geçirmiştim. 

Bana yine kıyamamıştı. Ben bu adamı hak etmiyordum. 

Salonun bir köşesinde duran piyanoya doğru yürüdüm.

Kalbimde bir heyecan dalgalanmıştı. Yanımda olmasını, ona teşekkür etmeyi isterdim. Buna izin verirmiydi bilmiyordum. Ama bu sefer tüm gücümle karşısına geçip delice ona sarılmak istiyordum.

Göğsümdeki heyecan dalga dalga yüzerken beni çoktan ele geçirmişti. 

Bana karşı jestlerine dayanamayan kalbime birgün inme inecekti. Neyseki o gün bu gün değildi.

Beni sevmeye dayanamadığı halde daha fazla üzülmemide istemiyordu. 

Bana katlanamıyordu fakat hâlâ benim için çabalıyordu. 

Hak etmediğim bu aşk beni sertçe kayalara çarpmaktan hiç vazgeçmiyordu.

Yaralar içinde kalmıştı vücudum.

Piyanoya doğru yürüyüp tuşlarına parmak uçlarımla dokundum.

Bütün o öfkesi düştü gözlerimin önüne. Bana sarf ettiği tehlikeli sözler. Dikenli bir yolun üzerinde sürüklemişti beni. Ve bana sunduğu bu hediye kanayan yaralarıma merhem olmak yerine daha çok kanatmıştı 
benliğimi. 

Nefretine, öfkesine rağmen beni düşünmeye devam etmesi.. 

Genzimin yandığını hissettim, artık başedemiyordum olanlarla. 

Öykü'ye döndüm.

"Ben bu adamı nasıl bırakabilirim ki? Buna derman mı bırakıyor bende? Yine sarmaya çalışmış , kanattığı yaralarımdan. Kendi acısını es geçip yine üzülmeyeyim istemiş." dedim gözlerime biriken yaşların dökülmesine  izin vererek.

.
.
.

Artık günlerimi camın önü ve piyanom arasında mekik dokuyarak geçiriyordum. Ve Öykü ona verdiğim sözü tutamadığım için öfkesini yüzüme püskürtmekten geri durmuyordu.

Tüm cesaretimi toparlayabilmiştim. Ulaş hâlâ telefonlarımı açmıyordu fakat Öykü ile konuşurken onun sesini duyabilme şansını yakalayabiliyordum.

Resmen umutsuz vakaydım, ve bu Öykü'nün sinsice bıyık altından  gülmesine sebep oluyordu.

Kızın telefonu çaldığı anda Ulaş aradı diye ondan önce ben koşuyordum telefona.

Ve sonunda, geri döneceğini öğrenebilmiştim.

Onsuz geçen 2 hafta belki çok uzun bir müddet gibi gelmiyordu kulağa fakat benim için iki asra bedeldi.

Sabrım çoktan tükenmişti. Onu istiyordum artık yanımda. İçimi yiyip bitiren bir heyecan vardı. Döndüğünde ondan af dileyecektim. Ve itiraf edecektim.

Onu nasıl sevdiğimi.

Göğsümde kabaran bu heyecan sanki sert bir rüzgara kapılmışımda uçuyormuşum hissi yaratıyordu bende. 

Gözleri aklıma düştükçe kocaman bir hasreti kucaklıyordum. Özlemi beni parçalara ayırıyordu. Bu adamın gözleri niye böyle güzel olmak zorundaydı.. Aşık olduğum geceyi anımsatıyordu. Önceden gecelerin yalnızlığında kendimi bulurdum. Artık onun gece gözlerindeki bende kendimi bulur olmuştum. 

Onsuz ne kadar eksik kalmıştım ben.  Beni nasılda kendine bağlamıştı. Sanki büyülenmiş gibiydim. O yokken bende var olamıyordum.

Bana savurduğu sözler aklıma geldikçe bir kor düşüyordu ruhuma. Nefreti nede yakıcıydı.

Onun gözünde aşkı hak etmeyen biri olmak gönlümü dağlıyordu.

Hiç ağlamayan ben artık her gece ağlar olmuştum. Yatağıma sinip avucumla ağzımı kapatıyordum iniltilerim duyulmasın diye.

Berbat bir haldeydim. Ruhumu kendine tutsak etmişti.. Ah şu geceler. Düşmanım olmuşlardı.

Tutunacak tek dalım oydu ancak yanımda değildi.

Bana o tatlı sözlerini söylerken ondan nasıl kaçtığımı, ona karşılık veremediğimi hatırladıkça gözlerim doluyordu. 

Bal böceği demişti. Ben onun hayatında bir  arı olamazdım. Arılar bile faydalı oluyordu. Bense zehirli bir yılan gibiydim. Onuda bulamıştım karanlığıma.

Onu düşündükçe ruhuma işkence yapıyordum fakat onu düşünmedende edemiyordum.

Yurtsuz kalan benim yurdum olmuştu. 

Geleceği günün gecesinde sabaha kadar heyecandan uyuyamamıştım. Durmadan aptal bir gülümseme ile elim kalbime gidiyordu.

Bu kadar hızlı atan bu kalbe vücudum daha ne kadar dayanırdı bilmiyordum. Tüm gece camın önünde öylece dikilmiştim. Onu beklemek bile güzeldi. Acımasız bir duyguydu ama harika bir şeydi.

Güneşin doğuşunu izledim yorgun bakışlarla. Sabaha karşı kapıma beyaz gecelikleri ile dikilen Öykü ile tüm gece ayırmadığım gözlerimi camdan sonunda ayırabilmiştim.

"Sakın bana  geceyi burada geçirdiğini söyleme." dedi uyku mahmuru gözleri ile.

Bugün Öykü daha bir güzeldi. Bugün sanki güneşte diğer günlere nazaran daha bir hoş doğmuştu. Açık camdan tenime ulaşan rüzgarın saçlarımı okşayışı bile farklıydı sanki.

Sanki bütün dünya benim ona kavuşacağımın bilincindeymiş gibi bayram havasına bulanmıştı.  

"Bugün o geliyor, nasıl uyuyabilirdim ki?"

"Sen delisin." dedi şaşkınca.

"Hep aşık olmayı istemiştim fakat senin şu hallerini gördükten sonra inan aşka tövbe ettim. Bu ne be." diye söylenerek yanıma geldi.

" Bir gün aşık olursan anlarsın, ondan öncesinin ne kadar boş olduğunu. Sadece onunla dolduğunu fark edersin. Güzel bir duygu, ama öyle acımasız bir şeyki. Seni yakarda, ancak yandıktan sonra fark edersin."

Bakışları buruk bir hâl almıştı. Cama çevirdi gözlerini.

"Ben tembel bir insanım. Bu kadar karmaşık duyguları kaldıramam. Ama aşk sana çok yakışıyor. Bu gözler aşksız bakmamalı zaten. Sanki dünyaya aşkı yaşamaya gelmiş gibi bakıyorsun. Sen gerçekten sevdan olmasa boşluğun içinde yaşayacakmışsın."

Sözlerine inanabilmeyi isterdim. Ama aşkı nasıl hak etmediğimi aşık olduğum adamdan duymuştum. Ve Öykü'nün dediklerine ölsem inanmazdım bu saatten sonra.

Sessiz kaldım. 

Ağlamak istiyordum yine. Bunu Öykü'nün karşısında yapmamak için kendimi sıktım.

"Senin için uzun bir gün olacak. Fakat Ulaş'ın gelmesine daha çok var. Biraz uyu istersen. Hem dingin bir şekilde karşına çıkman daha iyi olur, gözlerin kıpkırmızı olmuş. Sana makyaj yapalım bugün.

"Uyuyabileceğime inanıyor musun? Makyajda yapmam ben, sevmiyorum bir kere."

"Zaten çok güzelsin fakat seni tanıdığımdan beri tenin hep solgun. Gözaltlarınsa mosmor. Kusura bakma ama hasta gibi duruyorsun. Ve en azından bugün şu görüntüden kurtaralım güzel yüzünü." dedi işaret parmağı ile saçımı öne gelen saçımı arkaya iterken.

"Varya, bu halinle bile bomba gibisin. Birde makyajla kim bilir nasıl olursun. Kaçarın yok sana makyaj yapacağım. Ulaş'ın afallamış halini görmek için sabırsızlanıyorum. Bence ne yap biliyor musun? Onu biraz peşinde süründür. 2 haftadır onun yüzünden bir ölüden farkın yok. Erkeklerin kadınların peşinde sürünmesini izlemeyi çok seviyorum." dedi bana dişlerini gösterip.

Son dediği şeyle küçük bir kahkaha koptu dudaklarımdan.

"Alemsin ya. Adama yaptıklarımdan sonra birde peşimde mi süründüreceğim? Ona kıyabileceğimi mi sanıyorsun? Hem suçlu olan benim." dedim alayla karışık hüzünlü çıkan sesimle.

"Sonunda güldürebildim seni." dedi ayağa kalkıp.

"Uyumayacak mısın yani şimdi sen? Daha saat 6.30. Ulaş 2 de gelicek. Biraz dinlen."

"İstemiyorum, uyuyamam. Bugünü nasıl beklediğimi bilmiyormuş gibi söylenme."

"İyi peki. Ben uyuyacağım, zaten şüphelenmiştim senin uyumadığından. Onun için yatağımdan kalkıpta geldim. Ama kalkınca sana makyaj yapıcam. İtirazda istemiyorum, Ulaş birkez daha aşık olucak sana. Bugün çok güzel olucaksın." dedi uyku sersemi çıkan sesiyle. Gözleri yarı açıktı ama sesi buna tezat olarak çok canlı çıkıyordu.

Garip bir kızdı Öykü. Her anlamı ile. Ben bile Ulaş ile kendimi zor kabul edebilmiştim ama o en başından beri bize destek olmuştu. 

Böylesine neşeli bir insanı hayatıma soktuğu için Ulaş'a müteşekkirdim.

Saatler geçmek bilmiyordu. Durmadan saate bakıyordum ancak yelkovan çok yavaş ilerliyordu ve bu beni delirtiyordu.

Öykü dediğini yapmış ve beni kendince süslemişti. Aynada gördüğüm kişinin yabancısıydım. Yansımamda gördüğüm kadın çok çekiciydi. Ama ben değildim sanki. Küçük çiçekli elbisemle bahar havasını getirmiştim resmen. Saçlarım dalgalar halinde omuzlarımdan uzanıyordu. 

Aslında solgun olan tenim sahte bir canlılığa bulanmıştı. Beni yansıtan tek şey hiç değişmeyen gözlerimdeki ifadeydi.

"Beni beğenir mi?" dedim Öykü'ye dönüp.

"Beğenmek ne kelime. Deliye dönecek. Şu haline bak. Melek gibisin. Her erkeğin kalbini yerinden söküp alacak bir canavara benziyorsun. İzin veriyorum, bugün pençelerini Ulaş'ın kalbine geçir ve kalbinin tadına bak. Eminim hiçbir şey sana onun kadar lezzet veremez."

"Çok vahşice konuşuyorsun." dedim gülümseyerek.

"Vampir filmindeymişim gibi hissettim kendimi."

"Öyle. Bugün avını yakalamak için süslenen bir cadısın. Bunu unutma." dedi  kaşlarını kaldırıp.

"Şu durumda bile beni güldürmeyi başarabiliyorsun ya. Fazla yeteneklisin sen ya." dedim neşeyle.

"Bugün ikiniz içinde yepyeni bir başlangıç olsun istiyorum. Bugünden sonra hep mutlu olun. Sonunda ona itiraf edeceksin. Düğünümüz yakındır." 

Son cümlesi ile yüzümdeki gülümseme silindi.  Bu mümkün olabilecek miydi gerçekten ?..

Heyecanıma katlanamayıp evin içinde dört dolanıyordum. Saat gelmişti. Sonunda onu görebilecektim.

Öykü benim halime kahkahalar ile gülmüştü. Sonra aniden bir karar alıp ikimizi başbaşa bırakmak istediğini söyledi. Gitmeden önce Ulaş'a karşı oldukça romantik tavırlar sergilemem için bana yemin ettirmişti. Kendimi affettirecektim. Ona bunun için söz verdiğimde sonunda evden gidebilmişti. Evin ortasında Ulaş'a hazırladığım romantik masa duruyordu. Aslında sadece sofrayı ben hazırlamıştım. Bütün yemekleri Öykü'nün maharetli elleri yapmıştı.

Çalan kapıyla hızlı adımlarımla kapıya doğru koştum. Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.

Son birkez derin bir nefes alıp kapıyı açtım. Fakat gördüğüm gözler Ulaş'ın gözleri değildi. Onunkilere çok benziyordu ancak o değildi.

Erdem Toralı nefret kusan bakışlarını üzerimden çekmezken elinde tuttuğunu fark ettiğim silahını alnıma dayamıştı. Sertçe alnıma bastırdığı korkunç aletle geriye doğru gitmek zorunda kaldım.

"Oğlumu kandırabileceğini sandın öylemi Asya Karahanlı!" 

Neyin ortasına düşmüştüm bilmiyordum fakat alnımdaki şey canımı fazlasıyla yakıyordu.

"Oğluma bulaşmakla hayatının hatasını yaptın! Abini öldürdüğüm gibi seninde canını alabileceğim hiç aklına gelmedi mi? Bu aptal cesaretin kimden geliyor! Babamı öldüren babandan mı?"

Şu zamana kadar çok kişi bana iğrenircesine bakmıştı. Ama bu adam hepsinden farklı bakıyordu. 

Ulaş'ın babası..

Herkesten katbekat daha fazla nefret ediyordu benden.

Ve beni öldürmekten bahsediyordu.

Ölüm.

Yine tutmuştu beni ensemden. Korku çoktan beni tutsak olarak ele geçirmişti.

Ölmek istemiyordum! 

Korku içinde kıvranırken gözlerim dolmuştu.

Ölümün kokusu burnuma doldu. Birkez daha yakalanmıştım bu cezaya.

Onu son defa görmek istiyordum. Ve korkuyordum. 

"Ne aptal bir kız ama! Şu haline bak!" dedi kafama dayadığı silahla sertçe alnımı iterken.

"Tek nefeslik canın var. Ve sen bana bulaştın öyle mi? O nefesini söküp atmayı çok iyi bilirim ben." 

Sesi kanımı donduruyordu. Baştan sona kadar fazlasıyla korkunç olan bu adam silahla olmasada korkudan beni öldürebilirdi.

"Ne olursa olsun." dedim gözlerimi nefret solu gözlerinden ayırmayarak.

"Ölsemde ondan vazgeçmeyeceğim! Seviyorum onu."

"Seviyorsun öyle mi?" dedi çıldırmış gibi.

Gözü dönmüştü bir anda.

"Seni mermi yağmuruna tuttuğumda da bunları söyleyebilecek misin?"

Nefes alamıyordum. Kalbim sıkışacak gibiydi. Korku beni tüketmeyi başarmıştı.

"Son duanı et Karahanlı! Bir Karahanlının daha kanını dökecek olmak bana büyük bir zevk verecek." dedi dudakları kıvrılırken.

Gözlerimi kapattım. Son duam yine oydu.

Her şeyin sona erdiğini düşünürken beni sıkıca saran bedenle gözlerimi açmıştım. Kokusu genzimi yakarken o yüzüme bile bakmıyordu. Ama ben bitiyordum.

Gelmişti..

"Sakına baba!" dedi beni iyice göğsüne yaslayıp.

"Ona zarar vermeye kalkışma! Sakına!" dedi. 

Sesi nefes nefeseydi. Koştuğunu ter kokan teninden anlayabilmiştim.

"Bir Karahanlıyı hayatına almana müsaade edeceğimi mi sandın Ulaş?! Ölsem izin vermem buna! O kızı hayatından söküp alacağım! Bin beter edeceğim onu!"

Babasının söylediği şeylerle beni daha fazla kendisine bastırdı. 

"Onu benden koparmana izin vermem! Bunu aklından çıkar!"

Başımda tuttuğu eli titriyordu. Oda korkuyordu, hissediyordum.

Daha çok sokuldum ona. Gözlerimi sıkıca kapattım. Gözyaşlarım çoktan siyah kazağını ıslatmıştı.

Belini sıkıca kavramıştım. Kokusunu ciğerlerime kadar çektim. 

Daha demin ölüm ile yüzleşmiştim ve onu bir daha göremeyeceğimi sanmıştım.

Şu durumda bile onun kollarının arasında olmak hasretime su serpiyordu.

"Onun kılına zarar verirsen yok olurum baba. Anlıyor musun? Biterim." dedi.

Sesi yalvarırcasına çıkıyordu.

" Ben bir kere onu kendime katmışken bir daha onsuz yapamam."

"Ailesinin bile istemediği, sevmediği bir kızı mı seviyorsun? Bu kadar düştün mü sen? Kollarının arasında tuttuğun o kız Karahanlıların artığı! Onu hayatımıza mı sokacaksın? Delirmişsin sen!"

Benden ne kadar tiksindiğini ses tonundan hissedebiliyordum.

Ve yine birileri benim hakkımda haklıydı. Acımasız sözlerinde sonuna kadar haklıydı. Ben ailemin bile nefret ettiği kişiydim.

Ulaş nasıl bir acının içinde kıvrandığımı anlamış gibi yüzüme baktı.

"O kimsenin artığı değil." dedi çenemi tutarak.

"Sadece benim o. Kimsenin değil."

Gözlerinde gördüğüm şey merhametiydi.

Yutkundum. 

Kulağıma dolan ayak sesleri ile kafamı kaldırdığımda tanımadığım adamların eve doluştuğunu gördüm.

"Sen beni hiç tanıyamamışsın Ulaş. Bu kızın hayatından gitmesi için her yolu deneyeceğimi bilmeliydin. Ve şimdi o çok sevdiğini söylediğin şu çelimsiz şey hak ettiği yeri boylayacak." dedi.

Adamlar bir anda saldırganlaşan Ulaş'ın kollarını tutup onu benden uzaklaştırırlarken bense donuk gözlerle bileğime geçirilen kelepçeyi izliyordum.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


17   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   19 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.