Oda - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




40   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   42 


           
"Ne ikna edici bir intihar biçimidir;
şimdi seninle göz göze gelmek."
                                Cemal Süreya


Güneş yavaş yavaş maviliklerin arkasından kayboluyor, her gün bıkmadan yaptığı gibi gökyüzüyle denizi tekrardan kızıla boyuyordu. Dalgalar bugün bir başka hırçındı. Sanki Asya'nın içindeki öfkeden haklarına düşen payı onlarda almış gibiydi.  Oysa bu bir yalandı, ne onlar haberdardı ruhunda kopan fırtınadan ne de batan güneş. Boğazına bir düğüm oturmuştu. 

"Beni yalnız bırak." dedi sadece. 

Deniz Asya'nın yüzünde bir tepki arıyordu. En ufak bir mimik..

"Eğer istersen"

"Lütfen." dedi çaresizce. 

Yalnız kalmak istiyor, iç dünyasında yaşadığı karmaşayı anlamaya çalışıyordu.

Olumlu anlamda kafasını salladı Deniz. Bir şey diyecek oldu, dudaklarını kıpırdattı. Sonra nedense bundan da vazgeçti. İstemeyerek orayı terk etti.

Deniz'in gitmesinin üzerinden dakikalar geçmiş, güneş artık çoktan batmış fakat Asya bakışlarını diktiği yerden bir an olsun ayırmamıştı. Oturduğu bankın önünden insanlar geçip duruyor, martılar bilmem kaçıncı kez gökyüzü ile buluşuyordu. Ulaş bir an olsun bakışlarını Asya'dan ayırmıyordu...

Annesi bir şizofrendi. Artık bunu biliyordu. Peki ne değişirdi?

 Eğer Deniz bugün dedesine Asya'nın kendisini bıçakladığını söylemeseydi belki annesinin hastalığı hâlâ bir sır olarak kalacaktı. Annesi Asya'dan hastalığından ötürümü nefret ediyordu? Geceler boyu genç kızın kendisine sorduğu ve yanıtını bulamadığı sorunun cevabı bu muydu? Ne değişirdi! 

Çok şey, çok şey değişmişti kızın ruhunda.  Böylesine korkunç bir sebepten ötürü rahatlamış olması kendisini suçlu hissettirdi. Bencil ve iğrenç. 

Annesinin şizofreni hastası olması onu rahatlatmış, ruhundaki birkaç karanlık tarafı aydınlığa kavuşturmuş olamazdı. Olmamalıydı. Ama olmuştu.

Annesi kendisini sevilmeyi hak etmediği için değil, hasta olduğu için sevmemişti. Asya'yı sevmemek annesinin elinde olan bir şey değildi ki.. Belki de hasta olmasaydı diğer anneler gibi o da kızını severdi. Nedensizce ve sonsuz olan bir sevgiyi o zaman tadabilirdi. Eğer hasta olmasaydı belki o zaman... Annesi ona şefkat gösterebilirdi. Annesine sarılmak istiyordu. Onu böyle bir sevgiyle sevdiğini ona söylemek istiyordu. Sebepsiz ve sınırsızca sevdiğini, onu çok ama çok özlediğini söylemek istiyordu. Yıllardır bastırdığı duyguları taşmıştı, boğazındaki düğüm çözülmek bilmiyordu.

Asya annesini çok seviyordu. Ve bugün Asya, annesini affetmişti.

Ondan böyle bir gerçeği saklayan herkese karşı öfkeliydi, dedesine ve evlat nasıl sevilir bilmeyen babasına... Oldukça öfkeli. Bu öfkesini de yuttu.  Ne yapabilirdi, neyin hesabını kime soracaktı? Belki böyle bir şeyi gizlemekle onu koruduklarını söyleyeceklerdi, ki buhtemelen böyle olacaktı. Dedesinin Deniz'e sunduğu bahane de zaten bu değil miydi?

Tekrardan bu insanlardan uzaklaşmak istedi Asya. Ama ne çare. Onlar kürkçü dükkanından başka bir şey değildi. Yuvası o evdi. Abisine dair anılar oradaydı. Ve sadece orada Ulaş hayatına hiç girmemiş gibi her şeye kaldığı yerden devam edebiliyordu.

Zaten bir kere gitmiş ve hiçbir şeyin değişmediğini fark etmişti. 

Hayatını çıkmaza sokan bu adamın dakikalardır arabadan onu izlediğinden habersizdi. 

Genç adamın tüm cesareti Asya'yı görene 
kadar sürmüştü. Şimdi sanki ona bakmak, onu sevdiğini söylemek ve çaresizce bu kadından aşk dilenmek bir ölümdü. Ulaş hayatındaki en büyük arzuyu ve korkuyu aynı anda yaşıyordu. Utanç çoktan vücudunu esir almıştı. Hangi yüzle onu hâlâ sevdiğini söyleyecekti. Ona söylediği cümleleri düşünmemeyi denedi. Ama olmuyordu. Bu kadını terk ederken kurduğu cümleler hafızasından kazınmıyordu.

Onu terk ettiği güne geri dönmüştü, o anı gözlerinden silip atamıyordu. Her şey silinmiş ve zamanda geriye gitmişti sanki. 
Şimdi karşısındaki manzarada Ulaş Asya'ya bir katilin bıçağından daha keskin kelimeler sarf ediyor, kadını defalarca acımasızca yaralıyordu. Bunu ona nasıl yapabilmişti, gözlerindeki yalvarışı gördüğü halde nasıl sırtını dönebilmişti? 

Bir yangın yerinden farksızdı göğsü. 'Unuturum elbet.' demişti Asya'sı. Ya sözünde durduysa? Ne yapardı o zaman. Sevdiği kadının canını yaktığı için canı hiç olmadığı kadar yanıyordu. Ona gidecek yüz bulamıyordu. 

Asya'nın ağladığını fark etti. Dakikalar sonra böylece durduktan sonra neyin onu ağlattığını sormak istedi?

Göğsündeki yangın alevlenmişti. Gitmek geliyordu içinden, Asya'ya koşmak. Hasret kaldığı kokusunu buram buram içine çekip ona sıkıca sarılmak. Yüzü yoktu!

Derdini sormak istiyordu, yanağına düşen bir damla yaşa bile tahammülü olmadığını söylemek. Yapamıyordu. Hep böyle küçük müydü Ulaş? Hep mi böyle güçsüzdü? Yoksa sadece bu kadının karşısında mı böyle oluvermişti? Cevabı biliyordu. 

Asya gitti, Ulaş sevdiğine bir kez daha koşamamıştı.
.
.
.

O akşam aylar sonra ilk defa babası genç kıza sıkıca sarılmış ve 'Kızım.' demişti. Ama adamın kolları arasında tuttuğu beden tepkisiz ve ruh gibiydi. Eğer bunu başka bir zaman yapsaydı Asya'nın içinde belki babasına karşı bir şeyler değişebilirdi. Artık çok geçti.

Hesap sormak için bile kendisini bitkin hissediyordu. Hep olduğu gibi yorgun ve vazgeçmişti Asya. 

"Böyle bir şey yaşadığını bize söylemeliydin, seni asla yalnız başına bir yere göndermemeliydim." dedi omuzlarından tutup geriye doğru çekerken.

Bunu gerçekten babasının söylediğine inanamadı Asya. Bu adam onu hapse sokmak isteyen kişiyle aynı kişiydi. İçindeki öfke git gide arttı. Yanındaki iki adamda ona bir şeyler söyleyip duruyordu fakat sesler kulağına bir uğultu halinde gelmekteydi. 

"Başım çok ağrıyor, biraz uzanmam gerek." dedi babasından ve dedesinden izin isteyip.

Bu insanların onun için telaşlandığına inanmıyordu, haklıda sayılırdı. Babası hayatında ilk defa kızı için endişelenirken dedesinin tek derdi Asya'nın da tahmini üzere torununun hastalığını gizleyip tek varisini şirketin başına geçirmekti. 

Üstündekileri değiştirmeden yatağa attı kendisini. Aşağıdaki insanlara söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki. Ona karşı sahte davranmamalarını istiyordu. Asya'ya değer vermiyorlarsa bunu açıkça belli etmelilerdi, böyle ufak tefek gösteriler pekte bir şey ifade etmiyordu kız için. Onların kendisine hiçbir şekilde değer vermediğini, gözlerinde sadece varis olarak gözüktüğünün çoktan bilincine varmıştı. Zorla vardırmışlardı.

Annesini istiyordu yanında, sonra abisini. Yastığına sıkıca sarıldı. Onu da istiyordu. Düşüncelerinin dağılması için telefonundan oldukça hareketli bir şarkı açtı. Onu düşünmeyi bile kaldıramıyordu. Hala onu düşünüyordu. Yatağından kalkıp oldukça sevdiği bir komedi filmini açtı. Dakikalarca boş gözlerle her defasında gülmekten gözlerinden yaş akıtan filmi izledi. Sıra en güldüğü sahneye gelmişti. En çok kahkaha attığı sahne. Bu sahneyi her izlediğinde karnı ağrırdı. O sahneye kadar tepkisizce izlemişti ama şimdi kahkahalarla gülüyordu. Kahkahası ilk önce gözyaşlarına döndü. Sonra hıçkırıklara. Hıçkırıklarının arasında  tıkandı ve nefes alamaz bir hâle geldi. 

Hiçbir sevdiği yanında değildi. Hepsi onu terk etmişti. 

Saat gecenin biriydi ve boğuluyordu. Kimsesizdi. Alt katında iki adam yaşıyordu. Kandırmaca iki adam. 

Kendini evden dışarı attı. Evinin bahçe duvarına sırtını dayamış bir adam vardı. Sokak lambasının loş ışığı adamın yüzünü aydınlatmıştı. 

O kadar çok kez  gözlerinin önüne birbirlerinin hayallerini getirmişlerdi ki bu seferde o hayallerden birine kapıldıklarını sandılar. Oysa bu ne hayaldi ne de serap.

Bir an nefes alamadı Ulaş. Asya ise hayallerine razı olduğu adamın gerçekliğini hazmedemediğini fark eder etmez sızlamaya başlayan kalbiyle yürümeye devam etti. Arkasından Ulaş'ın adım seslerini duyuyordu.

"Asya." 

Onun sesinden ismini duymak bile ayaklarının bağını çözmüştü. Kendisine hakim olarak Ulaş'a baktı. Takım elbisesi onu ilk kez gördüğü anı getirdi gözlerinin önüne. Kalbinin sesini duymamak için kulaklarına baskı uygulamak arzusuyla dolup taşıyordu. Neden gelmişti? Neden kalbi hâlâ saçmalayıp duruyordu?

Başını dikleştirdi, ona belli edemezdi.

"Ne istiyorsun?" dedi duygusuzca.

Heyecandan ne diyeceğini bilemedi ilk başta. Gözlerini kırptı, elini saçlarına geçirdi. Ama bir şey söyleyemedi.

"Peki öyleyse." dedi Asya arkasını dönüp.

Ne işi vardı burada? Gitsin istiyordu. Hayali ile yaşamaya alışmıştı, böyle zayıf bir anında gerçekliğini kaldıramazdı. Hızla yürümeye başladı.

"Asya!" dedi sesini yükseltip.

Durdu Asya. Gözlerini bir anlığına sıkıca kapatıp arkasını döndü. 

"Burada ne işin var?" dedi soğukça.

"Seninle konuşmak istiyorum."

"Ne hakkında?"

"Bizim hakkımızda." dedi suçlu bir çocuğun bakışlarıyla.

"Biz." diye güldü alayla. Ulaş için hâlâ böyle bir kelimenin kaldığını yeni öğrenmişti.

Birkaç adım attı ve Ulaş'ın tam önünde durdu. 

"Olur, konuşalım." dedi merakına yenik düşerek.

Bunu daha sonra mantığı yerindeyken aklına getireceği zaman gurursuzluğundan ötürü kendisine küfür edeceğini bilerek kabul etmişti.

Arabasını işaret etti Ulaş. 

"Burası söyleyeceklerim için uygun bir yer değil."

En son ne zaman Ulaş'ın kullandığı bir arabaya bindiğini anımsayamamıştı. 

"Seninle aynı arabanın içine bineceğimi sanmıyorsundur umarım."  dedi ifadesizce.

"Üstelik gecenin bu saatinde." 

"Bana güvenmediğini söyleme sakın."  

Şaşkınlıkla Ulaş'a baktı. Bir zamanlar tüm zerresiyle güvendiği bu adam yüzünden artık kimseye güvenemez olmuştu. Ama şimdi arabasına binmeme sebebi güven meselesi değildi. Sadece çırpınan gururunun sesini duyabilmişti. 

"Bu konu tartışmaya bile kapalı."

Ulaş incinmişliğini belli etmemeye çalıştı ve başarılı da oldu.

"Lütfen Asya, sana zarar vermeyeceğim. İnan bana. Sadece seninle konuşmak istiyorum."

"Aylar sonra gecenin bu saatinde benimle konuşmak istiyorsun öyle mi? Kapımda bekliyorsun."

"Evet."

"Niye?"

"Sana açıklama yapmam gereken bazı şeyler var."

"Bizim hakkımızda bana açıklama yapman gereken şeyler var." dedi  Asya tek kaşını kaldırıp inanamayarak. Derin bir nefes alıp devam etti.

"Hemde gecenin birinde konuşacak kadar acil bir mesele. Vay be. Bize dair bir şey kaldığından bile haberim yoktu. Ama peki, seni dinliyorum. Merak ettim doğrusu, neymiş şu acil olan şey."

Ulaş'ın üzerinden bir ürperti geçti. Asya ulaşılamayacak kadar imkansız bir yerde gözüküyordu gözünde. O kadar soğuk ve katı duruyordu ki karşısında, bir an cesaretini yitirdiğini hissetti. Anında kendisini toparladı. Böyle olamazdı, direnecekti. Zaten basit bir işe kalkışmadığının da farkındaydı...

"Sana zarar vermeceğim, sen de biliyorsun bunu. Beni en azından o kadar da olsa tanıdın. Onun için arabama binmeyi kabul edemez misin?" 

İçine düştükleri durum rüzgarı tenlerinde kor bir ateş gibi hissettirmişti. İkisi de cayır cayır yanıyorlardı. Nasıl bu hâle gelebilirlerdi? Bu komik ve... Saçmaydı. Asya ruhunu karanlığa gömen bu adamın kendisine başka türlü bir zararı vermeyeceğini zaten biliyordu. Fakat aralarındaki o aşılamaz uçurum yüzünden gecenin bu saatinde yabancı diye nitelendirmek zorunda kaldığı sevdiği adamın arabasına binemiyordu. Binmemesi gerekiyor gibi geliyordu kıza. Doğru olan bu olmalıydı. Ulaş artık tamamen bir yabancıydı ve.. 

Yabancı.

Ulaş gerçekten bir yabancı mıydı Asya için?

Delirmek üzereydi, kafası allak bullak olmuştu. Halbuki tek istediği Ulaş'a aralarında ki uçurumu göstermekti. 

Ulaş sabırsızlıkla kızın gözlerine bakıyordu. 

"Gidelim." dedi Asya düz bir ses tonuyla.

Fakat Ulaş'ın hâlâ içi rahatlamamıştı. Asya'nın ima ettiği o mesafede çakılı kalmıştı adam.

Asya ile arabasına binecek kadar bile yakın değillerdi. Arabasına binmeyi istemeyecek kadar ona güvenmiyordu! Göğsü daralıyordu ama ne çare. Böyle olmasına kendi izin vermişti. 

Bir zamanlar tükenmek bilmez yalancı mutlulukların etrafında koşuşturmasına izin verirdi. Asya'yı ilk gördüğü andan itibaren o mutluluklardan bir tanesi bile yavaşça önünden geçmemişti. Sadece Asya ona inanılmaz bir mutluluk bahşedebiliyordu. Ne yazık. Mutluluğunun yegane kaynağı bu kadın olmalıydı ancak ona dokunsa yok olacaktı sanki. Öyle yoktu ki hayatında. Gerçekliği dahi kayıplara karışacak gibiydi. 

Mecnun'dan pek de bir farkının kalmadığını sonunda anlayabildi. Arabaya bindiklerinde bu gerçeğin altında çoktan ufalmıştı. Sessiz  ve kısa süren yolculuklarını Asya'ların evine 10 dakikalık mesafede olan küçük bir parkta tamamlamışlardı. Ona evlenme teklifi ettiği gün ki kadar sessiz ve ıssız gözüküyordu bu park.

Arabadan indiler ve beraber salıncaklara bakan bir parka oturdular.

"Anlatacaklarım umarım senin için önemini yitirmemiştir." dedi adam sessizliği bozup.

Nereden başlamalı bilmiyordu.  İçinden geçirdiği gibi ; "Son bir kaç yıldır hayatımın her anını seni özlemekle geçirdim. Ama böylesini hiç tatmamıştım." diyebilirdi mesela.

Asya'nın içinde merak ve heyecan karışımı bir duygu vardı fakat gerginliği bundan katbekat fazlaydı. Tepkisizce bekliyordu.

O an rüzgarın esintisiyle kızın saçındaki şampuan kokusu adamın burnuna dolmuştu. Asya fark etmese de kızın kokusunu içine çekti.

"Senden sonra sigaraya tekrar başladım."

Bu tuhaf cümle ile garip bir şekilde Ulaş'a  baktı.

"Tutamadığın tek sözün bu olmadığını düşünürsek...Sorun değil." diyip kırık bir kalple gülümsedi.

Boğuk bir nefes aldı Ulaş.

"Bıraktım. Devam edemedim. Her seferinde seni aldatıyormuşum hissine kapıldım." 

Adamın sesindeki hüzün kızın içini burktu. Niye Ulaş böyle hüzünlüydü bu gece? Sinirleri bozuldu Asya'nın. Sanki terk eden kendisi değilmiş gibi ona böyle bakabiliyordu. 

Asya kaşlarını hafifçe çattığında Ulaş'ın dudaklarına ufak bir tebessüm yayıldı. Kaşlarını çatınca oluşan o çizgiyi bile seviyordu. Kaşının tam bitiminde, iki kaşınında arasında çok derin olmayan hatta zar zor belli olan bir çizgiydi. O çizgiyi hep sevmişti. Sonra bir de gülünce tam dudağının bitiminde oluşan hafif silik bir çukur vardı. Asya gülünce bakışları hep oraya kayardı. Bu dünyada ona verilen her şeyin içinde arzuladığı şey o çukuru bir gün tekrardan görebilmek olmuştu. Asya sadece içten gülümsediğinde belirirdi  o küçük şey. 

"Senin canını çok yaktım, biliyorum."

Tepki bekledi Ulaş, alamayınca sustu. Kelimeler boğazına dizilmişti. Arada kısa sessizlikler oluşuyordu ve bu sessizlikleri sadece Ulaş bozuyordu. Asya öylece kendisine söylenilecekleri beklemekteydi.

"İnan, benim de canım çok yandı Asya. Belki seninkinden bile fazla. Bu acıyı nasıl tarif ederim bilmiyorum."

Tırnaklarını avucuna geçirdi Asya. Ulaş farketmese de elini kanatmıştı. Hep yaptığı şeyi yaptı, bağırmak istese de kendisine söylenilenleri yuttu. Gözlerine bir anlığına yumup tekrar açtı. Zaten yeterince yıpranmış zihni Ulaş'ı anlamakta güçlük çekiyordu. Sadece bekliyordu.

"Hatırlıyor musun ne demiştin? Beni unutmak iste ama unutama... Duan tuttu Asya, ne yaptıysam unutamadım."

Ulaş'ın sesi titremişti. Aynı bankta oturan bu iki insanında yüreğinde kasırgalar kopuyordu. 

"Seni çok sevdim, tahmin bile edemeyeceğin kadar çok. Ama bir aptallık yaptım,bu sevgiyle sensiz yapabileceğime inandım. Hatta belki, seni unutabileceğime. Biraz olsun unutabileceğime. Oysa tek yaptığım köşemde özleminden kavrulmaktı."

"Neler hissettiğin artık benim için pekte bir şey ifade etmiyor." dedi Asya buz gibi çıkan sesiyle.

Bakışları yere düştü adamın.

"Biliyorum." dedi çimenlere bakarken. Gözleri dolmuştu.

"Biliyorum." diye tekrarladı. Bu sefer sol gözünden bir damla yaş düşmüştü fakat Asya sağında oturuyordu.

"Bu aşkı unutamayacağımı aslında biliyordum." dedi acı bir tebessümle.

" Fakat dedim ya, dayanırım sanmıştım. Dayanmak zorundaydım, yoksa." Durdu. 

Kızarmış gözleri ile tekrar Asya'ya baktı. Devamını söylemek öyle acı vericiydi ki...

"Seni kaybetmeyi göze alamazdım. Bunu yapamazdım. Beni anla. Gerekirse senden vazgeçerdim ama seni kaybedemezdim."

Asya'nın bakışlarında tekrar takılı kaldı.

"O gün, babam öldüğünde. Seni suçlamamıştım. Bunu bir an olsun aklımdan geçirmedim."

Acı dolu bir surat ifadesi ile başını kaldırdı.

"Senin hiç suçun yoktu ki. Hastahaneye geldiğinde sadece senin omzunda ağlamak istemiştim. Babamı kaybettiğimi öğrendiğimde de aynı şey oldu. Gelip sana sığınacaktım, sen başımı okşayacaktın. Sonra bir uyku kaplayacaktı bedenimi, bütün acımı unutacaktım, babam ölmemiş olacaktı."

'O zaman neden.' demek istedi Asya.

' Neden gelmedin? Gelseydin başını okşardım. Hatta belki rüyanda babanı görürdün.'

Diyemedi.

"Gelecektim, o haberi aldığımda tek arzum bu olmuştu Asya. Dizine kapanmak. Ama karşımda amcam." dedi mahcup bir şekilde omzunu kaldırıp.

"Gidersen öldürürüm onu diyordu. Nereye giderseniz sizi bulurum, onu öldürürüm. Söylesene Asya, bir kere yenilmiştim. Babamı koruyamamıştım. Seni nasıl koruyacaktım. Olmayacak işti bu. Koruyamamaktan korktum. Senden uzak durmanın nasıl yakıcı nefret edilesi bir şey olduğunu açıklayamam. Artık kafayı yiyecek gibiyim, daha fazla uzak duramayacak hâldeyim.  Beni affet Asya, yine sana geldim. Ne olursa olsun, senin için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Gel bana sevgilim, mutlu olalım."


Bu anın gerçekliğini sorguladı. Belki yine bur rüyanın içindeydi. Ama hayır, yüzüne değen rüzgarı hissedebiliyordu. Her şey gerçekti. Kalbinin burkulduğunu hissetti, kafası allak bullak olmuştu. Oysa bu anın gelmesini gecelerce hayal etmişti, ama şimdi. Artık istemiyordu. Böyle bir nedenmiydi onları ayıran. Korku. Kabullenemedi Asya. Acı içinde kıvrandığı günlere ihanet edemezdi.. Dudaklarını ısırdı, Ulaş bir tepki bekliyordu.

Ulaş demek babasını kaybettiğinde kendisine koşmak istemişti, ama yapamamıştı. Aynı bu gün annesinin şizofren olduğunu öğrendiğinde kendisine olduğu gibi. Ulaş'a koşmak istemesi gibi... Ona tüm yaralarını göstermeyi arzulaması gibi... Kendisine bir hediye sunmak istedi, Ulaş'tan son bir hediye. Son kez yanındaki adama koşacak ve bitecekti her şey. Bir ikincisi olmayacaktı. 

"Bir sırrım var, sadece kendime sakladığım. Yaşadığım bir anı, kimseye anlatmamıştım. Ama bazen bu anı hiç yaşanmamış gibi geliyor, hayal dünyamın bana oymadığı ufak çaplı bir oyunmuş gibi. Umarım öyledir, hiç yaşanmamıştır." dedi Asya küçük bir gülümsemeyle.

Cesaretini toplayarak devam etti.

"Hatırlıyorumda ben çok küçükken dedemlerle yaşamazdık. Annem babam abim ve ben ayrı bir evde yaşardık. Evin duvarlarının yeşil olduğunu anımsıyorum. Zaten o eve dair hatırladığım tek şey de bu. Bir gün babam işteydi, abimde okulda. O zamanlar okul çağında bile değildim ve tüm gün annemle vakit geçirirdim. Tabi çok küçük olduğum için onunla birlikte ne yapardık çok hatırlamıyorum. O evde onunla geçirdiğim günlerden neyseki pek bir şey kalmamış aklımda."

Parmakları ile oynuyor, kafasını kaldırıp Ulaş'ın gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu.

"Babamı yolculadıktan sonra sakince etrafı topluyordu. Koltukta büzülmüş beni fark etmemesi için küçülmeye çalışıyordum. Fark edince babam ve abim gelene kadar beni dolaba kilitlerdi. O günde fark etmişti. İlk önce beni kaynar bir suda yıkamıştı. Bu sana tuhaf gelebilir, neden böyle şeyler yapmış bu kadın diye kendi kendine sorabilirsin. Ben de çok sordum kendime, neden annem öyle bir insandı diye. Meğer hastaymış, şizofren. Bende yeni öğrendim, dedem Deniz'e söylemiş. Bana da o söyledi. Neyse. Kesik kesik ağladığımı hatırlıyorum. Ağlayınca onu sinirlendirmiş olmalıyım. Herhalde ilk defa beni o gün dövmüştü. İlk ve son kez. Bilincimi kaybedene kadar. Ben bayılıncada beni yine aynı yere kilitlemiş. Babam geldiğinde beni her yerde aramış ama bulamamış. Annemde nerede olduğumu bilmediğini söyleyip duruyormuş. Sonunda gözlerimi açtığımda yine o karanlık dolabın içinde kendimi bulur bulmaz korkuyla çığlık attığımı hatırlıyorum. Sonrasına dair hatırladığım pek bir şey yok. Herhalde bu olaydan sonra dedemlere taşınmıştık. Demem o ki Ulaş sana bu hatıranın hissettirdiği keskin yalnızlığı ve o buruk acıyı tarif edemem. Bir benzerini annem gözlerimin önünde intihar ettiğinde yaşamıştım. Ben kaybolduğumda babamın arkamdan beni ömrüm boyunca hapse tıkma planları yaptığını öğrendiğimde de aynı acının farklı bir boyutunu hissetmiştim yüreğimde. Ama hiçbiri.."  

Gözyaşlarına hakim olmayı başarsa dahi titreyen sesine engel olamamıştı.

"Dibi boyladığımda bana doğru uzanan o ele öyle çok güvenmiştim ki. Aynı el beni daha yüksek bir yerden attığında hiçbir zaman parçalanmadığım kadar parçalanmıştım. Deniz'den, babamdan hatta annemden bile daha ağır şeyler yaşattın bana. Şimdi diyorsunki gel mutlu olalım. Kiminle mutlu olmayı düşünüyorsun, yok ettiğin Asya ile mi? Bilmiyorsun, öyle biri artık yok. "
  
Gözlerini onunkilere dikti. Bu gözlere bakmak öyle huzur vericiydiki..

"Üzgünüm, geç kaldın Ulaş. Ben seni çoktan unuttum."




Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


40   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   42 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.