Keyifli okumalar.. Ruhum daralıyordu, boğulacak gibi oluyordum. Tıkandığımı hissettim. Beni sokacakları demir parmakların ardında olmak için hiçbir suç işlememiştim oysa. Ama yine bir kafeste sıkışıp kalmıştım. Kulaklarımda hala ortalığa öfke saçan Ulaş'ın sesi vardı. Bana en son dediği şey gelmişti aklıma. "Seni oradan çıkaracağım sevgilim. Dayan." demişti. 'Sevgilim' demişti birkez daha. Onun ağzından çıkan bu kelimenin muhatabının ben olduğunu bilmek nede güzel bir histi.. Gözlerimi yumup o anı daha net anımsamaya çalıştım. Polisler bileklerime kelepçeyi geçirirken bana endişe dolu bakışlar ile bakıyordu. Onları tehdit eden sözleri adamların bana karşı daha nazik olmasına sebep olmuştu. Dayanacaktım, benden bunu istediyse yapacaktım. Gücümü son raddesine kadar kullanacaktım. Bugüne başlarken nede heyecanlıydım. Ulaş gelicek diye elim ayağım dolanmıştı, mutluluktan ne yapacağımı bilmez haldeydim. Ama şimdi.. Yine dört duvarın arasında sıkışıp kalmıştım. Burada bulunmak Deniz'in üzerimde uyguladığı işkenceleri hatırlatıyordu. Açlık ve susuzluk.. Sanki tekrar o günlere dönmüş gibiydim. Sanki birazdan Deniz tüm öfkesi ile girip beni buradan çıkarıp kafamı suyun içinde dakikalarca tutacakmış gibi hissediyordum. O zaman ki korku sarmıştı bedenimi. Titreyen ellerime baktım. Bayılmadan önceki o tuhaf hisse bürünmüştüm. Yine bayılmak istemiyordum. Önceden nede sağlıklı bir bünyeye sahiptim. Baş ağrısı nedir bilmezdim.. Yaşadıklarımın ruhumda bıraktığı izler gibi sağlığımıda ne kadar zayıf bıraktığını görmem psikolojik olarak beni çok fazla kötü etkiliyordu. Derin bir nefes içime çekip önümdeki masada duran bardağı titreyen ellerimle alıp dudaklarıma götürdüm. Uçak beni fena tutmuştu ve miğdem bulanıyordu. Artık ülkemde olduğumu bilmek dahi bana iyi gelmiyordu. Oysa ne kadar çok özlemiştim bu ülkeyi. Fakat böyle hapsedileceksem bir anlamı yoktu. Çıplak ayaklarımı toprağına basmak istiyordum. Havasını ciğerlerime doldurmak istiyordum. Gözlerim doldu, ülkemdeydim ama bunların hiçbirini yapamıyordum. Ne ağlak bir insana dönüştüğümü düşünüp elimin tersi ile gözlerimin dibinde biten yaşlığı sildim. O odada olmak bundan daha kolaydı. Karşımda Ulaş vardı.Hep bana destek olmak için birşey yapmasada öylece durması, yanımda olduğunu bilmem bana yetiyordu. O an fark ettim, ben en başından beri, daha henüz onu tanımıyor olmama rağmen o ilk günden itibaren onun sayesinde nefes alabilmiş, kendimi güvende hissedebilmiştim. Deniz'e karşı kullanabileceği hiçbir kozunun olmadığını bilmeme rağmen ben onun varlığına sığınmıştım. Oysa o zamanlar onu sevmiyordum bile, yada kendimi buna inandırmıştım. Gözümden akan bir damla yaş ile kendime itiraf edebildim. Ben onu o odada ilk gördüğüm an dahi ona aşıktım. Onu gördüğümde ondan ne kadar nefret ettiğimi düşünmüştüm. Oysa kalbimde bıraktığı yabancısı olduğum histen nefret ediyordum. Ve yine bu hisle birlikte güvenebilmiştim ona. Onu ilk gördüğüm an düştü zihnime, bir çarpışmayla başlamıştı her şey. Kafamı kaldırdığımda gördüğüm yakışıklı yüzle nasılda afallamıştım.Ve onun o müthiş kokusu.. Hayatımda gördüğüm en yakışıklı adamın üzerine su dökmüştüm. Sonra aynı adamın hayatımda gördüğüm en güzel gülüşe sahip kişi olduğunu keşfettim.. Gece gözlerine yerleştirilmiş yıldızlarda kaybolmak istemiştim. Ve orada etrafımı izlerken beni asıl yalnızlığa gömen şey onun gibi bir adamın bana hayatta bakmayacağını düşünmemdi. Kalabalık değildi beni yalnız hissettiren, onun varlığını birkez hissedipte onsuz olacağımı bilmekti. Kendimi onun bende bıraktığı etkiden kaçmak için ağaç evin oraya atmıştım. Ama o orayada gelmişti, yakışıklı yüzü onun acımasız bir çapkın olabileceğinin deliliydi benim için. Ve bu ondan uzak durmam gerektiğini, yoksa karşımdaki adamın büyüsüne kapılıpta tehlikeli sularda yüzeceğimi fısıldamıştı kulağıma. Fakat onun benimle sohbet etmek için tatlı bir çabanın içine girdiğini görmemle es geçmiştim bu düşünceyi. Ona kapılmak istemiştim. Bu düşüncelerim onun bir Toralı olduğunu öğrendiğim anda son bulmuş ve kendimden tiksinmeme sebep olmuştu. Öfkeliydim kendime ondan etkilendiğim için. Ve onu zihnimin derinliklerinden kazıyıp atmıştım. Ondan sonra yaşadığımız her küçük karşılaşmada ondan nasılda nefret ettiğime inandırmıştım kendimi. Bir Toralıydı benim için, ve bu nefretime sahip olması için yeterli bir sebepti. Kalbime bas bas bağırmıştım ondan nefret ediyorsun diye. Ahh ben, yine ve yeniden.. Bir gerçeği daha unutturmayı başarmıştım kendime. Nasıl Yağmur'u, annemi, en çokta abimi unutmayı başarabildiysem bana acı veren bir gerçeği daha unutmuştum. Ulaş'ı.. Bunu nasıl başarabiliyordum bilmiyordum. Ama kendimi rahatlatmak için yaptığım bu şey beni her seferinde daha çok mahfediyordu. Çünkü günün birinde, tekrardan ortaya çıkıyorlar ve yüzüme sertçe vuruyorlardı. Bu kendime işkence yapmakyan başka bir şey değildi. Ulaş.. En derin duygularımmış meğer, kendimden bile gizlediğim.. Onu en başından beri sevdiğimi bilmek.. Göğsümdeki ağrının şiddetlenmesine sebep olmuştu. Bir insan daha fazla ne kadar sevilebilirdi? Sanki sınırları zorluyormuşum gibi geliyordu bana. Her gün daha fazla özlüyordum onu, daha çok istiyordum. Ve yine her gün, imkansız olduğunu daha net anlıyordum. İzin vermeyeceklerdi. Yinede sonuna kadar direnecektim. Bulunduğum bu ortamda bile sadece onu düşünüyorsam, o zaman nasıl engel olabilirlerdi ki bana? Ne büyük bir aptaldım. Ne cesaretsizlik ama. Bu aşktan daha en başından kaçmıştım. Az kalsın hiç fark etmeden hayatımı eksik bir şekilde yaşayacaktım. Belki bir başkasını alıcaktım hayatıma ve tüm ömrümü kendimi o kişiyi sevdiğime inandırarak geçirecektim. Delilikti bu fakat ben bunu yapabilecek maharette bir insandım. Kendimi her seferinde kandırıyordum. Asla iyi bir yalancı olamamıştım insanlara karşı. Fakat kendimi yalanlara nede güzel inandırıyordum böyle. Gözlerimle bulunduğum yeri taradım. Buradan da kurtulabilecek miydim? Peki onu bulmuştumda buna devam edebilecek miydim? Onunla olmayı.. Başarabilecek miydim? Dişlerimi sıktığımda çenemin nasıl kasıldığını hissettim. Miğdem hâlâ bulanıyor, başım ağrımaya devam ediyordu. Terlediğimi hissettim. Boğazım içtiğim suya rağmen kupkuruydu. İçeri girdiğini fark ettiğim adamla duruşumu dikleştirdim. Titreyen ellerimi fark etmemesi için ellerimi kucağıma koyup sıkıca birbirlerine kenetledim. Saçlarının sadece birkaç teline beyaz düşmüş adam 30'lu yaşların başında olmalıydı. Yüzü oldukça genç duruyordu ve işinin ehli olduğu duruşundan dahi belliydi. Sert bakışlarını üzerime dikmiş beni baştan sona süzdü ve sonra karşılaştığı görüntüden memnun kalmamışçasına yüzünü astı. Sanki bir fareymişim gibi bakmıştı bana. Umursamadım, yada umursamamak istedim. Bunun için bir mücadeleye giriştim. Adamın sandığının aksine masumdum. Kimseyi dolandırmamış, hiçbir yolsuzluk yapmamıştım. " Baş Komiser Hakan ben." dedi geriye doğru yaslanırken. Gözlerimi hafif kısmış adamın karşımda kasılmasını izliyordum. Ben bu adamla başka şartlar altında karşılaşsam, köşeme çekilir ve egoist tavırlarını son derece eğlenerek izlerdim. Bunun için yemin edebilirdim. Bu adam son derece egoist biriydi. Bulunduğumuz ortamla alakalı değildi bu davranışları, biliyordum. Anlardım. Egoist insanlardan nefret ederdim ve hiçbir şekilde karşılarında ezik duruma düşmek istemezdim. Ben masumdum ve karşısında zayıf kalmayacaktım. Bundan nefret ediyordum, ben zayıf bir insan değildim! Güçlüydüm. Kendimle çoktan psikolojik bir savaşın içine girmişken vücudum sanki bu kararıma isyan edercesine bana karşı çıkmıştı. Alnımda terlerin biriktiğini hissedebiliyordum. Adam bana bir şeyler söylerken onu anlayabilmek için kendimi zorladım. Bana nasıl suçlar ile itham edildiğimi sayıyordu. Önüme bir sürü belge yığmıştı. Suçların bana ait olduklarının kanıtları olmalıydı. Öyle bir konuşuyorduki az kalsın ben bile inanacaktım suçlu olduğuma. "Gerçekten merak ediyorum, bizden aylarca kaçabilmeyi nasıl başarabildin?" dedi kıvılcım saçan gözleri ile. Şimdi anlamıştım derdini. Beni aylar boyu bulamamak onun egosunu ezmiş olmalıydı. "Benimle ilgili davayı başından beri üstlenen baş komiser sen miydin?" dedim. "Evet bendim." dedi sertçe. "Şu güne kadar hiç izime rastlayabilmiş miydin?" diye sorduğumda kaşlarını çattı. "Burada soruları ben sorarım." sesi oldukça öfkeli çıkmıştı. Hiçbir izime rastlayamamıştı. Ona alayla gülümsedim. İçim öfke doluydu çünkü olmamam gereken yerdeydim. "İzimi bulamadın. Ben bile nerede olduğumu bilmezken sen nasıl bulacaktın?" "Ne demek istiyorsun?" "Açık değil mi? Kaçırıldım. Aylarca Rusya'daymışım fakat bundan 1 ay önce haberim oldu. Ve oradan kurtulmadan kısa bir müddet önce öğrendim aranan bir suçlu olduğumu. Şu önüme fırlattığın kağıtlar, hepsi sahte. Ailem büyük bir suçu üzerime yıkmak istediler. Hiçbirini kabul etmiyorum. Aylarca zaten bir odada tutsak edildim, şimdi yeniden beni bir kafesin içine sokmanıza razı olur muyum? Bir kere daha haksız yere ceza yemek istemiyorum." Adamın dudakları önce hafiften kıvrıldı sonra kahkahalarla gülmeye başladı. İşaret parmağını bana doğru uzatıp "Sen." dedi kahkahalarının arasından. "Gerçekten komiksin. Böyle uydurma bir hikayeye inanacak kadar aptal mı gözüküyorum? Daha mantıklı bir şey bulmalıydın." "Araştırmak zorundasın." dedim ciddiyetle. Halsiz bedenime rağmen sesim oldukça dirençli çıkıyordu. "Polis değil misin? Beni hapse atmak için suçlu olduğumdan emin olmalısın." "Zaten eminim. Her şey senin suçlu olduğunu haykırıyor. Suçlarının ortaya çıktığı hafta ortadan kayboluyorsun. Bu nasıl bir tesadüf acaba. Üstelik şirketten alınmış yüklü miktardaki parayla. Şirketin kasasını kısa bir müddetliğinede olsa sana devretmişler. Ve şu zaman diliminde ne hikmetse tamda senin kaybolduğun zaman kasanın yarısı boşalıyor. Dolandırılan miktarda içinde." Sıkıntıyla nefesimi dışarı üfledim. Şu saatten sonra hiçbir şeye şaşırmıyordum artık. "Bütün ailen nasıl olurda sana böyle bir oyun oynayabilir?" Öyle tuhaf bir durumun içindeydim ki bana inanamıyordu bile. "Sana daha fazla açıklama yapmayacağım. Avukatımı istiyorum. Dediklerimi kâle bile almıyorsun. Oysa haklı olan benim, onlar değil. En azından söylediklerimi araştırman gerekir. O kasadanda para filan almadım. Tam bir çulsuzum şuan." dedim. Artık tamamen kendimi salmıştım, ağzımdan çıkan kelimeler umrumda bile değildi. Ama adama sen diye hitap ederek onu uyuz ettiğimin farkındaydım. Umursamadım. Ben de ona uyuz olmuştum. Bir müddet daha beni işlemediğim suçu itiraf etmem için ikna etmeye çalıştı ve sonunda pes etmiş olucakki odadan çıktı. Biraz orada bekledikten sonra sonunda beni uyuyabileceğim bir yere götürebilmişlerdi. Sert yatağa başımı koyup çok geçmeden uykuya daldım. Geçen zaman diliminde Hakan Komiser ile görüşmek için beni aynı yere aldılar. Adam bu sefer bana Ulaş'ı sormuştu. Onun ile iş birliği içinde olup olmadığımı öğrenmek istiyordu. Ona Ulaş ile birlikte kaçırıldığımızı söylediğimde sonunda bana biraz inanıyor gibi oldu. Ulaş'ında aylarca ortalarda olmaması bunu kanıtlar nitelikteydi. Bizi kimin kaçırdığını sorduğunda ona verdiğim isim kanının çekilmesine sebep olmuştu. Fakat bunun açıklamasını yapmayıp bana onunla dalga geçtiğimi söyleyerek oldukça sert bir şekilde azarlamıştı beni. Dmitriy ismiyle hayatını sürdürdüğünü söylediğimde bu kafasını oldukça karıştırmış olacakki bana aval aval baktı. Adama gerçekten sinir oluyordum. Dediğim her şeyin yalan olduğunu iddia ediyordu. Tekrardan avukatımı istediğimi söyledim ona. Ve bunun ardından bana gönderdikleri kişi ne yazıkki şirketin avukatıydı. Ne beklediğimi bende bilmiyordum. Turgut Bey hayatta işime yaramazdı. Amcamın en güvendiği avukattı ve onun adamıydı. Avukat bana ailemin beni buradan kurtarmak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını söylediğinde ona alayla gülümsedim. Beni buraya sokan zaten onlardı. Büyük bir tazminat ile buradan kurtulabileceğimi fakat bundan önce suçlamaları kabul etmem gerektiğini söylediğinde ondan beklediğim bu sözlere hiç şaşırmamıştım. Beni aptal yerine koyduğunun oldukça farkındaydım. Turgut Beye kesinlikle onu avukatım olarak istemediğimi söylemiştim. Onu bana avukat olarak göndermeleri benimle dalga geçtiklerinin göstergesiydi. Ailemdeki herkese karşı öfkem büyüyordu. Adam bana başka çarem olmadığını söylediğinde onu umursamadım. 2 gündür buradaydım ve sağlığımın git gide kötüleştiğini hissediyordum. Buraya girerken beni gören insanların dedikleri geldi aklıma. 'Şuna bak, ailesinin şirketini bile dolandırmış. Şu havalı kıyafetleri görüyor musun? Yurt dışında keyif sürüyormuş sürtük." Hakkımda denilenleride umursamayacaktım. Hiçbiri doğru değildi. Ancak bunları düşünürken ellerimin daha çok titrediğini fark ettim. Hâlâ titremekten vazgeçmeyen bedenime de ne yazıkki hüküm veremiyordum. Aklımda onlarca şey vardı. Ve o an ben yine Ulaş'a yoğunlaşmıştım. O geceki sözlerini hatırlamak kalbimin sızlamasına sebep oluyordu. Başka kimsenin benim hakkımda diyeceği sözler beni böylesine yaralayamazdı, çok iyi biliyordum. Beni tekrar çağırdıklarında titreyen ellerimi fark ettirmemek için ellerimi birbirlerine bastırdım. Sadece boş bir masanın bulunduğu sorgu odasına almamışlardı bu sefer. Beni farklı bir yere yönelttiklerinde şaşkınlıkla yanımdaki kadına döndüm. "Nereye götürüyorsunuz beni?" "Ziyaretçin var." dedi sertçe. "Onunla görüşeceksin." Beni bir odaya sokup kendisi de bir köşede beklemeye başladı. Arkasından görmemle dahi tanımıştım onu. Kalbim hızla çarparken olduğum yerde donup kalmıştım. "Ulaş." dedim. Fısıltıyla çıkmıştı sesim. Yüzünü bana döndüğünde ona doğru yavaşça yürüdüm fakat gardiyanın sesi buna engel oldu. "Dokunmak yasak. Ona göre davranın." dedi sinirle. " Hakan Komiser odada yalnız olacağımıza dair söz vermişti bana. Lütfen çıkar mısınız?" dedi sertçe. Kadın bir müddet ne yapacağını şaşırmış gibi Ulaş'a baktı fakat Ulaş'ın gözlerindeki o sert ifade kadını ikna etmeye yetmiş olucak ki odadan çıktı. Benden önce davranıp beni hızla kollarının arasına alan adama sıkıca dolamıştım kollarımı. Kafamı göğsüne yaslamıştım ve hızla çarpan kalbinin sesini duyabiliyordum. Ona sarıldığım anda sanki etrafımdaki her şey kaybolmuştu. Bütün dünya yok olmuştuda sadece onunla ben kalmış gibiydim. Çocukluğumdaki mutlu günlerimi anımsatan kokusunu ciğerlerime doldurdum. Nede çok özlemiştim onu. Huzur kokan adamı. Saçıma uzun bir öpücük kondururken kalbimdeki yükün biraz daha ağırlaştığını hissettim. "Seni çok özledim." dedi kollarıyla sanki mümkünmüş gibi beni biraz daha kendine bastırıp sararken. "Seni öyle çok özledim ki öleceğim sandım." Gözlerimden akan yaşlara izin verdim. Çoktan kurumuş olan dudaklarımı ağlama sesimi duymaması için o kadar fazla ezmiştimtim ki kanattığımı kan tadını damağımda hissedince fark edebilmiştim. "Ulaş ben özür dilerim." dedim göğsüne gömülürken. Ne yazık ki gözyaşlarım çoktan siyah gömleğini ıslatmıştı ve sesimde ağlamaklı çıkıyordu. Artık bunu önemsemedim. "Ben senden hiçbir şey gizlemek istememiştim. İnan seni üzmek istemedim. Ne olur affet beni. Canını yaktığım için kendimi asla affetmeyeceğim. Sadece ben.. Ben. Ulaş." dedim yutkunarak. "En büyük hayalimdi sahnede piyano çalmak. Bunu elde edebileceğimi görünce delice bir istek ele geçirdi ruhumu. Bunun seni tüketeceğini görememiştim." dedim hıçkırarak. Artık ağlamam şiddetlenmişti ve kendimi tutamıyordum. Beni affetmesi için ona sayıklıyordum sadece. Avuçlarını yanaklarıma koyup yüzümü kendisine çevirdi. Gözlerinde gördüğüm duygu çok ağır gelmişti ruhuma. Hüzün kokan bakışları ile dikkatle beni incelerken gözlerimi kapattım. "Dayanamıyorum, senin benden nefret etmeni kaldıramıyorum." dediğimde beni biraz kendinden uzaklaştırdı. Aramıza soktuğu mesafe canımı yakmıştı. Gözlerimi araladığımda yüzüne bakamamış, bakışlarımı yere indirmiştim. "Asya, ben sana ne yapmışım böyle." Sesi afallamış çıkıyordu. "Canını nasılda yakmışım." dedi geriye doğru birkaç adım atıp. " Sen burada, tekrar mahkumluğa dönerken, canını en çok yakan şey bu değilde, benim sana yaşattıklarım mı?" dedi. Tekrar ona baktığımda gözlerinin kızardığını gördüm. "Haklıydın." dedim gözlerimi ondan çekmeyip. "Bana dediğin her sözde haklıydın." Gözlerinin korkuyla büyüdüğünü gördüm. Acı çekercesine yutkunmuştu. " Hiçbir gerçek bundan daha fazla canımı yakmadı. Kendini suçlu hissetme, sadece kendimi daha iyi tanımamı sağladın sen." Gözlerindeki korkunun anbean daha çok büyüdüğünü görmek nefes almamı zorlaştırıyordu. Bana doğru yaklaşıp sandalyeye oturttu beni. Önümde diz çöktüğünde titreyen ellerimi görmemesi için bacaklarımın arasına sıkıştırmıştım. "Sana söylediklerimi kafana takma, onların hiçbiri mantığa sığacak şeyler değildi. Ben büyük bir aptalım, sana neler dedim öyle. O gün kafam hiç yerinde değildi, sadece canım yanmıştı ve bir gerizekalı gibi seninkini de yaktım. Ben ne yazık ki buyum. Senin karşında değişmek isterdim, fakat yine aynı şeyi yaptım. Canımı yakanın, kim olduğunu önemsemeden canını yaktım." dedi ellerimi ellerinin arasına alıp. "Seni seviyorum küçüğüm." Bunu derken ellerinin arasında kaybolan elimi öpmüştü. "Seni incitmek istemedim, ama kendimi tutamayıp bunu yaptım. Nasılda incinmişsin, şu kırgın bakışların.. Kendimi affetmeyeceğim. Özür dilerim sevgilim. Üzme kendini. Dediklerim, hepsi öfkeyle söylenmiş sözlerdi. Ne olursun, daha fazla kendini yıpratma." Diğer her şeyi unutabilirdim de o gece dediklerini asla unutamayacaktım. İlk defa beni öpmek için bir an bana doğru yöneldiysede bundan vazgeçmiş olucak ki anında bakışlarını dudaklarımdan çekti. Bende bıraktığı etkiden nasılda habersizdi. "Ellerin." dedi şaşkın bakışlarını ellerimin üzerine çevirip. "Titriyorlar." kaşlarını çatmış yüzüme bakıyordu. Elini alnıma yaklaştırdığında kafamı geri çektim ama yinede engel olamamıştım ona. "Ateşin var." dedi endişeyle. "İyiyim ben." dedim fakat sesim bile hasta olduğumu bana ihanet ederek ortaya seriyordu. " Şu haline bak, saçların terden yüzüne yapışmış ve sen iyiyim mi diyorsun?" dedi alnıma yapışmış saçlarımı geriye doğru iterek. "Nerede tutuyorlar seni, nasıl bir şey bu ya?" dedi öfkeyle. "Bugün hastahanede kalıcaksın. Onlara bunu söyleyeceğim, merak etme. Şu halde hapishane odalarında kalmana izin vermem." "Ulaş, tamam sakin ol. Dur bir dakika. Sana sormak istediğim şeyler var, şu sandalyeye otur lütfen." "Bu halinle kendini yorma, dinlenmen lazım." "Bir dakika lütfen oturur musun?" dedim yorgun bakışlarımla ona bakıp. Bana bir müddet baktıktan sonra oturdu. "Kendini yorma." dedi şefkat dolu sesiyle. "Sadece bir kaç soru soracağım. O adam, Hakan, neden senin ismini sordu bana?" "Seninle şu saçmalıklarda iş birliği içinde olduğumu düşündü." "Niye?" "İki gündür adama pençelerimi geçirdimde ondan. Seninle görüşmeme izin vermiyordu fakat sonunda ikna edebildim onu." dedi hafif bir gülümsemeyle. "Ailemin bana gönderdikleri avukat, suçlamaları kabul etmemi söyledi. Büyük bir tazminat ödeyerek işin içinden sıyrılabilirmişim." 'Sakına bunu kabul ettiğini söyleme." sesi bir anda değişmiş kaşlarınıda çatmıştı. "Hayır tabiki, o kadar aptal mı gözüküyorum?" Bakışları yumuşamıştı. "Merak etme Asya. En kısa zamanda buradan çıkacaksın, her şeyi ayarlamaya çalışıyorum, bana güven." "Güveniyorum. Sadece sana güveniyorum, bilmesem beni buradan kurtaracağını sonunda delirirdim herhalde." Gözlerindeki parıltı içimi ısıttı. Bende ona gülümsediğimde gülümsemesi iyice geniş bir hâl almıştı. Onun hep bana yaptığı gibi yüzünü okşamak istedim ve elimi kaldırıp ona yaklaştırdım. Sonra o akşamda bu istekle yanıp tutuştuğum geldi aklıma. Ve onun bana söylediği söz. "Dokunma." demişti. Sanki ona dokunsam yanacakmışım gibi korkup geri çektim elimi. Dokunamıyordum ona. Beni bu hale o getirmişti. Yutkunurken adem elmasının yukarı kalkışını izledim. Anlamış olmalıydıki gözlerini gözlerimden kaçırdı. Bir müddet bana bakamayan Ulaş'tan gözlerimi alamadım. Karşımda bütün pişmanlığı ile duruyordu. Yapabileceğim bir şey yoktu. O gece aramıza bir duvar örmüştü, yıkmak istiyordum o duvarı fakat bu benim için çok zordu. Bende bakışlarımı indirdim. Hâlâ titremeye devam eden ellerime bakıyordum. "Konuşacağım Hakan'la. Hastaheneye gideceksin bugün." "Şirketin kasası ile ben ilgileniyirdum kısa bir müddet için ve benden sonra yüklü miktarda para alınmış kasadan. Onunda sorumlusu olarak beni görüyorlar." dedim aklıma gelen şeyle. "Biliyorum merak etme. Bunları düşünme sen. Ben hepsi ile ilgileniyorum." dedi ayağa kalkarken. "Daha fazla yormayayım seni. Dinlenmen gerekiyor. Ben bir avukat ayarladım sana bugün gelicekti ama önce bir iyileş sen. Kendini toparla o zaman görüşürsünüz. Dediğim gibi her şey kontrolüm altında. Sakına korkma sen. En kısa zamanda özgürlüğüne kavuşturacağım seni." "İyiki varsın." dedim buruk bir gülümsemeyle. Çıkmadan önce son kez gözlerime baktı. "Sende, iyiki varsın. İyiki girdin hayatıma." dedi kokumu içine çekip. İlk defa Ulaş'ın bana yalan söylediğine inanmıştım. Ona belli etmedim bunu. Onun iyikisi olmadığımı artık çok iyi biliyordum. Dediği gibi gerçekten kısa bir süre içinde hastahaneye devredilmiştim. Kapımada iki tane polis dikmişlerdi. Normalde hapishanenin revirine kaldırılmam gerekirdi fakat Ulaş Hakan'ı hastahane için ikna etmiş olmalıydı. Burada bile varlığını bana hissettirmesi biraz olsun güvende hissetmeme sebep oluyordu. Ben hastahanedeyken hiç beklemediğim biri geldi ziyaretime. Emir.. Onu ilk gördüğümde karanlık bulutların üzerime çöktüğünü hissetmiştim. Çekingence karşımdaki koltuğa oturmuştu. Sol kaşı ve dudağı patlamıştı. Sağ gözünün hemen altıda morarmıştı. Her şeye rağmen bu görüntüye içim gitti. Bunu ona kimin yaptığını tahmin ediyordum, belliki yine yerinde duramamıştı. "Şuan sana seni ne kadar özlediğimi söylemek kulağa pek inanılır gibi gelmez değil mi?" demişti. Benimle dalga mı geçtiğini görmek için yüzüne dikkatlice baktım. "İnanmayacaksın biliyorum fakat seni çok aradım. Nerede olduğunu bulmak için çok uğraştım." dedi. Yüzüme bakamıyordu. Derin bir nefes çektim içime. "Bana niye bunu yaptın Emir? Niye suçlarını benim üstüme attın. O kadar mı nefret ediyordun benden?" Bir ürperti sarmıştı bedenimi. Onun varlığı huylandırıyordu beni. Emir'den biraz daha uzaklaştım. "Abim öldükten sonra, sadece seni kabul etmiştim yanıma. Ne kadar anlaşamasakta tek arkadaşımdın benim. Diğer bütün insanları es geçip sadece sizin varlığınızla yetindiğimi en iyi sen biliyordun. Siz benim ailemsiniz, ailemdiniz. Bana niye bunu yaptınız?" dedim gözlerim dolarken. Bana baktığında dolu olan gözlerimi görmesiyle şaşırmıştı, biliyordum çünkü önceden asla ağlamazdım. Fakat şimdi tanıyamadığım bir insana dönüşüyordum. "Böyle olmasını ben istemedim. İnan Asya. Çok mücadele verdim diğerleri ile. Babam hepsini ikna etti. Sen zaten ortadan kaybolmuştun ve polisler beni enseleyeceklerdi. Tek yol buydu." "Beni yem olarak ortaya attınız." dedim buz gibi çıkan sesimle. "Babam bunu kabul etti öyle mi? Ben onun gerçek kızımıyım merak ediyorum. Ya dedem? Aranızda beni en çok sevenin o olduğunu düşünmüştüm hep. Meğer hiçbirinizin umrunda değilmişim." "Dediğim gibi Asya. Herkesi ikna eden babamdı. Dedem böyle olsun istemedi ama yapacak başka bir şey yoktu. Biliyorsun şirketin geleceği benim." Ne gelecek ama.. Yıkık bir gelecek! "Sen hapse girme diye ben gireyim öyle mi?! Tek çare bu yani! Ben zaten aylarca hapis hayatı yaşadım be! Bir daha kabul eder miyim bunu?! Sokamayacaksınız beni o kafese!" dedim sinirle. Bu çocuk hep böyle pişkindi ve bundan nefret ediyordum. Dünyada en önemli varlığın kendisi olduğunu sanıyordu. "Eğer böyle olmasını istemediysen itiraf et suçunu. Hani tazminatla kurtulunabilirmiş ya, sen öyle kurtul o zaman." "Bunu yapamam Asya. Korkuyorum hapishaneden. Ben hayatını hapishanede tüketecek biri değilim." Emir her zaman sadece sinirlerimin daha çok gerilmesine sebep oluyordu. " Ama ben tamda bunun için dünyaya gelmişim değil mi? Hapishanelerde sürünmek için.." Cevap veremedi, uzun müddet öylece sustu. "Tazminat diye bir şey yok. Suçlar çok ağır ve müebbet hapis cezasıyla yargılanacaksın." dedi omuzlarını düşürüp. Karşımdayken yüzü kızarmıyordu bile. "Sana bunu yapmak istemezdim fakat oldu bir kere. En başında kaybolmamalıydın. O zaman böyle olmazdı." "Kaybolduğum için bunu hak etmişim gibi konuşuyorsun." dedim sinirle. "Nasıl bir insansın sen? Tiksiniyorum senden." Yüzündeki yaralara baktım. "Ulaş'mı suratını bu hale soktu?" Gözlerini bu sefer öfkeyle o bana dikmişti. "İyi yapmış." dediğimde öfkesi iyice büyümüştü. " Asıl sen nasıl bir insansın? Bir Toralıyı hayatına mı aldın? İnanılır gibi değilsin." Aniden ses tonu değişmişti. "Beni sorgulayabilecek son insan bile değilsin sen! Ne hakla bana bunu diyebiliyorsun?" "Babası abinin katili lan! Abine karşı bu kadar mı vefasızsın ?!" "Defol Emir! Git buradan! Beni daha fazla delirtme ve git!" dedim sinirle. "Vefadan bahsedene bak ya! Yüzsüz! Beni hapse atacakmış, çok beklersin." "Senin koca bir aptal olduğunu biliyordumda bu kadarını bilmiyordum. Kurtulsanda o adamla yapamazsın, ne baban, nede babam ikinizide yaşatmaz! Bence sen hapse girmekle ölümün pençesinden kurtuluyorsunda haberin yok!" "Görüceksiniz Emir! Buradan kurtulduğumda bize nasıl engel olamayacağızı hepiniz görüceksiniz! Siz beni sildiniz ya, bende sizi sildim. Kimsenin hakkımda ne düşündüğü inan umrumda bile değil. Onlara söyle, bundan böyle ne babam var nede dedem! Yoksunuz artık benim için." "Dedeme karşı fazla merhametsiz değil misin? O senin gibi hain bir torunu hala umursayacak kadar düşünceli bir adam." "Bu mu bana karşı düşüncesi? Suçsuz yere hapse girmeme göz yumması mı?" "Anlamamakta direniyorsun Asya. Benim için değildi, şirket içindi." "Hiçbir bahane beni ikna edemez. Onun için git buradan." Kapıya doğru yürüyüp bir an durdu. "Dedemde gelmek istedi, seni o da çok özledi fakat cesaret edemedi." "Senin gibi yüzsüz değil çünkü.Kimse bu kadarını beceremez." dedim o çıkmadan önce. Sinir olduğum bakışlarını son defa üzerimde tutup sonra çekip gitmişti. Onun gitmesiyle ise hıçkırıkların arasında sarsılan bedenim ile başbaşa kalmıştım. 2 gün daha hastahanede durmuştum ve bu müddet içinde hep Ulaş'ı beklemiştim. Müebbetle yargılanacağımı bilmek beni geriyordu fakat Ulaş'a güveniyordum. Hastahanede olduğum zaman diliminde ne yazık ki gelmemişti. Oradan ayrılırken beni bindirdikleri araba bir an durmuştu. Kapım açıldığında karşımda gördüğüm kişi kimseyi yaşadığına ikna edemediğim kişiden başkası değildi. Deniz mavi gözlerini bana dikmişken korku içinde bir çığlık dökülmüştü dudaklarımdan. Karşımda oturan polise baktım fakat kılını dahi kıpırdatmıyordu. "Korkma Asya. Seni kurtarmaya geldim, her şeyi ayarladım." dedi arabanın içine girerken. Polise döndü. "Çöz kelepçeleri Mustafa." dedi vakit kaybetmek istemediğini belli edercesine. Ellerimi kendime doğru çektim ve kaşlarımı çatıp ona baktım. "Bunu niye yapıyorsun?" "Senden aldığım her şeyi sana geri vermek istiyorum." dedi hafif bir gülümsemeyle. "İstemiyorum." dedim sertçe. Ömür boyu hapis yatacağımıda bilsem bir daha asla Deniz'den yardım kabul etmeyecektim. Bunun Ulaş ve bana ne kadar zarar verdiğini çok iyi görmüştüm. "Saçmalama, başka şansın yok." "Umrumda bile değil. Git lütfen. Aynı hatanın içine iki kez düşmem ben." "Sana yardım etmeme izin vermen hata mıydı senin için?" dedi kırgın gözlerle. "Evet, hemde en büyük hatam. Bir daha asla yapmayacağım bir yanlışsın. Git buradan, yalvarırım git. Sana defalarca söyledim, karşıma çıkma dedim ama dinlemedin beni. Her şey senin yüzünden oldu! Başıma gelen tüm kötü şeylerin sorumlusu sensin. Birde karşıma çaresiz olduğum anlarda çıkmıyor musun? Beni deli ediyorsun Deniz! Yeter artık. Görmek istemiyorum seni daha fazla." Gözlerindeki kırgınlığın büyüdüğünü görmem bile içimdeki ateşi söndürmüyordu. "Kan davası mı bu Asya? Nasıl bir öfkenin içindesin sen?" dedi yutkunarak. " Farkında değilsin değil mi? Bana ne yaşattığının farkında bile değilsin!" "Farkındayım, bunun içinde telafi etmeye çalışıyorum ya." dedi bana doğru yaklaşıp. "Yaklaşma! Dur orada Deniz! Sakına bir adım atma! Telafi filan edemezsin! Defol sadece! Çık git hayatımdan!" "Bende istiyorum bunu, gitmek istiyorum senden fakat yapamıyorum. Sana yaptıklarım aklıma geldikçe delirecek gibi oluyorum. Sadece seni iyi görmek istiyorum fakat seni her seferinde daha büyük bir bataklığın içine batmış halde buluyorum. Sonra seni kurtarmak istiyorum o bataklıktan, anla lütfen beni. Lütfen sana yardım etmeme izin ver. " "Ne zaman düşeceksin yakamdan?" "Seni bataklığın dışında gördüğüm zaman." "Kararım kesin." dedim. Sesim bu sefer daha yumuşak çıkmıştı. "Bu pek seninlede alakalı değil aslında. Bir kez daha senin yardımını kabul edersem o zaman Ulaş hayatta affetmez beni. Buna izin veremem." "O kadar çok mu seviyorsun onu? Müebbet cezaya vurulacağını bilsen bile sırf o üzülmesin için benim sana uzattığım eli tutmayacak kadar çok." "Evet, o kadar çok seviyorum. Benimle ilgili vicdan azabı çekme. Sadece git lütfen." " Son kararın bu mu?" "Evet Deniz. Yalvartma kendine." dedim sabırsızca. "Tamam, gidiyorum. Umarım Ulaş seni bu pisliğin içinden kurtarmayı başarır." "Bundan şüphen olmasın." dedim. O gittiğinde rahat bir nefes alabilmiştim. Sonra Mustafa'ya baktım kaşlarımı kaldırıp. "Nereden tanıyorsun onu? " Cevap vermedi. " Yaşadığına kimseyi inandıramadığım ölü bir adam. Hakan Komisere onun yaşadığına dair şahitlik yapmazsın değil mi?" Yine cevap vermedi, tahmin edilebileceği gibi. . . . Karşısındaki resme bakan Ela içindeki heyecana engel olamıyordu. Asya onun resmini nasıl bulmuştuda kendisine hediye etmişti anlam verememişti. Bu hayatta en çok tutkunu olduğu şey kim olduğunu bilmediği bu ressamın resimleriydi. Bu ressam bir adam mıydı yoksa bir kadın mı? Genç miydi yoksa yaşlı mı? Hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve bu gizem onu daha çok çekiyordu. İsimsiz ressamın resimlerinden biriyle ilk defa iki buçuk sene önce Türkiye'de karşılaşmıştı. Ve sonra bu kişiyle tanışmayı çok istemişti. Resimleri sanki kendinden bir parça taşıyordu. Ressamın her bir resmi Ela'nın ruhunun yansıması gibi geliyordu kıza. Çoğu resimde sanatçı acı içinde kıvranan insanların yüzlerini ele alıyordu. Sanki yalnızlığın somut hali gibiydi bu resimler. Ela'yı ilk andan beri büyülemeyi başarmışlardı. Ve renkler. Tüm cazibelerini katmışlardı tuvale. Hiçbir ressamın renkleri bu kadar iyi kullandığına şahit olmamıştı kadın. Ve Asya'nın hediyesi olan bu resimdede koyu kırmızı ve kahverengi hakimdi. Uyumsuz gibi duran bu renklerle sanatçı öyle bir uyum yakalamıştıki hayran kalmamak elde değildi. İlk karşılaştığı zaman ruhunun parçası olduğunu iddia ettiği bu resimlerle sanatçıyı çok fazla araştırmıştı ve sonunda hakkında bir şey öğrenebilmişti. Rusya'da, Moskova'da yaşıyordu. Kız edindiği bu bilgiyle delice bir isteğin içine girmişti. Rusya'ya taşınmaya karar verdiğinde arkasında sadece, hep olduğu gibi Ulaş durmuştu ve onun sayesinde ailesini ikna edebilmişti. Ve sonunda Moskova'ya yerleştiğinde bir umut resimlerine aşık olduğu ressamla tanışmak istemişti. Burada o kişiyi daha rahat bulacağına inanmıştı fakat amacını elde edememişti. Ve o da bir karar aldı o zamanlar. Kendi sergisini açacaktı. Hep içinde bulunduğu bu istek kalbine daha büyük bir yer edinmişti. Belki o ressam sergisine gelir ve onun olduğunu bilmesede onun resimleri hakkında yorumlar yapardı. Onunla karşılaşma şansı yakalayabilirdi. Zaten Moskova'ya da bunun için gelmişti. Onunla belki aynı anda aynı sokaktan geçebilme ümidiyle. Moskova'nın sokaklarında her yürüdüğünde içinde bir heyecan patlaması yaşıyordu. Onunla aynı havayı soluduğunu bilmek kıza büyük bir zevk veriyordu. Ulaş'ın resimlerini parçalaması ile bütün ümitleri suya düşmüştü. O ressamdan kimseye bahsetmemişti çünkü kimsenin içinde kopan fırtınayı anlamayacağını biliyordu. Onunki bir merak değildi, saplantıydı. Ve Ela, bilmiyordu istediği şeyi çoktan defalarca elde ettiğini. Resimleri ile kendi arasında bağ kurduğu ressamla kim bilir kaç kez karşılaşmıştı. Aynı sokakta defalarca yan yana yürümüşler, aynı durakta beklemişlerdi. Ve birinin satın almaktan vazgeçtiği şeyi bir diğeri satın almıştı. Ve, bir defada olsa onunla küçük bir muhabbetin içine girmişti, bir resim hakkında.. Ve yine bilmiyordu Ela, onun erkek olduğunu. Ve onun yüzünden canının sonradan nasıl yanacağını. Belki bilseydi, en başından vazgeçerdi bu ülkeye gelmekten. Onu hiç tanımak istemezdi. Fakat o henüz, bunların hiçbirini bilmiyordu. Ve hâlâ içinde onunla tanışma ihtimalinin getirdiği heyecan vardı. Genç kadın 24 yıllık ömründe, ilk defa kendini bu denli heyecan dolu hissediyordu. Ona göre, bir gizemin içine sürüklenmişti. Aradığı kişi eğer yaşlı ve huysuz bir kadın olsa bile onunla tanışmak ve o yaşlı kadını anlamak istiyordu. Zihninden geçen her şeyi öğrenmeyi.. Ne yazık ki aradığı kişi bu kadar kolay biri değildi. Hayatını tepe taklak edecek bir adamdı. Kalbinin en derinliklerinde yaşatacağı cinsten bir adam. O bunların hiçbirini bilmezken dünyanın bir ucundaki kuzenide kendini nasıl bir ateşin içine attığını bilmiyordu. "Tamam." demişti en sonunda annesinin dayatmalarına dayanamayıp. "Evleneceğim o adamla. Yeterki Ulaş ve Asya'yı rahat bırak. Yapıcağım ne istersen." Kızının böyle bir şartla evlenmeyi kabul etmesi Alev Hanıma göre delilikti. Resmen başkaları için evlenmeyi kabul ediyordu. Fakat işine gelen bu şeye karşı çıkmamış kabul etmişti. Kendisi o ikisinin birlikteliğine izin verip karşı çıkmasada, biliyorduki iki kardeşide hayatta onları bir arada tutmazdı. İçinde bunun rahatlığı varken Öykü'ye bundan bahsetmedi. Ve Öykü.. Böyle bir evliliği kabul etmesinin tek sebebi en azından annesinin, Ulaş ve Asya'yı rahat bırakmasını istemesi değildi. O artık aşkın insanlara ne denli acı verdiğini görmüş ve bundan kaçmak istemişti. Artık hep yaptığı gibi aşkı aramayacaktı. İstemiyordu artık böyle yıpratıcı bir duyguyu. Zaten onu bulacağınada inancı kalmamıştı. Ve birgün annesinin dayatmalarına karşı koyamayıp herhangi bir adamla evleneceğinide biliyordu. Asla sevgi duyamayacağı bir yabancıyla.. Bu kendisi için kaçınılmaz sondu, farkındaydı bunun. Çünkü hep işin sonunda pes eden bir insan olmuştu. O adamında bu evliliğe pek razı olmadığını biliyordu. Barış Arıkan'ın ne kadar soğuk bir insan olduğunu onunla tanıştığı ilk gün anlamıştı. Adam kendisine oldukça sert ve mesafeli bakıyordu. Onun gibi bir adamla nasıl bir ömürü paylaşacaktı bilmiyordu. En azından adamın sert hatlara sahip yakışıklı yüzü kendisini biraz olsun şanslı hissetmesini sağlıyordu. Ama yinede bu Öykü için yeterli olmuyordu. Aklına Levent geldiğinde bir pişmanlık sarmıştı bedenini. Kendisini seven ilk ve tek adamdı o. Ama ne yazık ki hislerine karşılık verememişti. Yinede eğer Levent kendisini sevdiğini iddia ederken çapkınlıklarına devam etmeseydi o zaman en azından ona güvenir ve belkide onunla evlenirdi. Fakat Levent kendisini sevdiğini itiraf ettiği günün akşamında bile başka bir kadınla olacak tipte biriydi. Onun gibi birine nasıl güvenebilirdi ki.. Belki aşkı bile sahteydi. Ancak adamın defalarca karşısında ağlamasınada başka bir açıklama bulamıyordu. Onu reddettiği için acısını çıkartmak isteyerek sarhoş olup sonrada hatırlamadığı bir gece geçirdiğini söylemişti. Bu Öykü için bir bahane değildi elbet, ne yani onu kabul etse ve birlikte olsalar adam her yanlışında bir bahanenin arkasına mı sığınacaktı? Böyle bir açıklama ancak Öykü'nün miğdesini bulandırmaya yaramıştı. Levent asla beraber olamayacağı tarzda bir adamdı. Ve bu olaylar biraz eskide kalmıştı. Ancak adamın hâlâ kendisine karşı büyük bir ilginin içinde olduğunu onun kendisine karşı sergilediği tavırlardan çok iyi anlıyordu. Umuyordu ki Barış Arıkan da Levent'in tarzında bir adam çıkmasın. Artık evleneceği adamda görmek istediği en önemli şey sadakatti. Ve bunu o adamda göremezse bu işi bozardı. Mantık evliliği yapacaksa o zaman her şey mantığına yatmalıydı Öykü için. Onunla görücü usulu bir randevuya çıkacaktı ve bu Asya'nın mahkemesinden sonra olacaktı. En azından bunun için ikna edebilmişti annesini. Kendisini Ulaş'ın tek başına yaşadığı evin önüne attı genç kız. 2 haftadır annesin azarlarını işittiği ve ondan kurtulamadığı için kuzeni ile konuşamamıştı. Ona Asya'yı soracak ve birazda olsun onunla dertleşecekti. Bunlardan önce ise Asya'ya dediklerinden ötürü onu azarlamak istiyordu. Evde olduğunu onu arayıp öğrenmişti. Kapının şifresini yazıp içeriye girdi. Camdan dışarıyı izleyen adamın geniş omuzlarıyla karşılaşmıştı. "Dayımın pençesinden sağlam kurtulduğunu görmek ne güzel." dedi adamın kendisini fark etmesini sağlayarak. Ulaş kuzenine dönüp gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeyle baktı. "Halamdan kurtulması daha zordur. Bu konuda oldukça yetenek kazanmış olmalısın." "Hiç sorma, büyük kavgalar sonucu buraya geldim ya zaten. En sonunda pes ettim." dedi omuzlarını düşürüp. "Anlayamıyorum, Asya'yı hiç tanımadan ondan nasıl bu kadar nefret edebilirler? Şaşırılacak şey doğrusu." Sessiz kaldı adam. "Sen ne yaptın peki? Mahkemeye az kaldı, ayarlayabildin mi her şeyi?" Yandan bir bakış attı kuzenine. "Sence?" "Tabiki hallettin." dedi kız gülümserken. "İki gün sonra çıkacak, özgür bir insan olucak." "Mahkemenin bu kadar çabuk olması şaşırtıcı doğrusu. Bu kadarınıda beklemiyordum senden." "Para bazı şeylerin çözülmesi için yeterli olabiliyor. Asya'nın orada daha fazla kalmasına izin veremezdim. Zaten yeterince tükendi." "Kurtulacak işte, sen niye böyle mutsuzsun? İki hafta durdu sadece. Belki onun için ağır bir süreçti ama sona erecek. Düşünsene müebbet ile yargılanıyor." "Unutamıyorum onun bakışlarını." dedi gözlerini kapatıp. "O gece, onda o kadar fazla derin bir yara açmışım ki.. Hayatta iyileştiremeyeceğimi gördüm gözlerinde. Onun ilk ziyaretine gittiğimde, bana ilk dediği şey af dilemek olmuştu. Yalvardı onu affetmem için. Her şeye rağmen o hâlâ beni düşünüyordu. Kendisini değil, beni. Bir açıklama yapmaya çalışıyordu kollarımın arasında." Genç adam, 26 yıllık ömründeki en büyük pişmanlığını o geceye gömmüştü. O gece sevdiği kadına söyledikleri aklına geldikçe bir bıçak saplanıyordu sol köşesine ve onu delik deşik ediyordu. Canını acıta acıta sevmişti onu. Oysa bu en korktuğu şeydi, ona hayallerin bile ulaşamayacağı güzellikleri yaşatmak isterdi. Bulutların üzerine çıkartmak istediği kadını yüksek ve ölümcül bir tepeye çıkartıp oradan uçuruma atmıştı. Yaptığı bu hata kendisini asla affetmeyeceğini fısıldıyordu kulaklarına. "Arasaydın keşke onu. Sen onun telefonlarını açmadıkça daha fazla soyutladı kendini hayattan. Çok bekledi seni, geceleri benden gizli gizli ağladı." Mümkünmüş gibi vicdan azabı adamı git gide daha çok yakıyordu. Gözlerini sıkıca kapattı.Asya'nın Ulaş'a dokunamadığı o an geldi aklına. Elini uzatmıştı fakat buna devam edememişti. Çok iyi biliyordu bunun sebebini. O günden sonra onu her ziyaret ettiğinde aralarındaki o soğuk hava kendini korumuştu. Ne babasının, ne amcasının kendisine söylediği tüm o zehirli laflar hiç umrunda değildi. Herkese öğretecekti, ona zarar vermemeleri gerektiğini.. Yoksa asıl zarar görecek olanın kendileri olacaklarını.. Ona zarar vermemeyi herkese öğretmek isteyen adam, yine ona en büyük zararı kendisininde verdiğinin farkındaydı ve bu kendisini kızgın ateşlerin içine atmak istemesine sebep oluyordu. O sözler.. Hiçbirini söylemek istememişti ona. Fakat kendisine de engel olamamıştı. 'Haklıydın.' demişti sevdiği kadın. 'Dediğin her şeyde haklıydın.' Boğuluyordu adam. Sevdiği kadını, sevilmeyi asla hak etmediğine inandırmıştı. Zaten yaralara bulanmış kadının ruhunda bir yarada kendisi açmıştı. İyileştirmek istiyordu onu. Ruhunda açılan her boşluğu kapatmak. Tüm heyecanı ile o gün Asya'yı görmek için Rusya'ya gitmişti. Ve ülkeye ayak basar basmaz Levent'ten aldığı telefon sarsılmasına sebep olmuştu. Babası öğrenmişti Asya'yı ve o da o anda Rusya'daydı. Hangi ara kendisini o eve atmıştı bilmiyordu. Bildiği tek şey dakikalarca yaşadığı muhteşem korkuydu. Eve girdiğinde gördüğü şey içinde volkanların patlamasına sebep olmuştu. Babası Asya'nın başına silah dayamış onu tehdit ediyordu. Bu görüntü aklına geldikçe o anki korku sarıyordu bedenini. Ya ona bir zarar verseydi. Biliyorduki yaşayamaz, ölürdü. "Cesaret edemedim, o kollarımın arasında bayıldığı an ben zaten pişman olmuştum dediğim her bir söze. Onu parçalara ayırmışımda fark edememişim. Ertesi gün gözlerindeki burukluğu görmeyede cesaretim yoktu. Telefonda onunla konuşurken sesindeki hüznü duymayada.. Yatağa yatırdığımda fark ettim ayaklarına batan cam kırıklarını.. Onun acısını bile gizlemişti benden. Ben Deniz'in bir daha ona zarar vermesinden korktuğum için Asya'ya o kadar öfkelenmiştim. Bilemedim asıl zararı ben vereceğimi.." Öykü kuzenini Asya konusunda azarlamak isterken vazgeçti bundan. Zaten yıkık dökük kalmış bu adamı daha fazla yıpratmak istememişti. Mahkeme günü geldiğinde Asya için tek tutunduğu dal Ulaş'tı. Ve adama sonuna kadar güveniyordu. Bugün onu bu mahkûmiyetten kurtaracaktı, bunun için söz vermişti ona. Mahkeme salonunda aylar sonra ilk defa gördüğü insanlara baktı. Kendilerine yaptıkları bunca şeye rağmen özlemişti onları. En çokta dedesini. Avukatı Tuğrul Beye sonuna kadar inanıyordu, çünkü Ulaş göndermişti kendisi için. Hakimin karşısında bitmek bilmeyen dakikalarda Ulaş'a güvenmekte hata etmediğini görmüştü genç kız. Amcasının en iyi çalışanları bile kendi lehine şahitlik yapmıştı. Bunların hepsini bu kadar kısa bir müddetin içinde ayarlaması inanılacak gibi değildi ama Ulaş hep olduğu gibi yine sözünde durmuştu. Her şey delilleri ile birlikte apaçık ortaya sunulurken genç kızın içindeki rahatlama büyüyordu. Ama anlamlandıramadığı bir şey vardı. Deniz Aslan'ın onları kaçırdığına dair Ulaş'ta şahitlik etmişti, fakat ölü olarak bilinen bu adamın üzerine kimse düşmüyor, bu ayrıntıyı atlıyorlardı. Deniz'in ardında yatan sırlar gitgide büyüyordu ve paralel olarak Asya'nın merakıda eşit derecede büyümeye devam ediyordu. Fakat o salonda bunu es geçmeyi tercih etti. Ve sonunda karar açıklandığında, salondaki insanların bir kısmının gözleri iyice açılmış, bazıları ise bu karara isyan edercesine ayaklanmışlardı. İsyan eden bu insanların başındada amcası Kahraman Karahanlı vardı. Kurduğu bütün oyun bozulmuş, her şeyin suçlusunun oğlu olduğu ortaya çıkmıştı. Emir'in kollarına kelepçe takılırken dışarıda bekleyen gazeteciler aldıkları haberle çoktan ilk sayfanın manşetine ne yazmaları gerektiğini düşünmeye başlamışlardı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.