Yukarı Çık




35   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   37 

           
Neye dayanırdı insan? Bu kadar güçsüz ve zavallıyken hangi şey ona iyi gelirdi? Kendisini kaybolmuş hissetmekten nasıl kurtulabilirdi? Neye tutunmalıydı? Neye?.. Cevapsız sorular mıydı onu çıkmaza sürükleyen yoksa onsuzluk mu? 

Saatlerdir piyanonun önünde oturuyor, sorularına bir cevap arıyordu. Bir tuşuna bile basmaya cesaret edememişti, sanki küçük bir ses çıksa yok olacaktı her şey. En önemlisi de ona dokunmaya hakkı yoktu. Tıpkı Asya'ya dokunmaya hakkı olmadığı gibi.

Sadece bakıyordu öylece, donmuş bir vaziyette. Gerçekten artık Asya onu sevmiyor muydu? Boğazında ki onu sıkan kravatı gevşetti. Kendisi istemişti bunu, ikisi de birbirlerini unutmalıydılar. Ama sonra onu unutmanın ne kadar imkansız olduğunu anlamıştı, 'en azından o beni unutsun' istemişti. 

Ayağa kalktı sinirle, gömleğinin birkaç düğmesini açtı. Nefes alamıyordu, camın önüne geçti. Derin bir nefes almak istedi, sonra bundan da vazgeçti. İçindeki yangını hiçbir şey söndüremezdi. 

Bu kadar kolay unutulmak, Asya'nın ondan vazgeçmiş olması... Kaldıramıyordu. 

"Böylesi daha iyi Ulaş, diğer türlü olmazdı zaten." diye mırıldandı fakat kendini kandırdığını çok iyi biliyordu. Onsuzluktan daha zor bir şey de varmış, onun sevgisine sahip olmamak. Tıpkı Asya gibi o da bunu anlamıştı.

Unutmak hiç kolay değildi, hemde böylesine aşıkken. Bir kere onun gülen gözlerinin büyüsüne kapılmıştı. Ne yani, bir daha o gözler ona aşkla bakmayacak mıydı?

O yapmıştı, buna mecbur kalsa da o yapmıştı. 

Aradan geçen zaman onu her şeyden daha çok uzaklaştırıyordu. Yaşamak artık anlamını yitiren bir zorunluluktu genç adam için. İstese Asya'ya geri dönebilirdi, ama buna gücü yoktu. Cesaret edemiyordu, olabilecek şeyler aklına geldikçe kendisini ondan uzaklaştırıyordu. Bir kez daha hata yapmayacaktı. Sevdikleri için bir şeyleri feda etmesi gerekiyorsa bunu yapmalıydı. Kendisine buna inandırmıştı.

Havaların sıcaklamaya başlamasına rağmen geceleri hâlâ buz gibiydi. Ulaş artık eskisi gibi bir insan değildi ve bu en çok annesinin canını yakıyordu. İlgisiz umursamaz ve duygusuz görüntüsünden hiç taviz vermiyordu, annesinin yanında bile. Gün geçtikçe ismi bir markaya dönüşüyordu, büyük projeler ve yaptığı yatırımlar meyvelerini çok kısa zamanda genç adama vermişti. Zaten kendi ülkesinde ismi tüm mimarlar arasında biliniyorken artık istediği şeyide elde etmiş, Japonya'da son yaptığı gökdelen projesiyle ismini dünyaya duyurmaya başarmıştı. Dünyanın her yerinde mimarlık dergilerine bile konu olmuştu. Yaklaşık iki yıllık emeğinin karşılığını arzu ettiği yolda almıştı. 

Hayat garipti, hemde fazlasıyla. Elde ettiğinizde tamamlanacakmış gibi hissettiğiniz şeyler sizi tatmin etmeyebiliyordu. Ulaş'ta bir türlü bu doyuma ulaşamıyor, ne yaparsa yapsın hiçbir şey ona yetmiyordu. Bir gece, umduki eğer bir kadının teninde kaybolursa kısacık bir an dahi olsa içindeki alevden kurtulur, hatırlamak istemediği o ismi unutabilirdi. 

Yapamadı.

Ve bu genç adamı daha çok delirtti. Niye ihanet ediyormuş gibi hissetmekten kurtulamamıştı? Kurtulmak istiyordu, ondan, bakışlarından, her şeyinden.

Başka bir akşam kendi başarısı için yapılan kutlamada başına saplanan ağrının sebebi de buydu. Asık suratı ile böyle bir sürprizden hoşnut olmadığını belli etmişti. Levent Ulaş adına tebrikleri kabul ederken 
genç adam bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. Sert duruşu insanların ondan uzak kalmasına sebep oluyordu.

Asya nasıl onu unuttuysa o da unutacaktı. Böyle aciz olmak artık kabulleneceği bir şey değildi. Kim oluyordu da ona bu kadar acı çektirebiliyordu? Kim?..

"Sileceğim seni, hemde tamamen. Hiç izin kalmayacak."

Birbirlerine verdikleri sözleri zaten ilk kendisi bozmuştu. Şimdi yine bozabilirdi. 

İnsanların neşeli yüzlerine baktı, hayatının hiçbir anında insanlardan nefret etmemiş, onlardan tiksinmemişti. Ama şimdi herkesten, herşeyden tiksiniyor durumdaydı. İnsanların gülüşlerinin altında yatan sahtelik onu boğuyordu, bulunduğu ortama daha fazla katlanmak istemedi. Yada istemediği şey kendisi acı içinde kıvranırken mutlulukla parlayan o gözleri görmekti. 

Ayağa kalkıp çıkışa yöneldi, Levent yanına gelip bu kadar erken ayrılmasının saygısızlık olacağını söylese de bunu umursamadı.

O parka gitti, Asya'yı salladığı. Sanki ona ait tüm anılar bir rüyanın parçasıymış gibiydi. Her şey sanki hiç yaşanmamış, hatırladığı bütün anılar zihninin ona oynadığı bir oyun gibiydi. Önündeki salıncak boştu. İçindeki sızı kendini daha çok belli etti. 

Son şarkısını ona burada söylemişti. Boş salıncağı sallamaya başladı. Dışardan gören mutlaka onu deli sanardı.

Dudağından istemsizce bir şarkı döküldü. 

"Bahçede hanımeli
Sen ettin beni deli
Gel gülüm gel
Sen ettin beni deli
Gel gülüm gel

Zorla güzellik olmaz
Sevmeli sevdirmeli
Gel gülüm gel
Sevmeli sevdirmeli
Gel gülüm gel

Bahçede hanımeli
Sen ettin beni deli
Gel gülüm gel
Sen ettin beni deli
Gel gülüm gel

Zorla güzellik olmaz
Sevmeli sevdirmeli..."

Sol gözünden bir damla yaş aktı. Ruhunda kasırgalar kopuyordu.

"Sen ve ben bitiyoruz Asya, hergün biraz daha. Yok oluyoruz. Artık tamamen bitsin. Tam burada, tamamen yok olsun her şey."

.
.
.

Kapıdan içeri giren kişiyle yüzünde geniş bir gülümseme oluşmuştu. Asya affettiyse kendisinin de kuzenine yaptıklarından ötürü pek tabi Deniz'i affedebileceğini düşünmüştü. İçini kemiren heyecanla adamın yanına gitti.

"Gelmeyeceksin sanmıştım." dedi Ela.

"Gelmeyecektim, fakat yarın benim için zor bir gün olacak ve bu beni geriyor. Rahatlamama ihtiyacım vardı."

Eli ayağına dolaşmıştı Ela'nın. Öykü aracılığı ile Deniz'i kendi sergisine davet edebilmişti ve böylelikle hayranı olduğu ressam ile bizzat konuşma fırsatını yakalayabilmişti.

Deniz bir tablonun önünde durdu.

"Soyut resimler üzerine çalışıyorsun demek."

"Evet." 

Resmin üzerinde daha fazla yorum yapmadan genç kıza döndü, bu Ela'yı hayal kırıklığına uğratmıştı.

"Merak ediyorumda niçin beni buraya davet ettin? "

Nefesi kesilmişti sanki.

"Benden nefret ediyorsunuz yaptıklarımdan ötürü. Hepiniz. Öyle değil mi?"

"Evet, yani hayır. Başta öyleydi ama artık ben sana kızgın değilim."

Duyduyu şey Deniz'i şaşırtmıştı.

"Niye? Beni affetmek için kendini zorlamana ne itti seni?"

"Sebebini düşününce sana hak verdim, insan sevdiği birini kaybedince hep bir suçlu arar. Sende öyle yaptın, yapmamalıydın ama yaptın."

"Anlamıyorum, benim açımdan olaya bakmana sebep olan şey ne? Hep böyle düşünceli misindir? Tanımadığın birine karşı bile? Yoksa altında başka bir şey mi var?"

Deniz'in üzerine bu denli gidiceğini tahmin etmemişti. Onu sergisine davet etmiş olması bu kadar mı tuhaftı?

Genç adam ise hayatının büyük bir kısmını bir şeyleri sorgulayarak ve her ayrıntının üzerine giderek geçirdiği için Ela'nın bu basit davetinin bile altında bir şeyler aramasına sebep olmuştu.

"Evet." dedi Ela gizlemeye gerek görmeyip.

"Tabloların. Seni çağırdım çünkü uzun süredir tablolarının hayranıydım. Ve tabloların sahibi olan ressamı tanımak istedim. Ve sonunda tanıştım."

Ela'nın söyledikleri ile gülümsedi. Demek buydu sadece. Buraya gelirken bunun bir komplo olabileceğini bile düşünmüştü. Toralı'lar henüz kendisinden intikam almamışlardı ve bunun beklentisi içindeydi. Ulaş'ın rahat durmayacağını düşünüyordu. Şu ana kadar Ulaş'ın hiçbir girişimde bulunmamış olması Deniz'i tedirginleştiriyordu. Hâlâ da kızın söylediklerinden pek tatmin olmamıştı. Saçma geliyordu kulağa. Tedirginliğini üzerinden atamamış olmasına içten içe gülümsedi. Hayatını fazla aksiyonlu geçiriyordu ve bu yaşamını etkiliyordu. Şu basit ortamdan bile kuşkulanabiliyordu.

"Gizli bir hayran, kulağa hoş geliyor." dedi içindeki şüpheleri bir kenara koyup.

Ela bir süre sonra tüm gerginliğinden kurtulmuştu. Deniz'den tablolarını eleştirmesini istediğinde adam memnuniyetle kabul etti. Fakat genç adamın sert bir üslubu olacağını tahmin etmemişti Ela. 

"Seni kırmak istemem fakat resimlerin olması gerektiği gibi değil. Bir şeyler eksik, duygu gibi."

Bütün gece uyuyamamış, kulaklarında bu cümle yankılanmıştı. Çünkü kendiside biliyordu bir ressama göre fazla duygusuz ve katı bir yapıya sahip olduğunu. Bu hayatta onu heyecanlandırmayı başaran tek şey Deniz'in tabloları olmuştu. Fakat bugün bir şeyin daha onu heyecanlandırdığını fark etti, isimsiz ressamın gülümsemesinin. Üstelik hissettiği şey tabloların ona hissettiklerinden bile yoğundu. Bu gerçek genç kızı hüzünlendirirken aynı zamanda mutlu olmasına sebep oluyordu.

.
.
.

Büyük bir huzursuzlukla telefonu kapattı. Ne yapması gerektiğine karar verememe durumu onu yoruyordu. Öfkeli tarafı gitmemesini isterken bir yanı da ona kıyamıyordu.

"Off Barış, beni hep mecbur bırakıyorsun." dedi aldığı kararın sıkıntısıyla.

Aceleyle hazırlanıp evden ayrıldı. Evden çıkar çıkmaz bir taksiyi durdurup bindi. Taksiye adresi yazmış olduğu kağıdı uzatırken bile arabadan inip eve gitmeyi, Barış'ı umursamamayı düşünüyordu.

Genç adamın kapısının önüne geldiğinde de aynı şey olmuş; geri dönmek için çok geç değil demişti kendi kendine. Bir süre kapının önünde öylece bekledi. Onu asıl korkutan şey Barış'ın hep yaptığı gibi onu yanında istememe ihtimaliydi. Kalbinin bir kez daha kırılacak olmasına cesaret edemiyordu. Kendisini toparladı, Barış'ı kendisini önemsediğinden daha fazla önemsiyordu ve bu genç kıza cesaret verdi. Tekrardan ikilem içinde kalmaya fırsat vermeden kapıyı çaldı. 

Açılmayınca biraz olsun rahatlayarak arkasını dönmüş ve merdivenlere yönelmişti ki duyduğu kapı sesiyle öylece kaldı.

"Öykü." dedi kısık ve yorgun bir ses.

'Keşke hiç kapıyı çalmasaydım.' diye geçirdi içinden çünkü tüm cesareti çoktan uçmuştu. Gerçekten korkuyordu... Sert bakışlardan, istenilmediğini fark etmekten. Gerginlikle arkasını döndü. Karşısındaki adam fazla bitkin gözüküyordu, gözleri son derece uykuluydu fakat tüm bunlar karşı konulmaz çekiciliğine gölge düşürmüyordu. Hâlâ Barış'ın yakışıklı bir yüze sahip olduğunu düşündüğünü fark edince içinden kendisine küfür savurdu.

"Bir şey mi oldu?" 

Adama doğru attığı birkaç adımla ona yaklaştı.

"Şey." dedi heyecanlı olduğu zamanlarda yaptığı gibi tırnaklarındaki ojeyi kazıyarak. Bu huyundan nefret ediyordu.

"Annen aradı ve senin hastalandığını söyledi. Hastahaneden de nefret ettiğin için gitmemişsin. Üstelik hastayken kendine bakmakta hiçte iyi değilmişsin. Bu durumde benden rica etti seninle ilgilenmem için. Sonuçta bende bu ülkede seninle ilgilenecek bir tanıdığın yoktur diye kabul ettim."

Öykü'nün buraya kadar gelmiş olduğunu görünce başta sevinsede bu uzun sürmemişti. Annesi yüzünden küçük duruma düşmüş, annesinin kendisi hakkında söyledikleri gururunu kırmıştı.

"Annem abartmayı sever, çocuk değilim. Kendime elbet bakabilirim, hem o kadarda hasta değilim." Bunları söylerken bile sesi öyle bitkindi ki. Adamın solgun ten rengi ne kadar hasta olduğunu haykırıyor gibiydi. 

' Beni yanında istemediğini kibar bir dille ifade ediyor, beklenildiği gibi.' dedi Öykü içinden incinmiş bir şekilde.

Korktuğu şey başına gelmişti.

"Peki öyleyse, bana ihtiyacın yok anlaşılan. O zaman ben gidiyim, sana da geçmiş olsun." dedi zoraki bir gülümsemeyle.

Barış kızın kırgın bakışlarını çok iyi tanıyordu ve şuan Öykü'nün yüzünde tamda o kırgın ifade vardı. Bu şeyle yaptığı hatanın farkına varmıştı. Kalbinde ince bir sızı hissetti, önceden olduğunun aksine artık onu kırmak en son isteyeceği şeydi.

" Aslında buraya kadar gelmişken seni evime davet etmek isterim."

"Mühim değil, ben gideyim." dedi arkasını dönüp.

Fakat bileğinde hissettiği elle tekrar Barış'a döndü.

"Bunu demekten ne kadar utanıyor olsamda annem haklı. Şuan sana ihtiyacım var, bana biraz katlanabilir misin?"

Bu soru karşısında şaşkınlık içinde kaşlarını havaya kaldırdı. Bunu hiç beklemiyordu.

"Sen benden yardım mı istiyorsun?" dedi dudakları yana doğru kıvrılırken.

Barış kızın tuttuğu elini kaldırıp alnına koydu. Öykü teninde hissettiği sıcaklıkla hızla korkuyla gözlerini büyüttü.

"Yanıyorsun sen." dedi telaşla.

Adamın bayılacak gibi duruşu onu iyice ürpertmişti.

"Acilen hastahaneye gitmeliyiz. "

"Hastahanelerden nefret ederim. Hayatta gitmem." dedi kafasını yorgun bir halde duvara yaslayıp.

"Çocuk değilsin ya, ne bu şimdi?"

Bu cümle Barış'ın hastalanınca duymaktan en çok nefret ettiği cümleydi. Annesinden ne yazık ki sık sık duyardı.

"Israr etme Öykü." dedi sert bir dille.

"Ahh sana katlanmak benim için çok zor olucak." diye mırıldandı.

"Efendim?"

"Diyorum ki hasta bir insanı tek bırakacak kadar merhametsiz değilim. Hadi eve geçelim daha fazla dikilme burada."

Barış memnuniyetle gülümsedi.

Eve girdiklerinde odanın bunaltıcı derecedeki sıcaklığını fark etti Öykü. Üstelik Barış'ın üstünde kalın bir hırka vardı.

"İlk olarak şu hırkadan kurtulmalısın."

"Olmaz." 

"Ateşini düşürmemiz lazım Barış."

Fakat Barış umursamaz bir tavırla yorganı üzerine çekmişti.

"Böyle yapar ve dediklerimi umursamazsan giderim. Ben buraya senin kaprislerini çekmeye gelmedim Barış." 

Zaten Barış'ın yanına geldiği için oldukça gergindi, birde bunun üzerine Barış'ın inatçı tavırları 
sinirlermesine sebep olmuştu.

"Tamam Öykü hemen çıkartıyorum hırkamı." 'Yeterki sen burada kal.' diye devam etti içinden.

Öykü Barış'tan bu tavrı beklemiyordu fakat hoşuna gitmişti. Sakince tekli koltuğa oturdu.

"Üşüdüğünü biliyorum fakat vücut ısının düşmesi lazım. Onun için biraz dayanmalısın. Çok sıcak bir ortam ateşinin düşmesine engel olur. Yani yorganın içine gömülmekten de vazgeç." dedi şefkatle.

"Peki, nasıl istersen." dedi istemsizce.

Barış'ı böyle savunmasız görmek kendisini kötü hissettirmişti.

"Ben sana baddaniye getiriyim."

Öykü'nün tüm ilgisinin üzerinde olması tuhaf hissettiriyordu adamı.

Öykü Barış'a ince bir baddaniye verdikten sonra çorba yapmak için mutfağa geçti. Aslında çorba bahanesiyle Barış ile de yan yana olmaktan kurtulmuş oldu. Adama ne kadar sitemkar davransa da içindeki heyecanı söndüremiyordu. Fark edilmekten korktuğu için de hasta bir insana çıkışıyordu.

Çorbayı hazırladıktan sonra elindeki kaseyle Barış'ın yanına gitti fakat genç adamı uyuyor buldu. Elindeki kaseyi masanın üzerine bırakıp ateşini kontrol amaçlı elini tekrardan adamın alnına koydu. Ateşinin bir nebze hafiflemiş olmasıyla gülümsedi. Onu ilk defa böyle rahatça izleme fırsatı bulmuştu. Zaten buraya geldiğinden beri yerinden kopacak gibi atan kalbi şiddetini daha da arttırmış, göğsüne sığmaz olmuştu. Elini yavaşça yanağına doğru götürdü. Hipnoz olmuş gibi hissediyor yaptığı şeye engel olamıyordu. Hafifçe yanağını okşadı. Küçük bir kızken dinlediği masallarda hayal ettiği prenslere benziyordu genç adam. Fakat Öykü'nün gerçek hayattaki seveceği kişi böyle biri olmamalı, nazik ve düşünceli olmalıydı. 

Öykü içinse Barış duygusuz sert ve anlayışsızdı. Bir o kadarda anlaşılmaz. Barış kadar zor biri ile olmak Öykü'nün isteyeceği bir şey değildi. O an fark ettiği şey ile hüzünlendi, zaten Barış'ta kendisini istemezdi. Elini çekmek istedi o an, kendisini sevmeyen birine git gide kapılıyordu. 

Fakat Barış'ın o gün ikinci defa bileğini tutan eli buna engel olmuştu. Lacivert gözlerin yavaşça açılıp ona baktığını görünce büyük bir utanç bedenine yayıldı.

"Ben şey... Ateşine bakıyordum." dedi tedirgince elini çekmek isteyip.

Öykü'nün utançtan kızaran yanaklarını görmek onu öpme isteği yaratmıştı adamda. Fakat isteyeceği son şeyde Öykü'yü daha da ürkütmekti. Hem ona olan duygularını itiraf etmekiçin romantik bir ortam olsun istiyor, onunla bundan sonra yaşayacağı hiçbir şeyin basit kaçmasını istemiyordu.

"Anlıyorum." dedi kızın elini bırakıp. 

Daha demin teninde hissettiği elin kaybolmuş olması boşluğa düşmüş etkisi yaratmıştı.

"Çorba yapmıştım, soğumadan iç istersen." dedi çekingen bir ses tonuyla.

Utangaçlığını bir türlü üzerinden atamıyordu.

"Teşekkür ederim." dedi koltukta biraz doğrulup.

Barış kaseyi tam alacakken Öykü önce davranmıştı.

"İstersen ben yardımcı olabilirim. Kendini yorma."

Bunu düşünerek söylememiş, bir anda sırf kendi istediği ağzından kaçmıştı. Fakat bu teklif Barış'a oldukça cazip gözüktüğünden ötürü kabul etmişti.

Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu Öykü. Adamdan uzak kalmaya çalıştıkça ona daha fazla yaklaşıyordu.

Barış yattığı koltukta biraz kenara kaydı.

"Yanıma gelsen daha iyi olur." 

Olumlu anlamda kafasını sallayıp adamın yanına geçti. İkisininde karnında tuhaf bir sancı oluşmuştu. Kızın saçlarının kokusunu duyumsaması ile ona daha fazla yaklaşma istediği doğmuştu içinde.

Barış'a çorba içirmeye başladığndan beri ikisininde bakışları durmadan buluşuuor ge her seferinde Öykü bakışlarını kaçırıyordu.

"Aslında bu durum biraz komik." dedi Barış.

"Efendim?"

"Yani çorbamı da kendim içebilirim, sana fazla yük oluyorum."

"Rahatsız olduysan sana bırakabilirim."

"Hayır, aksine hoşuma gitti." dedi kızın yaptığı işe son verecek olması korkusuyla.

"Şey gibiyiz şuan." dedi fakat devamını getiremedi. Yaptığı patavatsızlık yüzünden yüzü iyice kızarmıştı. Barış'ın bakışları kızın kırmızı dudaklarını bulunca yutkundu.

"Ne gibi?"

"Yani, şey. Anla işte ."

"Anlamadım."

"Sevgili. Olmayı beceremediğimiz bir şey yani." dedi hüzünle kaseyi masaya koyup.

Adamın cevap vermemesi onu daha da hayal kırıklığına uğratmıştı.

Atmosferi dağıtmak için gülümsedi.

"Biliyor musun bende hastahanelerden nefret ederim. Kokusu miğdemi bulandırır, soğuk duvarları da cabası. İtiraf etmeliyim ki ne kadar hasta olursam olayım ben de senin gibi gitmemeyi tercih ederim. Hastahane kelimesi bile tüğlerimi ürpertiyor." 

Fakat dedikleri Barış'ın dikkatini dağıtmaya yetmemişti.

"Bazen yanlış zaman bize çok şey kaybettirir." dedi bitkin sesiyle. 

"Ama bu dünyada yaşamaya devam ettiğimiz sürece her şey telafi edilebilir. Öyle değil mi?" diye devam etti umutla.

"Bazı şeyler vardır, telafi edilemeyecek cinsten. Bir kere yandıysak aynı ateşe niye elimizi tekrar uzatalım? Bence bu aptallık olur." dedi ayağa kalkıp. 

Göğsüne çöken ağırlık yüzünden Barış'tan uzaklaşmaya ihtiyaç duymuştu. Adamın kendisine geri bir cevap vermesine fırsat vermeden su içme bahanesiyle mutfağa geçti. Eline bir bardak su alıp sandalyeye oturduğunda gözlerine yaşlar birikmişti. Elindeki bardağa içmeden öylece bakıyordu. Barış'ın dediklerini yine kendi istediği yere mi çekmişti? Ya başka bir şey demek istediyse? Fakat başka bir açıklaması da yoktu. Doğru anladıysa bile tekrardan o korkunç şeyleri yaşamak istemiyordu. Durmadan ezilmek, küçük görülmek onun dayanacağı bir şey değildi. Barış bu huylarından vazgeçse bile Deniz'in dedikleri kızın adama karşı adım atmasına engel oluyordu. İstemiyordu birkez daha öyle bir adamla olmak.

Ama kalbi onsuz bir hayatı düşününce niye sızlıyordu? Onu istemiyorsa bu histe neyin nesiydi? Gözleri niye dolmuştu ki hiç yoktan yere? Biliyordu ona karşı bir şeyler hissettiğini, fakat basit görmeye çalışıyordu duygularını. Kararsızlık içinde boğuşmaktan nefret ediyordu. 

"Boş yere bu kadar düşünüyorum, o zaten beni istemiyor." diye mırıldandı.

Kendisini bu şekilde rahatlatmak en iyisiydi. Barış'ın sevgisizliğine o kadar alışmıştıki sevgisine nasıl karşılık vermesi gerektiğini bilmiyordu.

Su içmekten vazgeçip elindeki bardağı ile Barış'ın yanına gitti. 

"Su getirdim."

"Teşekkürler." 

Barış su içerken bir yandanda dikkatle Öykü'yü inceliyordu. Onu bu kadar kırmışken affedilmenin zor olacağını çok iyi biliyordu fakat bilmediği şey Öykü ile her göz göze geldiklerinde hissettiği soğukluğun canını bu denli yakacağıydı.

"Nelerden hoşlanırsın?"

Böyle bir soruyu beklemiyordu Öykü.

"Niye sordun?" dedi şaşkınca.

Sevdiği kadını daha yakından tanımak istiyordu. Aralarındaki bağın kuvvetlenmesi için elinden geleni yapmaya hazırdı.

"Hiçbir şey konuşmamak çok sıkıcı, üstelik senin hakkında pek bir şey bilmiyorum."

" Oysa beraber çok vakit geçirmiştik Barış. Biraz dikkat etseydin hakkımda birkaç küçük şey bilirdin. Mesela ben senin tatlı şeyleri yemeyi sevmediğini çok iyi biliyorum. Tarihe karşı olan ilgini, kitapların filmleştirilmesinden ne kadar hoşlanmadığını. Bunun gibi birkaç ufak bilgi. Sen ne biliyorsun benim hakkımda?" dedi umursamaz bir tavırla.

Öykü'nün kendisi hakkındaki birkaç bilgiyi unutmaması hoşuna gitmişti. Bunun verdiği neşeyle gülümsedi.

"En sevdiğin rengin lacivert olduğunu çok iyi biliyorum." dedi gülümsemesi genişlerken.

"Söylesene, niye lacivert en sevdiğin renk?" dedi kıza daha da yaklaşıp.

Sersemlemiş gibiydi Öykü. Yutkundu, nefes almayı unutmuştu. Adamın koyu renkteki gözleriydi nedeni. Ama bunu o nereden biliyordu? Kimseye söylememişti bu rengi ne kadar çok sevdiğini. Sadece onun gözlerinin rengi böyleydi, ne lacivert ne mavi. İkisinim arasında kaybolan bir renk.

"Yok öyle bir şey. En çok, en çok..." bakışlarını Barış'ın gözlerinden ayıramadığı için devamını getirmekte zorlandı.

"Yeşil." dedi kendisini toparlayıp.

"Evet, en çok çimen yeşilini severim."

"Öyle olsun." dedi Barış büyük bir keyifle.

O gün emin olmuştu, Öykü'nün en sevdiği rengin lacivert olduğundan... 

Emin olduğu bir diğer şeyse sabaha kadar başında bekleyen bu kızdan bundan sonra asla kopamayacağıydı. Onun yanında dünyasının ne denli renklendiğini hissetmiş ve bunu hiç kaybetmek istememişti.

Geçen günler boyunca Öykü'yü aramaktan hiç çekinmemiş, kartlarını açık oynamaya karar vermişti. Kıza olan hislerini her fırsatta hissettiriyor ve bu Öykü'yü telaşlandırıyordu.

En sonunda her şeyi net bir şekilde itiraf etmeye karar verdi Barış. Başından beri 
kendisine tuhaf hissettiren bu kıza çılgınlar gibi aşık olduğunu bağıra bağıra haykırmak istiyordu. İçindeki duygunun yoğunluğu onun için fazlaydı fakat bunu kabullenmişti.

Öykü Barış ile ilk defa sinemaya gittiğinde izledikleri filmden çok yanındaki adamın varlığına dikkatini vermişti. Kırgındı hâlâ, onunla vakit geçirmekte istemiyordu. Fakat Barış'a hayır demek gitgide zor oluyordu onun için. Onunlayken her şey toz pembeye dönüyordu. Artık Barış öfkeli değildi ona karşı, adamın kibar tavırları yüzünden ona daha çok aşık oluyordu. Bunu istemese de...

Barış'tan beklenmeyecek bir hareketle patlamış mısırları zorla Öykü'nün ağzına doldurmuş olması bile Öykü için yanlıştı. Böyle olmamalıydılar, samimi... En son isteyeceği şey buydu. Fakat bundan kurtulamıyordu. Kendisini bir kere Barış'a kaptırmış ve geçen her gün ondan kopmak daha zor bir hâl almıştı.

Barış onu arabayla evine bırakırken yine hiç yapmadığı bir şeyi yapmış, iş hayatında ki zorluklardan ve ne kadar yorulduğundan bahsetmişti. Oysa Barış sorunlarını kimseye açmazdı.

"Bu yaşta böyle bir başarının bir bedeli olmalı." dedi Öykü.

"Çok güzel teselli veriyorsun."

"Biliyorum." dedi içinde hissettiği mutluluktan tiksinerek. Bu hisleri Barış yüzünden yaşamamalıydı.

"Arabayı artık yavaş kullanıyorsun."

"Senin için." dedi istifini bozmadan.

Öykü hüzünle cama yasladı başını. Yine ay takip ediyordu.

Evinin önüne geldiğinde inmeden önce Barış'a teşekkür etti. Tam arabadan inecekken Barış ona seslendi.

"Öykü, bu sefer elini ateşe değdirmeyeceğime söz versem her şeyi telafi etmeme izin verir misin?"

Ne diyeceğini bilemedi genç kız, o an sadece afallamasına sebep olan cümle bütün gece uymasına engel olacaktı.

"Bir şans daha vermek aptallık değildir belki."

"Ne demek istiyorsun?" 

"Sana bir adres atacağım, eğer oraya gelirsen ne demek istediğimi daha açık bir şekilde söyleyeceğim. Senin duymanı isteyeceğin şekilde."

Öykü olumlu anlamda kafasını salladı ve yavaş adımlarla eve doğru yürüdü.

O adrese yine ilk önce Öykü gelmişti. Kapıdaki görevliye ismini söyleyip içeriye girdi. Ortada büyük bir havuz vardı. Havuzun yanında iki kişilik şık bir masa. Masanın üstünde kırmızı gül yaprakları. Masaya yaklaştıkça kalbi heyecanla atıyordu.

Gerçekten tahmin ettiği şeydi, yanılmamıştı. İstemsizce gözleri doldu, sanki çocukluğundan kalma bir anı gibiydi. 

Barış yine işleri yüzünden geç kaldığı için direksiyona sinirle vurdu. Öykü'yü böyle bir günde bile bekletmiş olmak suçluluk duygusunu arttırıyordu.

Arabasını park edip buluşma mekanına doğru yürüdü. Aralık kapıdan büyük bir heyecanla içeri girdi. Yüzündeki kocaman gülümsemeye engel olamıyordu. Bir adım atmıştı ki o an gördüğü şeyle hayatının en korkunç hissini yaşadı.

Büyük bir acı göğsüne saplanmış, olduğu yerde dona kalmıştı. Elindeki papatyalar yere düştü. 

Sevdiği kadın kanlar içinde havuzdaydı. 


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


35   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   37 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.