Yukarı Çık




41   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   43 

           
O an her şey gözüne öyle boş geldi ki. Tüm şu koşuşturmaca. Yaşam savaşı. Güzel yemekler yemek, kaliteli kıyafetlerin vücudunu örtmesine izin vermek. Dünyanın en harika yerlerini gezmek, görmek ve öğrenmek. Hepsi niye, niçin? Yok olacaktı her şey. Hepsi son bulacaktı, hatta kendisi de. Ve asla Asya'ya kaybettiği çocukluğunu geri veremeyecekti. Günün birinde 
tükenecekti tüm bunlar... Ne okuyacak bir kitap kalacaktı geriye ne de koklayacak bir gül. Gözlerini yumacaktı tüm dünyaya. Sevdiği kadına kaybettiği çocukluğunu hiç veremeyecekti. İstese de istemese de çehresi, elleri kırışacaktı. Bir müddet sonra da toprak olacaktı. Hepimize olduğu gibi zaman onun da üzerinden geçecekti.    

İçten içe ruhunu bir düşünce kemirmeye başlamıştı. Kendi hep mutlu bir hayat geçirmişti, en azından öyle sanmıştı. Ama Asya. Çocukluğuna geri dönemez ve geçmişini değiştiremezdi. Gençlik çağının başlarını da kendi mahvetmişti. İyice nefret etti kendinden. Nefret dolu ve yalnız. Asya'sız bir yaşam değersizdi onun için. Hayal bile edemez hâle gelmişti. 

Doğduğu günden beri ilk defa böyle yalnız hissetmişti. Peki Asya, o hep böyle mi hissederdi. Yalnızlığın derinliğine bu kadar inmiş miydi?  Eğer bu anlamsız dünya da Asya yanında olmayacaksa yaşamanın bir değeri kalır mıydı, bilemedi. Sevgi olmadan hiçbir şey olmuyordu. Sevmek ille gerekti. Yoksa insan olmak bize çok uzaktı.

Onsuz yaşayamayacağını anladı, Asya'nın sevgisi olmadan katlanamazdı gözünde hiçe bürünen dünyaya. Mecnuna dönüşmek istedi, Mevlasını bulmak. Ama yazık ki Mecnun kadar da yol almış değildi, hâlâ Leyla 'ya takılı haldeydi. Ne büyük ızdırap. Leyla'yı geçememek ne acıydı. Ciğerinin yandığını hissediyordu. Aşk buydu demek. Öncesi neydi bilmiyordu. Ama aşk buydu. 

Dudaklarını yakan ismi soludu.

"Asya. Seni hâlâ, hemde seni çok..."

Adamın bitap hâli, düşkün ve asla mağrur olmayan duruşu Asya'yı suçlu hissettirdi. Ulaş'ın hâli öyle garipti ki sanki çektiği tüm acıları o değil de Ulaş yaşamıştı. Yüreğine bir ağrı düştü. 

"Üzme kendini." demek istiyordu. "Bu kadar üzme. Ve artık beni sevme."

O muhtaç olduğu sevgi Ulaş'ı yok edecekse varsın kendisi yok olsundu. Asya'yı sevmesindi Ulaş. Dudakları titredi Asya'nın. Ulaş onu sevdiğini sayıklıyordu ve Asya bunu istemiyordu.

Ulaş'ı daha fazla bu hâlde görmeye dayanamadı; rengi atmış tenine ve gözlerinin harelerini kaplayan o hüzne bakmaya katlanamayarak ayağa kalktı. 

Adamda daha fazla bir şey demeden ayağa kalktı. Asya istememişti onu ama her şey bu kadar basit olamazdı. İkisi de sessizliği bozmamaya yeminli gibi arabaya doğru yürüdüler. 

İkisi ayrılmadan önce Ulaş son bir söz söyledi.

"Beni affetmen için her şeyi yapacağım, her şeyi."

'Kendini boşuna yorma.' demek gelse de demedi Asya.

Söylenecek çok söz vardı fakat ikisi de konuşacak derman bulamıyorlardı. Ulaş'ın itirafta bulunduğu o gece bundan daha fazla bir şey konuşmadılar.

Yastığına  başını koyduğunda Ulaş'ı perişan eden kararını tekrar tekrar sorguladı Asya. Ruhunda sevdiğini affedecek kırıntılar aradı. Ulaş'a derman olabilecek ufak bir ışık. Ama bulamadı. Ne yanına sorsa affetme diyordu. Düşündükçe şaşıp kalıyordu Asya. Sevgisine muhtaç olduğu adamın artık onu zerre sevmesini istemiyordu. Yeter ki Ulaş'ın canı yanmasındı. Kirpikleri ıslak bir şekilde uykuya dalarken Ulaş uykusuz gecelerin kapılarını çoktan açmıştı.

Adamın amcası ile kavgaları şiddetini her geçen gün daha fazla arttırıyordu.  Kendi ailesi ile tehdit edilmeyi hazmedememişti adam. Ulaş'ın da ailesiydi bu insanlar. Yiğeni şu güne kadar hayvanlara dahi zarar vermemiş birisiydi. Kuzenlerini ve yengesini gözünü kırpmadan harcayacak biri kesinlikle değildi. Ama Ulaş'ın gözü dönmüşlüğünden ötürü bir hamlede de bulunamıyordu. Kıza zarar vermeye cesaret edemedi. Ulaş'ı hep babasına benzetirdi. Sözlerinden asla caymazlardı ikisi de. Şu yaşına kadar kendi de sözünden caymış değildi ama konu evlatları olunca... Bunlarında ötesinde Asya'ya hâlâ zarar vermiyor oluşunun bir sebebi daha vardı. Kardeşi öldüğü zaman kıza karşı alevlenen öfke soğumaya başlamıştı. Yine de hâlâ Asya'yı suçlamaktan kendini geri alamıyordu. Abisinin intikamını alamamanın da verdiği bir hırs vardı üzerinde.  

Ulaş ve Asya'nın görüşmelerinden iki gün sonra genç kız şirketteyken ve zar zor kafasını işe vermişken kapısı çaldı. Gelen bir kuryeydi. Elinde ise beyaz gül buketi tutuyordu. Çiçeklerin Ulaş'tan geldiğini anlar anlamaz kalp atışları hızlanmıştı. Ve sonra kendisini aptal gibi hissetti. Açlıktan ağlayınca ağzına emzik verilip susturulan bir bebek gibi kandırılmaya hazır bekliyordu. Ellerine güller tutuşturulduğu anda her şeyi unutabilirdi sanki. Affedebilirmiş gibi... Bu çok küçük düşürücüydü.  Çiçekleri kabul etmedi ve kuryeyi geri gönderdi.

Adam gittikten sonra hırsla elinde tuttuğu silgiyi kapıya fırlattı. Delirmenin eşiğinde hissediyordu. Her şey böyle basit olamazdı, hele onsuz yaşamaya çoktan alışmışken. Bu ızdırap duygusunu benimseyip hatta benliğine kabul etmişken, böyle basit cevaplarla karşılaşmak ağrına gidiyordu.

Kafası dağınık halde eve giderken tenha bir yerde arabasının önü kesilince aracı kenara çekmek durumunda kalmıştı. Ulaş olduğunu gördüğünde ise dişlerini sıktı. Ulaş elindeki beyaz gül demeti ile camın kenarında belirmiş yüzünde ki çarpıcı tebessümle karşı konulmaz duruyordu. Doğrusu Ulaş bu şekilde ilk defa bir kadının peşinden koşuyordu ve adam bundan dayanılmaz  zevk alıyordu. 

Camı hafifçe araladı Asya. Öfkeli ve tedirgindi.

"Çok basit numaralar bunlar, kendini biraz daha geliştirmelisin."

Duyduğu cümleyle genç adamın neşesi iyiden iyiye yerine gelmişti. Asya'dan ayrı düştüğünden beri ilk defa yaşadığını hissediyordu. 

"Peki sevgilim." dedi kocaman gülümsemesiyle. 

Tam da o anda akşamın karanlığında gökyüzünü renkli ışıklara boyayan havai fişekler kopmuştu. Asya istemsizce kafasını camdan dışarı çıkarıp yukarı baktı. Böyle farklı şekilde olanlarını ilk defa görüyordu, birkaçı kalp şeklindeydi. Yüzünde hafif bir gülümseme oluştu fakat bunun farkında değildi. Ulaş ise yüreğinin sızladığını hissediyordu. Asya'nın bakışları, o ufak neşesi ve heyecanı, yüzündeki küçük gülümsemesi öyle güzeldi ki. Bu heyecan dolu bakışlar ona böylesine yakışırken sevgilisini sadece hüzne boğabilmişti. 

Sonra Asya aklına bir şey gelmiş gibi yüzünü astı. Gülümsemesi soldu. Alayla Ulaş'a bakıp iç geçirdi.

"Havai fişekleri sevmem, kuşları öldürür." dedi ciddi bir sesle.

Ulaş refleksle yukarı baktı. Bunu önceden bir yerde daha okuduğu aklına gelince yaptığı ufak sürprizden kendisi de pek memnun olmamıştı. Fakat bu tatsız mevzuyu uzatmaya da niyetli değildi.

Asya'nın sabırsız bakışlarına ufak bir tebessümle karşı verdi.

"Seni ne kadar sevdiğimi tahmin bile edemezsin. Ne olur beni affet." dedi kızın yanağını hafifçe okşayıp. İkisi de bu dokunuştan ürpermişti.

"Bu benim için mümkün değil, üzgünüm. Artık  istemiyorum." dedi korkuyla.

Kalbi yumuşayacak diye ödü kopuyordu çünkü bu adam onu ikna etmeyi hep başarırdı.

"Kendini kandırsan da beni kandıramazsın. 
Gözlerinde görüyorum, beni  hâlâ seviyorsun. Söylememek için dirensende bakışların seni ele veriyor."

Asya bakışlarını kaçırdı ve yüzü ciddi bir hâl aldı.

"Doğrusu artık seni sevip sevmemeyi pekte önemsemiyorum. Yani belki de haklısındır ama umrumda değil."

"Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir ki? Canımı acıtmak için söylüyorsun."

Asya arabadan indi ve araca yaslandı. Gökyüzü ışıklara bulanmaya devam ediyordu fakat bu renkli görüntü belki de çoktan birkaç kuşun canını almıştı bile.

Bir müddet gökyüzünü izledi Asya. Havai fişekler son bulmuşlardı ve gökyüzün bu halini tercih ederdi.

"Ulaş." dedi sakince. 

"Tüm bu çaban ve benim karşı koymalarım sana da bir şeyleri çağrıştırıyor mu?"

Ulaş suçluluk dolu bakışlarını kıza dikmişti. İmasını anlamıştı ve aslında anlamamayı dilerdi.

"Sorun seni sevip sevmemem değil. Anla beni, anlamaya çalış. Biraz olsun gayret et. Sen de biliyordun, bir kere güvenirsem geri dönüşü yoktu. Hep güvenirdim, güvendim de. Bence, en azından bana göre güven en güçlü duygu. Sevgiden bile. Ben sensiz yaşayabilirim, alıştım.  Yanımda olmana izin verirsem bu ancak sana güvenmemle olur. Bana bu güveni sağlayabilir misin? Hayır. Ve ben bir kere daha sarsılamam. O kadar gücüm kalmadı, hepsi bitti. Yorgunum Ulaş, şu hayatta nefes nefese kaldım. Daha fazla koşamam."

Adam yaptığı yıkımı gördükçe eziliyordu. Kızın ellerini sıkıca tuttu, Asya geri çekmem istediyse de buna izin vermemişti. 

"Seni koşturmayacağım, hatta sırtımda taşıyacağıma söz veriyorum. Ben senin her şeyine hazırım. Her şeyinle seni geri istiyorum. Gör Asya, sen de bunu istiyorsun. Beni istiyorsun."

"Bu konuşmalar anlamsız." dedi Asya ve elini çekmek istedi fakat Ulaş buna tekrardan izin vermemişti.

"Anlamsız değil, seni istiyorum. Bizi istiyorum! Niye anlamıyorsun? Senin için gerekirse dünyada ki tüm kuşları aynı gökyüzünün altında toplarım. Hepsinin senin üzerinde uçmasını sağlarım. Asya bana geri dönmen için gökyüzünü istediğin renge boyarım!"

"Yine yapamayacağın şeyleri söylüyorsun! Yeter, dur artık! Senin tutamadığın sözler yüzünden ben bu hâle geldim! Asla olmak istemediğim zavallı bir varlığa dönüştüm! Aşkının altında ezildikçe ezildim, sen ne yaptın? Beni yakıp yıkmaya devam etmekten başka ne yaptın? Beni çekebildiğin kadar dibe çektin! Artık en dipteyim ve daha fazla düşmekten korkmuyorum. Tekrardan beni yukarı çekmene izin veremem. Bırak beni artık." dedi sesi hıçkırıklara karışırken. 

Şimdi Asya hiç istemeyeceği bir şeyi yapıyor, Ulaş'ın karşısında sarsılarak ağlıyordu. Parçalanmış iki yürek bir çıkış yolu bulamıyordu. Ulaş Asya'ya sıkıca sarıldı. Saçlarına uzun bir öpücük kondurdu. 

"Kendimden nefret ediyorum. Seni bu hâle sontuğum için üzgünüm meleğim." dedi fısıltıyla.

Asya Ulaş'ın tesellisini bile istemez bir haldeydi. 

"Beni bırak. Yalvarırım." dedi ve bu adamın kollarını istemsizce serbest bırakmasına sebep olmuştu. 

Şimdi Asya özgürdü, artık Ulaş'ın kollarında değildi. 

"Bak Ulaş." dedi elinin tersi ile göz yaşını silerken.

"Bana sarılmana bile tahammülüm yok. Görüyorsun değil mi?"

"Görüyorum."

"Peşimi bırak öyleyse." dedi Asya kızarmış gözleriyle arabasına geri binerken.

"Kalbinin bana karşı yumuşaması için sonuna kadar savaşacağım."

O günden sonra Ulaş her gün Asya'ya çiçek buketi gönderiyordu. Asya ise şirkette ki çalışma odasına gelen bu çiçeklerin hepsini daha odaya sokmadan geri gönderiyordu. 

Bu çiçekler Asya'yı neşelendirmek şöyle dursun daha çok boğuluyormuş hissi yaratıyordu. Çiçeklerin Ulaş'tan geldiğini bilmek bile kalbinin sıkışması için yeterliydi. Ve Asya çok korkuyordu; ya olurda affederse. 

Fakat Asya'yı asıl korkutan şey gelen çiçekler değil her eve dönüşünde Ulaş'ın yolunu kesmesiydi. Adam ne yapıp edip Asya ile her gün konuşuyor, kendisini affedene kadar da buna devam edeceğini söylüyordu.

Artık Asya olan biten her şeyi son zamanlarda yanında olan tek insana, Deniz'e anlatmıştı. Bunun kendisine nelere mâl olucağını bilmeden.

Deniz tüm olanları öğrendiğinden beri içini kemiren büyük bir korkuya yakalanmıştı. "Ya Asya onu affederse." Bu düşünce birkaç gün peşpeşe uykularını dahi kaçırmıştı. Asya her ne kadar bunun olmayacağını kararlı bir şekilde söylese de her şey pamuk ipliğine sarılı gözükmüştü Deniz'e. 

Zaman geçtikçe Deniz daha dar bir alana sıkışıyormuş gibiydi çünkü Asya gün geçtikçe daha çok içine kapanmaya başlamıştı. 

Deniz sonunda karar vermişti. Ulaş ile konuşacaktı, tabi buna konuşma denilebilirse. Deniz'e göre Ulaş'ın anlaması lazımdı. Asya'yı asla hak etmiyordu.

Ulaş Deniz'den gelen beklenmedik telefondan pek hoşnut olmadıysa da onun istediği yere gitti. Boş bir araziydi. Sadece toprak vardı, hiç yeşillik yoktu. Yaprakları olmayan çıplak bir ağaç bu boş araziye biraz renk katmıştı. Deniz ağacın yanında onu bekliyordu. İkisi de birbirlerine nefretle baktılar. Ulaş aracı Deniz'in tam önünde durdurup indi.

"Senden böyle bir atak beklemiyordum." dedi Deniz'e doğru yürürken.

"Ama iyi oldu. Ondan uzak durman konusunda seni uyarmakta çok geç kaldım." 

Tam Deniz'in karşısında durmuştu. Deniz cevap vermeden Ulaş'a alayla baktı.

"Eğer hayatının geri kalanını parmaklarının altında geçirmek istemiyorsan Asya'nın peşini bırakacak ve yaptığın tüm resimleri yok edeceksin."

"Demek resim mevzusunu öğrendin." 

"Evet, senin nasıl bir sapık olduğunu artık çok iyi biliyorum."

"Hayal dünyanda yaşıyorsun Ulaş, ne ben Asya'dan uzak duracağım ne de onun tablolarını yok edeceğim. Ama sen onun adını dahi ağzına almayacaksın. Ona yaptı"

Son cümlesini bitiremeden yüzüne bir yumruk yedi Deniz. Arkaya doğru sendelemişti. Ulaş yakasından tutup tiksintiyle Deniz'e baktı.

"Bana bunu söyleyecek son kişi bile olamazsın. Asya'ya tüm yaptıklarının bedelini ödeteceğim sana. Geç kalmış bir ödeşme olacak." dedi bir kez daha adamın yüzüne yumruk geçirip.

Fakat bu sefer attığı yumruğun karşılığını almıştı. Deniz son derece sert geçirmişti Ulaş'a. İkiside daha hiç konuşmadan küfürler sayarak birbirlerini yumruklamaya başlamışlardı. Her yerleri kana ve toprağa bulanmış durumdaydı. 

Dövüşmenin bir galibi yoktu, ikisi de artık nefes alamayacak duruma gelmişlerdi. Ulaş son gücüyle Deniz'e bir yumruk savurdu ve sırt üstü yere uzandı. Deniz'in artık ona karşılık verecek mecali kalmamıştı.

"Onun yanında durmaya devam edersen leşini kimsenin bulamayacağı bir yere fırlatırım." dedi Ulaş soluk soluğa.

"Bu sadece bir uyarıydı."

Deniz kahkaha attı fakat bu canını yakmıştı.

"Ondan uzak durması gereken asıl kişi sensin." dedi gökyüzüne bakarak.

"Hah!" diye karşılık verdi Ulaş.

"Asya'nın ya katil ya da bir ölü olmasını istiyordun. Hatırlatırım. Ondan uzak duracaksın. Başka seçenek hakkın yok. Tabi o iğrenç canına sen de değer vermiyorsan o ayrı. "

Deniz sinirle ayağa kalktı. Üstü başı berbat bir durumdaydı ve canı fazlasıyla yanıyordu. Ulaş'ın ayak ucunda dikildi, surat ifadesi korkunçtu fakat Ulaş kılını dahi oynatmadan son derece rahatmış gibi Deniz'e bakıyordu.

"Sen Asya'ya ne yaptığının, onu nasıl yıktığının hâlâ farkında değilsin. Seni buraya çağırmamın sebebi buydu, anlaman.  Belki o zaman bir daha yaklaşmazsın ona. Tabi içinde biraz vicdan varsa." 

Derin bir nefes aldı ve tereddütle bir anlığına kafasını çevirdi. Söyleyeceği şeyden dolayı canı yanıyordu.

"Sen ona ne yaptıysan kendisini kaybetti. Toparlanmaya çalıştıkça daha berbat bir hâl alıyordu. Öyle bir hâle geldi ki.."

Susmuştu. 

Ulaş doğruldu. Kaşlarını çatmış ve  yüzündeki alaylı bakışlar yok olmuştu.

"Ne oldu?" dedi sert bir sesle.

"Önce evinin yolunu unutmaya başladı. O zaman anlamalıydım, ama..."

Aniden Ulaş'ın ruhunu korku esir almıştı. Duyacağı şeyden endişeliydi.

"Bir gece, evinde başkasının olduğuna dair sesler duymaya başlamış. Beni aradı, fakat gittiğimde çok geçti."

Ulaş yutkunamadı. 

"Birini gördüğünü sanmış, kendisini korumak için elinde tuttuğu bıçağı onun karnına saplamış. Adam yere yığılmış. O anda ben girdim evine. Gösterdiği yerde adam filan yoktu. Sadece kan vardı, ama adam yoktu." dedi yüzünü buruşturarak.

Ulaş'ın nefesi kesilmişti. Korkuyordu, hemde çok. Kulaklarını tıkama arzusuna zor hakim oldu.

"Bıçağı karnına saplamış." 






Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


41   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   43 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.