Yukarı Çık




22   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   24 

           
Gitmesek olmaz mı?"
Çatılan kaşları bende bir etki yaratmamıştı. İstemiyordum o adamla aynı sofrada olmayı.
" Olmaz."
Sesi buz gibi çıkmıştı.
Verdiği cevaba sinirlenmiştim, her şeye kendisi karar veriyor ve ona uymamı bekliyordu. Baştan beri onun yanımda olması bunları göz ardı etmemi sağlamıştı fakat bu kararını görmezden gelemeyecektim. Ailesiyle görüşmeyi isteyip istemediğimi bana sormamıştı bile.
İplerimi tamamen onun eline bıraktığımı fark ettiğimde kendime öfkelenmiştim.
"Ben gitmek istemiyorum ama." dedim sertçe.   
" Niyeymiş o?"
Bir anda hava değişmiş karanlık bulutlar üzerimize çökmüştü. Fakat bu ilk defa canımı yakmamıştı, inatçılığımı üzerimde hissediyordum.
"Niye acaba, baban alnıma silah dayadı. Hiçbir şey olmamış gibi onunla yemek mi yiyeceğim? Üstelik.." dedim yutkunarak.
Sanki Ulaş'ın arkasında abimi görüyordum.  Bana kırgın gözleri ile bakıyordu, hep beni kollayan insana karşı kendimi suçlu hissediyordum. Onun canına kıyan insanla aynı ortamda nefes bile almak istemiyordum fakat Ulaş buna beni mecbur bırakıyordu.
"Üstelik?"
"Abim, ona bunu yapamam. Baban abimin canına kıydı."
Derin bir nefes alıp verdi.
Dediklerim onu bunaltmışa benziyordu, anlaşılan bana karşı ondan beklediğim gibi her zaman anlayışlı olmayacaktı.
"Bunları zaten biliyorduk öyle değil mi? Her şeyin farkında olup birbirimizi kabul ettik."
"Ben seni kabul ettim, babanı değil."
Çenesinin kasıldığını görmemle Ulaş'ın usta bir yalancı olduğuna karar verdim. Daha demin onun tarafından hiç üzülmeyeceğime beni ikna etmeye çalışıyordu fakat sözleri ile isteklerime verdiği tepkileri tezat düşüyordu. Belkide ondan çok fazla şey istiyordum.
"Bu ne demek şimdi? Benimle birlikte olucaksan ailemede alışman lazım."
Anlayışsızlığı beni tökezletirken sesimi yükseltmemek için kendimi zor tuttum.
"Sen babamla aynı sofrada oturur musun? Onunla karşı karşıya gelmek bile istemiyorsun."
"O farklı, senin baban seni terk etti."
Acımasızca yüzüme çarptığı gerçeyi her ne kadar unutamasamda onun ağzından böylesine duymak yarama tuz basmasına sebep olmuştu.
"Özür dilerim." dedi elini masanın üzerinde duran elime uzatarak fakat hızla kendimi geri çektim.
"Dileme. Eğer babam bana sırtını dönmeseydi benim için onu kabullenir miydin?"
"Senin için evet."
"Dedeni öldüren adamı?" dedim tek kaşımı kaldırıp.
" Bilmiyorsun.. Senin için her şeyi yaparım."
"Dedene karşı suçlu hissetmeyecek miydin? Ben seninle olduğum için bile abime karşı suçlu hissediyorum, bir de babanla mı gelin kayınpeder ilişkisine gireceğim? Ben bunu kabullenemiyorum?"
Dediğim şeyle bakışları kırgın bir hal almıştı. Fakat o benden tamamen pişmanken benimde ondan dolayı abime karşı suçlu hissetmeme elbet hakkım vardı.
"Ne bekliyordun Asya? Ailemi bir kenara atamam."
Sustum. Anlamıyordu ve bu beni delirtiyordu.
Etrafıma baktığımda insanların bize baktıklarını gördüm. Yükselen sesimizi o an fark edebilmiştim.
"İnsanları rahatsız ettik, bence kalkalım." dedim ayaklanarak.
Kaşları çatık şekilde kalkarken ben arabaya doğru yürüdüm. Arkamdan hızlı adımlarını duyuyordum. Arabaya bindiğimizde kapıyı sertçe kapatmıştı.
Canımın yanması için kimseye gerek yoktu, yanımdaki adam her şeyi mahvetmeyi başarıyordu.
Süren sessizlikte kendimi onun yerine koymaya zorladım. Belki haklıydı, eğer ben gerçekten onun yerinde olsaydım elbet isterdimki sevdiğim insan ailemin içine girsin. Fakat böyle bir durumun içinde o kişiye zaman tanırdım, kolay değildi kabullenmem. Sevdiğim insanı bu şekilde zorlamazdım. Ulaş bunu yapmamış beni zorlamıştı. Aniden önüme bir ateş atmış ve kendimi hazır hissetmeden o ateşe elimi sokmamı istemişti. Onun için yakardım kendimi, ama hazır değildim.
Eve girdiğimizde ikimizde konuşmuyorduk.
Bu evde bile yaşamayı isteyip istemediğimi sormamıştı bana.
Koltuğa oturduğumda karşıma geçti.
"Hep böyle yapıyorsun, bana sormadan hayatımı şekillendiriyorsun." dedim içimdeki öfkeyle.
Artık içimde birikenleri daha fazla tutamayacaktım.
Devamını getirmemi beklercesine çatılan kaşlarıyla yüzüme baktı.
"Senin evinde kalmak isteyip istemediğimi sormadın, karşı dairene taşınacak olmama bile tek başına karar verdin. Odada seni arkamda bırakıp kaçmam bile kendi irademle değil senin iradenleydi. Hiç tanımadığım kişiyle aynı evi paylaşacak olmamda benim isteklerim dışındaydı. Her seferinde bana sormadan hareket ediyorsun. Seni tanıdıktan sonra ilk defa kendi tercihimle bir şey yapmak istedim, yaptığım müziği insanlara duyurmayı istemiştim sadece! Fakat bana neler dedin!"
"Sana yardım etmeye çalışıyorum. Aldığım karşılık bu mu? Kendimi senin için, sen üzülme diye nasıl paraladığımı görmüyor musun?"
"Görüyorum, ama beni asıl üzen sensin. Bana hissettirdiğin duygu.. Çok aşşağılayıcı. Kendimi beceriksiz hissediyorum. Çaresiz ve yalnız oluşumu kullanarak hep senin dediklerini yapmamı sağladın. Bir kere bile fikrimi sormadan bunu yapmak zorundasın dedin."
"Ben senin çaresizliğini filan kullanmıyorum, tek yaptığım seni düşünmek. Hem sana sorsaydım kabul mu edicektin? Hep beni reddediyorsun."
"Evet, ederdim. Senin karşı dairende oturmayı ben de isterdim, ama sen bana sormadan çoktan karar vermişsin. Diğer şeylerin hepsi beni düşündüğün için, farkındayım. Mahkemeden çıkar çıkmaz dinlenmek ve uzaklaşmak için beni tatile çıkarmayı düşünmen çok ince, fakat sormadın! Bugünde aynı şeyi yaptın, bana sormadan yarın babamlarla birlikteyiz diyorsun."
" Bana niye söylemedin bu durumdan rahatsız olduğunu?"
"Söylüyorum ya işte."
"Daha önce söyleseydin kendime çeki düzen verirdim. Emrivakilerden hoşlanmadığını tahmin edemedim."
Kurduğu cümle öfkemi alıp götürdü. Kızamıyordum bile ona. Kendini bana bu derece teslim ettiğini görmem sert rüzgarların içimde fırtınalar koparmasına sebep oluyordu.
"Seni üzdüğümü anlayamadım."
"Babanla yarın ki buluşma, onunda beni üzeceğini düşünemedin mi? Adam beni sen gelmeseydin öldürecekti, bunu geçtim hapse girmeme sebep oldu. Aramızda hiç kötü şeyler yaşanmamış gibi nasıl yüzüne bakacağım."
"Sen niye bakamayacakmışsın? Asıl o senin yüzüne bakmaktan haya etsin." dedi ses tonunu yükseltip.
"Keşke bana zaman verseydin, niye bu kadar acele ediyorsun?"
"Seni biran önce kelimenin tam anlamıyla hayatıma sokmak istiyorum. Ailemde hayatımın bir parçası. Mecbur onlara kendini alıştırman lazım. Ama söz bir daha kararları birlikte alıcağız." dedi elimi turup.
"Bende istiyorum, fakat çok hızlı davranıyorsun, babanı hazmetmem çok zor benim için."
Beni göğsüne yaslayıp saçımı okşamaya başladı.
"Seni böylesine zor bir durumun içine soktuğum için üzgünüm sevgilim."
Yaşlı gözlerle kendimi uzaklaştırdım ondan.
"Bu yaptığın oyun bozanlık, beni böyle kandıramazsın."
"Ama kanıyorsun." dediğinde göğsüne yumruk atmıştım fakat aldığım tepki bir kahkahaydı.
"Peki, senin için." dedim fısıltıyla.
Belkide sadece Ulaş'ın benim için fedakarlıklarda bulunmasına son vermemin zamanı çoktan geçmişti.
.
.
.
Arabadan hiç inmek istemiyordum. Korku ve heyecan karnıma kramp girmesine sebep oluyordu. Abime yaptığım ihanet kalbime bıçak saplarken sırf Ulaş için hepsine katlanıyordum.
"Korkma insan yemezler. Hatta varya annemi çok seveceksin."
Beni endişelendiren babasıydı.
"Babanı beni kabul etmesi için nasıl ikna ettin anlayamıyorum. Hiç kabullenecek gibi değildi."
"Biraz tehdit diyelim." 
"Derken?"
"İşi bırakacağımı söyledim. Eğer kabul etmezse bunu yapacağımı o da biliyordu. Senin için sigaramdan bile vazgeçtiğimi öğrenmesininde bunda bir payı var. Senelerdir bu yüzden kavga ediyorduk, babam nefret eder zararlı maddelerden ve bana bütün söylenmelerine rağmen sigara içmeye devam ediyordum. Senin tek sözünle bıraktığımı duyunca yüzünün aldığı tepkiyi görmeliydin."
Eğer bu dünyada aşkı hak eden birisi varsa o elbet Ulaş'tı benim için. Bana olan tutkusuna hayran kalıyordum.
"Benim için işinden vazgeçer miydin?"
"Buna şüphen mi var?" dediğinde gülerek hayır anlamında başımı salladım.
"Seninle dünyanın bir ucuna yerleşip küçük bir kahve dükkanı işletirdim. Sen piyano çalarken bende dükkanımızda kahve yapardım."
"Hayalin bu mu cidden?" dedim neşeyle.
"Aynen, işimi seviyorum fakat kahveyi ve seni daha çok seviyorum."
"Ben bu fikre varım, bence buraları terk edip dünyanın değil fakat Türkiye'nin bir ucuna gidip kahve dükkanı açalım. " sesim oldukça heyecanlı çıkmıştı ve bu Ulaş'ı güldürmüştü.
" Emekliliğe ayrıldığımızda sözüm olsun. Artık insek mi arabadan?"
Ulaş ile kısa sohbetimiz karın ağrımın azalamsına sebep olmuştu.
"Son bir şey daha. Dün dediklerim çok nankörceydi. Yani sen hep benim iyiliğim için çabaladın fakat aldığın karşılık bu oldu. Üzgünüm."
"Üzülmeni gerektirecek bir durum yok. Aslında seninle bir anlaşma yapsak çok iyi olur. Benim davranışlarımda seni rahatsız eden bir şey olursa söyle, seni incitmek isteyeceğim son şey bile olamaz."
Olumlu anlamda kafamı salladım.
Erkekler bu kadar derin düşünebiliyorlar mıydı yoksa bu sadece Ulaş'a has bir özellik miydi bilmiyordum. Hayatımda ondan başka sadece Emir'i yakından tanımıştım ve o oldukça küstah ve kaba bir karaktere sahipti. Beni durmadan çıldırtırdı. Fakat Ulaş herkesten farklı bir nezakete sahipti. Böyle bir adamın beni seçtiği için kendimi şanslı hissediyordum.
Arabadan indiğimizde karşımdaki villaya baktım. Bizim evimizden daha sevimli duruyordu.
"Bu bahçede mi geçti çocukluğun?"
"Evet, keşke seninle geçseydi. Ama sorun değil, artık hiç ayrılmayacağız. Artık çocuklarımız beraber koştururlar buralarda." dedi beni omzumdan tutup kendine çekerken.
Yanında duygularım hep tazeydi ve söyledikleri sanki ruhumun bulutlara kadar yükselmesine sebep oluyordu.
"Sen benim dünyamsın, hatta daha fazlası." dedim beline sarılarak.
Aşk dolu bakışları ruhumu okşuyordu.
Kapının önüne geldiğimizde birbirimizden ayrılmıştık fakat elimi tuttu. Eli tüm sıcaklığını yüreğime veriyor gibiydi.
Kapıyı genç bir kız açtığında selamlaşıp içeri girdik.
Bizim yani dedemlerin evinde yaşayan tek kadın ben olmamdan kaynaklı evimiz fazla erkeksi döşenmişti fakat buraya zevkli bir kadının el attığı son derece belliydi. Dışarının soğuğuna tezat sıcacık ev hoşuma gitmişti.
Salona geçtiğimizde Zeynep Hanım bizi karşılamıştı.
"Hoş geldin kızım." dedi bana sıkıca sarılırken.
Hayatımda ilk kez annem yaşındaki bir kadın bana böylesine içten sarılıyordu, kadın beni göğsüne bastırırken çatallaşan sesimle 'Hoş bulduk' diye bilmiştim.
"Allah'ım ne güzel bir kızsın sen böyle. Ulaş'ın sana aşık olmasına şaşırmamak gerek." dedi beni doğrultup.
"Anne utandırtma lütfen hemen yüzü kızarıyor."
Ulaş'a sert bakışlarımı gönderdiğimde gözlerindeki mutluluğu görebiliyordum.
"Teşekkür ederim efendim." dedim çekinerek.
Böyle bir ortamda ne diyeceğimi bilememiştim.
"Efendim? Aşk olsun böyle bir resmiyete gerek yok."
"Nasıl isterseniz." dedim tebessümle.
Oturduğumuzda yemekten önce kahve içmek isteyip istemediğimizi sorunca Ulaş tercihi bana bıraktı. Onun kahveye düşkünlüğünü bildiğim için kabul ettim.
Ortalarda Erdem Beyin gözükmemesi beni rahatlatmıştı. Başıma tekrardan silah doğrultmasından korkuyordum fakat Ulaş buna izin vermezdi.
"Bizim Ulaş biraz tuhaftır, yemekten önce kahve içmeyi sever."
En kısa zamanda kahve yapmak için pratiklere başlamam gerekecekti.
" Bunun neresi tuhaflık." dedi annesine alınganca.
Zeynep Hanım oğlunun surat ifadesini görünce kahkaha attı.
"Böyle durduğunada bakma, biraz çocuksudur. Artık sen yetiştireceksin." dediğinde öksürmeye başladım.
Resmen boğazıma tükürük takılmıştı.
Ulaş endişeyle sırtıma vururken önüme düşen saçları geriye attı.
Kadın bana su uzattığında alıp içtim.
"Anne utangaç dedim ya niye öyle diyorsun?"
"Ne dedim ki şimdi."
"Kusura bakmayın ondan değil sadece bir an öksürük tuttu." dedim Ulaş'ın bacağına Zeynep Hanıma çaktırmadan çimdik atarak.
Kahvelerimiz geldiğinde Zeynep Hanım kızarmama sebep olan konuşma tarzına devam etmişti.
"Acaba Ulaş evladım sende müstakbel gelinim olduğun için mi böyle gözeme aşırı mükemmel gözükorsunuz."
Kahvenin boğazımı yakmasına izin vererek büyük bir yudum aldım.
Hiç bu tarz bir kadını beklemiyordum.
Bana ilk tanıştığımız günden gelinim diyordu. Aslında bunun bir yandan hoşuma gittiğini ikna edemezdim. Ulaş'ın annesinin gelini olmak kulağa fazla hoş geliyordu.
Ulaş kızaran yüzüme bakıp çapkınca göz kırptı.
Birgün bu huyundan acilen vazgeçmesini söylemeliydim çünkü kalpten gidebilirdim.
Uzun bir sohbetin ardından kapının çalınmasıyla korkuyla Ulaş'a baktım.
"Ben buradayım sana bir şey yapamaz." diye kulağıma fısıldadı.
"Merak etme kızım sakin ol, Erdem Bey misafirlerine karşı hep naziktir." dedi kadın fakar endişesini gözlerinden görebiliyordum.
İçeri giren adam bana bakmadan Ulaş'a döndü.
"Hoş geldin baba, fakat bunu senin bize söylemeni isterdim."
"Oğlum şirketten elini eteğini çekince bütün yükü biz kaldırmak zorunda kalıyoruz beyfendi. Kusura bakma saygısızlığımız için."
"Bir haftalık tatil izni almamı çok mu görüyorsun? Biliyorsun ki hiç izin kullanmam normalde."
"Sorunda bu ya, izin kullanmayan adamın girdiği hale bak. Ne uğruna.."
Yutkundum. Erdem Bey bana bakmayarak beni yok saymaya devam ediyordu.
"Baba, lütfen yapma. Buraya seninle kavga etmek için gelmedim."
"Doğru, yeteri kadar kavga ettin zaten. Bir zahmet birde evimde sesini bana yükseltme. Birde bir paçoz için bana böyle davranmıyor musun?"
"Bir daha ona paçoz dersen adımımı atmam bu eve." dedi Ulaş gözlerinden ateş çıkarken.
Yumruk yaptığı elini gördüğümde kaşlarımı çatıp ona baktım. Çenesi sinirden oldukça kasılmıştı ve kendini zor tutuyor gibiydi.
Benim yüzümden çok sevdiği babasıyla arasının böyle açıldığını görmek pişman olmama sebep oluyordu.
"Erdem Bey sakin olur musunuz? Misafire böyle davranmak size yakışıyor mu? Üstelik gelinimiz olucak bir kıza paçoz diyemezsin!"
Zeynep Hanımın beni savunan cümlelerini duymak bana iyi gelmişti. En azından beni kabullenen biri vardı yoksa bu evde durmak imkansız olucaktı benim için..
Öfkeli bakışları karısına geçerken biraz olsun öfkesinin azaldığını gördüm.
"Öyle olsun bu seferlik. Misafirimiz diye bugünlük idare edeceğiz." dedi beni şaşırtarak.
Zeynep Hanım kocasının kolundan çekip onu sofraya oturturken kulağına bir şeyler fısıldadı.
Adamın biraz durgunlaştığını görünce bu taktiği bir ara ondan öğrenmek istemiştim.
"Al işte, annemin tek sözüyle ikna oluyor fakat bana gelince.."
"Baban böyle bir adam mı? Yani anneni bu derece önemseyen."
"Evet hep böyle olmuştur. Bu arada kusura bakma dedikleri için sana argo kelimeler kullanmaması için onu uyardım fakat fazla inatçı beni dinlememek konusunda. Zamanla senin varlığına alışacak."
"Babana çekmişsin. Onun gibi sevdiği kadına düşkün bir adamsın."
Ulaş'a baktığımda gözlerindeki hüzün canımı yaktı.
Sofraya oturduğumuzda garip bir duygu sardı bedenimi, bu adam ailem gibi hapse girmeme sebep olmuştu fakat ben ailemi reddedip onunla yemek yiyebiliyordum. Uzunca bir müddet Erdem Bey benimle konuşmamıştı. Zeynep Hanım kocasını umursamadan daha deminki gibi tatlı diliyle benimle sohbet etmeye devam ediyordu.
Fakat sıcak kanlı bu kadının hoş sohbeti bile içimde kopan şeylere engel olamıyordu. Abimin varlığını hissediyordum, bunu bana nasıl yaparsın diye kulağıma fısıldıyordu.
İhanet ediyordum ona, rahat rahat onu öldüren adamla yemek yemekteydim. Huzursuz olmam için bir yığın neden vardı önümde.
Ortam sessizleştiğinde yanımda oturan adam içinde ezildiğim duyguları hissetmiş gibi masanın altında duran elime parmağını değdirdi. Gözlerimi yumup sıcak tenini hissettim. Açıp ona baktığımda acıyla gülümsedi. Parmakları yavaşça tenime dokunurken parmak uçlarımdan yüreğime ulaşan bir karıncalanma hissi sardı bedenimi.



Masada süren kısa sessizliği Erdem Bey bozunca elimi kucağıma koydum.
"Sadece bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum." dedi bakışları beni bulurken.
"Nasıl bir insan abisinin katiliyle yemek yer? Anlatsana Asya nasıl beceriyorsun duygusuz olmayı? Hiçbir filmde yada kitapta senin kadar midesizine rastlamamıştım. Böyle bir insanla karşılaşmak ilginç. "
"Yeter artık." dedi Ulaş ayağa kalkarken.
" Benim için burada o! Beni sevdiği için! Duygusuz olan sensin baba! Onun seninle yemek yemek için kendini ne kadar zorladığını göremeyecek kadar duygusuzsun!"
Ulaş beni elimden tutarak ayağa kaldırdı.
"Belkide o da bana hak veriyordur Korkut'u öldürmemde. Sonuçta dünyadan bir pisliği temizledim. Öyle mi Asya? Abin uyuşturucu mafyası olduğu için ondan nefret mi ediyordun sende benim gibi?!"
Kaskatı kesilmiştim, abim böyle bir insan değildi.
"Şimdide iftiraya mı başvuracaksınız canımı yakmak için? Bana ne derseniz deyin fakat abimi bu işe karıştırmayın! Bir   ihale uğruna canını aldığınız adamı ağzınıza dahi almayın!"
"İhale uğruna mı?" dedi kahkaha atıp.
Ulaş kolumdan beni çekiştirirken babasına durması için bağrıyordu fakat ne ben onunla gittim nede babası sustu. Ve sonunda gerçekler acıyla suratıma vuruldu.
"Senin abin uyuşturucu mafyasıydı be! Kaç insanı canından etti kim bilir! Bana bir pisliği savunmaya cüret etme sakına! Oğlum için sana katlandım bugün fakat haddini bil!"
Ulaş beni çekiştirerek arabaya bindirdiğinde hareket edemez haldeydim
Bana sıkıca sarıldı.
"Haklıydın, buraya gelmen bir hataydı. Aptallık ettim."
Bana söylediği onca şey arasında bunları duyabilmiştim.
Beynim tüm etkisini yitirmiş gibiydi. Abim açıkça bana sevgisini veren tek insandı geçmiş hayatımda, fakat onun bir cani olduğunu öğrenmiştim.
Duygularım kitlenirken ne hissedeceğimi bilemedim.
Uyuşturucu mafyası!
Bu kelime kulaklarımda yankılanırken bir bıcak olup bedenimin her yerine saplanıyor gibiydi.
"Doğru değil, o öyle biri değil." dedim kafamı sallayarak.
Ulaş'ın endişeli bakan gözlerine baktım öfkeyle.
"Söylesene! Abin bir cani değil desene!"
Yakasını tutmuş onu sarsarken acıyla gözlerini yumması her şeyi ıspatlıyordu.
"Biliyordun, bana söylemedin." dedim kendimi geri çekip.
"Yapamazdım, mahvolurdun."
"Oldum da! Bir katilmiş abim. Öyle gitti bu dünyadan!"
Hıçkırarak ağlarken beni göğsüne yasladı.
"Niye yaptı bunu? Nasıl biri böyle bir pisliğe bulaşır. Oysa o öyle merhametliydi ki? Bana asla kıyamazdı. Anlamıyorum bana çok yakındı. Hiç tanıyamamışım onu."
" İnsanları asla tanıyamazsın sevgilim." dedi kolu ile boynumu daha sıkı sarıp başını saçlarıma gömerken.
Camdan dışarıyı izlerken gördüğüm tek şey abimle anılarımızdı. Bana gülen, bana hediyeler alan, benimle gezen ve boş anlarını sadece benimle dolduran adam. Ona karşı kendimi hep zavallı hissetmiş, bana karşı düşkünlüğünü hak etmediğimi düşünmüştüm. Annesi doğum yaparken ölmüştü ve onun annesini görmeye hiç fırsatı olmamıştı. Ben ise annemi görebilmiştim. Fakat o bunu umursamayıp bana yakınlığını hep korumuştu. Borçlu hissediyordum ona. Ne yazık ki bugün onun tüm dünyaya borçlu olduğunu öğrendim. Zehir yayan bir insandı o, kabullenebileceğim biri değildi.
Lisedeyken bir çocuğun uyuşturucadan dolayı öldüğü geldi aklıma. Ailesinin perişan yüzleri.. Abim kim bilir kaç insanın kanına böyle bir pisliği sokupta hayatlarının mahvolmasına sebep olmuştu. O evde yediğim tüm yemekler, harcadığım tüm paralar günah suyuna bulanmıştı. İnsanların kanları vardı üzerlerinde. Yıllarca kan mı yedirtmişlerdi bana? Nefes alamıyordum.
"Ulaş yalnız kalmak istiyorum."
Sesim sönük çıkmıştı.
"Seni bu durumda yalnız bırakamam."
"Lütfen, ihtiyacım var. Arabayı müsait bir yerde durdur inmek istiyorum."
" Bende geliyim yanına, izin ver. Benden uzaklaşma."
"Sadece yalnız kalmaya ihtiyacım var, çocuk değilim ya, elbet kendi başımın çaresine bakarım."
"En kısa zamanda isteklerini geri çevirmeyi öğrenmeliyim." dedi arabayı kenara çekerken.
"Teşekkürler. Merak etme iyi olacağım, sadece biraz yürümek istiyorum. Ben seni ararım."
"Peki, telefonu yanından ayırma." dedi kırgın çıkan sesiyle.
Onu yanımda istemediğim için kalbini kırmış olmalıydım ve bundan dolayı canım yanmıştı.
Yanağını okşadım.
"Seni seviyorum." dedim alnımı alnına yaslayarak.
Sahte bir tebessüm kondurdu dudaklarına.
Ondan ayrıldığımda hemen bir taksiye atladım. Dedemin bana itiraf etmesi gereken şeyler vardı.
Evimin önüne geldiğimde sanki yıllar boyu uzak kalmış gibi hissediyordum buradan.
Yıllardır süre gelen düzenlerini bozmadıysalar dedem bu saatte evde babam ve amcamda işte olmalıydılar.
Bana zarar vermesinden en az korktuğum kişi hiç şüphesiz dedemdi.
Taksiden inip çocukluğumun geçtiği eve baktım. Sanki gözümün önünde  duvarlarından kan akıyordu.
Kapıyı Nazan açtığında şaşkınlıkla bakan gözleri kocaman olmuştu.
Dili tutulmuş gibi bakıyordu. Bu kızı hiç sevmezdim çünkü defalarca Emir'i ayartmaya çalıştığına şahit olmuştum fakat Emir ilk defa aklını kullanıp Nazan'dan uzak durmayı başarmıştı.
"Dedem evde mi?" 
"E evet uyuyor." dedi kekeleyerek.
"İzin verirsen evime giriyim."
"Tabi buyrun."
Rahatsız olduğu o kadar belliydiki, artık hoş geldiniz diyecek kadar bile tahammül göstermiyordu bana karşı. Ailemin umursamazlıkları yüzünden hizmetçiler tarafından bile eziliyordum şu evde.
Bu evin çalışanları bile ayrı bir dertti. Patronlarının karanlık enerjileri onları kaplamış gibiydi.
Yengem yine alışverişe çıkmış olmalıydı yada arkadaşları ile kumar masasında viski yudumluyordu. Hayattan böyle keyif almıyordu fakat buna devam etmekten geri duramıyordu.
Bu ev hep böyle boş ve kasvetliydi, diğerleri doldursa bile masada ya iş konuşulurdu yada yengemin dedikoduları.
Dedemin odasına giremeyeceğim için kendi odama geçtim.
İlk günkü halinin tozlanmış versiyonuydu. Odanın bir köşesinde duran piyanoma yürüdüm. Gözlerim dolarken abime piyano çaldığım anılarım düştü önüme. Bana masumca gülen gülüşlerinin altında bir canavar yattığını hiç görememiştim.
Parmaklarım yavaşça tuşlara değerken son defa onun en sevdiği parçayı çalmak istedim. Bu parçayla abimide atmak istiyordum derinliklerimden.
Silence..
Abimle aramızda ruhlarımızı birbirine bağlayan bir köprüydü sanki.  Öldüğü günden beri  ilk defa bu parçayı çalıyordum. Ben Mozart hayranıyken o hep bana inat Beethoven'ı sevmişti. Oysa bu parçayı onun iddia ettiğinin aksine Ernesto Cortazar bestelemişti. Onunla bunun tartışması içine girerdik, beni sinirlendirmeye bayılırdı.
Sanki yine piyanomun arkasında duruyor, beni izliyordu. Gözleri hep hüzne bulanırdı ben piyano çalarken.
Onun geceleri kabuslar içinde uyanmasına hiç anlam veremezdim. Meğer ellerine bulaşmış kandı onu uyutmasına engel olan.
Parça bittiğinde yavaşça ellerimi kucağıma koydum. Keşke onu affetme şansım olsaydı. Güzel anılarımın sahibiydi o benim. Ne yazık ki bu onun bir canavar olduğunu değiştirmezdi.
Ona yakışan bir parçayı sevmişti, sessizlik. O da hep sessiz kalmamışmıydı sanki, benden hep gizlemişti gerçek yüzünü.
8 yıldır yoktu hayatımda, çok özlemiştim onu. İlk defa iyi ki ölmüş diye düşünüyordum, daha fazla günaha batmadan terk etmişti bu dünyayı.
En çok üzüldüğüm şey kendini böyle bir canavara dönüştürmüş olmasıydı.
Önüme düşen karartıyla arkamı döndüm.
"Uzun zamandır çalmamıştın bunu."
"Bu sondu." dedim ayağa kalkarken.
"Bir uyuşturucu mafyasını kalbimde yaşatmaya son vermek istiyorum dede."
.
.
.
"Abinin numarasını versene Aleyna. Bende yokta."
Kızın kulağına fısıltıyla söylediği söz Aleyna'nın gözlerinin büyümesine sebep olmuştu.
"Nasıl yok? Müstakbel kocanın numarasını almadın mı yenge?"
"Şşt kızım sessiz olsana. Almadım işte her şey çok ani gelişti."
"Tamam dur veriyorum. Aşkım diye kaydet."
Sertçe ona baktığında kız dediği şeye utanmıştı.
Daha yeni tanıştıkları halde Aleyna'nın samimiyeti tuhafına gidiyordu. Bir zaman sonra Barış gibi bu kızında hayatından çıkacağını düşünce kızın hareketleri iyice gereksiz geliyordu gözüne.
"Özür dilerim." dedi çekingence Aleyna.
Kızı korkuttuğunu anlayınca kendini rahatsız hissetmişti.
"Bu tarz şeyler demessen seninle daha iyi anlaşacağımıza eminim." dedi sahte bir tebbessümle.
Genç kız anlamıştı ki en az abisi kadar Öykü'de bu evliliğe isteksizdi.
"Peki." dedi sıkılganlıkla.
Oysa abisiyle fazla yakıştıklarını düşünüyordu, belki zamanla birbirlerini severler diye geçirdi içinden.
Öykü lavaboya gitmek bahanesiyle kalkınca Barış sonunda bakışlarını tekrar kızın üzerine çevirmişti. O gidince bir rahatlama hissetti ruhunda. Bu kıza nasıl dayanacağını bilmiyordu. Hayatında kimseden bu derece rahatsızlık duymadığını düşünüp duruyordu.
Az sonra  gelen mesaj sesiyle telefonunu eline aldı. Farklı bir numaraydı.
-Öykü ben, kaydet.
'Bu ne şimdi?' diye mırıldanınca babası 'Efendim oğlum bir şey mi dedin?' demişti.
Hayır anlamında kafasını sallayıp 'Yok demedim.' dedi kibarca.
Yeni bir mesaj daha gelince bu işten hiç hoşlanmayarak açtı.
- Babanları bırakınca tekrardan buraya gel, seninle konuşmamız gereken mühim bir konu var.
Kaşları çatılarak yazıyı ikinci kez okudu. Oysa kendisi kızla olabildiğince az vakit geçirmek istiyordu.
-Burada da konuşabiliriz.
-Olmaz, uzun mesele.
-İyi, peki.
Kız tekrar salona girdiğinde bu sefer bakışları birbirini bulmuştu.
İkisi de bu bakışmadan rahatsız olmuşçasına anında gözlerini kaçırmıştılar.
Sonunda misafirler uğurlandığında derin bir nefes aldı Öykü. Annesine yorgun olduğunu söyleyip odasına attı kendini. Üzerindekilerden kurtulup eşofman takımını giymişti. Barış'a güzel gözükmeye çalışmak gibi bir istek yoktu içinde.
-Sen gelince bahçede bekle ve beni çaldır. Arabanı sokma sakına içeri yakalanırsın.
Mesajının görüldüğü halde cevap verilmemesine sinirlensede yapacak bir şeyinin olmadığını düşündü.
Yaklaşık bir saat sonra telefonu çaldığında camdan dışarı baktı. Bir ağaca yaslanmış öylece duruyordu. Onu bekliyor olmasından  içten içe hoşlansada kendinden gizlemişti bu gerçeği.
Hep yaptığı gibi camdan aşağı inerken Barış gördüğü manzarayla korkuyla koştu.
"Ne yapıyorsun sen canına mı susadın?" dedi fısıltıyla bağırarak.
"Sessiz ol duyacaklar. Bir şey olmaz alışığım böyle inmeye."
Fakat Barış onu dinlememiş kızı tutmak için hizasına gelmişti.
"Çıksana oradan üzerine mi atlayayım?"
"Düşeceksin."
"Ya çık ben alışkınım böyle inmeye."
Adamın inatla yerinden ayrılmadığını görünce sinirle kaşlarını çattı.
"Peki sen bilirsin." dedi  tutunduğu yerden kendini bırakırken.
Barış'ı yere sereceğini düşünmüştü fakat böyle olmamış adam onu havada yakalamıştı.
Öykü buna inanamayarak gözlerini kocaman açarken, Barış kızdan yayılan kokuyu duyumsamasıyla birlikte kızın elaya çalan kahverengi gözlerinin kalbinde bıraktıkları etkiden habersizce ona bakmaya devam etti.
"İndirsene ya."
Kendini sonunda toparlayabilip kızı yere bıraktı.
"Sen delirdin mi? O kadar yüksekten inilir mi?"
"Alışığım diyorum sana anlamıyor musun? Senelerce evden böyle çıktım ben."
Barış'ın gözleri kısılırken Öykü'nün neden evden gizli gizli defalarca çıkmış olabileceğini düşündü. Elbet sevgililerinin yanına gidiyordu diye aklından geçirince bu durumun onu ilgilendirmemesi gerektiğine karar verdi.
"Niye beni bu saatte buraya çağırıyorsun? Yoksa çok tutuldunda bana her an beni mi görmek istiyorsun?" dedi dudakları kıvrılırlen.
"Beni sevmeyecek adamı niye özliyim o kadar aptal değilim."
Barış kızın kendisi ile böyle rahatça konuşmasına sinirlensede bunu belli etmedi. Aslında kırılmıştı duyduğu sözlere.
"O zaman çabuk olda konuş, sabaha kadar burada duracak değilim."
Kızın daha deminki şık kıyafetiyle alakalı olmayan eşofman takımının dahi ona fazla yakıştığını görünce bu kadar güzel olduğu için ona daha fazla öfke duymaya başladı. Dağınık topuzu ve makyajsız yüzüyle bakımsız dursada sinir bozucu derecede tatlı gözüküyordu Barış'a göre.
"Daha demin Aleyna'nın profilinde bir resim gördüm. Yanında iki kişi vardı. Deniz ve Yağmur."
Öykü'nün konuya aniden giriş yapmış olması nereden başlayacağını bilmemesinden kaynaklanıyordu.
Barış Yağmur'un ismini duymasıyla yumruklarını sıktı. Onu unutamamış olmak canını fazlasıyla yakıyordu, üstüne üstlük adını ağzına alan kişi Öykü'ydü.
"4 yıl önce öldüğünü sandığınız Deniz. Ben onu yaklaşık  bir ay önce gördüm. Yaşıyor."
"Ne saçmalıyorsun sen?"
"Yaşıyor diyorum. Gördüm onu."
"Bunun için mi getirdin beni buraya?! İnsan insana benzer derler bunu hiç düşünemedin mi? Tabutunun üstüne toprağını ben attım, şimdi sana nasıl inanayım?"
"Gözünde fazla aptal duruyorum herhalde. Onun olduğundan emin olmasam seni elbet buraya getirtmezdim."
"Düzgünce en başından anlat."
Adamın uyuz tavrına gıcık olsada umursamadı.
" Deli bir adam. Kardeşi Yağmur'u  kurtarmadıkları için kuzenim ve kız arkadaşını aylarca bir odada tutacak kadar gözü dönmüş."
"Bu ne demek oluyor?"
Barış'a kısaca sebebini anlattığında adamın değişen mimikleri şaşkınlığını ele veriyordu.
"Böyle bir sebepten ötürü bunları yapacak kadar merhametsiz ve aptal değildi, karıştırıyor olmalısın."
"Yağmur senin eski sevgilin değil miydi? Niye sebebini küçük görüyorsun?"
Barış'ı afallatan sorusuna karşılık tek kaşını kaldırarak adamdan bir açıklama bekliyordu.
" Kimse kimseyi kendi canı pahasına kurtarmak zorunda olamaz."
Sesi sert çıkmıştı.
"Sen canından olma pahasına kurtarır mıydın Yağmur'u?"
"Ne biçim soru bu? O benim her şeyimdi, elbet bunu yapardım."
Tabikide yapardı. Öykü sorusundan ötürü kendisine öfkelenmişti.
" Sevdiğin kadını kaybettiğin için üzgünüm."
Sesi kısık çıkmıştı.
"Her neyse.. Sonradan Deniz yaptıklarına pişman olup Asya'ya sahnede piyano çalması için yardımda bulunmak istemişti. Bende orada karşılaştım onunla. Hakkında bildiğim iki şey var. Dmitriy adıyla Rusya'da yaşıyor. Bunu niye yaptığı hakkında bir fikrin var mı?"
"Hayır yok. Anlayamıyordumda. Yağmur yıllarca onu öldü sandı ve bunun yüzünden hep acı çekti. Bizi es geçtim fakat kardeşine bunu niye yapar bir insan inan bilmiyorum."
"Sizin neyiniz oluyor Deniz?"
" Çocukluktan beri beraber büyümüştük, ben pek onunla anlaşamazdım fakat Yağmur için katlanıyordum. Şoförümüzün oğluydu."
"Rusçayı çok iyi biliyordu. 4 yılda bu derece çözebilmesi şaşırtıcı. Yani en azından biraz olsun aksanında bozukluk olması gerekmez miydi? Ama Türk olduğunu bilmesem onu kesinlikle Rus sanardım. "
"Aşırı zekidir. Gördüklerini ve duyduklarını asla unutmaz."
"Ne iş yapıyordu?"
"Öldüğü sene polis akedemisini  bitirmiş göreve yeni başlamıştı."
"Belki de gizli bir görev vermişlerdir ona."
"Verseler Türkiye'de verirlerdi. Hem gizli görevlerde insanlar kendilerini ailelerine ölmüş göstermezler değil mi?"
"Bilemeyeceğim, başka bir şey gelmiyor aklıma. Muhtemelen benim dediğim gibidir, kesin bir yerlerden görev aldı. Öyle cani bir adamada nasıl görev veriyorlarsa." dedi kaşları çatılırken.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


22   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   24 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.