Yukarı Çık




42   Önceki Bölüm 
           
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun
Belki haziran’da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın teleş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin
                               Attila İLHAN



Boğazında acı bir tat, kulağında hüzünlü bir melodi vardı. Dünyaya ait olan tüm renkler gözlerinin önünden silinmişti. Sadece koyu bir siyah sarmıştı etrafını. O gece gökyüzünde ay da yıldız da yoktu. Ruhu karanlıklara bulanmışken sanki kendisine ceza olarak gözlerinden de ışık yoksun bırakılmıştı. Sırtını ağacın gövdesine yaslamış ve acılarla kıvranan ruhunu  kendi haline bırakmıştı. Delik deşik olmuştu, ne yapacağını bilemez haldeydi. Asya'yı bu hâle o getirmişti. Onu korumak isterken canını öyle yakmıştı ki... Nasıl düzeltebileceğini bilmiyordu. Düzeltilir miydi onu da bilmiyordu. Başını ellerinin arasına alıp ağlamaya başladı. Göğsündeki sancı fazla canını yakıyordu.
Dakikalar boyunca omuzları sarsıla sarsıla ağladı. Ona yaşattıklarını asla geri alamayacağını bilmek delirecek gibi hissetmesine sebep oluyordu. Yolun çok başında bitirmişti sevdiğini. Bu yük Ulaş'a çok geliyordu.
Ruhunu emen hayaletler peşini hiçbir zaman bırakmayacaktı. Sendeleyerek ayağa kalktı. Arabasına doğru yürürken ayağı tökezlemişti. Kendisini toparladı ve arabaya bindi. Ne yaptığı hakkında pek fikri yoktu, sadece Asya'yı düşünüyordu. Onun kendisine yaptığı şeyi. Kendisini bıçaklamıştı. Bunu düşündükçe aklını yitirecek gibi oluyordu. Dayanamayıp öfkeyle bağırdı. Elleri kendisine olan öfkeden titriyordu. Onun yanında olamamıştı. Hiçbir zaman onu kurtaramamıştı. Tek yaptığı Asya'yı daha fazla dibe itmekti. Arabasını ne kadar hızlı kullandığından habersiz bir şekilde sürdü.
Genç kızın evinin önüne geldiğinde ne yapacağına dair bir an kararsız kaldı. Biliyordu ki Asya'yı arasa aşağı inmeyi reddedecekti. Fakat onu görmesi lazımdı.İyi olduğundan emin olmalıydı ve sabrı hiç kalmamıştı. Evin bahçesinin etrafı uzun duvarlarla çevriliydi fakat bu Ulaş'ın gözünde fazla küçük bir engeldi. Duvarı kameraların çekmediği yerden tırmanıp bahçeye girdiğinde evin düzgün korunuyor olmamasından ötürü sinirlenmişti. İlk defa düşmanın sınırları içerisinde yer alıyordu fakat bunu umursadığı da yoktu. Evin camlarına dikkatle baktı. Odasının nerede olduğunu bilmemek gafil avlanmasına sebep oldu. Asya'ya bahçede olduğuna dair mesaj atıp beklemeye başladı.
Asya Ulaş'ın mesajını gördüğünde kalbi korkuyla atmaya başladı. Genç adamın ısrarlarına boyun eğmekten sakınmaya çalışıyordu. Ama Ulaş hep daha fazla zorluyordu. Mesajına cevap vermeyip camdan adama baktı. Orada durmuş öylece bekliyordu.
"Git." dedi mesajda sadece.
Ulaş telefondan kafasını kaldırdığında ikisinin de bakışları birbirini bulmuştu.
Susuz kalmış kuşun suya kavuşması gibiydi hissettikleri. Birbirlerine  muhtaç hissediyorlardı. Hafif bir ışık vuruyordu adamın çehresine. Asya fark ettiği şeyle yutkundu. Telaşla camdan ayrıldığında Ulaş kendisini birkez daha kimsesiz hissetti.
Birkaç dakika sonra Asya elindeki küçük kutuyla karşısında belirdi.
"Yüzüne ne oldu?" dedi çatallaşan sesiyle.
Genç adamın kaşı yarılmıştı ve yer yer yüzünde morluklar vardı. Ve Asya o an hayatındaki en mühim şeyin Ulaş olduğunu birkez daha anladı. Yüzünü o halde görmek ağır gelmişti yüreğine. Bu görüntü karşısında gözleri buğulanmıştı.
"Ne bu halin Ulaş?" diye adama yaklaştı.
"Yok bir şey. Önemli değil."
Kalbi hızlanmıştı adamın. Asya'ya inanamıyordu, hâlâ onun için endişeleniyordu.
"Nasıl yok bir şey, şu haline bak. Kim yaptı bunu?"
Sesi fısıltı halinde öfkeyle çıkmıştı. Aynı zamanda hüzünle.
Ulaş burukça gülümsedi. Bakışları pişmanlık doluydu. Asya ise onun gözlerine her baktığında kalbine ağırlık çöktüğü için bakışlarını kaçırdı.
"Yaranı temizlememiz lazım." dedi aceleyle.
Adam olumlu anlamda kafasını salladı.  Sonra Asya adamın yüzündeki yaraları temizlemeye başladı.
İkisi de sessizlerdi. Kızın eli yüzüne değince gözlerine kapattı Ulaş. Huzur bulmuş gibi yüzü gevşemişti.
"Canın çok yandı mı?" dedi Asya işini bitirince.
Ulaş gözlerini açtı. Asya can çekişiyordu sanki.
Bir elini Asya'nın sırtına, diğerini de ensesine koyup kendisine doğru bastırdı.
"Seni hiç hak etmedim."
Asya bu sefer karşı koyacak gücü kendisinde bulamamıştı.
"Seni yalnız bıraktım, ama sen hâlâ benim için endişeleniyorsun. Oysa ben sana asla söylememem gereken cümleleri söyledim. Hiçbiri doğru değildi, seni hep sevdim. En başından beri. Biliyorum, sevmek yeterli olmuyor bazen. Seni koruyamadım. Belki de hiç hayatına girmemeliydim, uzaktan sevmeye devam etmeliydim. Kurtulduğumuzda yollarımızı ayırmalıydık. Ama yapamadım, sen de beni sevmiştin. Bu bana cesaret verdi, herkesi yenebileceğimi sandım. Ne yazık... İçimdeki korkağı yenemedim. Seni koruyamamaktan korktum güzelim. Öleceğim sandım. Seni bu kadar yıkacağımı düşünemedim. Unutursun sandım. Yanılmışım, sen beni çok sevmişsin. Özür dilerim güzelim. Kendine zarar verecek kadar seni parçalara ayırdığımı bilmiyordum. Bilseydim seni bu hâle sokacağımı, kendine zarar vereceğini bilseydim... Bırakmazdım. Seni korumaya çalışırken tükettim. Affet."
Asya titreyen elleriyle Ulaş'ı itti. Tüm vücudu titriyordu.
"Sen biliyor musun?"
Olumlu manada yorgunca kafasını salladı.
"Yanında olmama izin ver sevgilim. Yaralarını iyileştirmeme izin ver, ben açtım onları. Ben kapatayım."
Ulaş'ın yüzündeki yaralara kimin sebep olduğunu anlamıştı.
"Kendini suçlama. Benim hatamdı, bilmeliydim. Kendimi sana kaptırmamam gerekiyordu." dedi kendisini toparlamaya çalışıp.
"Ama şimdi iyiyim, her şeyi atlattım. Uzun süredir tedavi görüyorum, bana iyi geldi. Artık kendimdeyim, hem Ulaş sen benim yanımda olmak zorunda değildin. Niye buna mecburmuşsun gibi hissediyorsun. Ben niye seni buna mecbur gördüm anlayamıyorum. Kendini bana adamaktan vazgeç, ben senden vazgeçtim. Sen de öyle yap. Sana artık kızgın da değilim. Olanlar için kendini suçlama, ben bundan sonra seni suçlamayacağım."
"Yalan söylüyorsun. Beni suçluyorsun, beni affetmedin."
"Affetmemiştim, doğru. Ama bu omuzlarımda büyük bir yük yaptı, artık taşıyamıyorum. Senden sadece hayatımdan çıkmanı istiyorum. Seni affettim."
"Bunu yapamam."
"Önceden yapmıştın,yine yaparsın."
"Yapamam Asya, sana mecburum. Sen bana mecbur olmasan da ben sana mecburum."
Asya burukça gülümsedi. Ulaş'a yeniden inanmaktan korkuyordu ve korkusunu gülümsemesinin arkasında gizliyordu.
"Kendini kandırma, kimse kimseye mecbur değil."
"Niye böyle yapıyorsun, beni hâlâ seviyorsun."
"Sen de dedin, sevmek yeterli değil."
"Öyleyse ne yapayım?"
"Git başımdan. Git. Çıkma karşıma."
" Yapamam ki."
Asya yere çöktü, sırtını duvara yasladı.
"Niye yapamayasın, yaparsın. Önceden yapmıştın."
"Senin için senden vazgeçtim."
"Yine benim için benden vazgeç öyleyse."
Ulaş'ta Asya'nın karşısına çöktü. Yüzleri birbirine fazla yakındı. Ulaş'ın  sakalları uzamıştı. Asya adamın yüzüne dokunmak istiyordu, hafifçe sakallarını okşamak. Bu isteği için de kendisine öfke duyuyordu.
"Yani bana diyorsun ki kendini öldür. Git Galata Kulesinden aşağı atla, ne yaparsan yap ama benden uzak dur." dedi hafifçe gülümseyip.
Asya'nın yapamadığı şeyi yapmış ve kızın yanağını okşamıştı. Asya gözlerini kapattı.
"Öyle demiyorum." dedi mırıltıyla.
"Benim yarınım sensin. Sen yoksan yarınım olmaz. Dünüm de sendin. Sensiz yaşayamadım, olmuyor işte sen olmadan. Anla be kızım, olmuyor." dedi sitemle.
Asya gözlerini açtığında Ulaş gözlerini kapatıp alnını kızın alnına dayamıştı. İkisinin de nefesleri kesilmişti.
Sonra Asya usulca kalktı, daha fazla bir şey söylemedi. Gittiğinde Ulaş hâlâ aynı yerde öylece duruyordu.
.
.
.
O günün üzerinden 5 gün geçmişti. Bu 5 gün boyunca genç adam ne kadar çabalasa da Asya'ya ulaşamamıştı. Ulaş hayatındaki en kötü günleri geçiriyordu. Bir el yüreğini sıktıkça sıkıyor, durmadan canını yakıyordu. Asya'ya yaşattıklarını bir an olsun aklından çıkartamıyordu. Ölecek gibi hissediyordu. Kabuslarında hep Asya'nın kendisine zarar verdiğini görüyor ve irkilerek terler içinde uyanıyordu.
Hep aynı kabusu görüyordu.
Sevdiği kadın bembeyaz bir gelinlik içinde Ulaş'tan kaçıyordu. Ulaş genç kadına sesleniyordu fakat Asya endişeyle ondan kaçmaya devam ediyordu. Sonunda ikisi de nefes nefese kalıp duruyorlardı. O an Ulaş   koşmak ve Asya'yı yakalamak istiyordu fakat bir şey buna engel oluyordu. O noktada Ulaş hiç hareket edemiyordu ve Asya elindeki bıçağı karnına saplıyordu.
Hep aynı kabusu görmek genç adamın uykularını kaçırmıştı. Ulaş tamamen uyumaktan korkar hale gelmişti.
Asya ise adamla birkez daha karşılaşmamak için iş yerinden eve bile gitmemiş şirkette kalmıştı. Çünkü biliyorduki Ulaş'ı affetmesine ramak kalmıştı. Adamın tatlı cümleleri kalbini her seferinde yumuşatmayı başarıyor, tüm acılarını unutmasına sebep oluyordu. Hatta Ulaş ondan af dilenirken içinde bir yerlerde onu tamamen affedemediği için kendisine kızıyordu. İçindeki o sese itimat etmemek için durmadan çabalıyordu. Ulaş'a tekrar güvenmek aptallıktı. Her şey başa sarmıştı sanki fakat artık o kız yoktu. Her söylenene gözleri kapalı inanmaması gerektiğini öğrenmişti yahut öyle olduğunu sanıyordu.
Tüm bunlara rağmen yol kat ettiğini sanarken Ulaş'ı istiyor, onu çırpınışlardan azad etmek için büyük bir arzu duyuyordu. İşte o noktada uzak durması gerektiğini anlamıştı. Yoksa kanacaktı. Yahut en uykun kelime neyse o olacaktı. Affedecekti yapılan her şeyi.
Zor geçiyordu onsuz hayat. Büyük zahmetti. Peki gurur muydu onu alıkoyan? Yoksa özsaygısı mı? Kor ateşin içinde aylarca yakmıştı Ulaş onu. Şimdi serin sularda yüzdüreceğini söylüyordu.
Bu düşünceler içinde cebelleşirken  duvarlar üzerine gelmeye başlamıştı. Akşam üstü olmuştu. Asya şirketten çıkıp arabasına bindi. Nereye gittiğini düşünmeden arabayı sürmeye başladı. Sonunda eski okulunun önünden geçecekken gözü okulunda takılı kalmıştı. Arabasını park edip okulu izleme başladı. Garip şeyler hissediyordu.
Her şeyin başlangıç noktası burasıydı. Bir zamanlar şimdi baktığı noktada oturup insanları izlemeyi çok severdi. O sırada oturup camdan dışarıyı seyrederken nedense sorularına cevap bulacakmış hissine kapılırdı. Doğrusu Asya cevabını öğrenmek istediği soruların ne olduğunu bile bilmiyordu o zamanlar. Sadece yalnız hissediyordu.  Asya'nın bilmediği, daha doğrusu hiç hatırlamadığı bir şey vardı. Daha bu okulda okumazken şimdi durduğu yerde durmuş, yine aynı cama bakmıştı. O zaman  önceden hiç eşine rastlamadığı bir çift gözle bakışları ilk defa buluşmuş, kalbi ilk o an teklemişti.
Kaderinin bu kişiye bağlandığını bilemezdi. Asya anımsamaya başladığı hatıradaki kişinin yüzünü gözlerinin önünde canlandırdı. Oydu. İlk burada göz göze gelmişlerdi. Ulaş o sırada oturup dışarıyı izlerken kendisine doğru bakan ufak bir silüet  görmüştü. O andan sonra ne Ulaş ne de Asya birbirlerini bir daha hatırlamışlardı.
Asya emin olmak istedi, anımsadığı görüntü fazla silikti ve zihninin ona tekrardan oyun oynamasından ürküyordu. Telefonunu eline aldı, aramaktan vazgeçti çünkü yapacağı şeye tezat bir şekilde sesini duymaktan çekiniyordu.
Genç adama mesaj attıktan sonra sabırsız hissetti.. Merak ettiği sorunun cevabını Öykü'den de öğrenebilirdi fakat Asya Ulaş'ı aramayı seçmişti. Kendine itiraf edemedi fakat Ulaş'ı görmek arzusuyla kavruluyordu. Bu düşünceden kaçabildiği kadar kaçmıştı o ana kadar.
Hem alacağı cevap neyi değiştirirdi? Göğsünün üzerine bir sıkıntı çöktü. Yahut büyük bir heyecan. Bilemiyordu.
Dakikalarca düşünceleriyle cebelleşti. Her saniye aldığı kararları süzgeçten geçiriyor, düşünceleri birbirini kovalıyordu.
"Asya." dedi Ulaş kızı kolundan tutup.
Genç adam oldukça heyecanlıydı, günlerdir kabuslarını ele geçiren kadın şimdi karşısındaydı.
Genç kız bir anlığına ürkmüştü fakat Ulaş ile gözleri buluşur buluşmaz sebepsizce rahatladı.
"Geldin."
"Çünkü gelmemi istedin." dedi Ulaş gülümseyip.  Bakışlarında hem çaresizlik hemde umut vardı.
"Teşekkürler." dedi ve sustu.
Adam merakla kızı bekliyordu. Asya kafası ile okulu işaret etti.
"Burada olanlar yüzünden hiç kendini suçladın mı?"
Ulaş kısaca okula baktı, şaşırmıştı.
"Hayır." dedi net bir şekilde.
Sesi tuhaf çıkmıştı, bu konudan bahsetmeyi istemiyordu.
"Hiç mi?"
"Hiç."
"Ben suçladım, uzun süredirde suçluyordum. Herşeyden kendimi sorumlu tutuyor, kendimden nefret ediyordum."
Sonra gülümsedi. Utangaçça Ulaş'a baktı.
"Ulaş seni sıkmıyorum değil mi? Yani demek istediğim sırf bunları anlatmak için seni çağırmama kızmadın, değil mi?"
Kızın sözlerine karşılık genç adam neşeyle gülümsedi. Adamın gülümsemesinde takılı kalıyordu Asya.
"Bunu düşünmen komik, beni çağırmanla ne kadar mutlu olduğumu hayal edemezsin.  Üstelik günlerdir sana ulaşmaya çalıştığım hâlde benden kaçtığını düşünürsek."
"Doğru, tutarsızım. Ama sadece son günlerde içimde bir şeyler koptu. Eksilen birkaç şey var. Sana anlatmak istedim. Dedim ya işte hep kendimi suçluyordum. Herşeyden ötürü, sebepsiz yahut sebepli bir şekilde. Kendi kendimin hayatını karartıyordum. Yaşanılanları hak ettim diye düşünüyordum."
"Hâlâ öyle mi düşünüyorsun?"
"Hayır, beni boğan her şeyi öldürdüm, yok ettim. Artık yaşanılanları hak ettiğimi düşünmüyorum."
"Öyleyse şimdi nasıl hissediyorsun?" dedi samimiyetle.
"Özgür hissediyorum. Benliğimi hapsolduğu yerden kurtardım. Dünyaya artık karanlık bir yermiş gibi de bakmıyorum. Çocuk gibi hissediyorum. Sen çocukken dünyayı nasıl gördüğünü hatırlıyor musun?"
"Hayır, maalesef hatırlayamıyorum."
"Anlıyorum, belki de sadece içindeki karanlığı öldürüp kendini özgür bırakanlar hatırlıyorladır bunu; çocukken dünyayı nasıl gördüklerini."
Ulaş o an Asya'nın gözlerine bakamadı. Onu hiç hak etmediğini her zerresinde hissediyordu.
"Peki bana hatırlatır mısın? Bunu hatırlayabilmek için sana ihtiyacım var."
Asya gülümsedi fakat Ulaş Asya'nın yüzüne o an bakmadığı için bunu görmedi.
"Sen de bu okulda okumuştun değil mi?"
"Nereden biliyorsun?" dedi merakla kızın yüzüne bakıp.
"Hiç söylememiştin. Seni hatırladım bugün.  Tam burada durmuş şuraya bakıyordum." dedi okulun camını gösterip.
"O sendin değil mi? Lisedeyken oradan dışarıyı mı izlerdin? Benim yaptığım gibi?" dedi gülümseyip.
"Evet. "
"Niye orada oturmayı sevdiğimi şimdi anladım, seni ilk orada görmüştüm. Kaderlerimiz birbirine bağlanmış gibi. Her kapı sana çıkıyor."
"Söylemiştim, birbirimizin kaderiyiz." dedi Ulaş iç çekip.
Asya genç adamın ellerini iki avucunun arasına alıp öptü.
Ulaş nefessiz kalmıştı.
"Haklıydın, ben sana mecburum. Senden kaçmaya çalışmak sadece canımı yakıyor."
Ulaş afallamıştı. Yaşadığı anın gerçek olmadığını düşündü. Ama Asya kanlı canlı karşısındaydı, burnuna dolan kokusunu rüyalarında duyumsayamazdı. Gerçekti, sevdiği kadın tarafından hak etmediği hâlde beklemediği bir anda affedilmişti.
Bir masalın sonunda gibiydi, çocuklar kadar neşeliydi. Aylar sonra kulaklarına kuşların sesleri dolmuştu. Yaptıklarından dolayı duyduğu ızdırap küçülmemişti fakat artık sadece o ızdırap çığlıkları yankılanmıyordu yüreğinde.
"Asya ben..." kelimeler bağazında düğüm olmuştu.
Genç kızın kalbini ısıtacak sıcak bir gülümseme sundu ona.
Asya ömrünü böylesine güzel gülümseyen bir adamla geçireceğini düşününce Ulaş'ın tüm çektirdiği acıları unutmuştu. Bir iki çift güzel söze kanmamıştı fakat bu gülüşe bu bakışa yeniden inanmıştı. Onu affettiği için belki sonraları kendine çok kızacaktı, aldığı ani bir karardan başka bir şey değildi. Ulaş'ı çağırdığında dahi bunu düşünmemişti. Sadece onunla konuşmak istemişti. Hayatına girmesine izin vermeyi planlamamıştı. Fakat Ulaş ona her baktığında, genç adamın sesini her duyuşunda içinde cayır cayır yanan aşka yenik düşmüştü. Belki de aşka baş kaldıracak kadar güçlü değildi. Fakat bu güçsüzlükten o an memnundu Asya ve genç adamın güven duyduğu kollarına kendisini bırakmıştı.
"Bu sefer seni üzmeyeceğim."
"Hiç mi?" dedi Asya küçük bir tebessümle.
"Hayır güzelim, hiç."
Genç adam özlemle kızın alnını öptü.
"Seni düşününce bana ne olur biliyor musun?" dedi kendisini geri çekmeden.
"Ne olur?"
"Bütün şehir kaybolur gözümden, bir sen kalırsın."
.
.
.
Tüm düşüncelerini kitaba vermek istiyordu fakat Barış buna engel olmaktan vazgeçmiyordu.
"Yapma." dedi sabrı tükenip.
"Neyi?"
"Bana bakma diyorum. Dikkatim dağılıyor."
Barış buna karşın karısına bakmaya devam etti. Yanağını yumruk yaptığı eline dayamış dakikalardır aynı pozisyonunu koruyordu.
Öykü yanındaki yastığı Barış'a atıp kitabı elinden bıraktı.
"Çok muzursun." dedi kaşlarını çatarak.
"Peki, sen öyle diyorsan."
"Üstelik küstahsın."
Barış kızın sahte öfkesine karşın iki kaşını kaldırıp gülümsemekle yetindi. Öykü Barış'a öfke ile bakıp odadan çıktı fakat geri dönmesi çok hızlı olmuştu. Kendini daha demin kalktığı koltuğa attı.
"Niye böyle yapıyorsun? Hiç eğlenceli değil?"
"Nasıl yapıyor muşum?" dedi şefkat dolu bir sesle.
"Bunu, bir aydır evliyiz ve seninle bir kere bile kavga etmedik. Hep beni alttan alıyorsun."
"Kavga etmemizi mi istiyorsun?"
"Evet, yani hayır. Of bilmiyorum. Tabiki de kavga etmek istemiyorum ama bu kadarı fazla. Seninle tartışmıyoruz bile, her dediğime onay veriyorsun. Hep beni tasdikliyorsun, tartışmalardan kaçınıyorsun. Bu iş fazla sıkıcı bir hál aldı. Seninle bir konu hakkında tartışmayı özledim, bu kılıbık hallerin hiç hoşuma gitmiyor söyliyim."
Genç adam kızın sözlerine karşılık kahkaha attı.
"Kılıbık he, bu sefer de kılıbık olduk. İyiymiş. Doğrusu sevgilim, sana karşı çıkmak hiç içimden gelmiyor." dedi kollarını kafasının arkasına koyup.
"Barış, bu sen değilsin. Bir an önce kendine gel."
"Aslında Öykü  korkuyorum." dedi Barış derin bir nefes alıp.
"Neyden?"
"Herhangi bir konuda seni üzmekten."
"Öyleyse seni azat etmeliyim. Sandığının aksine kırılgan bir bebek değilim."
"Bu sana karşı gelebilirim demek mi oluyor?"
"Hahha lütfen Barış. Seni bu kadar ürkütecek  ne yapmış olabilirim aklım almıyor."
"O zaman derin bir nefes alabilirim. Kendimi uzun süredir kasıyordum, doğrusu uzun süredir sana bir şey söylerken iki kere düşünmek zorundaymışım gibi bir hisle kaplıydım. Bu şekilde olmamı sen de istemiyorsan peki öyleyse. Fakat şimdiden uyarayım eski nazik İstanbul beyefendisini aramak yok ona göre."
"Peki peki söz." dedi Öykü asker selamı vererek.
Genç adam ayağa kalkıp yüzündeki sinsi sırıtışla kıza doğru yürümeye başladı.
"Niye öyle bakıyorsun?" dedi Öykü koltuğa  daha çok yaslanarak.
"Acaba?" dedi ve tek kaşını kaldırdı.
Öykü korkuyla tam kaçacakken Barış onu yakaladı ve kızı gülme krizine sokacak şekilde gıdıklamaya başladı.Kahkahalarla gülmekten gözünden yaş gelmişti, kendisini kurtarma çalışsa da bunu başaramamıştı.
Sonunda Öykü nefessiz kaldığında adam karısını serbest bırakmıştı.
"Bu neydi şimdi?" dedi nefes nefese.
"Bundan nefret ettiğimi söylemiştim."
"Evet söylemiştin, ve şimdi de senin her dediğini kabullenmememi söyledin. Görüyorsun ya karıcığım, hep seni dinliyorum. Kılıbık olmanın hakkını vermeliyim değil mi?"
"Seni pislik." dedi Öykü adamın koluna sertçe vurarak fakat bu sadece kendi canını yakmasına sebep olmuştu.
"Sana kılıbık dememin intikamı mıydı şimdi bu?" dedi elini havada sallayıp.
Barış kızın havada sallayan eline küçük bir öpücük kondurdu.
"Bunu bir daha deneme, kendine zarar veriyorsun."
Öykü yüzünü ekşitti.
"Ah ne minnoş bir koca." dedi alayla.
"Biliyor musun Öykü, seni memnun etmek çok zor."
"Annem gibi konuştun."
"Evlenince gerçek yüzünle karşılaştım. Annemin hakkında bana söylediklerinde ne derece haklı olduğunu seninle yaşayarak öğreniyorum."
"Annem sana beni çekiştirdi değil mi? Ah bunu yapacağına o kadar emindim ki."
"Bunu ağzımdan kaçırmamalıydım." dedi Barış küçük bir pişmanlıkla.
Öykü buna cevap vermedi fakat yarım dakika sonra gülmeye başladı.
"Ne oldu?" dedi Barış karısına tuhaf bir bakış atıp.
"Farkında mısın evlendiğimizden beri ilk defa tartışıyoruz seninle. Gerçekten bunu özlemişim. Yalnız sen de az biriktirmemişsin içinde. Umarım hakkımdaki olumsuz düşüncelerin bunla sınırlıdır. Söylemeden de geçemeyeceğim beni memnun etmekte çok kolaydır. Ne memnuniyetsizliğimi gördün?"
Barış gözlerini kısarak Öykü'ye baktı fakat konuyu uzatmanın kendi yararına olmayacağını bildiği için sustu.
"Söyle söyle, tutma içinde. Nede olsa kartlarımızı dağıtıyoruz."
Barış karısının gönlünü almak yanağını öpüp geri çekildi.
"Doğru, sen dünyanın en hanım hanımcık eşisin. Seni memnun etmek küçük bir çocuğu memnun etmekten daha basit."
"Geç dalganı Barış Bey. Ne çabuk döndün eski haline ya. Şaşılacak bir durum, bunu bekliyor gibiymişsin."
"Bekliyormuşumda farkında değilmişim."
Öykü daha demin bıraktığı kitabı tekrardan eline aldı.
"Alındığını söyleme sakın."
"Alınmadım zaten!"
"Ses tonun hiçte öyle söylemiyor."
Kız kitabı tekrardan bırakıp adama baktı.
"Ben memnuniyetsiz huysuz bir kadın mıyım Barış?"
"Huysuz demedim."
"Ha huysuz ha memnuniyetsiz ne farkeder. Aynı şey."
"Öykü üzgünüm. Seni kırmak istememiştim. Buna kırılacağını bile düşünmemiştim."
"Vicdan azabı çek öyleyse." dedi Öykü ve odayı terk etti.
Barış ne yapacağını şaşırmış halde öylece kalmıştı. Öykü evlendiklerinden beri ilk defa kendisine alınıp gitmişti. Karısının gönlünü almak için hızla onun yanına gitti fakat Öykü kapıyı kilitlemişti.
"Sevgilim özür dilerim, seni kırmak istememiştim."
İçinde garip bir endişe vardı. İlk defa böyle bir şey yaşıyordu ve kendisini acemi hissediyordu.
"Öykü, sevgilim bir cevap ver lütfen."
Ses gelmeyince kapıya yüklendi.
"Şu kapıyı açar mısın Öykü? Fazla alınganlık yapıyorsun. Hatırlatırım sen de bana kılıbık dedin. Tabi şu halime bakılırsa haksızda sayılmazsın ya."
Öykü kapının arkasından sessizce güldü.
"Bir şartla kapıyı açarım?"
"Tabi ne istersen." dedi bıkkınlıkla.
Sanki karşısındaki karısı değilde küçük şımarık bir kız çocuğu gibiydi ve Barış bundan pek keyif almıyordu.
"Beni bir daha gıdıklamayacağına dair söz ver."
"Ne?"
"Söz ver işte, beni bir daha gıdıklamayacaksın."
"Tamam söz gıdıklamayacağım."
Öykü gülümseyerek kapıyı açtı.
"Bu neydi şimdi?" dedi Barış kaşlarını çatıp.
"Beni gıdıklamanın cezası Barış Bey.  Bu benim kırmızı çizgimdi, bir daha geçmezsin umarım."
Barış o anda Öykü'nün kendisine küçük bir oyun oynadığını anlamış oldu ve buna karşın kızdan intikam almak istedi fakat karısının geri tepkisinin boyutundan çekindiği için bu noktada suların durulmasına izin verdi.
O gün beraber akşam yemeğini hazırlarlarken aynı zamanda ikisi de bir türkü tutturmuşlardı.
"Asya bizi duysaydı muhtemelen türküyü katlettik diye ağlardı."
"Seni bilmem ama benim sesim güzel." dedi Barış.
"Olabilir ama bu güzelim türküyü söyleyemediğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Bir kere Asya'dan dinlemiştim bu türküyü. Sesi çok güzeldi."
"Asya demişken, Ulaş'la dayının arası düzeldi mi?"
"Hayır, ikisi de hâlâ birbirleriyle konuşmuyorlar. Dayımın karanlık bir tarafının olduğunu biliyordum fakat Asya konusunda Ulaş'ı tehdit etmesi akıl kârı değil. Ulaş'ın yaptığına ne dersin, neyle tehdit etmiş adamı. Fiyasko resmen. İkisi de birbirinden beterler. Ortada aile diye bir kavram kalmadı ne yazık ki. Yengem dayıma çok öfkeli. Ulaş'la da kavga etmişler fakat Asya yumuşatmış aralarını. Neyseki bu ailede en azından yengem Asya'yı seviyor. Annemle de konuştum dün. Bundan sonra kızın üzerine atlamayacağına dair sonunda söz aldım kendilerinden. Bir ailede istenmeyen gelin olmak kadar berbat bir durum yok, neyseki ben o yönden oldukça şanslıyım." dedi Barış'a göz kırpıp.
Barış karısının burnunu sıktı.
"Oğullarına senden daha iyi bir eş bulamayacaklarının farkındalarda ondan. Ulaş'lar içinde sıkma canını. Her şey gibi bu durumunda üstesinden geleceklerdir."
"Umarım." dedi Öykü. Barış karısının alnına küçük bir öpücük kondurdu.
.
.
.
Uçakta giderken camdan bulutları izliyordu. Uzun süredir olmadığı kadar huzurluydu fakat her güzel hissin yanında bir buruklukta oluyordu. Mutlaka. Ailesiyle Ulaş'tan ötürü tekrardan sorun yaşamıştı. Onlarla sahtede olsa bir ilişki kurmayı başarmıştı fakat Ulaş ile olan beraberliği birkez daha buna son vermişti.
"Babanlar için üzülüyorsun değil mi?" dedi Ulaş Asya'nın elini tutup.
"Sen kötü bir evlat değilsin Asya. Yanlış bir şey yapmadın. Onları her seferinde affetmen bile senin ne kadar düzgün bir evlat olduğunu gösteriyor."
"Kendimi suçlamıyorum zaten. Ama yine de böyle olmasını istemezdim. Keşke kabullenebilseler bizi. Hepsi, senin ailen. Benim ailem... Eğer öyle bir gün varsa, o güne atlamayı isterdim."
O gün gelecekti fakat o anda ikisi de bunu bilmiyorlardı. İlk çocuklarını; Gül'ü kucaklarına aldıklarında yaşayacaklardı o an istedikleri şeyi. Asya'nın babası o gün affedecekti kızını. Kötü bir baba olmanın verdiği pişmanlığın acısını iyi bir dede olarak çıkarmaya çalışacaktı. Herkes o gün ikisini de kabullenecekti. Alev Hanım dahi sonunda Asya'yı sevmeyi başaracaktı o gün. Bütün bunları Asya ve Ulaş tek başlarına başaramayacaktı o güne kadar fakat Gül hepsinin üstünden gelecekti ve bu iki düşman aileyi birbirine bağlayacaktı. Tüm düşmanlıklar Asya'nın babası ve Ulaş'ın annesi arasındaki minik torunlarını kucağa alma kavgasında herkesin gülmesiyle son bulacaktı. Herkes bu tartışmaya kahkahalarla gülerken Ulaş ve Asya göz göze gelip bu anı hatırlayacaklardı. Sonra ikisinin de aklından aynı şey geçecekti. Bağışlamanın ne kadar zor ve değerli bir duygu olduğu...
"Ben o güne atlamak istemezdim." dedi Ulaş.
"Neden?"
"Seninle olan her anımı doyasıya yaşamak istiyorum. Mümkünse olabildiğince yavaş geçsin istiyorum. Hatta zaman dursun istiyorum. Asya senin yüzünden ben çok şey istiyorum."
Genç adamın sözlerine karşılık Asya elini daha çok sıktı.
"Haklısın, belki de her şeyi unutup seninle olan zamanımın tadını çıkartmalıyım."
"Kesinlikle böyle yapmalısın birtanem, tek düşüncen ben olmalıyım."
Asya başını Ulaş'ın omzuna dayadı ve genç adamın  elleri ile oynamaya başladı.
"Asya." dedi Ulaş çekingen bir sesle.
"Efendim?"
"Senden bir şey isteyeceğim, beni anlamanı umuyorum."
Merakla yanındaki adama baktı.
"Nedir isteyeceğin şey?"
"Deniz ile bir daha görüşmemen."
"İstesemde görüşemem. Deniz gitti."
Ulaş şaşırarak kıza baktı.
"Seni affettiğimi söylediğimde bir daha karşıma çıkmayacağını söyledi. Bunu beklemediği çok belliydi. Ona defalarca söylemiştim bana karşı içinde ümit taşımamasını. Ama beni dinlediği yoktu. En sonunda da içindeki tüm ümit yok oldu. Ve gitti."
"Hayatında aldığı en doğru kararı almış."
"Bilemiyorum, Ela ondan hoşlanıyordu. İkisinin birlikte olmasını tercih ederdim, fakat o Ela'yı hiç sevmedi."
Ulaş kıza ters bir bakış attı, duyduğu şeyden pek memnun değildi.
"Yine de gitmeden önce Ela onu yakalamayı başarmış. Hayatına Rusya'da ressam kimliği ile devam edecekmiş. Öyle söylemiş Ela'ya. Buradaki hayatı oradakinden çokta gerçekçi değilmiş. Düşünsene buradaki tüm hayatı sahte. Hiçbir zaman gerçek bir hayatı olmadı."
"Beni pek ilgilendirmiyor hayatının sahte olup olmadığı. Benim gözümde masum olan insanları kendi hayal dünyasında sorgulayıp işkence çektiren bir yaratık. Yaşadıkları az bile. Canını almadığıma şükretmeli."
"Onu hiç affetmeyeceksin değil mi?"
"O odada tek başıma olsaydım belki unuturdum fakat tek değildim. Sana yaptıklarına her Allah'ın günü şahit oldum Asya."
Her ikisi içinde unutmaya çalıştıkları o sefil günler bir zamanlar hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu. Fakat şimdi sadece anılara hapsolmuştu.
"Ülke değiştirmemize sebep olan sürprizini çok merak ediyorum." dedi Asya konuyu dağıtmak isteyip. O günleri aklına dahi getirmek istemiyordu.
"Biraz daha sabretmen gerek güzelim."
Uçaktan indiklerinde yüzlerine sert ve soğuk bir hava çarpmıştı.
"İzlanda en az Rusya kadar soğuk." dedi Asya Ulaş'a yanaşıp.
Beraber kalacakları otele gittiler. Her yer karla kaplıydı.
"Sürprizi mi gerçekten tahmin edemedin mi?"
"Ya çok aptalım yahut fazla yorgun ve uykulu."
"Peki öyleyse, uyu sen. Akşam seni uyandırırım."
"İyi olur." dedi Asya esneyerek.
Akşama kadar zor sabretmişti Ulaş. Akşam olduğunda umduğu şeyi görmesiyle Asya'yı öperek uyandırdı.
"Hadi uykucu, kalkma vaktin."
"Niye bu kadar sabırsız gözüyorsun."
"Az sonra anlayacaksın." dedi Ulaş.
Otelden dışarı çıkmadan önce Ulaş Asya'nın gözlerini kapşonu ile kapattı ve elinden tutup onu yönlendirdi.
"Şimdi gözlerini açabilirsin. Ama direk gökyüzüne bak."
Asya uyku sersemi bir şekilde gözlerini açtığında hayretler içerisinde kalmıştı. Hayatında hiç böyle bir şeye şahit olmamıştı. Birçok kez hayalini kurduğu şeyi yaşıyordu o an.
"İnanamıyorum, kuzey ışıkları." dedi heyecanla.
Gökyüzü bir şölen halinde rengarenk ışıklara bürünmüştü. Hayatta böylesine çok nadir güzellikler vardı.
Kapkaranlık bir gecede gökyüzünde yeşil desenler dans ediyordu. Yer yüzü ise beyazlar ile örtülüydü. Üstelik yanında sevdiği adam vardı. Hayallerinin üstünde bir andı.
"Ama bu çok güzel." dedi büyülenmiş bir şekilde.
"Gökyüzüne bakmayı sevdiğini biliyorum, havai fişekleri kötü bir fikirdi. Ama o gün gökyüzünü istediğin renge boyayacağıma söz vermiştim. Bugün sözümde duruyorum güzelim. Tabi bunları ben yapamam ama. Umarım gökyüzünde istediğin her rengi görebilirsin."
"Bundan daha iyisi olamazdı." dedi Ulaş'a sıkıca sarılıp.
"Burada tamda bu anda hayatımda hiç kötü bir şey yaşamamış gibi hissediyorum Ulaş. Her şey o kadar güzel ki. Bu ışıklar, arkasındaki tonlarca yıldız, sen, ikimiz. Sözlerin." dedi gülümseyip.
Ulaş eldivenli eliyle kızın yanağını okşadı. 
"Ben hayatım boyunca bu gökyüzünden daha güzel bir şeye bakmak istiyorum, her sabah uyandığımda senin şuan yaşadığın sevinci, mutluluğu tatmak istiyorum. Bunu yaşamama izin verir misin Asya'm? Benimle evlenir misin?" dedi cebinden yüzüğü çıkartıp.
Kafasını olumlu anlamda sallayıp "evet"  dedi. Sesi titremişti. Kalbi hızla çarpıyordu.
Eldiveni çıkartıp parmağına yüzüğünü taktı. Sonra genç adamın omzuna başını yaslayıp kuzey ışıklarını izlemeye başladı.

                                    SON






Final bölümü ile karşınızdayım. Umarım beğenerek okuduğunuz bir hikaye olmuştur. Hikaye hakkında düşüncelerinizi merak ediyorum, bunun için yorumlarda hikaye hakkında fikirlerinizi belirtirseniz beni çoook memnun edersiniz. Ama muhtemelen çoğunuz benim gibi gizli okuyuculardan 😬 Neyse artık belirtmesenizde olur. Çocuklukken kendi hayallerimdeki karakterlerin başkalarında hayal dünyasına girmesini çok isterdim. Bunu yaptığım için mutluyum 😅 Bütün görünmez okuyucularıma elveda😂 Hoşçakalın 🤗


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


42   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.