Anladım ki aşk; Her iki tarafı da mağdur eden, Yürekte izinsiz gösteri yapan, Mutluluk karşıtı bir eylem. Can Yücel
"Hayır." dedi sessizce kabullenmek istemeyerek.
Ona doğru attığı her adımda mümkünmüş gibi kalbine biraz daha ağrı saplanıyor, kıza yaklaştıkça yok olduğunu hissediyordu. Başı dönüyor, kulakları uğulduyordu. Titreyen bacakları ile genç kızın yanına eğildi.
"Öykü."
Sesi iniltiyle çıkmış ve gözünden bir damla yaş dökülmüştü.
Oysa Yağmur'un ölüm haberini aldığında hissettiği acı bile sadece genzini yakmış, fakat ağlamasına izin vermemişti. Şimdiyse yaşlar çoktan yanaklarını ıslatmış durumdaydı. Şefkatle Öykü'nün yüzünden saçlarını çekti .
"Birtanem hadi aç gözlerini. Yalvarırım."
Ne yapacağını bilmez halde öylece saçlarını okşuyor, kızın göğsüne bakmaya cesaret edemiyordu. Öykü'nün başını kendi göğsüne yaslayıp alnını öptü. Sanki onu bırakırsa bir daha göremeyecek gibi hissediyor, ondan kopamıyordu. Çoktan ağlaması hıçkırıklara dönüşmüştü.
"Seni sevdiğimi bilmeden gidemezsin,bana bunu yapamazsın. Sana aşığım Öykü, beraber yaşamamız gereken koca bir ömür var. Lütfen..." diye fısıldadı kızın kulağına.
O an en korkunç kabuslarında hissetiği berbat duygudan bile daha kötü hissediyordu. Gerçek olamayacak kadar acı vericiydi aşık olduğu kadını kaybedecek olma düşüncesi.
Sanki Barış'ın hayat kaynağı Öykü'nün gözlerine birkez daha bakabilmek, gülümsemesine birkez daha şahit olabilmek gibiydi. Bu anları bir daha yaşayamazsa o zaman her şey yok olurdu adam için. Hiç hissetmediği kaybetme korkusuyla yanıp tutuşuyordu, üstelik bu his tüm dünyasını esir almıştı.
"Seni kaybetmeyeceğim, buna izin veremem." diye birkez daha fısıldadı kızın kulağına.
Büyük bir korkuyla bileğini tuttu, nabzının attığını hissedince derin bir nefes aldı. Çok fazla kan kaybı vardı. Hızla çıkardığı ceketini kızın göğsüne bastırdı. Titreyen elleri ile telefondan acili aradı.
Her şey durmuştu adam için, sadece onun görüntüsü vardı. Dünyasının renkleneceğini sandığı gün tam tersi olmuş, hiç görmediği bir karanlığa bulanmıştı.
Ambulans geldi, birisi ona anlayamadığı sorular sordu. Hâlâ kulakları uğulduyor, başı dönüyordu. Soru soran kişiyi ittirip kimsenin ona karışmasına müssade etmeden ambulansa bindi. Genç kızın elini asla bırakmayacakmışçasına sıkıca kavramıştı.
Söylemiş olduğu tüm zehirli cümleler bir bir aklına geliyor ve kara bir yağmur olarak üzerine yağıyordu.
'İstemiyorum seni.' demişti. Oysa her şeyden çok istiyordu.
'Hoşlanmıyorum senden.' Ona aşıktı.
'Hayatımdan çık.' Ah bu cümle. Bunu ona nasıl derdi? Bu sefer gerçekten onu terk ederse, o zaman ne yapardı?
"O nasıl?" diye sordu olumlu bur cevap umarak.
"Çok fazla kan kaybı var, durumu kritik."
Yutkundu. İlk defa bir kadına aşık oluyordu ve biliyorduki bir daha asla böyle aşık olamazdı. 28 yıllık hayatında bu duyguları daha önce hiç yaşayamamış, kimseye derinden bağlanamamıştı. Öylü kendisine aşık olması için ne yapmıştı bilmiyordu fakat bunun bir önemi yoktu. Ona aşık olduğunu kendine itiraf ettiğinden beri tek arzusu hayatının sonuna kadar bu kadına sahip olmaktı. Bu düşünce bile kendisini bulutların üstündeymiş gibi hissettiriyordu.
Onunla aile olmayı ilk düşündüğünde yüzünde aptal bir gülümseme oluşmuştu. Nereden bilebilirdi öncesinde nefret ettiği bu düşüncenin en güzel hayallerini süsleyeceğini. Bir gece yatağa başını koyduğunda gözünün önüne gelen hayal Öykü'ye benzeyen küçük bir kız çocuğuydu. İkisine ait bir bebek. Bir çocuğa sahip olma isteğini bile o ana kadar hiç yaşamamış, aile olmak gibi bir arzu duymamıştı.
Yeni yeni kurduğu tüm hayaller yıkılmak üzereydi.
Hastahaneye geldiklerinde kızı ameliyatheneye sokmuşlar ve Barış'ın da girmesine izin vermemişlerdi.
Bir şeyler yapmak istiyordu. Eli kolu bağlı çaresiz olmak, onun için yapabileceği hiçbir şeyin olmaması öfkelenmesine sebep oluyordu.
Doktorlar girip çıktıkça sorular soruyor fakat cevap alamıyordu.
Sonunda bir hemşireyi zorla durdurmuş ve kızın ne durumda olduğunu sormuştu.
"Elimizden geleni yapıyoruz fakat her şeye hazırlıklı olmalısınız."
Nefessiz kalmıştı. Hiçbir şeye hazırlayamazdı kendisini, onu kaybetmeye dayanacak gücü bulamıyordu kendisinde. Üstelik zaten hiç kendisine ait olmamışken.
"Siz yakınlarından birisi misiniz?"
Ne diyeceğini bilemedi, onun için her şeyini verirdi fakat Öykü'nün hiçbir şeyi değildi. Bu gerçeğin altında ezildi.
"Ailesine haber vermelisiniz." dedi ve adamın perişan haline daha fazla bakmaya katlanamayarak orayı terk etti.
Öykü ailesi ile aynı ülkede bile değildi ve bu düşünce daha çok kahrolmasına sebep oldu.
Derin bir nefes aldı ve Aydın Beyi aradı. Telefon çalarken adama böyle bir şeyi nasıl diyeceğini düşünüyordu. Kendisi bile Öykü'yü daha yeni tanıdığı halde böyle hissediyorken bir baba kim bilir nasıl hissederdi.
"Alo."
Eli ile burun kemiğini tutup sıktı.
"Aydın Bey ben Barış."
"Evet oğlum dinliyorum seni." dedi adamın her zamanki neşeli sesi.
Kızından ayrıldığı halde Barış'a karşı olan nezaketini hiç bozmamıştı. Karşısındaki sessizlik meraklanmasına sebep oldu.
"Barış oğlum orada mısın?"
"Evet, evet efendim."
"Bir sorun mu var Barış?" dedi karşısındaki genç adamın tuhaf çıkan sesinden kuşkulanıp.
"Öykü." Sanki bu ismi söylediğinde dudakları yanıyordu.
"Hastahanede, ben nasıl desem bilemiyorum. Aydın Bey kızınız..." Daha fazla bir şey diyememiş, kelimeler boğazında kilitlenmişti.
"Ne oldu kızıma?!" dedi korkmuş bir ses.
"Vurulmuş, göğsünden. Durumu ağır." Bir el göğsünü sıkıyordu.
Bu kelimeler Öykü'nün hayatını yok etmişti fakat nasıl olurduda böyle kolay dudaktan dökülebirdi.
Karşıdan ses gelmeyince devam etti.
"Nasıl olduğunu bilmiyorum, size hastahanenin adresini vereceğim. Olabildiğince çabuk gelmelisiniz."
Saatler süren ameliyat Barış'a ölüm gibi gelmişti. Zaman geçmiyor ve telefonu susmak bilmiyordu. İnsanlara açıklama yapmak onu daha çok yıpratıyordu.
Ameliyat bittikten sonra Öykü'yü yoğun bakımına almışlardı. Beklemek ve ne olacağını bilmemek işkence gibi geliyordu adama.
Gece saat 12'de Öykü'nün bütün ailesi hastahaneye gelmişti.. Levent'te... Onunla tekrardan karşılaşmak sinirlerini daha çok yıpratmıştı fakat yaşadığı sarsıntı bunda takılmasına engel olmuştu. Ortalık büyük bir kargaşa alanına dönmüştü. İnsanların döktüğü sessiz göz yaşları ile bir matem havası esiyordu.
Kimse böyle bir şeyin kimin yapmış olabileceğini bilmiyordu. Gelen polislerede her şeyi olduğu gibi anlatmıştı, kamera kayıtlarıda Barış'ın oraya çok sonradan geldiğini ıspatladığından genç adamı göz altına almamışlardı.
Sabaha karşı elinde bir kahve ile Barış Alev Hanımın yanına geldi.
"Lütfen alın." dedi ağlamaktan gözleri şişmiş kadına.
"İstemiyorum. Kızım böyle bir durumdayken hiçbir şey istemiyorum."
Sesi yorgun ve bitkindi. Tıpkı Barış'ınki gibi.
"Ne zaman bizi yanına kabul edecekler?"
"Bilmiyorum." dedi Barış.
Oturacak yer kalmadığı için gece boyu ayakta beklemişti. Uzaklaşmakta istemiyordu her an bir haber gelebilir diye. Ulaş karşısındaki adamdan beklenilmeyen bu ilgiyi fark eden ilk kişi olmuştu.
"Hadi gel Barış aşağıdan yiyecek bir şeyler alalım."
Barış yapabileceği başka bir şey olmadığını fark edip kabul etti. Oysa hiçbir şey için takati yoktu. Gece boyu ağlamamak için kendisini sıkmıştı ve bu başına keskin bir ağrının saplanmasına sebep olmuştu. Öykü'nün ailesi zaten zayıf bir durumdayken onlara daha da kötü hissettirmek istememiş ve onları teselli etmeye çalışmıştı.
Barış kafasını olumlu anlamda salladı ve bir masaya oturdular fakat iki adamında aklı hala yukarıdaydı.
"Bak Barış, konuyu uzatmayacağım. Öykü benim kız kardeşim gibi. Onun canı yandığında benim daha çok canım yanar. Çocukken onu üzen arkadaşlarını ben de üzerdim. Şimdi ona kimin böyle bir şeyi yaptığını bilmek istiyorum. Onun için bana bildiğin her şeyi anlatmalısın."
"Dediğim gibi, bilmiyorum. Kiminle görüşüyordu ne yapıyordu hiç bilmiyorum. Biz çok nadir bir araya geldik. İfademde de defalarca söyledim, Öykü'yü ne yazık ki çok az tanıyorum. Hatta belkide hiç."
Bu canını acıtıyordu. Onunla ilgili her ayrıntı canını acıtıyordu.
"Niye orada buluşacaktınız?"
"Onu sevdiğimi itiraf edecektim." dedi Ulaş'ın sert bakan bakışlarını umursamayarak.
" Öykü güçlü bir kız. Ben inanıyorumki en kısa zamanda tekrar aramızda olacak. Fakat bu dediğin şey, gerçekten buna inanıyorsan yap... Öteki takdirde hiç şüphen olmasın üzeceğim kişi sen olursun." dedi ciddi bir tavırla.
"Merak etme, ben senin aksine sözlerimden caymam. Aşkımın arkasından sonuna kadar girerim."
Kurduğu cümle Ulaş'ın gözlerinden alevler çıkmasına sebep olmuştu.
Daha fazla Ulaş'ın bir şeyler demesine fırsat vermeden yerinden kalktı ve öfkeli bakışları umursamadan orayı terk etti.
Ulaş elini yumruk yapmıştı fakat karşısında gördüğü kişiyle elini serbest bıraktı.
"Ne konuştunuz da bu kadar sinirlendin?" dedi Ecrin karşısına oturup.
Ecrin Ulaş'ın çocukluk arkadaşıydı. Öykü'nün haberi geldiğinde yanında Ecrin'de bulunduğu için kızın ısrarları üzere onu da Rusya'ya getirmişti. Gelmesine izin vermesinin bir diğer sebebi de Öykü ile Ecrin'in bir zamanlar gerçekten yakın arkadaş olmalarıydı.
"Boşver." dedi hüzünlü bir gülümsemeyle.
Kız adamın masadaki elini tutunca Ulaş'ın bakışları oraya kaydı.
"İyi olacak, buna inanmalısın."
"Hiçbir şeyi düzgün yapamıyorum, hayatımdaki herkesi tek tek kaybediyorum Ecrin. Olan her şey benim hatam gibi."
Ecrin adamın elini daha sıkı kavradı.
"Her şeyi kontrol edemezsin, çocukça düşünceler bunlar. Hem kendini zayıf hissedersen o zaman ailene nasıl destek olabilirsin. Yapma Ulaş, kendini kaybetme."
"Güçlü gözükmeye çalışmak çok zor, Öykü'yü o halde görmenin bana nasıl hissettirdiğini bilemezsin. Kötü düşünmemek için kendimi zorlasam da olmuyor, durumunu sende duydun."
Ulaş çocukkende bütün zayıflıklarını Ecmel'e anlatırdı. Herkesin yanında dik duran omuzları Ecmel'in yanında düşer, tüm kalbini ona açardı. Taki yıllar önce Ecmel'in kendisine karşı hislerini fark edene kadar. O zaman aralarındaki tüm bağı koparmıştı Ulaş. Çok genç ve tecrübesizdi, gerçekleştirmek istediği bir sürü hayalleri vardı. Lise son sınıftaydı, Ecmel ise devlet lisesinde 3. sınıftı.
Korkmuştu Ulaş çünkü kendininde kızdan hoşlandığını biliyordu. Eğer ona daha fazla bağlanırsa hayalini kurduğu üniversiteden vazgeçme düşüncesi onu ürpertmişti.
Zaten Ecmel'de "Gitme. Benimle kal." demişti.
Fakat Ulaş gitmeyi seçmişti, duygularının hayallerine engel olmasına asla izin vermek istemiyordu.
Oysa yıllar sonra bir başka kadına aşık olduğunda o çok arzu ettiği hayallerine kavuşmak artık onun için bir şey ifade etmez hale gelmişti...
Kendisini kaybolmuş hissinden kurtarmaya çalıştı uzun süre. Ve sonunda onu bu dünyada en iyi anlayan kişinin yanında buldu kendisini.
Ecmel çocukken onun son durağı gibi olmuştu hep. Ona baktıkça hayata karşı cesur hissetmişti kendisini. Yine bu hissi aradı, güçlü olabilmeyi. Küçük bir kız çocuğu bu kadar güçlü olabiliyorsa bende başarabilirim dedi kendi kendine.
Yıllar sonra gördüğü kişi artık bir kız çocuğu değil güçlü bir kadındı. Fakat onunla ilgili bazı şeyler hâlâ hiç değişmemişti, yine aynı çiçekçi dükkanında çalışıyordu. Ecmel'i yine aynı dükkanda, çiçekleri ile beraber bulmuştu.
Genç kız Ulaş'ı ilk gördüğünde şaşırmış sonra boynuna sıkıca sarılmıştı. Ona ettiği sitemlerin ardı arkası kesilmedi bir süre. Sonra dükkanı kapatıp kısa bir yürüyüşe çıktılar. İçi içine sığmıyordu Ecmel'in. Ulaş'ın günün birinde tekrardan çiçekçi dükkanının kapısından içeri gireceğini hiç ummamıştı. İlk aşkı okumak için başka bir ülkeye gittiğinde aralarındaki tüm bağda kopmuştu.
"Niye geldin?" dedi cesaretini toplayıp.
Utanarak baktı Ulaş.
"Beni anlayacak birine ihtiyacım vardı." dedi zoraki bir gülümsemeyle.
Ecmel ne yazık ki kızamamıştı Ulaş'a. Onun ne halde olduğunu hep anlardı, yine anlamıştı. Hiçbir zaman Ulaş böyle yorgun, böyle sefil bir halde çıkmamıştı karşısına.
Tüm her şeyi öğrendiğinde ise duyduğu gerçekleri hiç duymamayı diledi. Onu sevdiğini söyleyememişti Ulaş'a. Ama şimdi onun başka bir kadınla nasıl imkansız bir aşkın içine düştüğünü dinliyordu.
" Ne diyebilirim ki Ulaş? Sende biliyorsun, onu unutmaktan başka çaren yok. Yada her şeyi göze alıp ona geri dönersin. Ama bunu yapmaya cesaretim yok diyorsan kendine eziyet etmeye son ver."
Duymak istediği şeylerde bunlardı zaten.
"Unutmuş çoktan, bende unutmaya karar verdim. Ondan bir parça bile geriye bir şey kalsın istemiyorum."
Kızın o gece duyduğu bu sözler bir nebze umut ışığı olmuştu. Fakat unutabilir miydi insan sevdiğini? Bunun cevabını biliyordu, çünkü o hiç unutamamıştı Ulaş'ı... Unuttuğunu sanmıştı sadece. Bu yanılgıyı da Ulaş'ı görünce anlamıştı.
O günün ardından Ulaş sık sık iş çıkışları Ecmel'in yanına gider olmuştu. Ne yaptığını çok iyi biliyordu adam, Asya'yı Ecmel'de unutmaya çalışıyordu. Bunun iğrenç ve zavallıca olması umrunda bile değildi.
Tek derdi sarhoş tutkulardan ayılmak, gerçekliğe dönmek olmuştu...
. . .
Zar zor olsada bilet bulabilmiş olmasına içi rahatlamıştı. Deniz ile yaptığı telefon görüşmesinden beri her şeyi unutmuş, sadece Öykü'yü düşünür olmuştu.
"Sakına Rusya'ya gelme. Victor sana da zarar verebilir." demişti adam.fakat onu dinlemek gibi bir düşüncesi yoktu.
Bir şeylerin gerçekleşmesinden korkmayı çoktan bırakmıştı, zaten artık yaşamak yada ölmek pek bir şey ifade etmez olmuştu. Ölüm korkusu da bırakmıştı yakasını. Yaşamanın artık kendileri için bir anlam ifade etmeyen herkese olduğu gibi...
Saatler süren yolculuğun ardından Deniz'den zorla öğrenebildiği hastahanenin yolunu tuttu. Hava kararmıştı ama bunun bilincine bile pek sonradan vardı. Aklı o kadar Öykü'deydi ki hiçbir şey umrunda değildi. Sadece arkadaşını birkez görmek istiyordu.
Hastahanenin resepsiyonundan kızın hangi katta kaldığını öğrendi ve hızla asansöre koştu. Sonunda herkesin bulunduğu koridorun başına geldiğinde karşısındaki görüntü gözüne çok tanıdık gelmişti. Yalnız üzerinde o gün ki gibi gelinlik yoktu. Ve Öykü'de ümitsizce bekleyenlerin arasında artık değildi. Gözleri istemsizce birisini aradı, bulduğunda ise göğüs kafesine bir darbe yemiş gibi hissetti.
Ulaş başını daha önce hiç görmediği bir kızın omzuna yaslamıştı. Güzel bir kızın, hatta Asya için kendisinden kat kat daha güzel bir kızın.
Küt kesilmiş koyu sarı saçları vardı Ecmel'in. Kaşlarına kadar uzanan ve ona çok yakışan kahkülleri ile Asya'nın aksine etrafına ışık saçıyordu. Anlamıştı, Ecmel Asya gibi değildi. Varlığıyla ben buradayım diyordu.
Yutkundu Asya, Ulaş'ın elini tutan ellere kaydı bakışları. Daha kötüsü olamaz derken hep daha kötüsüyle karşılaşıyordu. Kendisinin tutmasına izin vermediği eli başkası tutuyordu.
Omuzlarını dikleştirip onlara doğru yürüdü. Gözyaşlarını gizleyip yüzüne maske geçirmeyi öğrenmişti artık. Acıyı sadece içinde yaşamak ne kadar onu bitap düşürsede en azından dışarıdan güçlü gözükmek istiyordu. Buraya sadece Öykü için gelmişti. Kimseyi düşünmeyecek bu insanların onu ezmesine izin vermeyecekti. Bir kez daha bunu yapmayacaktı.
"Senin ne işin var burada?!"
Alev hanımın gözleri büyümüştü.
Ulaş halasının baktığı yere bakınca nefes alamadı bir an. Onu görünce tüm hissiyatları diriliyordu ve bundan nefret etti. Aniden ayağa kalkıp Asya'nın üzerine doğru yürüyen halasıyla kendini toparladı.
"Seni uğursuz! Niye geldin buraya ha!"
Kadının koridorda yankılanan sesi Asya'yı etkilememişti.
"Arkadaşım için geldim." dedi son derece sakin çıkan sesiyle.
"Arkadaş mı? Çıldıracağım! Benim yavrum senin arkadaşın değil! Defol buradan!" dedi tam Asya'yı itecekken fakat Ulaş o an araya girdiğinden ittiği kişi yeğeni olmuştu. Kadın tüm gücünü kullandığı halde adam sendelememişti bile.
"Tamam hala sakin ol. Böyle davranmanın kimseye faydası yok." dedi kadının omuzlarından tutup.
"O pislik burayı terk etmeden önce sakin filan olamam ben. Hayatımızı mahvettiği yetmiyormuş gibi birde buraya kadar gelmiş."
Asya biliyorduki önceden kendisine hakaret eden insanlara karşı Ulaş hayatta böyle bir tepki vermezdi. Kalbindeki yaralara bir yenisi daha eklenmesi çokta bir şey ifade etmiyordu artık genç kız için. Zaten darbe yemeye alışkın bur ruhu vardı.
Ulaş Asya'ya dönüp sertçe baktı. Sonunda korkmayı başarmıştı Asya. Öyle sert bakıyorduki Ulaş sanki büyük bir kusur işlemiş gibi hissetti kendisini.
"Buraya gelmemeliydin, burada ki hiçbir insanın seni istemediğini bile bile hangi cesaretle gelebildin?"
Öfkeliydi genç kıza, bu öfkesini de sesine oldukça net yansıtmıştı.
"Dediğim gibi, Öykü için geldim. Ve sizin beni burada isteyip istememeniz umrumda bile değil. Onun sesini tekrardan duyana kadar gitmeyeceğim." dedi korkusunu dahi gizlemeyi başarıp gözlerinden kıvılcımlar saçarken.
Ulaş'ın ürkütücü bir yanı olduğunu hep biliyordu fakat adam hiçbir zaman kıza bu yanını tam anlamıyla göstermemişti. Tek bir gece dışında. Fakat o zaman onu seviyordu ve adamın bu yanına katlanabilmişti. Oysa şimdi... Sevmediğini sanıyordu. Anlamıştıki adamdan görebileceği tek şey öfke olacaktı.
"Gideceksin." dedi Ulaş boğuk ve sert çıkan sesiyle.
Yutkundu Asya. Zayıf gözükmemek için öyle zorlanıyorduki.
Bir zamanlar bu adam değilmiydi zorla onu kendi ailesine katmaya çalışan. Bundan dolayı kavgalar etmemişler miydi? Her şey nasıl tersine dönebilmişti?
Asya'nın tepkisiz ifadesinden sözünün dinlenmeyeceğini anlayıp kızın bileğinden sertçe tutmuş ve sürüklemeye başlamıştı. Asya ne kadar beni bırak diye bağırsada umursamıyordu.
Adam kaşlarını çattı ve inanmıyormuş gibi kıza baktı.
"Sana her şeyi anlatacağım. İlk önce bileğimi bırakır mısın?"
Kızın ince bileğini tutan eline baktı. İstemsizce sertbest bıraktığında Asya'nın yüzünü ekşiterek bileğini ovuşturduğunu görünce yaptığı şeyden ötürü pişman olmuştu.
Tam özür dileyecekken kendisini durdurdu. Ona karşı kibar olmak gibi bir düşüncesi yoktu.
"Sana inanmalı mıyım?"
"Analatacaklarımı dinledikten sonra buna karar versen. Fakat burası bunun için müsait bir yer değil." Ulaş olumlu anlamda kafasını salladı.
Beraber bahçede bir banka oturdular. İkiside garip hissediyorlardı. Hep olmak istedikleri fakat olmaktan rahatsızlık duydukları yerdeydiler.
"Ne biliyor muşsun merak ediyorum.""
"Uzun bir hikaye biliyorum." dedi kırılgan bir gülümsemeyle.
"Kimden duydun bu hikayeyi?"
Özlemini duyduğu gözlerden bakışlarını kaçırdı.
"Deniz'den."
Duyduğu kahkaha irkilmesine sebep olmuştu.
"Ah şu Deniz. Gerçekten garip bir kızsın Asya. Sana kötülük yapan insanlardan kopamıyorsun bir türlü. Hayatına bir şekilde alıyorsun onları. Tıpkı ailene geri döndüğün gibi Deniz'in de hayatında yer etmesine izin verdin. Bunu ancak sen yapabilirdin. Sevilmeyi hak etmediğini söylerken hiçte haksız sayılmazmışım, ne dersin?"
Adamın alaylı yüzüne baktı. O an tüm maskesinden soyulmuştu istemsizce, incinmişliği yansımıştı yüzüne.
"Haklısın."
Yanındaki kadının fısıltıyla çıkan sesiyle tökezlemişti. Kendisi acı çektiği gibi ona da acı vermek istiyordu fakat bunu yaptığında her seferinde niye ağır bir darbe yiyordu anlamıyordu.
"Haluk Bey" dedi Asya kendisini toparlayıp.
"Hatırlarsan eski bir hakimdi."
Adamın değişen mimiklerine baktı, anlamlandıramadığı bir ifade vardı suratında.
"Davalarından birinde aldığı tüm tehditlere rağmen Rus bir mafyanın önemli bir kaç ismini içeriye atmış. Bir organ mafyası. Dünyanın her yerinden sokak çocuklarının ve daha nicelerinin canına katleden kocaman bir organizasyon. Hapse atmasına sebep olduğu isimlerde bu mafyanın Türkiye'deki en değerli isimleri. Haluk Beyin tehditlere kulak asmaması kendisine pahalıya patlamış. Bu kelime bile hafif kalır. Başına gelebilecek en korkunç şey gelmiş. Barış'ın abisini, Akın'ı yakalamışlar. Daha 7 yaşındaymış." sesi son derece üzgün çıkmıştı.
"İlk okula başladığı gün, gitmiş ama geri dönememiş. İzini de hiçbir yerde bulamamışlar. Haluk Beyde bu mafyayı bitirmek için hayatı boyunca uğraşmış fakat iki gün öncesine kadar başarılı olamamış.. İşin bir de Deniz boyutu var. Şoförünün oğlunun zekasını ve becerilerini bu mafyayı yakalamak için kullanmaktan çekinmemiş Haluk Bey. Deniz'i tüm ailesinden ve ülkesinden kopartıp Rusya'da buldukları çok küçük bir ip ucunun peşine atmış. Üstelik bütün olanakları Deniz'e sağladığı halde başarabileceğine pek inanmıyormuş. Deniz dedi ki ' Bana hiç güvenmedi. Ama ben başardım." İki gün önce Ulaş. Tüm mafyayı içten fethederken sadece bir kişi olanları sezmiş, bir kişi. Victor. Tanışmıştım onunla. Son derece kibar bir adamdı, Deniz'in anlattığı gibi biri olmasını hala kavrayamıyorum. Nasıl oldu bilmiyorum fakat Öykü ile arkadaş olmuşlardı. Deniz Öykü'den uzak durması için onu uyarmış fakat dinlememiş."
Gözleri dolmuş ve ağlamaya başlamıştı.
"Deniz'den intikamını Öykü'yü vurarak aldı. Yine benim yüzümden oldu, ikiside ilk defa beni dinlemeye geldikleri zaman karşılaşmışlardı. Ben çok üzgünüm, biliyorum bu kelimenin bir anlamı yok fakat... Öykü'nün sesini duymam lazım, nefes alamıyorum. Ona zarar gelmesini istememiştim, asla bilemezdim böyle bir şeyi."
"Sadece o adamın ismini mi biliyorsun?" dedi sertçe.
Öfkeliydi fakat bu öfkesinin sebebi Asya'nım tahmim ettiği gibi onu suçlu olarak görmesinden kaynaklanmıyordu. Deniz gibi tehlikenin içinde olan bir insanla yakın olması genç adamı endişelendiriyordu. Deniz yüzünden tanıştığı Victor Asya'yı da tanıyordu ve ona da bir zarar verebilirdi. Karşısındaki kızın aptallığından ötürü onu sarsmak istiyordu.
"Sen anlattıklarıma hiç şaşırmadın, tepki de vermedin." dedi Asya göz yaşlarını silip.
"Bildiğim bir hikayenin eksik bir tarafını tamamladın Asya. Sayende Öykü'yü kimin vurduğunu öğrendim."
Şaşkınca adama baktı.
"Nereden biliyordun bütün bu olanları? Oysa Barış'tan bile gizlenen bir hikaye bu."
"Eniştemden, Öykü'nün babası Aydın eniştem Haluk Beyle çok yakın arkadaşlar. Bütün bu olanları bana anlatmıştı." dedi istemsizce.
Aydın Bayin Ulaş'a bunları anlatmasının sebebi ise Asya'nın Deniz ile Rusya'ya gittiğini duyunca gözünün dönmüş olmasıydı. Deniz'in kıza zarar vermesinden korktuğu için o da Rusya'ya gidecek ve Asya'yı Türkiye'ye geri getirecekti fakat Aydın Bey bu hikayeyi anlatıp Deniz'in böyle bir işe bir daha kalkışamayacağını açıklamıştı. Zaten Asya mahkemede Deniz'in kendisine yaptıklarını anlattığından beri genç adamın yaptığı her hareket inceleniyordu. Haluk Bey olmasaydı Deniz'i çoktan hapse tıkmışlardı fakat Haluk Bey senelerdir uğraştıkları işin mahvolmaması için buna izin vermemişti.
"Demek sen de biliyordun Deniz'in ne iş yaptığını. Nasıl öğrendin?"
"Bu seni ilgilendirmez Asya." dedi ayağa kalkıp.
"Ben şimdi gidiyorum, Victor'mudur nedir her ne haltsa onunla ilgilenmem gerekiyor. Levent'i de yanına gönderiyorum sana bu günlük kalman için bir otel ayarlasın. Yarında ilk uçakla Türkiye'ye döneceksin."
Sinirle ayağa kalktı.
"Öyle bir şey olmayacak, Öykü'nün kendine geldiğini gördükten sonra gideceğim."
"Aptallık etme! Victor sana da bir zarar verebilir!"
"Bu niye umrunda olsun ki? Sadece beni ilgilendiren bir mevzu! Görende sanır beni önemsiyorsun."
Asya ile alakalı hiçbir his beslemek istemiyordu Ulaş. Onun için endişelenmekte. Ama ne yazık ki başaramıyordu ve bu onun paramparça olmasına sebep oluyordu.
"Doğru, ne halt yersen ye. Umrumda bile değilsin. İster dön ister dönme. İstersen kendini ateşe at. Zaten aptal bir kızsın, bu akılla fazla uzun yaşayamazsın."
Genç kızın içinden bir şeyler daha kopmuştu. Fakat bu sefer yaşadığı hüzne içten içe sevindi, eğer böyle devam ederse onu aklındanda kalbindende silmesi çok daha kolay olurdu.
"Ama." dedi kıza daha çok yaklaşıp.
"Ailemin etrafında dolaşma."
"Burada beklerim, Öykü kendisine gelir gelmez gideceğim."
Hava akşam olduğu için fazla soğuktu, Öykü kendisine iki gündür gelmemişti ve ne zaman geleceği de belli değildi. Bunu kıza açıklamak istediyse de son anda vaz geçti. Asya'nın yine 'beni niye düşünüyorsun.' cümlesini duymak istememişti. Çünkü cevabını bilmemesi gerekiyordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.