Redaktör: Jeun, kansoku.sha | Düzenleyen: Dwt.exe
Bölüm 37: 9. Kısımm
Bilge Güneş Balığı – I
Bir süre sonra birinci yeraltı katındaki ‘gizli zindanın’ girişine doğru ilerledik. Telefonuma bakarken Lee Jihye, Lee Gilyoung ve Jung Heewon’un arkasından yürüdüm.
「 Yoo Joonghyuk başına giren ağrıyla kendine geldi.
‘Bu hayattan vazgeçeceğim.’
Bu Yoo Joonghyuk’un sekizinci hayatının sonuydu. 」
Olamazdı. Şu an olmazdı.
…Kahretsin, bu adam neden daha üçüncü hayatındayken gidiyordu oraya? İkinci hayatındaki gibi dikkatli hareket etseydi, orta ve son senaryoları rahatlıkla geçebilirdi.
Kafamı kaldırdığımda Jung Heewon’un bana baktığını gördüm.
“Dokja-ssi, neye bakıyorsun?”
“…Ah, takvime bakıyordum… Yaşananlardan sonra zaman algımı kaybettim.”
Aslında takvime bakmak bile daha eğlenceli olurdu. Bazen bu romanı nasıl bitirdiğimi merak ediyorum.
Jung Heewon başını Lee Jihye’ye çevirmeden önce bana şüpheyle baktı.
“Peki o zaman… adım Jihye mi demiştin? Sen de mi kılıç kullanıyorsun?”
“Evet. Kılıçları severim.”
“Değil mi? Kılıçlar en iyisidir. Kullanması çok zevkli.”
“…Sen de mi unnie?”
Jung Heewon, Lee Jihye’nin kılıcına bakarken gülümsedi. Su gibi pürüzsüz şık bir kılıçtı. Muhtemelen Yoo Joonghyuk tarafından verilmişti.
“Kılıcın çok güzel.”
“Ah, ustam verdi. Ya seninki unnie…?”
“Benimki… Benimki de iyi.”
Jung Heewon kendi groll boynuzu kılıcına ve ardından Jihye’nin belindeki kılıca kısaca göz attı.
Yanlış bir şey yapmasam da üzülmekten kendimi alamadım. İlgiyi Lee Jihye’nin üzerine yıkmaktan başka çarem yoktu.
“Hey, neden Heewon-ssi ile konuşuyorsun da beni görmezden geliyorsun?”
“Ah… benden büyük kadınlara karşı zaafım var da.”
Jung Heewon, Lee Jihye’nin titrek bir sesle karşılık vermesini sevimli bulmuş gibi kolunu omzuna attı. ‘Şeytan avcıları’ arasında bir bağ varmış gibi görünüyordu. Lee Jihye baş kilidinden zorlukla kurtuldu ve sordu.
“Bu arada, neden ustamı kurtarıyorsun?”
“Yoldaşız.”
“Saçma sapan konuşma.”
“Kullanışlı biri.”
“…Usta gibi konuştun şimdi de.”
[Takımyıldızı ‘Gizemli Entrikacı’ kalbinizden ne geçtiğini merak ediyor.]
Düşündüm de, sadece Lee Jihye değil, takımyıldızlar da hareketlerimi merak ediyor olmalı. Eline fırsat geçse beni öldürecek adamı kurtarmaya koşmam garipti.
[Takımyıldızı ‘Şeytani Ateş Yargıcı’, zorda olan arkadaşınıza destek çıkma arzunuzdan hoşlandı.]
[100 jeton sponsor oldu]
Yanlış anlaşıldım. Ama Şeytani Ateş Yargıcı… Başmelek Uriel’in beklentilerinin aksine, Yoo Joonghyuk’u kurtarmak için son derece kişisel bir nedenim vardı.
Ölümünden sonra ‘gerilemesini’ önlemek içindi.
Öldükten sonra gerilemek. Kulağa hoş geliyordu. Her öldüğünüzde etkinleşen ‘regresyon damgası’. Ana Karakterin hile sayılacak kadar iyi bir yeteneği vardı.
Sorun, bu yeteneğin çevredeki oyuncularda karmaşık düşünceler uyandırmasıydı.
「 Bu arada, sen geriledikten sonra dünyaya ne olacak? 」
Yoo Joonghyuk’un yaşam sayısı çift haneli sayılara ulaştığında bir yan karakter Yoo Joonghyuk’a bunu sormuştu. Soran kimin nesiydi hatırlamıyordum ama Yoo Joonghyuk’un o zamanki cevabı kafamda netti.
「 …Ben de bilmiyorum. Ama her zaman daha fazla insanın yaşayabileceği bir dünyayı tercih ederim. 」
Akla yatkın bir cevap olsa da aslında Yoo Joonghyuk terk ettiği dünyalar hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Hayatta Kalma Yolları’nda dünyaya ne olduğuna dair kesin bir teori yoktu.
Bilim, büyü, her neyse.
Bu yüzden endişeliydim. Regresör ortadan kalktıktan sonra dünyaya ne olacaktı?
Gerilemeyle birlikte sıfırlanacak mıydı? Yoksa paralel bir evren mi oluşacaktı? İkincisi olsa güzel olurdu, ama eğer birincisi gibiyse…
“Hyung?”
“Ah, evet?”
Gömleğimin eteğini tutan Lee Gilyoung endişeli gözlerle bana baktı.
“Sanırım geldik?”
[Bölge dışına yaklaşıyorsunuz. Senaryo alanından çıkmamaya dikkat edin.]
Bu mesaj belirdi. Chungmuro’nun gizli zindanı ‘içeride’ bir alan olarak değerlendirildiğinden önemli değildi.
Köşeyi döndük ve Çıkış 1 göründü. Uğursuz bir gölgeye sahip bir zindan girişi bizi karşıladı.
[Gizli bir zindan buldunuz!]
[Bu zindan çoktan birisi tarafından keşfedilmiş. İlk keşif başarımını alamadınız.]
[Yeni gizli senaryo başladı!]
[Gizli Senaryo – Sinema Zindanı]
Kategori: Gizli
Zorluk derecesi: A-
Koşullar: Sinema Zindanı’nın Efendisini yenin.
Zaman Sınırı: Yok
Ödül: 4,000 jeton
Başarısızlık: –
Şaşıran Lee Jihye tereddüt edip geri adım attı.
“…Ne bu? Sinema Zindanı mı?”
Lee Gilyoung korkmuş görünüyordu. Hepsi ilk kez gizli bir senaryoyla karşılaşıyor olmalıydılar. Jung Heewon da konuştu.
“Zindan olarak sinema salonu… Romantik geliyor.”
Romantik. Böyle diyebilmesinin tek nedeni sinema salonunun ne kadar korkutucu olabileceğini bilmemesiydi. Sinemanın tanıdık lobisi bizi karşıladı.
[Sinema Zindanı’na girdiniz.]
Kasvetli zindana girdiğimizde gergindik. B1’den 8. kata kadar dokuz kattan oluşan bir multipleks idi burası.
“Hyung, posterler yırtılmış. Bunu kim neden yapar ki?”
“Bilmem.”
Bilmem desem de aslında gerçeği biliyordum.
Bu ‘Sinema Zindanı’nın özünü duvardaki ‘posterler’ oluşturuyordu. sanırım Yoo Joonghyuk en üst kata çıkarken her posteri halletmişti. Niyeti tüm ödülleri toplamaktı.
Yırtık posterler dışında B1’de garip bir şey bulunamadı. Ne bir eşya ne de bir canavar vardı. Tek değişik olan, bir köşede kapısı parçalanmış duran asansördü.
Lee Jihye sordu.
“Burası zindan değil mi? Neden hiçbir şey yok?”
“İllaki bir şey ortaya çıkacaktır.”
“…Bir şey mi biliyorsun?”
“Biraz.”
“Nasıl? Bayağı şüphelisin ahjussi. Yoksa ikinci hayatın falan mı bu?”
Öyle olan ustasıydı asıl. Gerçi o üçüncü hayatındaydı.
Bunun üzerine Jung Heewon, “Hepsi Dokja-ssi’nin arkasındaki sponsor sayesinde.” dedi.
“…Gerçekten mi?”
İkisini görmezden gelip zemin kata doğru ilerleyecekken Lee Gilyoung beni yakaladı. Kafasındaki hamamböceği çılgınca hareket ediyordu. Neredeyse aynı anda Lee Jihye kılıcını çekerken ben de elimle ağzını kapattım.
“Şşşt, bizden başka birileri daha var.”
Sesler uzaklaşmaya başladığında nefesimi verdim. Hemen üst katımızdaydılar. O zaman… lobiden mi oluyordu? Önce Yoo Joonghyuk’tur diye düşündüm ama onun sesine benzemiyordu.
“…Emin misin? Burada… bir sürü şey var.”
“Evet. 1,000 jetona aldım bu bilgiyi.”
“Kâhinlerden mi?”
“Evet, iğrençler ama bilgileri güvenilir.”
Konuşma sesleri duydum. Yürüyen merdivenden yukarı çıkıp onlara yaklaştık. Birinci kattaki lobide dört kişinin toplandığı görülüyordu.
Lee Jihye fısıldadı, “Kim onlar? Bir kez bile yüzlerini görmedim Chungmuro’da.”
“Belki de yer üstündeki girişten gelmişlerdir.”
“Yer üstü mü? Orası zehirli sisle dolu değil mi? Dahası, senaryo-”
“Farklı istasyonların farklı sürelerde farklı senaryoları var. Geçenki senaryoyu bizim istasyonumuzdan daha hızlı bitirmişlerdir. Zehirden çok etkilenmemişlerse, yeraltı türlerinin etlerini yiyip iyileşebilirler.”
Benim kafamı karıştıran başka bir şey vardı.
‘Kâhinler?’
Yoo Joonghyuk’un hayatında böyle insanlar hakkında hiçbir bilgi yoktu. Bu noktada, gizli zindanı sadece Yoo Joonghyuk ve ben biliyor olmalıydık.
Değişkenlerin sebebi neydi? Söylemeye bile gerek yok, bunu öğrenmem gerekiyordu.
“O zaman içeri girelim.”
Konuşan adamların üzerinde mavi bir spot ışığı süzülüyordu. Parlak bir ışık bir anda onları çevreledi ve sonra kayboldular.
“…Onlara ne oldu?”
Jung Heewon bana sordu ama cevap vermedim. Onun yerine duvardaki posterlere bakıyordum. Bu yırtıktı, bu da… Duvarın sonuna ulaştığımda yırtık olmayan sadece bir poster gördüm. Posterde yazan kelimeleri okudum.
Steven Spielberg, Samuel L Jackson, Jeff Goldblum…
O piç Yoo Joonghyuk… Yalnız bunu mu bırakmış? Üçüncü gerilemeden beklendiği gibi.
O anda ışık tekrar yandı. Bu kez spot ışıkları bizim üzerimize çevrilmişti. Şaşıran Lee Jihye ve Lee Gilyoung geri adım attı ama bundan kaçmanın bir yolu yoktu. ‘Işın’ kelimesi buna uygundu.
Jung Heewon’a “Film sever misin?” diye sordum.
“Tabii ki. Herkes sevmez mi?”
“Bundan sonra nefret edebilirsin.”
“Ne diyor-”
[Projeksiyon ışığı tarafından vuruldunuz.]
[Gösterim başlayacaktır.]
Etraftaki manzara yavaş yavaş değişmeye başladı. Bu basit bir illüzyon değildi, bu yüzden Dördüncü Duvar eskisi gibi aktif olmadı. Eski muşamba zemin yeşil çalılarla kaplanırken, resepsiyon masası ve patlamış mısır standı yemyeşil bir yağmur ormanına dönüştü. Tavan, bulutların olmadığı ve sonu görünmeyen mavi bir gökyüzüne döndü. Lee Jihye küçük bir sesle mırıldandı.
“Neredeyiz biz lan?”
Lee Jihye bağırarak etraftaki ağaçları ve çalıları kesmeye başladı ama hiçbir şey değişmedi. Lee Gilyoung ise sakin bir ifadeyle böcekleri aramaya başladı.
Yakındaki ağaçlara dokunmayı denedim. Sert ve nemli bir dokusu vardı. Mezozoik çağdan kalma gerçek yağmur ormanıydı. Bu, hayaletin Hayalet Hapishanesi’nden farklı bir gerçekçilikti. Bu, zindanın 8. katındaki sinema efendisinin gücüydü.
“Bir filmin içindeyiz.”
“…Gerçekten saçma şeyler oluyor.”
Bir roman gerçeğe dönüşmüştü. Bir filmin de gerçeğe dönüşemeyeceğine dair hiçbir kural yoktu.
Lee Jihye hızlı adapte olan biriydi, hemen anladı.
“Ahjussi, hangi filmdeyiz?”
“Yakında öğreneceksin.”
“…Söylesen ne olur ya? Dur bir saniye, şu çocuk ne yapıyor…?”
O anda çalılıklar hareket etti ve Lee Gilyoung’un önüne bir şey fırladı. Dev bir peygamberdevesine benzeyen bir böcek. Boyutu yaklaşık 40 cm’di. Lee Jihye dehşete kapıldı ve haykırdı.
“Hey çocuk! Geri çekil!”
Ancak Lee Gilyoung sakin bir şekilde karşılık verdi.
“Peygamberdevesi değil. Triyasik dönemden bir Titanoptera.
“Ne?”
Lee Gilyoung elini titanoya doğru uzattı. Böcek izin verdi ve bir an sonra ikisinin de vücudu mavi bir ışıkla sarıldı.
Lee Jihye aptal bir ifadeyle izledi.
“Bu… ne?”
“Fabre.”
Lee Gilyoung’u da yanımda getirmem gerçekten iyi oldu. Bu çocuğun yeteneği geçitten daha kolay geçmemizi sağlayabilir.
Dev peygamberdevesi koca ağzını oynattı ve Lee Gilyoung başını salladı. Neyle ilgili olduğunu bilmiyordum ama bir şeyler konuşuyorlardı. Lee Gilyoung peygamberdevesiyle bir süre konuştuktan sonra solgunlaştı.
…Ne oldu?
Lee Gilyoung telaşla bana döndü.
“Hyung!”
O konuşurken yerin sarsılma sesi duyuldu. Sesten anlaşılana göre bir şey hızla gelirken devasa palmiye ağaçlarını parçalıyordu.
Kuoooooh!
Yağmur ormanının içinden beliren dev sürüngenin ağzı kırmızımsı kanla kaplıydı. Önünde birkaç kanlı adam koşuyordu. Bizden önce giren adamlardı bunlar.
“Kuaaack!”
“Kurtarın beni!”
Lee Jihye geri çekildi ve Jung Heewon’la konuştu.
“Hangi film olduğunu anladım.”
“…Evet, ben de.”
Bir düzine metre ötede sert derisiyle duran uzun bir vücut. Vahşi kaslar tüm vücuda hükmediyordu. Mezozoik Çağ’ın en güçlü yırtıcısı karşımızdaydı.
İlk bakışta 7. sınıf bir canavara benziyordu. Buranın zindanın 1. katı olduğu düşünülürse zorluk seviyesi korkunçtu. Ama kalbim heyecandan güm güm atıyordu. Gizli zindan ne kadar zor olursa, ödülü de o kadar iyi olurdu.
Kılıcımı çıkardım ve “Savaşmaya hazır olun.” dedim.
Belki de Yoo Joonghyuk içeriği nedeniyle sadece bu filmi atladı. Tiyatro Zindanı’nın ödülleri filmin içeriğiyle ilgiliydi. Yoo Joonghyuk muhtemelen dinozorların yer aldığı bir filmde değerli bir ödülün olmayacağını düşündü. Ama bilmiyordu ki…
Bu filmde gerçekten önemli bir ödül saklanmıştı.
“…Sen ciddi misin? Bununla savaşacak mıyız?”
“Çıkmak için onu yenmemiz gerekiyor.”
“Çıkmak mı?”
“Bu film bayağı uzun. Unuttun mu?”
Bir T-rex hızla yaklaşıyordu. Arkasında adanın merkez laboratuvarı ve o laboratuvarın çatısında kaçış helikopteri görülüyordu.
Bu bir filmdi. Tiyatro Zindanı’nın efendisinin gerçeğe dönüştürdüğü bir film.
Dolayısıyla buradan kaçmanın tek bir yolu vardı.
“Harika bir son yapalım.”