Redaktör: Jeun, kansoku.sha | Düzenleyen: Dwt.exe
Bölüm 28: 7. Kısım
Toprak Sahibi – I
Lee Jihye’yi takip ettik ve Chungmuro’ya girdik. Yoo Sangah platformun paramparça olmuş tel örgülü kapısını gördü ve “… Ortamın havası biraz gergin sanki,” dedi.
Metro hattı 3’ūn raylarından yukarı tırmandığımızda bazı insanların orada oturduğunu gördük.
[Chungmuro’ya girdiniz.]
[Üçüncü senaryo şu anda devam ediyor.]
[#GIR-8761 kanalı aktif.]
[#BIR-3642 kanalı aktif.]
Chungmuro’dan itibaren senaryonun boyutu büyüyor ve dokkaebi kanalları artıyordu. O saf Bihyung bundan sonra zor zamanlar geçirecekti. Bazı orta yaşlı insanlar bizi gördü ve ellerini salladılar. “Oh, küçük samuray. Yeni insanlar mı getirdin?”
“Evet.” ‘Samuray’. Arkasındaki sponsor bilinmiyorsa, Lee Jihye’ye böyle denebilirdi sanırım. Er ya da geç cezalarını çekeceklerdi elbet. Lee Jihye kaşlarını çatarak orta yaşlı adamlara baktı. “Yine mi sarhoşsunuz siz?”
“Hahaha! Dünya bu hale gelmişken içmekten başka yapılacak ne var ki?”
Bu orta yaşlılar, bir felaket yaşamış olmalarına rağmen gayet rahat görünüyorlardı. Asker üniforması giydikleri için normaldi. Kesinlikle Gumho İstasyonu’ndan farklıydı. Şimdi gerçekten başlıyordu.
“Neyse, şu arkadaşların tünelden mi geldiler? Ne güzel… Bir sürü jetonları yok mudur şimdi?”
Sonra orta yaşlı adamlardan biri Yoo Sangah’a döndü. “Oradaki genç bayan, adınız nedir? Ucuza bir oda kiralamak ister miydiniz?”
“…Oda?”
“Haha, daha buradaki sistemi bilmiyor musun? Burası-”
Lee Jihye orta yaşlı adamın sözlerini kesti. “Ahjussiler. Yeni gelenleri kandırmaya çalışmayın.”
“Uhuh, biliyorlardır zaten. Herkes yaşamak için bunu yapıyor…”
“Yaralanmak istemiyorsanız, kaybolun.”
Lee Jihye’nin sözleri karşısında orta yaşlı adam bembeyaz kesildi. “Şu… velet, şimdiden böyle kötü şeyler öğrenmiş.”
“Hey, Kang-ssi. Kes şunu.”
Orta yaşlılar arkalarını döndüler ve metro hattı 3’te gözden kayboldular. Lee Jihye de kılıcını bir kenara koydu.
“Sizi buraya kadar getirdim, bundan sonra kendi başınızın çaresine bakın. Bebek bakıcısı değilim ben,” çocuk kayıtsızca konuştu.
Etrafıma bakındım. Chungmuro- artık tamamen farklı kuralların geçerli olduğu bir üçüncü senaryo aşamasıydı.
“S-Siktir! Yaklaşırsanız sizi öldürürüm…” Bir adam metro hattı 3 platformunun ortasında durmuş, elinde bir bıçak sallayarak insanları tehdit ediyordu. Ayaklarının dibinde 1 pyeong (3.306 m2) büyüklüğünde bir karo bölge vardı. Havaya doğru uzanan yeşil bir ışık yayıyordu.
Yoo Sangah “…Bunu neden yapıyor?” diye sordu.
“Bilmiyorum.” Az çok tahmin ediyordum ama şu anda onu korkutmaya gerek yoktu. Metro hattı 3’te, elinde bıçakla yerde oturan birçok insan vardı. Önceki orta yaşlı adamların aksine buradaki insanların yüzleri umutsuzlukla doluydu. Onlara baktım ve Lee Jihye’ye “Yoo Joonghyuk burada mı?” diye sordum.
Ayrılmak üzere olan Lee Jihye ‘Yoo Joonghyuk’u duyunca başını çevirdi. Gözleri cin gibiydi. “…Kimsin sen?”
Yoo Joonghyuk bu çocuğu çoktan mahvetmişti. Pekâlâ, anlaşılabilirdi. Tüm Güney Kore’yi dolaşsa bile Deniz Savaşı Tanrısı seviyesinde bir takımyıldızı bulması zordu. Yoo Joonghyuk’un yerinde olsaydım, Chungmuro’ya geldikten hemen sonra onu bulmazdım.
“Ben Yoo Joonghyuk’un canlı dönen bir yoldaşıyım.”
“…Yoldaş mı? Bu nasıl mümkün olabilir?” Lee Jihye şüpheli gözlerle bana baktı.
Utanmazca omuz silktim. “Ona söylersen anlayacaktır. Yoo Joonghyuk nerede peki şu an?”
“…Usta şu anda burada değil.”
“Gerçekten mi? Kötü oldu. Söylemem gereken bir şey vardı.”
Lee Jihye’nin ifadesi bozuldu ve ihanet duygusu gibi bir şeyle bana baktı. Yoo Joonghyuk hakkında ne düşündüğünü çok iyi biliyordum. Üstelik ona şimdiden ‘Usta’ diye hitap bile ediyordu… Hâl böyleyken onu kendi tarafıma çekmek zor olacaktı. Lee Jihye köşede çömelmiş bir çocuğa seslendi, “Hey, oradaki!”
“Eh? Evet, evet!”
“Buradaki insanlara göz kulak ol! Ben Usta’yı bulmaya gidiyorum.”
Çocuk bize şaşkın gözlerle baktı. “…Kim onlar?”
“Bilmiyorum. Ustanın arkadaşları herhâlde?”
Lee Jihye’nin sözleri üzerine platformdaki insanların gözleri büyüdü. Bize hayret ve hayranlıkla baktılar.
“…Yoo Joonghyuk-ssi’nin arkadaşları mı?!” Bir oğlan çocuğu koşarak yanımıza geldi ve bağırdı. Aşağı yukarı Lee Jihye’nin yaşlarında görünen bir çocuktu. “Siz gerçekten Yoo Joonghyuk-ssi’nin arkadaşları mısınız?”
Çocuğun berrak gözlerini gördüğümde yalan söyleyemezdim. En azından sıradan bir insan olsaydım öyle olurdu.
“İyi bir arkadaş.”
Şu sıralar hiç ‘sıradan’ bir insan gibi görülmüyordum. En azından burada durum böyleydi.
[hr]
Baygın Jung Heewon’a bakarken, çocuktan Chungmuro hakkında bir şeyler duydum. Lee Jihye ile birlikte bu çocuk da Yoo Joonghyuk’un takipçilerinden biriydi.
“…Böylece, Yoo Joonghyuk-ssi’yi takip etmeye başladık. Dinliyor musun?”
“Evet.”
Tabii ki, doğru dürüst dinlemiyordum. Psikopat Yoo Joonghyuk’un kahramanlık hikayesi hiç de ilgi çekici değildi. Özet olarak şöyle bir şeydi:
“Üç gün önce Yoo Joonghyuk ortaya çıktı ve Lee Jihye de dahil olmak üzere bazılarınızı canavarlardan kurtardı. Hikâye bundan ibaret, değil mi?”
Çocuk hikayesinin bu kadar basit bir şekilde özetlenmesine kaşlarını çattı. “Hikâye o kadar basit değil…”
Kesinlikle Yoo Joonghyuk tarafından büyülenmişti. Ezici güce sahip bir varlık aniden çıkıp onları kurtarmıştı. Onu takip etmemeleri garip olurdu. Yine de bu çocuk, Yoo Joonghyuk iyi bir adam olduğu için değil, Lee Jihye ile birlikte olduğu için şanslı olduğundan hayatta kaldığını bilmiyordu.
“Şimdi size merak ettiğim birkaç şeyi sorabilir miyim?” Ben düşüncelere dalmışken Lee Hyunsung kibarca soru sormaya başladı.
“Tabii. Sor gitsin.”
“Burada yiyecek tedariği nasıl yapılıyor?”
“Şey… Bunu söylemek biraz utanç verici ama… Ben de dahil olmak üzere bazı insanlar Jihye’ye bağımlı. Jihye avlanır ve Yoo Joonghyuk-ssi’den yemek yapmasını ister…”
Ne zaman bir kontrol listesi yaptığı bilinmiyordu ama Lee Hyunsung notlarını çıkardı ve bir şeyler yazmaya başladı. Tam bir askerdi.
“Peki ya içme suyunuz?”
“Karşılığında üst kattaki ‘Toprak Sahipleri İttifakı’na yiyecek veya jeton vererek alıyoruz.”
“…Toprak Sahipleri İttifakı mı?” Oturuşumu dikleştirdim. Şimdi hikâye ilginçleşmeye başlamıştı.
Çocuk tereddütle ağzını açtı: “Onlar Chungmuro bölgesinden sorumlu toprak sahipleri. Üst katları işgal ediyorlardı, biz de onlara Toprak Sahipleri İttifakı dedik.”
Chungmuro Toprak Sahipleri İttifakı – Hayatta Kalma Yolları’nda geçen bir isimdi.
“Ne tür insanlar bunlar?”
“Peki, nasıl desem…” Aslında sormama da gerek yoktu. Beklentilerime göre, muhtemelen ’10 Kötü’den biri şu anda Chungmuro’daydı. “Öyle, toprak sahipleriler işte.”
Bu bir bakıma doğru bir cevaptı. Düzenli vergi alan toprak sahipleri, apartman yöneticileri gibilerdi. O anda, sessiz Lee Gilyoung ağzını açtı, “Affedersin, hyung.”
“Efendim?”
“Tuvalete gitmek istiyorum.”
“Acil bir durum mu var?”
“Evet.”
Zamanlama biraz beklenmedikti. Hatta şaşırtıcıydı çünkü Lee Gilyoung normalde böyle bir şey söylemezdi. Sonra Lee Gilyoung’un kızarmış bir Yoo Sangah’ın yanında durduğunu fark ettim.
“…Affedersiniz, ben de sizinle gelebilir miyim?”
O anda aklıma Yoo Sangah ve Jung Heewon’un Yaksu İstasyonu’nda özel ihtiyaçlarını aldıkları görüntü geldi. Neler olduğunu bildiğimi sanıyordum oysa ki Lee Gilyoung benden önce fark etti. Çocuk konuşmaya kulak misafiri oldu ve “Tuvalet için yeraltının ikinci katına çıkmanız gerekiyor ama oraya girmek kolay olmayacak.” dedi.
“…Bir şey mi oldu?”
“Evet. Bence kendiniz görmeniz daha iyi olur… Ben yukarı çıkıyorum, gelmek ister misiniz?
“Hadi gidelim.” Bunu söyleyen bendim. Tabii ki tuvalete gitmek için değildi. Yukarı çıkıp birkaç şeyi kontrol etmem gerekiyordu. Son zamanlarda Yoo Joonghyuk’un hareketleri benim bildiğim ‘üçüncü regresyon’dan farklıydı. Eğer öyleyse, aradaki farkı netleştirmem gerekiyordu. Hâlâ bilinci yerinde olmayan Jung Heewon’u taşırken arkadaşlarımla birlikte üçüncü yeraltı katına çıktım.
“Oh, yeni yüzler olduğunu duymuştum. Odalara bakmaya mı geldiniz?” Hat 4’ün yürüyen merdiveninin yanında duran orta yaşlı bir adam ıslık çaldı.
Çocuk başını salladı ve cevap verdi, “Ah, kusura bakmayın. Yukarı çıkıyoruz biz…”
“Eh, kötüymüş. Dikkatli olun.” Orta yaşlı adam tereddüt etmeden ellerini salladı.
Yoo Sangah orta yaşlı adamın uzaklaşmasını izledi ve sordu, “Bu… Bu arada… ‘oda’ tam olarak nedir? Bildiğimiz odayla aynı olduğunu sanmıyorum.”
“Kolay.” Çocuk kare bir karoyu işaret etti. Aynı taşlar Hat 3’ün platformunda da vardı. Bunlar 1 pyeong büyüklüğünde yeşil karolardı. Dikkatli bakınca, karonun üzerinde havada bir şeyler yazılı olduğunu gördüm.
[Yeşil Bölge 0/1]
“Senaryonun adı ‘yeşil bölge’ ve bu karolara da oda deniyor.”
Karonun yanında iki adam karo için birbirleriyle kavga ediyordu. Bu kez soran Lee Hyunsung oldu: “Ne bu böyle? Neden o insanlar orası için kavga ediyorlar?”
Çocuk cevap vermekte biraz isteksiz görünüyordu, sanki bizimle konuşmak hayatta kalmasına karşı tehdit oluşturacakmış gibi. “İkinci yeraltı katına varınca görürsünüz.”
Üst katlara çıktıkça odalar için daha fazla kavga eden insan çıkıyordu. Oda numaraları hep farklıydı. (0/1) olarak etiketlenmiş küçük odalar da vardı (0/7) olarak etiketlenmiş büyük odalar da. İkinci sayı muhtemelen odanın kapasitesini gösteriyordu. Etrafıma dikkatlice baktım ve “Üçüncü yeraltı katından birinci yeraltı katına kadar tüm alan Toprak Sahipleri İttifakı’na mı ait?” diye sordum.
“…Evet, küçük birlikler de var ama çoğunu Toprak Sahipleri Birliği ele geçirdi.”
Chungmuro’nun tüm altyapısı ikinci ve birinci yeraltı katlarında bulunuyordu ancak tek bir ittifak tümünü işgal etmişti.
“Yoo Joonghyuk hiçbir şey yapmadı mı peki? Sizi kurtarmamış mıydı?”
“Şey…” Sorum üzerine çocuğun yüzü gözle görülür bir şekilde karardı. Bir süre yüzünü astıktan sonra güçlükle konuşabildi. “Bize kendi ayağımızın üzerinde durmamızı söyledi…”
Biliyordum ya. Tabii ki Yoo Joonghyuk böyle bir şey diyecekti. Yoo Joonghyuk onlara kendisini takip etmelerini bile hiç söylememiştir muhtemelen. Sergilediği ezici güçten etkilenerek umutlu umutlu hayaller kurmaya devam ettiler. Ne kadar acınası.
Çok geçmeden ikinci yeraltı katına vardık. Çocuğun yüzünde gerginlik vardı. “Buradan itibaren dikkatli olmalıyız.”
B2’de alt katlara göre çok daha fazla oda vardı ve savaşan insan grupları yoktu. Bunun yerine, korkutucu gözlerle yeşil bölgeleri koruyan insanlar vardı.
[Yeşil Bölge 7/7]
İnsanların yanından geçtik ve tuvaletlere doğru yöneldik.
“Uh… Neden durduk?”
Tuvalete giden son geçide yaklaştığımızda hızımız kesildi. Onlarca insan geçitte tıka basa toplanmıştı.
“İlerleyelim,” dedim insanları yolumdan çekerken.
“Pildu-ssi! Ne olur affet! Bir daha yapmayacağım! Lütfen, lütfen! Lütfen bir gün daha kalmama izin ver. Jetonları vermek için borca gireceğim!” Sıranın başındaki lider telaşlı insanlara bakıyordu.
“Şimdi, geri çekilin. Geri çekilin.” Karşı tarafta Toprak Sahipleri İttifakı’ndan olduğu anlaşılan insanlar toplanmıştı. İçgüdüsel olarak hissedebiliyordum. 10 Kötü’den biri buradaydı. Romanın anlatımından ’10 Kötü’ üyesini bulmaya çalıştım ama hepsi uyuyor gibi göründüğü için kolay olmadı. Toprak sahibi olduktan sonra izlenimleri benzer hale mi gelmişti?
Başımı sallerken biri bacağımı tuttu. Lee Gilyoung’du. Bir tehlike sezdim ve tam omzunu tutacaktım ki biri Lee Gilyoung’u itti.
“Ah.” Lee Gilyoung dengesini kaybetti ve yere düştü.
[Karakter ‘Lee Gilyoung’ özel mülkü işgal etti!]
Birden ortam soğudu ve ön taraftaki bazı ‘Toprak Sahipleri İttifakı’ üyeleri Lee Gilyoung’a baktı.
“Nesi var bu çocuğun?”
Neredeyse aynı anda, insan kalabalığı çığlık atarak geri çekildi.
“Salak!”
“G-Geri! Çabuk!”
Sanki hiç orada olmamışlar gibi, kalabalık dalga gibi geri çekildi. İnsanlar kayboldu ve eskiden durdukları yerde kırmızı çizgiler parladı. Bir adam sırayla sınıra ve Lee Gilyoung’a baktı. “Hımm. Kaybolmuş görünüyorsun. Buranın neresi olduğunu biliyor musun?”
“Tuvalete giden yol?”
“Tuvalet mi? Haha, bir zamanlar öyleydi. Bu arada ufaklık… Ailen nerede?”
“…Ha?”
“Başkalarının topraklarına izinsiz girmemen gerektiğini öğretmediler mi?”
Başkalarının toprağı…
Oh, doğru ya. Adam anlaşılmayan bir bakışla Lee Gilyoung’un başını okşadı.
“Madem bilmiyorsun, ben öğreteyim sana.”
[Karakter ‘Gong Pildu’, ‘Silahlı Bölge Sv. 3’ü etkinleştirdi!]
Bir vınlama sesi duyuldu ve yerden mitralyöz silahlarına benzeyen mini taretler yükseldi.
[Karakter ‘Gong Pildu’ özel arazisi işgal edildiği için 500 jeton talep ediyor.]
[Talebe uymazsanız, yakındaki tüm taretler derhal ateş açacaktır.]
Adam, “Parayı ver.” dedi
Dolu taretlerin hepsi aynı noktaya nişan almıştı. Şaşkın Lee Gilyoung ayağa kalktı ve yanıma geldi. Adam beni gördü ve güldü. “Demek velisi sensin. O hâlde 500 jetonu velinin ödemesi gerekmez mi?”
Adamın küstahça uzattığı ele gülümsedim.
…Ne komik, Yoo Joonghyuk. Bu pisliklerin yaşamasına izin mi verdin?