Karşımda oturan yaşlı adamdan sabırsızca bir açıklama bekliyordum. En azından bunu hak ettiğimi düşünüyordum.
" Sana yalan söylemişler desen keşke. Fakat diyemiyorsun değil mi? Duyduklarım doğru, abim eli kana bulanmış bir insan. Neden benden gizlediniz bu gerçeği?"
" Seni bunlardan korumak istemiştim. Engel oldum bilmene."
"Ne kadar çok düşünüyorsun beni dede. Bunlardan korunmam için de masum olduğum halde hapse yollamak istedin herhalde."
" O konuyu açma Asya." dedi mırıldanarak.
"Niye? Biliyor musun ne amcam ne babam ne Emir. Hiçbiri senin kadar üzmedi beni. Ben en çok kendimi sana yakın hissediyordum, beni koruyup kollayan bir sen vardın aralarında. Babamın bana savuracağı tokatlara hep sen engel oldun, inanmıştım sana. Güvenmiştim. Fakat güvenimin karşılığını çok iyi aldım. Anladım ben seni, Emir erkek ya. O daha kıymetliymiş senin gözünde. Beni yok sayacak kadar daha kıymetli."
Sesimin titremesine engel olamamam susmama sebep olmuştu.
"Yok öyle bir şey, sen benim en kıymetlimsin."
Bana niye hala yalan söylüyordu? Dedemden ilk defa sevgi sözcüğü duyuyordum fakat sahteydi.
"Beni kandırma dede, bana yaptıkların ne kadar değer verdiğini gösteriyor."
"Seni kandırmıyorum Asya. Bütün herkesi soktum bu pisliğe. Bir sen temiz kal istedim. Emir yerine sen mi uğraşacaktın bu pis işlerle? Buna izin veremezdim."
"Emir'de mi?"
Sesim feryat ederek çıkmıştı.
"O da mı bu pisliğe karıştı. Babamla amcamda var tabi.Nasıl insanlarsınız siz?!"
Sadece abim değildi. Başıma bir ağrı saplanmıştı. Bunu baştan tahmin etmeliydim zaten, ne kadar aptaldım. Yalnız abimin bulaştığına inandırmak istemiştim kendimi. Yediremiyordum aileme bunu.
"Niye dede? Niye böyle bir şeye karıştınız? Bak sen de pis işler diyorsun, engel olsaydın ya."
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Aklım allak bullak olmuştu, bağırıp çağırmak istiyordum fakat sesim kısık çıkıyordu.
"Yapamazdım, devam etmem lazımdı."
Anlayamıyordum, çok saçmaydı.
"Para için mi?"
Yetmemişmiydi bu kadar zenginlik?
"Daha fazlası."
Kaşlarım çatıldı. Nasıl bir hırsa sahipti beynim almıyordu.
"İntikam için."
Hakkında meğer hiçbir şeyi bilmediğim dedem neler yaşadığıda bir sır olarak saklamıştı benden. Dedemle alakalı sırlar olduğunu hep seziyordum fakat ne olduğunu kestiremiyordum. Şimdi içimdeki öfkeyle beraber kendimi gerçeklere yaklaşmış gibi hissediyordum.
"İntikam mı? Neyin intikamı bu? Kendi evlatlarını, torunlarını günaha boğacak kadar ne yaşadın sen?"
"Benden daha fazla nefret etmeni istemiyorum Asya. Sana başka bir şey diyemem. Herkesin yaptıklarının nedenleri vardır. "
Nefret.. Bu durumda ne hissettiğimi ben de bilmiyordum.
"Hiçbir neden sevdiklerini pisliğe batırmanı haklı çıkarmaz."
Cevap vermedi. Aklım almıyordu bir türlü olanları.
"Kimden alıyorsun peki intikamını? Bari onu söyle."
"Kadir Toralı."
Bu ismi duymamla tüylerim diken diken olmuştu.
Babamın canını aldığı adam, Ulaş'ın dedesi.
"Ölü bir adamdan neyin intikamını alıyorsun hala?"
"Bazı yaralar vardır, kabuk bağlamaz cinsten olan. Onun ben de açtığı yarada öyle derin işte. Ben bir yemin ettim, sonuna kadar tutacağım bu yemini. Hiçbir şey bozamaz bunu."
İnsanların yaşadıklarının arkasına sığınıp suç işlemelerini kaldıramıyordum. Dedem ne yaşadı bilmiyordum fakat hiçbir sebep böyle bir pisliye bulaşmayı haklı çıkaramazdı.
Toralılar ile düşmanlığımızı çocukluktan beri biliyordum. Sebebinin ise rakip şirket olmasını sanıyordum saf gibi. İhale yüzünden öldürdüklerini sandığım abimle bu düşmanlık alevlenmişti. Karşılığında babam öldürme emrini veren Kadir Toralının canını almıştı.
"Bu yaptıklarını asla kabullenemeyeceğim." dedim kısık bir şekilde.
" Biliyorum, kindarsındır. Affetmezsin kimseyi. Anneni de affetmedin senelerdir."
Yutkundum, bu konu yasak konumuz değil miydi bizim? Torbamızdakileri dökme zamanı gelmişti demek.
"Affetmem, seni de affetmeyeceğim."
"Peki affetme, ancak senden tek bir şey istiyorum. Tek varisimiz sen kaldın, şirkette çalışmaya devam et. Emir hapse girdiyse şirketin tek geleceği sensin demektir."
"Niye, işlediğiniz suçları tekrar mı üstüme yığacaksınız? Asla kabul etmem!"
Ses tonum ilk kez yükselmişti dedeme karşı.
"Ne istediğinin farkında değilsin. Uyuşturucuya bulanmış paralarla dönen bir şirkette çalışmam. Üstelik bana ne yaptığın hakkında hiçbir fikrin yok dede. Kaçırılınca bunu fark ettiğim ilk an senin beni kurtaracağını umduğum için içim rahattı. Biraz olsun sana inanıyordum. Fakat inancımın karşılığında beni hapse tıkmak istedin. Hani yanında olduğum için beni düşman bellediğiniz o adam varya, ailem bana ihanet ederken o benim için canını ortaya koydu. "
Sözlerimin altında ezildiğini görmem bile bana yetmiyordu. İçimde biriken öfkem bugün dolup taşmıştı. Onları affetmeyi düşünmeye başlamıştım oysa. Ulaş ve ailesini beraber görünce canım yanmıştı, benimde bir ailem vardı. Beni sevmemiş olsalarda ailemlerdi işte. İçimde bir yerlerde , sonsuza kadar onlardan uzak kalmak istememiştim. Öfkemin geçmesini bekliyordum belkide. Bana mecbur olduklarını biliyordum, amcam kılıma dokunamazdı. Benden başka şirketi devralacak kimse kalmamıştı çünkü. Dedemde babamda böyle bir şeye izin vermezlerdi. Fakat artık asla kabullenemezdim olanları. Bu insanları tamamen silecektim. Onlar başkalarının kanına giren bir zehirdi benim için.
"Seviyor musun o adamı?" dedi dedem sessizliğin ardından.
Bu soru karşısında utansamda belli etmedim. Kafamı olumlu anlamda salladığımda acıyla gülümsedi.
"Seni kurtarmaya çalıştı. Onun için ben baban ve amcan gibi o adama öfkeli değilim. İster inan ister inanma Asya. Ben artık mutlu olmanı istiyorum. O seni seviyor, seni koruyacak bir adamla olduğun için sana kızmayacağım. Her ne kadar bir Toralı olsada.."
Aklının nasıl çalıştığını çözemiyordum. Bu sözleri ondan duymayı beklememiştim.
Hem intikamına devam etmek istiyor, hem benim Ulaş ile birlikteliğimi onaylıyordu. Kendiyle çelişiyordu, mantıklı düşünemediğini o an anladım.
Yada bana yalan söylüyordu, hep yaptığı gibi. Muhakkak bu olmalıydı, sırf şirkette çalışmam için onun tarafından kandırıldığıma inanıyordum. Artık dedemden her türlü şeyi bekler olmuştum.
'Beni bu kadar düşünüyorsan niye hapse.."
Hıçkırıklarım cümlenin devamını getirememe sebep olmuştu.Yüzümü ellerimle kapatıp sakinleşmeye çalıştım.
"Hapis hayatı senin için, içine düşeceğin pislikten daha iyiydi. Emir hapse girse baban ve amcan seni zorlarlardı uyuşturucu işine girmen için. Engel olmamın tek çaresi senin hapse girmendi."
Bahanesi bu muydu? Hiç inandırıcı değildi. Emir erkek torunu olduğu için bana bunu yaptığından adım gibi emindim.
"Beni önemseyip bu işe girmemi istemiyorsun fakat diğerlerini niye sokuyorsun? Onlara bunu niye yaptın?"
"Birilerinin yapması lazımdı, hiçbiri karşı çıkmadı. Mutsuz olmadılar, kötü hissetmediler."
"Yalan! Abim hep mutsuzdu!"
Biliyordum, istememişti yapmayı. En azından diğerlerine o kadar benzemiyordu. Buna inanmak istiyordum.
"Evet, bir o istemedi. Nefret etti bu işten. Ama sonra alıştı."
"O zaman niye kabul etti ?"
Gözlerim dolmuş, boğazıma bir yumru oturmuştu.
"Sevgi göremediği babasının onayından geçebilmek için."
Bizi bitiren bir ailemiz vardı.
Keşke benim gibi olabilseydi abim. Ben onun sevgisiyle yetinmeyi biliyordum, o da benimkiyle yetinseydi ya. Belki o zaman Ulaş gibi karşı çıkardı ailesine.
"Amcan, sana çok öfkeli. Ona zor engel oluyorum aptallık yapmaması için. Hala sakinleşemedi. Birazdan eve gelirler, karşılaşmasan iyi olur."
"Bir de şirkette çalış diyorsun dede."
" Sakinleşeceği bir gün elbet vardır. Sonsuza kadar böyle devam edemez."
"Bilmiyor musun? Biz Karahanlılar her şeyi unutsakta kanımızda dolaşan nefretimizi unutamayız. Hayatı boyunca affetmeyecek beni. Canımı onun ellerinden verirsem hiç şaşırmam. Hakkı var sanki, sırf oğlunun yüklerini üstlenmedim diye."
Hüzünlü gözler ile bana bakan adama son kez baktım.
"Ne kadar bağırıp çağırsamda bu aileye olan öfkemi kusamayacağım ne yazık ki. Her şeyi affederdim belki, hatta bana sırtınızı dönmenizi bile. Fakat intikam uğruna verdiğin o yemin varya, asla affedemem onu."
"Bir gün senin de canını fazlasıyla yaktıklarında anlarsın intikamın nasıl soğumayan bir duygu olduğunu."
Sert bakışları ondan korkmama sebep olamamıştı.
İçimden dediği şeye gülme isteyi geldi, benim canım zaten defalarca yanmıştı. Fakat ben kimseden intikam alma gibi bir düşünceye girmemiştim.
Oradan ayrıldığımda sırtıma binen yüklerin daha da fazlalaştığını hissediyordum.
Niye bunu yaptığını öğrenememek kendime kızmama sebep olmuştu. Hiçbir şeyi bilmeyen bir cahil olarak dolaşmıştım yıllardır. Tek pisliğimizin babamın Kadir Toralıyı öldürmesi olduğunu sanıyordum. Her şeyi gizlemeyi nasılda başarıyorlardı.
Her şeyi polise anlatmak istiyordum. Buna devam etmelerine izin veremezdim.
Bulunduğum yeri mesaj attım sadece. Telefonda tartışmak istemiyordum.
Onu beklerken ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Yoldan gelip geçen insanlar beni izliyorlarmış gibiydi sanki. Ailemin nasıl insanlar olduğunu bilseler benim bile yüzüme tükürürlerdi.
Arabası önümde durmuş camdan bana bakıyordu. Oldukça öfkeli gibiydi, bir şey demeden bindim yanına.
"Ne işin var burada? Eve girdim deme sakın."
" Cidden tartışacak durumda değilim, evde dedemin yalnız olacağını tahmin ettiğim için girdim. Ona soracak şeylerim vardı."
"Ya sana zarar verselerdi Asya! Bu yaptığın delilik!"
Kavgamız büyürken buna son veren Ulaş olmuştu.
Kafam allak bullaktı ve ona neler dediğimin bile farkında değildim.
Eve geldiğimizde tüm siniri geçmişti.
Ailemin nelerle uğraştığını bilip bana söylememesinin nedenini tahmin ettiğim için üzerine gitmedim. Zaten yeni bir kavga için oldukça yorgundum.
Daha demin bana kızdığı için özür dileyip sarıldı.
Geri çekilirken gözlerindeki hüznü görebiliyordum. Alışmıştım bu hallerine, önce parlıyor sonra pişman oluyordu.
"Öyle bir gün geçiriyorum ki Ulaş, seninle tartışmam bile olanların yanında sönük kalıyor."
"Keşke hiç bilmeseydin."
"Boşver, böylesi daha iyi."
Dedemle aramızda geçenleri ona anlattığımda tepkisizliğini sürdürmüştü.
Az sonra yanımdan ayrılıp elinde bir defter ile geri geldi. Bana uzattığında defteri elime aldım.
"Bu ne?" dedim defteri incelerken.
Oldukça eski olmasına rağmen temiz kullanıldığı belli deri kaplamalı bir defterdi.
"Evet, bunun ne kadar doğru olmadığını bilsemde öldüğü günün gecesinde okumuştum. Geçmişi ile ilgili hiçbir şey anlatmazdı, fakat ben çok merak ederdim. Benden sakladıkları aramıza uçurumlar sokuyordu. Oysa hep kendine en yakın beni gördüğünü söylerdi." dedi sahte bir gülümsemeyle.
Gözlerini kaçırarak devam etti.
"Öldüğü gece aramızdaki uçurumu kapatmak istemiştim."
Dedesini ne kadar özlediği her halinden belliydi. Sevdiklerine karşı aşırı derecede bağlanan bir yapısı vardı.
"Bunu bana vermek zorunda değilsin, alamam." dedim defteri ona uzatırken.
"Sende kalsın, belki fikrin değişir."
"Başkasının günlüğünü okumak fazla ayıp geliyor."
Derin bir nefes aldım, yinede okumak istiyordum.
"Okumaya cesaret edemiyorsan ben sana okuyabilirim."
"Ne değişir?" dedim gülerek.
"Suç arkadaşının bulunması kendini fazla suçlu hissetmemene sebep olur. "
Kısa bir süre yüzüne baktım, o günlüktekileri aşırı merak ediyordum.
"Zaten okumuşsun, sadece anlat."
Bu safer alayla o güldü.
"Aynı şey."
"Hayır değil, ben sadece senden bilgi ediniyorum. İzinsiz bir günlüğü okumakla arasında büyük fark var bence."
"Kurnazsın, fakat yeterli değil." dedi karşıma otururken.
"Senden dinlemek kendimi daha iyi hissettirir. Özele karşı saygım var."
"Her şeyi dedem ayrıntısız yazmış zaten. Ama sen bilirsin."
"İlk başta günlüğü getirmek yerine bildiklerini anlatmalıydın. Sen anlatınca kaynağı önemli olmazdı benim için."
"Doğrusu anlatmaktansa günlüğü sana vermek daha kolay geldi bana. Fakat senin bu derece hassa olacağını tahmin edememiştim."
"Günlüklere karşı sadece, benim de bir zamanlar günlüğüm vardı ve Emir'in onu okumasıyla kendimi çok kötü hissetmiştim. Ondan kaynaklı bu durum. Sahibi ölmüş olsa bile izinsiz okumak istemiyorum. "
Kafasını geriye yaslamış hafif bir tebessümle beni izliyordu.
"Ne oldu?"
"Hiç."
Bende ona gülümsediğimde yanağındaki derin çukur iyice ortaya çıkmıştı. Kalp atışlarımın hızlanmasına engel olmak için kendimi toparladım.
"Hadi anlat."
"Fazla acelecisin."
"Sabrımı mı sınıyorsun Ulaş? Anlat işte."
"Peki peki kızma." dedi yüz ifadesi ciddileşirken.
" Çocukluğundan bahsediyor ilk başlarda. Salih Karahanlı ile olan anılarından."
Gözlerim kocaman açılırken şaşkınlığıma engel olamamıştım.
"Çocukken birbirlerini tanıyorlar mıymış?"
"Daha fazlası. Aynı köyde büyümüşler, her şeyi birlikte yaparlarmış. İkisinin kardeşten farksız olduğunu yazmış dedem."
Onları neyin bu hale getirdiğini merak ediyordum. Sabırsızca Ulaş'ı dinlemeye devam ettim.
" Dedemle Salih Karahanlı İstanbul'a okumaya gelmişler, daha o zaman lise zamanlarındalarmış. Aile desteği olmadığı için hem çalışıp hem okuyorlarmış. Dedemin okumak için bu kadar hırslı olmasının asıl sebebi uyuşturucuya kurban giden abisi. Dedemden önce İstanbul'a çalışmaya gelen büyük amcam bir şekilde bulaşmış bu pisliğe. Bedelini de canıyla ödemiş. Dedem abisini fazla severmiş,doğrusu babasız yetiştiğinden amcam babası gibi olmuş. Dedemde kaldıramamış bu acıyı. Abisini kaybettiği gün ki duyguları sayfalarca yazıyor günlükte. Bir karar almış o gün. Bu şehirde kendini yükseltirken aynı zamanda uyuşturucu ile savaşacakmış. Yaptı da. İki oğlunu ve torunlarını da o şekilde yetiştirdi."
"Ama sen kabul etmedin bunu."
"Edemezdim, bunu satanların canını alıyorlar. İnsanların cezalarını kafamıza göre kesemeyiz Asya, bu saçmalık. Benden bunu ilk istediklerinde elime silah tutuşturup genç bir çocuğun önüne attılar. Benim yaşlarımdaydı, ağzı burnu kan içinde korkuyla gözlerime bakıyordu. Daha 17 yaşıma yeni girmiştim, katil olmamı istediler. O çocuğunda bir ailesi olduğu geldi o an aklıma. O her ne kadar insanlara ilaç satarak onları zehirlesede ben karşımdaki çocuğa benzeyemezdim. O an onun kafasına sıksaydım ne farkım kalırdı diğer katillerden."
" Polise niye teslim etmiyorlar onları?"
"Aynı soruyu dedeme sordum, birkaç yıl yatıp çıktıktan sonra kaldıkları işe devam ediyorlarmış. Hapse yollamanın bir anlamı yok dedi. "
"Dedemi bu hale ne getirmiş?"
Baştan beri asıl merak ettiğim konu buydu.
"İkisi aynı üniversiteye gidiyolarmış, bir projenin üzerinde çalışıyormuş dedem. Projenin teslim zamanları annesi rahatsızlanınca köye dönmek zorunda kalmış. Dedemin projesini sunanda Salih Karahanlı olmuş, ipler bu noktada kopmuş. Dedem dönünce kendisinden proje bekleyen hocalarına hiçbir şey sunamayınca o seneyi geçememiş. Dedenle büyük bir kavgaya girmişler. Sonunda dedem siniri geçmeyince Salih Karahanlının köyde sevdiği kız olan Emine'yi İstanbul'a kaçırmış evlenmek için. Emine'nin de zaten kendine karşı boş olmadığın biliyormuş, onun için pek zor olmamış bu iş. Dedem aşırı hırslı bir insandır, kendisine acı verenlerin cezasını kat kat veren tiplerdendir. Arkadaşından intikamı böyle ağır almak istemiş anlayacağın. Emine yani dedenin sevdiği kadın İstanbul'da dedemin onu götürdüğü evde soba zehirlenmesinden ölünce de aralarında ki düşmanlık geri dönülemeyecek şekilde körüklenmiş. "
Hırs ve öfkenin iki arkadaşın arasında nasıl uçurumlar açtığına aklım almıyordu. Bu hikayede onların bozulan arkadaşlarından çok Emine'ye içim yanmıştı. Gencecik yaşında kim bilir ne hayallerle İstanbul'a kaçmıştı. Sonu ise sobadan zehirlenerek can vermek olmuştu.
"İkisininde yaptıkları affedilir gibi değil." dedim elimi alnıma dayarken.
"Olan gencecik kıza olmuş."
"Öyle."
" Dedemin uyuşturucu işine bulaşmasının sebebi bu mu gerçekten?"
"Aynen öyle. Emine'yi çok sevmiş demek. Sırf dedemden intikam almak için senelerdir bu işin içinde."
Bir kadın, dünyadaki savaşların dahi baş sebebi olabiliyordu.
Ortamda oluşan sessizliği Ulaş bozmuştu.
"Ne düşünüyorsun?"
Dalgınca ona baktım.
"Hırs çok korkunç bir duygu. İnsanı insanlıktan çıkartıyor."
Günlüğün içinden bir resim çıkartıp bana uzattı.
"İkisinin lise zamanlarında çekilen bir fotoğrafı."
Siyah beyaz resimde kollarını birbirlerinin omzuna atmış iki genç vardı. Gözlerindeki parıltıdan ne kadar mutlu oldukları anlaşılıyordu.
Onlara bakarken gözlerim doldu. O zamanlar gelecekte ne yaşayacaklarını bilmiyorlardı.
"Dedenin hangisi olduğunu sormama gerek yok, dedenin gençline benziyorsun."
Yanıma gelip oturdu.
"Çok garip bir fotoğraf. Soldaki adam sağdakinin oğlu tarafından can veriyor. Bir diğeriyse.."
Oğlu abimi öldürmüştü. Sesli bir şekilde söyleyemedim.
"Aralarındaki hikayeyi bir sen mi biliyorsun?" dedim ona dönerek.
"Dedem bunları kimseye anlatmadı. Günlüğünüde yalnız ben okudum." dedi baş parmağı ile göz yaşımı silerken.
" Artık bir de ben biliyorum, sayende." diye gülümsedim ona.
"Aslında günlüğü okumanı istememin bir nedeni vardı. Çocukken birbirlerine söz vermişler."
"Ne sözü?"
"Çocuklarından olmadı torunlarından birilerini beşik kertmesi yapacaklarına dair bir söz. Beşik kertmesi olmaya en uygun ikimiz kalıyoruz. Dostluklarına devam etselerdi belkide bu gerçekleşirdi."
Beynimin uyuşmuş gibi olmasına rağmen öyle bir durumun içinde düşündüm kendimi.
"Şu zamanda beşik kertmesi mi var Ulaş? Kabul etmezdim bunu elbet."
"Ben sana ettirirdim." dedi gülümseyerek.
Konu nerden nereye gelmişti.
"Ben bir karar aldım." dedim konuyu tekrar asıl yere çekmek isteyerek.
"Ne kararı?"
" Ailemin yaptıkları pis işleri polise bildireceğim, buna sessiz kalamam."
" Hiçbir işe yaramaz, boşuna deneme."
"Niye?"
"Kanıtın var mı? Kimlerle bağlantıda olduklarını yada depolarını biliyor musun? Hayır. Onun için sevgilim, uzak dur bu olaylardan."
"Fakat hiçbir şey yapmadan duramam. Dedem tekrar şirkette çalışmamı teklif etti, belki içlerine girersem bir şeyler öğrenebilirim."
"Hiçbir şey öğrenemezsin. Şirkete kendi adamımı soktum bir şeyler öğrenebilmesi için. Fakat sonuç sıfır. Sadece şirkette güveniyorlar ona. Bu işlerle şirketi kesinlikle karıştırmıyorlar. Zaten kaldı ki ben seni onların arasına atamam. Unut bunu."
Keşke bugün dedeme tepkimi ağır koymasaydım, o zaman belki bana güvenip benide sokarlardı aralarına. Artık bunun için çok geç olduğunu fark ettim.
"Düşünme bunları sen, enselerindeyiz. Her an tuzağımıza düşebilirler."
Buna pek inanmamıştım. Yakalayabilselerdi yıllar boyu elbet bunu başarırlardı.
"Bugün çok ağır geçti senin için, hadi biraz uyu."
Bu konunun üzerinde tartışacak halim kalmadığından kabul ettim fakat benim için uykusuz bir gece olacağını biliyordum ve öylede olmuştu.
. . .
Ben karşı daireye taşındıktan sonra Ulaş'ta tekrar işe başlamıştı. Oldukça geç dönüyor olması onun için üzülmeme sebep oluyordu. Babamlar bile eve daha erken saatlerde gelirlerdi.
Öykü ciddi bir ilişkiye başladığını söylediğinde beni asıl şaşırtan şey devamında ondan öğrendiklerim olmuştu. Deniz ile bağlantıları olan bir aile olması, içimde bir yerlerde Deniz hakkında daha fazla şeyin açığa çıkacağı için beni memnun etmişti.
Ulaş'ın, Deniz'in önceden polis olduğunu bildiğini fark ettiğimde buna biraz sinirlenmiştim. Bana söylememişti. Her şeyde olduğu gibi bu meselelerden de beni uzak tutuyordu.
Eve taşınalı daha 3 gün olduğu halde onları davet etmiştim. 1 haftalık yeni bir çifti evime davet etmem biraz garip geliyordu fakat Barış'ı tanımak istiyordum. Ulaş bu fikre sıcak bakmasada sessiz kalmıştı.
Yemek işlerinde bana büyük yardımı dokunan yeni tanıştığım Sakine Abla sayesinde o günün yemeklerine hiç elimi sürmeden hazır olmuştu.
En azından sofrayı kendim hazırlamak istediğim için yemekleri ocağa koyduktan sonra Sakine Ablaya gidebileceğini söyleyip onu yolladım.
Kapı çaldığında Öykü'lerin geldiğini sanarak açmıştım fakat elinde tuttuğu güller ile birlikte gelen kişi Ulaş'tı.
Beyaz gülleri bana uzatarak gülümsedi.
"Senin için."
Elime alıp kokladığımda ilk defa birisi tarafından bana çiçek alındığını fark ettim.
"Çok güzeller. Teşekkürler." dedim gülümsemesine içten bir şekilde karşılık verirken.
Eve girdiğinde soran gözlerle ona baktım.
"Fazla erken geldin."
"Misafirlerimizden sonra gelmek istemedim."
"Peki. İyi yapmışsın. Bende şimdi sofrayı kuruyordum."
"Yardım etmemi ister misin?"
"Yok sağ ol, işten yeni geldin zaten. Hem ben hiçbir şey yapmadım yemekleri de Sakine Abla yapmıştı."
"Güzel yemek yapıyor değil mi?"
"Aynen öyle. Tam anne yemeyi. Neyse ben sofrayı kurmaya devam ediyim birazdan gelirler.
"Asya bir dakika, Öykü'ler gelmeden önce sana bir şey demek istiyorum."
" Tabi dinliyorum."
"Evde sıkıldığını fark ediyorum."
"Aslında bende yakında okuluma devam etmeye başlamayı düşünüyordum ve seninle bu konuyu konuşmak istemiştim."
"Gelecekte ne yapmak istiyorsun? Piyano çalmayı fazlasıyla seviyorken o okula devam mı edeceksin? Seneye konservatuara gitmek istersin diye düşünmüştüm."
"Şey, doğrusu bu benim aklıma gelmemişti. Evet okuluma devam etmek yerine konservatura baş vurmak daha fazla beni mutlu eder." dedim şaşkınlıkla.
Bunu niye düşünememiştim bilmiyordum. Belkide son zamanlarda öğrendiklerim artık düşüncelerimi zayıflatıyordu. Sonuçta konservatuara gitmeme engel olanlar dedemlerdi ve artık onları dinlemek zorunda değildim.
"Öyleyse sana bir teklifim daha var. Bir mekanda sahne alan müzisyen bir arkadaşıma senden bahsettim. Kabul edersen onlarla beraber bu sene çalışabilirsin. Tabi bundan önce nasıl piyano çaldığını duymak istiyorlar fakat sana o konuda güveniyorum. Seni dinlediklerinde peşini bırakmayacaklarına eminim."
İçimi ani bir heyecan dalgası kaplamıştı.
"Gerçekten mi?" dedim kaşlarım yukarı kalkarken.
"Evet, sana sormadan onlara söylediğim için kızmadın değil mi?"
Kahkaha atarak ona baktım. Bu konularda onu fazla korkutmuş olmalıydım.
"Hayır kızmadım, şuan sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum Ulaş. Beni gerçekten nasıl mutlu ettin anlatamam."
"İyi ki varsın." dedim fakat o cevap veremeden kapı çalmıştı.
"Eyvah ya daha sofrayı bile tam kuramadan geldiler."
Kapıyı açtığımda gelen sadece Öykü'ydü.
"Hoş geldin."
"Hoş bulduk." dedi bana sarılırken.
İçeri geçtiğinde gerçektende yalnız olduğunu kesinleştirmiştim.
"Damat bey yok mu?"
"Toplantısının uzun sürdüğünü istersem benim tek geçebileceğimi söyledi. O da birazdan gelir herhalde."
"Bekleseydin ya onu."
"Boşversene." diye omuz silken Öykü'nün tepkisiyle Ulaş ile göz göze geldik.
"Bir sorun mu var aranızda? Kavga mı ettiniz?" diye sordu Ulaş.
"Yok kavga etmedikte.. Zaten biz onunla kavga bile edecek kadar samimi olamıyoruz."
"O niye?"
"Öyle işte, aile baskısı ile evlenince böyle oluyor." dedi sürahiden bardağına su doldurup içerken.
"Öykü biliyorsun, eğer geri adım atmak istersen çekinmene gerek yok. Senin arkanda olurum."
Ulaş bunu söyleyince Öykü yarım yamalak bir gülümsemeyle ona baktı.
"Sağ ol Ulaş. Biliyorum yanımda bana destek olacağını. Fakat öyle bir isteğim yok. Zamanla birbirimizi tanıdıkça işlerin yoluna gireceğini umuyorum."
Buna kendisinin bile inanmadığı o kadar belliydi ki surat ifadesinden. Bu konu onun hayatı olduğu için üzerinde durmak bize düşmezdi fakat yinede üzülmüştüm haline. Keşke daha mutlu olabileceği biri girseydi hayatına.
"Bu arada yeni evin hayırlı olsun. Karşı daireye taşınmak ha? İkiniz de işinizi biliyorsunuz valla."
"Teşekkürler." dedim gülümseyerek.
"Bu da sana bir ev hediyesi." dedi elindeki paketi bana uzatırken.
"Hiç gerek yoktu."
Hediye almanın beni utandırdığını bildiğim için hediyeleri pek sevmezdim. Herhalde yalnız Ulaş'tan gelen hediyeler beni mutlu ediyordu.
"Benim yanımda aç, umarım beğenirsin."
Piyano şeklindeki müzik kutusunu gördüğümde neşeyle ona baktım.
" Bunu beğenmemem imkansız, artık evimde piyano yok demek."
Muhabbettimiz uzarken lavobaya gitmek için kalktı.
Direk Ulaş'a döndüm.
"Sakın Barış gelince ona laf filan sokma Ulaş. Öykü ile aralarında geçenler ikisini ilgilendirir."
" Bir azarı hak ediyor, kızı tek başına yollamak nedir Allah aşkına."
"Misafiri azarlamak hiç sana göre değil."
"Tamda bana göre."
"Ulaş, bak sakına."
"Kendime engel olmaya çalışırım."
Ona söylenerek sofrayı kurmaya devam etmek için yerimden kalktım. Neyse ki sonunda her şey hazırdı.
"Babası hakimmiş anneside avukat."
"Kimin?"
Yanlarına yeni geldiğim için kimden bahsettiğini anlayamamıştım.
"Barış'ın ailesinden bahsediyordum. İkiside hukukçu. Fakat tabi emekliliğe ayrılmışlar. Barış ile birlikte Aleyna adında bir kızları daha var."
"Kaynananla iyi anlaştın mı?"
"Sorma sebepsiz yere çok sıcak davrandı bana. Duydum ki sende bizimkilerle yemek yemişsin. Zeynep Halam kesin çok beğenmiştir seni. Tam istediği tipte bir gelinsin, sessiz sakin."
"O kadar da sessiz değil."
"Çok mu gevezeyim Ulaş?" dedim sertçe.
"Evet." dediğinde ona yanımdaki yastığı fırlattım.
Kapının çalmasıyla kavgamız ne yazık ki büyüyememişti.
Barış ile sonunda karşılaştığımızda elindeki çiçekleri bana uzattı. Hayatımdaki ikinci çiçeği aynı günün içinde almak tuhaf hissettirmişti.
Ona teşekkür edip içeri davet ettiğimde Öykü ve Ulaş'ın kıskanç bakışlarının odağının elimdeki çiçekler olduğunu gördüm.
Ulaş Barış ile selamlaşıp yanıma geldi.
"Sana niye çiçek almış bu adam?" dedi kulağıma fısıldayıp.
"Kibar biri demek ki."
"Ne kibar ama, o kibarlığını Öykü'ye göstersin sana değil."
"Kıskandın mı çiçekleri?"
Sert bakışlarına nazaran gülümsedim.
"Merak etme seninkileri daha çok beğendim. Beyaz gülleri çok severim."
Bakışları yumuşarken çapkınca gülümsedi.
İkimizde sofraya geçerken ben tabaklarına yemekleri doldurmaya başlamıştım.
Barış ve Ulaş muhabbet ederken Öykü ile sessizce onları dinliyorduk. Konunun Deniz ve Yağmur'a gelmesini bekliyordum sabırsızca.
"İşlerini yakından takip ediyorum, seninle tanışmak istemiştim. Yıllardır Türkiye'ye adım atmadığından seninle tanışmak zordu benim. Fakat gel gör kuzenimle berabersin şuan ve akraba olduk sayılır."
"Doğrusu Türkiye'deki mimarlar arasından sen de benim ilgimi fazlasıyla çekmiştin. Gerçekten oldukça başarılı işlere imza atıyorsun."
Ulaş daha demin Barış'a sinirliyken şimdi çok iyi anlaşmış gibi duruyorlardı.
"Birbirinizi övmeniz çok hoş beyler fakat ben farklı bir konuya değinmek istiyorum. Kusura bakmayın." dedim sabırsızca.
"Deniz mevzusu." diye mırıldandı Barış.
"Aynen öyle."
"Öncelikle şunu söylemek isterim ki Deniz'in size yaptıklarını Öykü'den az çok öğrendim. Ve gerçekten bunun için çok üzgünüm. Böyle şeyler yaşamanızı kesinlikle istemezdim."
Gözlerindeki hüzünden samimi olduğuna inanmıştım.
"Deniz'in size yaptıklarını aklım almıyor. Kardeşine fazla düşkündü fakat bunları yapacak biri değildi. Yani savunmasız iki insana aylarca işkence etmek ne demek?"
"Bu konuları pek açmasak daha iyi olur benim için. Unutmak istediğim günler. "
"Deniz niye size kendini ölmüş gibi gösteriyor olabilir? Farklı bir kimlikte Rusya'da yaşamasının bir açıklaması olmalı. Bununla ilgili bir şeyler biliyor olmalısın."
"Sizi hayal kırıklığına uğratacağım fakat bilmiyorum."
Deniz mevzusu aramızda uzarken hiçbir sonuç elde edememiştik.
Konu sonunda kapandığında içimde bir tatminsizlik vardı. Artık bu konunun üstünde durmamaya karar verdim.
"Bu arada yemekler çok lezzetli olmuş, ellerine sağlık Asya." diyen Barış'a gülümsedim.
"Afiyet olsun." dedim sadece.
Ulaş ve Öykü'nün yüzlerine baktığımda bıyık altından gülüyorlardı bana. Neyse ki beni ele vermemişlerdi.
"Fark ettin mi beni görmezden geliyor? Ne sinir bozucu adam ama. Benden hoşlanmadığını o kadar belli ediyor ki." dedi omuzlarını düşürtüp.
"Bu arada yemekler için Sakine Ablaya teşekkürlerimi sunarsın." dediğinde ona çimdik attım.
"Nereden biliyorsun Sakine Ablayı?"
"Ulaş'ın yemekleri ile o ilgilenirdi. Artık sana yemek yaptığını söyledi Ulaş."
" Sakın söyleme Barış'a benim yapmadığımı. Rezil olmak istemiyorum."
"Yalan söylemeyi sevmediğini sanıyordum."
"Yalan değil, doğruyu gizlemek bu."
"Kendini kandır."
Kapı çaldığında Öykü ile göz göze geldik.
"Biri daha mı gelecekti?"
"Yoo, kim gelebilir bu saatte?" dedim kapıya doğru yürürken.
Kapıyı açtığımda gördüğüm kişi ile şaşkın bir tebessüm yayılmıştı dudaklarıma. Uzun zamandır görmemiştim onu.
"Hoş geldin Levent." dedim neşeyle.
"Hoş bulduk yenge hanım. Yeni eve taşındığınızı duyunca bu bahaneyle bir ziyaret edeyim dedim." dedi gülümsemesi genişlerken.
"Buda ev hediyemiz." dedi beyaz gülleri bana uzatırken.
O an aklımdan çiçekleri yok etmek geçsede ayıp olacağını bildiğim için yapamamıştım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.