Artık kaçmak zorunda değildim, her şey açığa çıkmıştı. Bunun bende bir rahatlama yaratması gerekmez miydi? Ancak ben Emir'in ellerine kelepçe geçirilirken, amcamın haykırışlarını dinlerken hiçte yaşayacağımı sandığım o hissi edinememiştim.
Emir'e her seferinde ne kadar uyuz olsamda o benim kardeşim gibiydi. Ve onun böyle bir müebbete çarptırılması ruhumu daraltıyor, bütün renklerin gözümde solmasına sebep oluyordu.
Çocukluğumdan beri benimle beraber olan tek arkadaşımın hayatının sonuna kadar duvarların arasında yaşayacağını düşünmem beni yerin dibine sokuyordu.
Onun için böyle bir sonu istemezdim..
O bana bunu yakıştırdıysa bile ben ona bunu yakıştıramıyordum. Olanları izlerken dudaklarımın titrediğini fark ettim. Amcam bana nefretle bakıyordu. Üzerime doğru yürümeye başladığında korkuyla geri adım attım.
"Senin gibi bir sürtük hapsi hakediyor! Benim oğlum değil! Duyuyor musun beni Asya! Sen nasıl benim oğlumu bitirdiysen bende seni bitireceğim! Toralılarla iş birliği he! Sen bir hiçsin! Hiç! Hiç edicem sizi! İkinizde elimde can vereceksiniz." dedi hızlı adımlarıyla bana yaklaştığında.
Beni bir mahkeme salonunda tehdit etmesinin ne kadar mantıksız bir hareket olduğunu görmeyecek kadar gözü dönmüştü. Amcam beni hiçbir zaman pek sevmemişti. Fakat bugünden sonra onun nefretine de sahip olduğumu biliyordum. Sebeplerinden en önemliside Ulaş'tı. Ona göre ben bir hain olmalıydım. Düşmanla iş birliği yapan bir hain.
Bana saldırmasına fırsat verilmeden polisler onu kollarından tutup benden uzaklaştırmışlardı.
Ulaş yanıma gelmiş, bana destek olduğunu belli edercesine beni omuzlarımdan tutmuştu fakat ben ona değil babam ve dedeme bakıyordum. Ulaş ile olduğum için onlarda benden nefret ediyor olmalıydılar. Bu gerçek gözlerimin dolmasına sebep olmuştu.
Babamın bana yönelttiği öfke dolu bakışlar tüğlerimin ürpermesine sebep oluyordu. Bu hayatta en nefret ettiği insanlardan birinin yanında duruyordum şuan karşısında. Babam her zaman amcama göre daha olgun bir insan olmuş, onun kadar fevri davranışlardan hep kaçınmıştır. Doğrusu babam tanıdığım en kurnaz adamdır, insanın hayatını tepe taklak ederde farkına bile varamazsın. Ondan hep korkmuşumdur.
Ulaş'a döndüm. Zaten tuhaf duyguların içindeyken ona bakmamla daha bi karmaşıklığa sürüklenmiştim.
"Onlarla konuşmalıyım." dedim sakince.
"Bunu yapmak zorunda değilsin. Zaten yorucu birgün senin için. Kendini yormanı istemiyorum, biliyorsun." dedi şefkat dolu sesiyle.
Onun bana yönelttiği merhameti hep içimi acıtıyordu, en çok bu halini seviyordum fakat yinede ruhum sızlıyordu. Ben buna alışkın değildim, her seferinde tökezliyordum.
"Yapmak istiyorum, aylar sonra ilk defa onları burada görüyorum. Anla beni."
"Hiçbirine güvenmiyorum, sana zarar verebilirler. Onun için bende yanınızda duracağım."
"Bu durumları daha da kötüleştirir."
"Umrumda bile değil Asya. Eğer onların yanına gideceksen bende seninle geleceğim."
"Peki." dedim pes ederek.
Bir cafede, babam ve dedemle aynı masada otururken hemen yan masamızdada Ulaş oturuyordu.
Bu duruma psikopatça bir istekle kahkaha atmak geliyordu içimden fakat kendimi zor tutuyordum.
Bu üçünün aynı ortamda bulunması inanılacak gibi değildi.
Buraya gelirken babamın sürekli Ulaş'a ve bana öfkeli bakışlarını yöneltip çenesini sıkmasından onun kendini tutmakta ne kadar zorlandığını anlamıştım.
"Toralı he! Bu hayatta beni en çok neyin öfkelendireceğini bildiğin için mi onunlasın? İntikam mı almak istiyorsun ailenden? Bu kadar mı gözün döndü?" dedi dişlerini gıcırtarak.
"Hayır baba. Seni öfkelendirmek için bir çabanın içine girmedim. Ben sadece tek güvendiğim kişinin hayatımda olmasına izin veriyorum." dedim gözlerinin içine tüm cesaretimle bakarak.
"Cümlelerine dikkat et!" diyen dedeme döndüm.
"Niye? Yalan mı? Size mi güveneceğim? Torununun suçlarını üzerime yıkmaya çalıştın dede. Ben aylarca ne yapıyordum hiç düşündünüz mü? Hiç beni aradınız mı? İşkence görüyordum ben, hiçbirinizin umrunda olmadım. Nefret ettiğiniz adam var ya, siz benim için hiçbir çaba sarf etmezken o benim için hayatını ortaya koydu. Yine siz, beni bir karanlığa gömmek isterken beni aydınlığa çeken o oldu. Tabiki sadece ona güveneceğim, beni sırtımdan bıçaklayan aileme değil."
Hayatımda tanıdığım en heybetli adamın karşımda küçüldüğünü gördüm.
"Onunla olmana ölsem izin vermem." dedi babam.
"Senin iznini istemiyorum zaten." dediğimde tüm öfkesiyle ayağa kalkıp bana tam tokat atacakken Ulaş buna engel olarak babamın elini tuttu.
O kadar hızlı hareket etmiştiki gözlerim kocaman açıldı.
Orhan Karahanlı ilk defa yapmaya kalkıştığı işte dedemden başka birisinin kendisine engel olduğuna şahit oluyordu. Bunun şaşkınlığını yüzünden okuyabiliyordum.
"Senin ne haddine!" dedi kaşları çatılırken.
Kolunu sertçe çekip Ulaş'tan kurtarabilmişti.
"Hadsizlere haddini bildirmek en mühim görevim." dedi öfke püskürterek.
"Tamam sakin olun hepiniz. Şuan bir sürü gazetecinin fink döndüğü bir yerdeyiz. Otur Orhan." dedi dedem ikna edici ses tonuyla.
"Bazı şeylerin yeri ve zamanı vardır, ve bu kavganın hiç sırası değil. Burada yapacağın en ufak hata seninde hapsi boylamanı sağlar. Onun için saçmalamayı kes." dedi babama sertçe.
Salih Karahanlı bu hayatta tanıdığım en tedbirli adamdı. İşini her daim sağlam kazığa bağlamak için uğraşırdı ve yine aynı şeyi yapıyordu.
"Gerçekten dede, merak ediyorum. Bana bunu niye yapmak istediniz? Ben size ne yaptım?"
"Sana zarar vermek için değildi Asya. Emir'i kurtarmak içindi."
"O kadar değersizim yani sana göre. Senin için Emir ve benim aramdaki fark bu kadar büyüktü demek. Hep sadece onu sevdin değil mi? Başından beri hiç beni sevmemiştin, sadece ilgileniyormuş gibi davranıyordun."
Dedemin cevap vermesine fırsat vermeden babam bana cevap verdi.
"Sen sevilmeyi hak ettiğini mi düşünüyorsun Asya? Şu haline bak, kimlerlesin. "
Yutkundum.
"Yeter artık!" dedi Ulaş sinirle.
"Bu kadar yüklendiğiniz yeter! Gidiyoruz Asya. Burada daha fazla durmanın bir anlamı yok." dedi beni elimden tutup kaldırırken.
Babam sinirle tekrardan ayağa kalktı.
"Onunla gitmene izin vermem." dedi aramıza girip.
Büyük bir kavganın çıkacağını Ulaş ve babamın gözlerinden görüyordum ki dedemin sesi ortamı biraz olsun yumuşattı.
"Gazeteciler kapıdayken hareketlerine dikkat etmeni daha ne kadar söyleyeceğim Orhan!"
Babam dedemin dediği şeyle geri adım atmıştı. Onu hayatının her evresinde dinlerdi.
"Baba, onunla mı gitsin?" dedi sinirle.
"Etrafına bir bak istersen, bir sürü kamera üzerimize dikilmiş durumda. Ne yapacaksın, silahını mı çıkartacaksın? Yiğenin daha bugün hapsi boyladı, onu çok çabuk özledin herhalde, yanına mı gitmek istiyorsun?"
Dedem babamı bize engel olmaması için neyseki ikna edebilmişti fakat oradan ayrılırken bizi tehdit eden sözlerden vazgeçmemişti.
Her ikiside bize hayatta izin vermeyeceklerini söylemişlerdi. Ölsem dahi Ulaş'ın yanımdaki varlığına izin vermeyeceklerini..
Oradan çıkar çıkmaz bize bir ton soru yönelten gazetecileri Ulaş geri püskürtmeyi başarabilmişti. Sadece tek bir soruya cevap verdi ve bu kalbimdeki zaten ağrıyan yeri hatırlattı bana.
"Ulaş Bey, Asya Karahanlı ile beraber misiniz?" diye soran gazeteciye "Evet." demişti beni onlardan daha çok korumak için kollarının arasına hapsederken.
Ulaş'ın arabasına binmeden önce Öykü yanımıza gelmiş, bana sıkıca sarılmış ve kurtulduğum için ne kadar sevindiğini söylemişti.
Arabaya bindiğimizde ise Ulaş ile yalnız kalmak garip hissettirmişti.
"Sana hâlâ teşekkür etmedim, ne kadar kalasım." dedim çekingence.
Dediğim söz komiğine gitmiş olucakki dudağının hafifçe kıvrıldığını gördüm.
"Teşekkür ederim, her şey için." dedim gülümseyerek.
"Sonunda beklediğim an." dedi gözlerinin içi parlarken.
"Bu kadar kuru bir teşekkürü hak etmediğimi düşünüyorum."
"Ne yapabilirim ki senin için?" sesim şaşkınca çıkmıştı.
"Sarılabilirsin."
Her seferinde, ona yakın olduğum her anda kalbime hükmedemiyordum.
Yanaklarımın yandığını hissettim. Kollarımı boynuna dolarken o da çoktan belime sıkıca sarılmıştı.
"Teşekkür ederim Ulaş. Sen olmasaydın.."
"Düşünme bunları, sus lütfen. Şu anın tadını çıkartmak istiyorum."
Sanki kalbim göğüs kafesimi delecek gibiydi. Şimdi biz kavuşmuş mu oluyorduk?
Kulağımın arkasında hissettiğim burnu beni gıdıklıyordu.
"Senden yayılan harika kokunun yerini sonunda buldum." dedi nefesini boynuma üfleyip.
Beni iyice dengesizleştiren bu temasla gözlerimi kapattım.
"Ağlıyor musun sen yine?" dedi hala aynı pozisyonu koruyorken.
"Seni özledim, onun için." dedim çenemi omzuna bastırarak.
"Gömleklerim senin yüzünden durmadan ıslanıyor."
Dediği şeye saçma bir şekilde kalbim kırılmıştı. Kendimi geri çekmek istedim fakat buna engel oldu.
"Biraz daha. Sadece sen kollarımın arasındayken nefes alabiliyorum. Biraz daha izin ver bana."
"Gömleğin ıslanmasın."
"Bana trip atmayı çok seviyorsun değil mi?"
"Bunu sadece sana yapabiliyorum." dedim ağlamamın arasında kıkırdayarak.
Cevap vermedi ve bir süre öylece bekledi.
Bütün herkesi, Emir'i, babamı, amcamı, dedemi, Deniz'i.. Hepsinin göğsüme yükledikleri ağırlıklardan yalnız onunlayken kurtulabiliyordum. O gözlerimin içine baktığında sanki diğer her şey bir yanılsamadan ibaretmiş, tek gerçek Ulaş'mış gibi hissediyordum.
Sonunda benden geri çekilip alnıma bir buse kondurdu.
" Şimdi ne olucak? Baban o gün.."
" Babam." dedi iç çekip.
" Seni kabullenmesi zor olucak, ama sonunda olucak. Herkes sonunda bizi kabul edecek, merak etme."
Ben daha onu sevdiğimi söylememiştim fakat sanki bu çok önemsiz bir ayrıntı gibi davranıyor, ve beni diğerlerine kabullendirmek için çabalıyordu.
Doğal olanın bu olup olmadığını sorguladım içimden. Onu sevip sevmemem belkide umrunda bile değildi, sadece kendi hislerini önemsiyordu. Ulaş'ın böylesine bencil bir adam olmasını ona yakıştıramıyordum fakat başından beri sergilediği tavır buydu. Başladımı bilmediğim ilişkimiz için onun beni sevmesi yeterliydi sanki. Benim duygularımın bir önemi yok gibiydi.
Bu gerçeği açıkça görmek canımı yakmıştı. Bir şeylerin başlaması için ona itirafta bulunmak istiyordum fakat Ulaş sanki biz zaten berabermişiz gibi davranıyordu.
İtirafta bulunan sadece o olmuştu.
Kırgın bakışlarımı ona yönelttim anlaması için, gözlerimde artık ne gördüyse gözlerini kaçırdı. Bir ihtimal belki anlamıştı fakat anlamamazlığa yatmış arabayı kullanmaya başlamıştı.
"Şimdi nereye gidiyoruz?" dedim merakla.
"Seninle küçük bir tatile çıkacağız. Buralar şuan çok karışık ve senin için oldukça tehlikeli. Oysa dinlenmen gerektiğini düşünüyorum. Kendini toparlayabilmen için tüm bunlardan uzak kalman gerekiyor."
"Sadece ikimiz mi?"
"İkimiz." dedi bana dönüp çapkınca göz kırparken.
Hayatımı resmen Ulaş ele geçirmiş ve o ne isterse onu yapıyordum. Bunun beni rahatsız etmesi gerekiyordu ancak pekte şikayetçi değildim bundan. En azından şimdilik. Dediği gibi toparlanmak istiyordum.
Ancak bu hep böyle devam edemezdi, bunu ona en kısa zamanda anlaşılabilir bir şekilde ifade etmem gerekiyordu. İkimiz hakkında kararlar alırken bana da sormalıydı. Fakat şuan onunla hiçte tartışmak istemiyordum. Zaten bir tatilin ne gibi zararı olabilirdi ki..
Kafamı cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım. İkinci kez aynı duygu beni sardı. Deniz'in kafesinden kurtulduğum o günki gibi hissediyordum, bu sefer ortada büyük bir rahatlamada vardı. Yabancısı olduğum bir ülkede değildim, aynı dili konuştuğum insanların arasındaydım.
Ulaş'ın radyodan açtığı ağır türkü uykumu getirmişti.
"Çok var mı?" dedim koltuğa yaslanmış olan kafamı ona çevirerek.
"Biraz uzun, uyu istersen sen."
"Şu türkü ile ancak uyurum zaten." dedim burun kıvırarark.
Küçük bir kahkaha atıp radyo kanalını değiştirmişti fakat ben ağırlaşan göz kapaklarıma kendimi teslim ettim.
Saç bitimimde hissettiğim hafif dokunuşlar sanki ruhumu okşuyordu.
"Asya, uyan hadi." diye seslenen Ulaş'ın yumuşak sesi ile gözlerimi araladım.
"Geldik güzelim." dedi eli ile saçlarımı okşamaya devam ederken.
Gözlerimi açtığımda ilk onu görmek ne güzel bir histi.
Karşımda gördüğüm yakışıklı yüzle kalbim çoktan benden bağımsızlığını ilan etmişti.
" Şu sersem hallerin çok tatlı." dedi gülümseyerek.
"Kız çocuğu gibisin." dedi ben kendimi toparlamaya çalışırken.
Bu hallerini nasılda özlemişim. Bana aşkla bakan bu gözleri..
O gece öleceğim sanmıştım, Ulaş'ın nefretine sahip olduğumu görmek beni bitirmişti.
Fakat şimdi o halinden eser yoktu.
Arabadan indiğimizde içime temiz havayı çektim. Artık Kasım ayına gelmiştik ve hava Rusya kadar olmasada soğuktu.
Dün yağmur yağmış olmalıydı, yerler ıslaktı ve bugünde yağmur yağacak olmalıydı ki hava oldukça bulutlu ve karanlıktı.
En sevdiğim hava buydu. Islak toprak kokusu beni mest ediyordu. Ulaş ile otele girene kadar hayran hayran etrafı izledim. Doğa ile iç içe olacağımız bir yerdi.
"Çok güzel bir yer burası." dedim gözlerimle hâlâ etrafı tararken.
"İlkbahar ayında da geliriz, o zaman daha güzel oluyor. Çok farklı çiçeklerle bezeniyor otelin etrafı. Her yer renk şölenine dönüyor. İnan o çiçeklerin çoğunun ismini bilmezsin."
"Geliriz, ama şu halini emin ol tercih ederim. Sonbahar mevsimi en sevdiğimdir. Bu mevsimde doğanın aldığı şu görüntü var ya, bana hep huzur vermiştir." dedim yağmura bulanmış toprağın kokusunu ciğerlerime doldururken.
"Oldukça melankolik bir hava değil mi?"
"Öyle düşünmüyorum, huzur verici." dedim ona bakarak.
"Çeksene şu temiz havayı içine."
Dediğim şeyi yapıp derin bir nefes aldı.
"Belkide haklısın. Huzur verici bir yanı var. Ancak şu zamana kadar bu yağmurlu havalarda hep içim kararmıştır."
"Niye?"
"Dedem böyle bir havanın olduğu günde can verdi." dedi hüzünlü gözlerini benden çekerek.
Babamın canına kıydığı adam.. Ne diyeceğimi bilemedim bir süre. Sanki suçlu benmişim gibi hissediyordum.
"Çok üzgünüm." dedim fısıltıyla.
"Yinede Ulaş, sana bu havanın, şu gökyüzünün aldığı görüntünün, aslında ne kadar huzurlu olduğunu göstermek isterim." dedim otele girdiğimizde.
"Sen yanımdayken huzur verecek başka şeye ihtiyacım yok." dedi buruk bir tebessümle.
Kalbimin sesine son vermek istiyordum. Zaten heyecanlı olan bedenime yeni heyecanlar yüklüyordu bu adam ve ben buna dayanamıyordum.
"Şu romantik hallerini, benden önce başka kızlara da sergiliyor muydun?" dedim kaşlarımı çatıp.
Oluşturduğu şu havadan kurtulmak istemiştim.
"Çocukluğumdan beri azılı bir çapkındım."
Bunu oldukça ciddi bir tavırla söylemişti.
Omzuna yumruk attım fakat sert kaslarından dolayı pek etki etmemiş olucakki alayla baktı bana.
"Böyle şakalar yapman hiç hoş değil."
"Şaka olduğunu da nereden çıkardın?" dedi resepsiyonun yanına geldiğimizde.
Ona cevap vermedim, oldukça uyuz olmuştum çünkü. O odalarımızın anahtarlarını alırken onda gördüğüm kimliğim ile kaşlarım iyice çatıldı. Elinden hızla kaptım kimliğimi.
"Bunun sende ne işi var."
"Senin için çıkarttım. Alabilirsin." dedi umursamaz bir tavırla.
"Alıcağım tabi." dedim kimliğimi çantama atarken.
Daha demin dediği şeyden dolayı hala sinirliydim ona.
"Beni buraya getirdin fakat hiç kıyafetim yok, ne kadar duracağız demiştin?"
"Ancak 1 hafta için işlerimi Levent'e yükleyebildim. Zaten aylardır bütün her şeyle o ilgileniyor." dedi soğukça.
Yüzüme pek bakmıyordu.
"Senin içinde birkaç kıyafet ayarlatmıştım Öykü'ye. Valizi çıkartırlar şimdi odana. Ben biraz kestireceğim, o sırada istediğini yapabilirsin. Al buda anahtarla telefonun." dedi cebinden çıkarttığı telefonla birlikte anahtarı bana uzatırken.
Cevap vermeden elindekileri aldım. Durduk yere bana tavır takınmaya başlamıştı, oysa benim ona tavır yapmam gerekmez miydi?
Asansöre doğru yürürken kim olduğunu bilmediğim bir grup insan Ulaş'ın beni unutup onların yanına gitmesine sebep olmuştu.
Bir an bende gitmek istedim fakat bundan hemen vazgeçtim. Beni onlarla tanıştırmak isteseydi kendi, yanında götürürdü zaten.
Asansöre binerken Ulaş'la bir an gözgöze geldik fakat direk gözlerini benden çevirdi.
Odama çıktığımda ilk yaptığım şey kendimi yumuşak yatağa atmak olmuştu. İki haftadır sert bir yatağa yatmamdan kaynaklanmış olucak ki belimin ağrıdığını hissettim. Oysa aylarca sert zeminde yatmış bir insandım fakat demek bu sertliğe henüz alışamamıştı vücudum.
Ulaş'ın son tavırları gelince dudak büzdüm. Resmen beni arkadaşları ile tanıştırmamıştı. Çokta meraklısı değildim zaten. Yatakta sağa dönüp bacaklarımı karnıma çekerken ellerimide yastıkla kafamın arasına sıkıştırdım. Ne yazık ki meraklısıydım.. Sinir olmuştum ona, sanki ne vardı beni tanıştırmayacak. Beni hayatına sokmaktan bahsediyordu fakat bu yaptığı beni itmekten başka bir şey değildi. Yanaklarımı şişirterek ofladım.
İyice dengesizleştirmişti Ulaş beni. Beni ailesindeki herkese kabul ettireceğini söylerkende ona kızıyordum şimdi arkadaşları ile tanıştırmadı diyede. Ben bu adamdan ne istiyordum anlamıyordum. Ben daha kendimi anlamazken o nasıl beni anlayacaktı ki.
Kapımın çalınması ile düşüncelerime son vererek kalktım. Valizimi getirmişlerdi.
İçindeki kıyafetleri yatağımın üzerine boşalttım. Öykü iyi tercihlerde bulunmuşa benziyordu. Bir kaç parça kıyafet seçip duşa girdim. Buna ihtiyacım vardı.
Zaten soğuk olan havada buz gibi suyla banyo yapmıştım ve bu titrememe sebep olmuştu.
Yinede bu soğuk duş bana iyi gelmişti, Ulaş yüzünden hep olduğu gibi tepe taklak olmuştum ve biraz olsun zihnimi soğuk suyla toparlayabilmiştim. Siyah boğazlı bir kazak ve pantolon seçmiştim beni sıcak tutmaları için.
Kapımın tekrardan çalması ile kapıya yöneldim. Açtığımda karşılaştığım şey suçlu gözlerle bana bakan Ulaş'tı.
"İçeri girebilir miyim?" dedi çekingen bir sesle.
"Olur gir." dedim kenara çekilip ona yol vererek.
"Uykun olduğunu söylemiştin."
"Efendim?"
"Kestireceğim demiştin ya. Uyusaydın keşke."
"Acıkmış olabileceğin geldi aklıma, aşağıda lokanta var. Bir şeyler yiyelim istersen." dedi çekingence.
"O kadar aç değilim, git uyu sen." dedim sakince.
"Uykum kaçtı ve açım. Hadi gel işte, sende acıkmışsındır. Uzun bir gündü senin için."
"Tamam peki." dedim uzatmayıp. Deli gibi açtım çünkü.
Kapıya yöneldim.
"İlk önce saçlarını kurutmalısın, tekrardan hastalanma."
"Bir şey olmaz." dedim fakat çatılan kaşlarını görmemle "İstediğin gibi olsun." demiştim.
Otelin saç kurutma makinasını bulmaya çalışırken Ulaş bana yerini söylemişti.
"İstersen sana yardımcı olabilirim." dedi bana yaklaşırken.
Ters bir şekilde ona baktım.
"İstemez."
Beni arkadaşları ile tanıştırmadığı için hâlâ kızgındım ona.
Kapının eşiğine yaslanmış beni izliyordu.
"Sen in siparişleri ver bende geliyorum hemen. Bana sıcak bir çorba sipariş etsen yeter." demiştim fakat hayır anlamında omuz silkti.
"Beraber ineriz."
"Sen bilirsin bekle o zaman. Benim saçlarım zor kururlar." dedim ona bakmayarak.
Saçımı kurutmaya başladığımda bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ve bu beni geriyordu.
Birden elimde hissettiğim dokunuşuyla sıçrayıp arkamı döndüm.
"Ne yapıyorsun?" dedim makineyi kapatıp.
"Beceremiyorsun verde ben yapayım işte." dediğinde kaşlarım iyice çatılmıştı.
"Ulaş bana çocukmuşum gibi davranma. Saçımıda kendim kurutabilirim herhalde. O kadarda beceriksiz değilim." dedim sertçe.
"Hiç anlamıyorsun beni Asya. Tabikide sen yapabilirsin hatta benden daha iyi yaparsın fakat ben kurutmak istiyorum. Sana bu tarz şeyleri öğretmek zorunda kalacağım anlaşılan. " dedi yumuşak bakışları ile.
Asıl o beni anlamıyordu ama neyse dedim içimden.
Zaten onun şu bakışlarına hayır diyemiyordum. Elimdeki kurutma makinesini ona verdim bir şey demeyerek.
Aynadan yüzünü görebiliyordum. Bakışlarımız birbirini bulduğunda benim sert ifademe karşı o bana gülümsemişti. Bende dayanamayıp ona gülümsediğimde gülümsemesi iyice genişledi ve gamzesini apaçık şekilde ortaya serdi. O çukura dokunmak istiyordum.
Saçlarımı kurutmaya başladığında sanki dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi bir ciddiyete bürünmüştü yüz ifadesi. O saçlarımı kuruturken içimi ürperten dokunuşlarına rağmen mayışmıştım. Gözlerimin kapanmasına izin verdim. Saçımda hissettiğim iç gıdıklayıcı dokunuşları beni huylandırıyordu.
Saç kurutma makinesinin sesi kesildiğinde gözlerimi araladım. Aynadan beni izliyordu.
Daha deminki tavrı aklıma gelince kendimi toparlayıp ayağa kalktım.
"Saçlarını taramamda gerekiyor şu haline bak." dedi beni tekrar yerime oturturken.
"Ben zaten taramıştım."
"Olsun dağılmış yine." dedi eline tarağı alıp.
"Daha demin ki arkadaşların, kimlerdi?" dedim daha fazla kendimi tutamayıp.
"Beraber çalıştığım bir takım insanlar. Niye sordun?"
"Beni tanıştırmadın"? dedim huysuzca.
" Sana kızgındım çünkü." dedi ve sesi oldukça sakin çıkmıştı.
" İki ara bir dere yine ne yapmışım?"
"Ne mi yaptın? Farkında bile değil misin?" dedi tarakla saçımı acıtarak.
"Ah! Ne yapıyorsun ya? Benden intikam mı alıyorsun?" dedim can acısıyla.
"Bilerek olmadı çok üzgünüm." dedi gerçekten üzgün çıkan sesi ile.
"Uf Ulaş ya ver şu tarağı. Anladım ben seni. Gelmiş romantizim ayağına canımı yakıyor. Adama bak, ne sinsi." dedim söylene söylene ayağa kalkarken.
"Öyle olmadığını biliyorsun." dedi şaşkınca.
"Söyle hadi, ne yapmışımda kızgınsın bana?"
"Sana iki çift güzel söz ediyorum sende bana bunları daha kaç kıza söylediğimi soruyorsun."
"Bu mu yani?"
"Evet bu! " dedi öfkeyle kaşlarını çatıp.
"Ben sana adım attıkça sen benden kaçıyorsun Asya. Seninde ağzından iki çift güzel söz duymak o kadar mı zor? Seninle hoş bir ortam kurmaya çalışıyorum fakat bunu hemen bozuyorsun. Zoru oynuyorsun bana karşı. Yapma bunu."
" Bilmiyorum çünkü nasıl davranmam gerektiğini. Daha önce kimse bana iltifat etmemişti ve senin sözlerin beni tam anlamıyla sersemleştiriyor Ulaş. Bu sersemlikten kurtulmak için yarattığın o ortamdan kaçıyorum. Her seferinde dediğin o sözler beni tökezletip ne hale sokuyor haberin yok. Sana zoru oynamaya çalışmıyorum, fakat sen benim için çok zorsun. Söylediğin tüm iltifatların muhatabının ben olduğunu bilmek nefesimin daralmasına, göğsümün sıkışmasına sebep oluyor." dedim boğazıma bir düğüm otururken.
Gözlerim tekrar dolu dolu olmuştu ve bundan nefret ediyordum.
Yanıma gelip alnıma küçük bir buse kondurdu.
" Kaçmasan bizden be güzelim. Kaçma, yalvarırım." dedi gözlerime biriken yaşları baş parmağı ile silerken.
Kafamı olumlu anlamda salladım. Bende kaçmak istemiyordum.
"Bana söylemek istediğin başka bir şey var mı?"
"Ne gibi?"
"İtiraf etmen gereken bir şeyler." dedi kalbimin sıkışmasına sebep olurken.
Göğsüne başımı yasladım.
"Var." dedim bedenimi saran bir heyecan dalgası ile.
"Ama sen zaten bunu biliyorsun."
"Yinede senden duymak istiyorum."
Eğer ondan kaçmayacaksam hislerimi itiraf etmem gerekiyordu.
"Gözlerime bakarak söylesen."
"Cesaretim yok." dedim kafamı göğsüne daha çok yaslarken.
Aramızda oluşan kısa sessizliği benim fısıltım bozdu.
"Seni seviyorum." dedim kalp atışlarının nasıl hızlandığını dinlerken.
Başımı okşayan eli donup kalmıştı. Beni çenemden tutup kafamı kaldırdı. Gözlerindeki yıldızlarada haykırmamı istiyordu benden. Yutkundum. Beni bekleyen bakışları mest olmama sebep oluyordu.
"Seni seviyorum. Bütün kalbimi ele geçirmeyi başardın. Seni seviyorum ve bundan pişman değilim. Seninle her şeye varım, herkesi karşıma almaya hazırım.Seni seviyorum." dedim hafif çıkmış sakallarına dokunurken.
"Sevmek sanki sana karşı hislerimi ifade edecek bir kelime değil. Aşkta değil. Ama en yakın kelime yinede bu galiba. Sana aşığım. " dedim gözlerinde kaybolurken.
Alnını alnıma dayamıştı. Elimi kalbine götürdü.
"Söz veriyorum birtanem, burası hep sana ait olucak. Söz veriyorum." dedi beni defalarca ittiği o bulutlara tekrar çıkartırken.
. . .
"Tamam anne, geliyorum. Bir kere söz verdiysem caymam, bunu en iyi sen bilirsin. Onun için sanki ben kaçacakmışım gibi üzerimde baskı kurmaktan vazgeç" dedi sabır dileyerek.
Her şeyin neden bu kadar acele olması gerektiğine anlam veremiyordu. Alev Hanım kızına Barış Arıkanla randevuya bugün, mahkemenin olduğu gün çıkması için oldukça baskı yapmıştı.
Mahkemeden sonra dediyse hemen sonra olması gerekmezdi değil mi? Fakat Alev Hanım bugüne ayarlatmıştı buluşmayı.
Arabasına binen genç kız karmaşık duygular içindeydi. Asya'ya bile sevinemiyordu şuan resmen. O adamla görüşmek hiç içinden gelmiyordu, farkında değildi fakat Barış Arıkandan korkuyordu genç kız.
Onun buz gibi bakışları aklına geldikçe geriliyor, rahatsız edici bir duygu kaplıyordu bedenini.
Adamı doğru düzgün tanımıyordu, hatta hiç tanımıyordu. Hakkında sadece birkaç bilgi edinebilmiştiki bunlar internetten herkesin rahatlıkla edinebileceği bilgilerdi. Pek çapkın biri değildi anladığı kadarıyla, adı magazin haberlerine hiç karışmamıştı. Bu biraz olsun içini rahatlattı. Levent'in tarzında biriyle asla yapamazdı.
28 yaşındaki bu adamla aralarında 5 yaş fark vardı. Adamın fazla yaşlı olmamasıda iyi bir şey diye düşündü. Kendini bir şekilde rahatlatmaya çalışıyordu.
Eve girdiğinde annesinin ufak çaplı bir azarını işitmişti. Asya'nın mahkemesine gittiği içindi kadının bu öfkesi, o da biliyordu ancak bunu açıkça söyleyemiyordu. Aralarında verilen bir söz vardı nede olsa.
Annesinin dahi o kızdan bu derece nefret ettiğini gördüğünde dayısını düşünemiyordu. Şirkette Ulaş ile büyük bir kavga ettiklerini söylemişti Tuna. Heryeri birbirine kattıklarını.. Oysa baba oğul bu zamana kadar birbirlerini kırmaktan hep kaçınmışlardı. Asya'nın yanında durduğu için kendisinede kızgındı Erdem Bey, bunu çok iyi biliyordu. Onun için dayısının öfkesinden kaçıyordu ya. İki haftadır karşısına çıkmamak için ter döküyordu. O adamın öfkesinin ne kadar deli olduğunu çok iyi biliyordu.
Bu düşüncelerle hazırlanıp evden ayrıldı. Ne yana dönse boğazına düğüm oturmasına sebep olan şeylerle karşı karşıya kalıyordu. Şimdide hiç tanımadığı bir adamın yanına gidiyordu.
İnsanlar hiçbir sevgi kırıntısı olmadan mantık evliliği yapmayı nasıl başarıyorlardı anlam veremedi. Umuyorduki bu adamı sevebilirdi. Yoksa bir ömür nasıl geçerdi sevgisiz?
Geldiği yerin oldukça şık bir restorant olduğunu görünce eve gidip kıyafetlerini değiştirdiği için şükretti. Annesi demeseydi asla bunu yapmaz, direk buraya gelirdi.
Kendisine rezerve edilen yere doğru yürüdü giymekten hoşlanmadığı topuklu ayakkabıları ile.
Masanın boş olduğunu gördüğünde içinden annesine kızmıştı, onu bu kadar acele ettiren oydu çünkü. Adamın ondan önce gelip onu beklemesi daha uygun geliyordu Öykü'ye.
Masaya oturduğunda yanına gelen garsondan sadece su istedi. Saate baktığında buluşacakları saatten 10 dakika geçtiğini gördü.
Saat 7'yi 10 geçiyordu. Anlaşılan adam pek dakik değildi, bu Öykü için büyük bir sorundu fakat bunu büyütmek istemiyordu. Evleneceği insanın bazı kusurlarını pek âlâ es geçebilirdi. En azında bunu yapamayacaksa, asla evlenmemesi gerektiğini düşünüyordu. Karşısındaki insana anlayışlı olmak için elinden geleni yapmaya karar vermişti çoktan.
Etrafı seyretmeye başladı, böyle şık bir yeri Barış'ın mı yoksa annesinin mi tercih ettiğini sorguluyordu. Buraya daha önceden gelmemiş olmasına üzüldü. Oldukça hoş bir yerdi. Oturduğu cam kenarından İstanbul'un boğazını çok net bir şekilde görebiliyordu. İki köprüde sanki bir kadının boğazına takılan gerdanlıklar gibi gözler önündeydi. Evlerin yanan ışıkları bu sanat eserine ayrı bir dünya katıyordu. Rusya'da çok uzun durmamıştı fakat İstanbul'u çoktan özlediğini fark etti. Bu manzarayı dünyanın neresine giderse gitsin özlüyordu. Ve hiçbir yer Öykü için İstanbul'un yerini tutamıyordu. Belki bunun sebebi burada büyümüş olmasıydı, herkes kendini büyümüş olduğu dünyaya ait hissetmezmiydi? Fakat yinede muhteşem görüntüsüne rağmen Aziz Vasil Katedrali bile şu manzarada gözüken camilerin minareleri kadar büyüleyici gelmiyordu genç kıza.
Elini çenesine dayamış ve çoktan köprüden geçen arabaları izlemeye dalmıştı. Karşısındaki İstanbul manzarası neden burada olduğunu dahi unutturmuştu genç kıza. Bileğine taktığı ve asla çıkarmadığı bileklikte bile İstanbul yazıyordu. Yurt dışında okumayı reddetmesinin sebebi dahi İstanbul'dan kopmak istememesiydi.
Barış Arıkan masada oturan ve onu fark edemeyecek kadar kendinden geçmişçesine manzarayı seyreden genç kıza geldiğini hissettirmek için elini yumruk yapıp dudaklarına yaklaştırarak hafiften boğazını temizledi.
Duyduğu ufak çaplı erkek sesiyle kafasını kaldıran Öykü karşılaştığı lacivertimsi gözlerle İstanbul boğazından daha muhteşem görüntülerinde var olduğunu düşündü.
Belkide o kadarda kötü değildi Barış Arıkanla evlenecek olmak, eğer hergün bu lacivertimsi gözleri görecekse muhteşem bile olabilirdi.
Bu düşüncesinden utanarak ayağa kalktı. Bu adamı bu derece yakışıklı hatırlamıyordu. Amerikan aktörlerine benzeyen adamın genlerinde bir yabancılık olup olmadığını merak etti.
"Merhaba." dedi kalbinin ritmi çoktan değişirken.
"Merhaba." dedi adam kızın uzattığı eli sıkarak.
"Çok bekletmedim umarım." dedi soğuk çıkan sesiyle.
"Hayır." dedi Öykü fakat bu bir yalandı.
Yarım saattir onu bekliyordu ve bu oldukça kaba bir davranıştı. İlk buluşmalarına böylesine geç kalmak..Genç Kız doğrusu biraz kırılmıştı fakat belli etmek istemiyordu.
Ayakta daha fazla durmayıp yerlerine oturdular.
"Toplantım fazla uzun sürdü, üzgünüm." dedi Barış fakat aslında pekte üzgün değildi.
Toplantısıda uzun filan sürmemişti üstelik. Babasıyla yaptığı tartışmaydı gecikmesine sebep olan. Aslında o tartışmayı yapmamış olsaydı burayada gelmeyecekti zaten. Son anda babası ikna etmişti onu. Öykü ile evlenmek gibi bir isteği yoktu başından beri. Bu kızı sadece bir defa görmüştü ve o müddet içinde kızdan oldukça rahatsız olmuştu.
Onu anımsatıyordu genç adama.
Buraya gelip onu tekrardan gördüğündede onunla evlenmeyi kabul ettiği için kendisine küfür savurdu içinden.
"Yoğun bir iş hayatın olsa gerek." dedi bir muhabbetin içine girmek isteyip.
"Öyle, başarılı olmak istiyorsan çok çalışmalısın."
Ne hoştu ama, evleneceği adamla ilk konuştuğu mevzu iş olmuştu ve bu Öykü'de konuyu çabucak değiştirme isteği yarattı.
"Babamlar bizim küçükkende karşılaştığımızı söylemişlerdi. Ben hiç hatırlamıyorum, sen hatırlıyor musun?"
"Hayır hatırlamıyorum." dedi ilgisizce ve sonra yanına gelen garsona döndü.
Adamın kendisine karşı yönelttiği soğuk tavırların pek tabi farkındaydı ve bu sinirlenmesine sebep olmuştu.
Huysuzca kendi siparişini söyledi.
Siparişlerini verdikten sonra Barış duygusuz bakışlarını Öykü'ye çevirdi.
"Müsade edersen sana bir şey sormak istiyorum, fakat beni yanlış anlamanı istemem."
"Tabi sorabilirsin." dedi Öykü karşısındaki adamın ne soracağını merak edip.
" Bu evlilik senin istediğin bir şey mi? Sonuçta ikimizde birbirimizle sadece bir defa karşılaştık."
İki defa, diye düşündü Öykü. İkisininde hatırlamadıkları çocukluk anıları vardı birde.
"Dürüst olmalımıyım gerçekten, yanlış bir şey söylemek istemem."
"Lütfen, senden istediğim şey bu."
"Peki öyleyse, tahmin edilebileceği üzere annemin zoruyla buradayım."
"Anlıyorum." dedi adam rahatlayarak. En azından karşısındaki kadınla aynı durumun içindeydi.
" Aileler fazla baskıcı olabiliyorlar bazen." dedi su bardağını eline alıp kuruyan boğazını ıslatırken.
" Yani ikimizde mantık evliliği yapacağız. Bunu bilmek güzel. "
"Efendim?" dedi kaşları yukarı kalkarken.
" Demem o ki bir ihtimal o gün benden hoşlanmışsındır diye kendimi tedirgin hissetmiştim. Fakat seninde bu evliliğe zorlandığını bilmek beni rahatlattı."
"Ne demek istiyorsun biraz açık konuşabilir misin?"
" Sana karşı en başından dürüst olmak istiyorum, seni kandırmaya hakkım yok. Bunu başta sana söylemeliyimki sonradan bir hayal kırıklığı yaşama. Seni sevemem, eğer bunu kabul edersen bu evlilik olabilir. Benden bu yönde bir beklentinin içinde olmamalısın." dedi kızın ona hayır diyeceğini umarak. Hiçbir kadın kendisini sevemeyeceğini söyleyen bir adamla evlenmek istemezdi ve kıza sunduğu bu teklif saçmalıktan ibaretti. Bunun son derece farkındaydı Barış Arıkan. Kendisi reddedemiyorsa bu evliliği mümkün mertebe Öykü'nün reddetmesini sağlayabilirdi.
"Ama endişelenme, sadık bir insanımdır. Aramızda tek eksik olan şey sevgi olacak.Tabi kabul edersen." dedi ciddi bir tavırla.
Kıza dedikleri yalan değildi, fakat bunları onunla evlenecekse gizlemesi gerekirdi. Ancak Barış bu kızla evlenmek istemiyordu, hayatına giren hiçbir kadından böylesine rahatsızlık duymamıştı.
"Zaten yapacağımız şey mantık evliliğiydi değil mi? Bunu kabul ettiysem senden beni sevmeni istememeliyim zaten. Ki kaldı ki bende sana karşı içimde bir his biriktirmiyorum. Sonunda yaşayacağım şey zaten buydu, sevgisiz bir evlilik. Onun için yadırgamıyorum dediklerini." dedi Öykü adama meydan okurcasına.
Adam resmen kendisini aptal yerine koymuştu, anlamamıştı sanki. Kendisi babasına hayır deme cesaretinde bulunamamış olucakki genç kızı vazgeçirmeye çalışıyordu.
Kızın dedikleri ile masanın altından yumruğunu sıkmıştı genç adam. Nasıl bir insandıda böyle bir evliliği kabul ediyordu anlamlandıramıyordu.
"Anlaşmalı bir evlilik kulağa o kadarda kötü gelmiyor. Hem belki sen beni sevemesende iyi arkadaş olabiliriz." dedi saf ayağına yatarak.
Barış Arıkan hayatında ilk defa bir kadın tarafından alaşagı edilmişti ve bunun öfkesi gözlerine çoktan yansımıştı. Öykü'de farkındaydı adamın kendisine yönelttiği öfkesinin.
" Beni anlaman ne hoş." dedi gülmek için kendini zorlarken.
Karşısındaki kadın, tam bir aptal olmalıydı. Bir satrançın ortasında hissetmişti kendisini ve mat diyen hep kendisi olmuştu, bunu ona da öğretecekti. Sonunda pes ettirecekti bu kadını, bunun için uğraşmasına gerek bile yoktu. Onun canını yakmak istememişti başta, zaten bu kızla evlenmek istememesinin sebeplerinden biride buydu. Fakat eğer Öykü buna izin verdiyse, yani canını yakmaya.. Bundan kaçınmak için kendisini yormayacaktı. Aptallığın bedelini bu kadına ödetecekti.
Çalan telefonu ile izin isteyip ayağa kalktı genç adam. Adam yanından ayrılırken Öykü stresle tırnaklarını ağzına götürmüştü.
Yaptığı şeyin mantıklı bir yanını bulmaya çalışıyordu fakat bunda başarılı olamadı. Bir anlık gafletle adamın kendisini uyuz ettiği gibi onu sinir etmek istemişti. Ama şimdi.. Yaptığının koca bir salaklık olduğunu fark etti. Belkide hemen şimdi geri adım atmalı ve bu evliliği kesinlikle istemediğini söylemeliydi. Açık bir şekilde kendisini sevmeyeceğini söyleyen bir adamla evlenecek kadar düşmek istemiyordu.
Adam uzunca bir müddet telefonla konuşurken Öykü bir karar vermeye çalışmaktaydı. Soğuk terlerin alnını ıslattığını hissedip eline aldığı peçeteyi alnına bastırdı.
Bu adam, ilk buluşmalarında çalan telefon ile kalkıp uzun bir müddet onu yalnız bırakacak kadar saygısız bir insandı. Üstelik buraya geçte gelmişti.
Kendisine karşı saygı bile duymayan bu adama karşı içinde bir nefret hissetti.
Ona istediğini vermeyecekti, yaptığı delilikti belki ama bunu yapmayacaktı. Barış'ı çok iyi anlamıştı, Öykü ile hayatta evlenmeyecekti ve bunun için kendisini kışkırtıyordu. Kesinlikle bu adam evlilik aşamasına gelmeden pes edecekti. Bunu beklemeye karar verdi genç kız, adamın pes edip geri çekilmesini..
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.