Redaktör: Jeun, kansoku.sha | Düzenleyen: Dwt.exeBölüm 9: 2. Kısım
Ana Karakter – III
Lee Hyunsung ve Han Myungoh’un gözlerinin içine bakarak, “Kapının ardındaki adam tarafından öldürülmek mi istiyorsunuz yoksa şansınızı trenin dışında mı denemek istiyorsunuz? Hangisi?”
“U-Uh…”
“Dokja-ssi, kapının ardındaki kişinin düşman olduğuna dair bir kesin bir şey var mı ki?”
Çelik Kılıç en kritik anda ortaya çıktı. Lee Hyunsung’un lider olamamasının sebebi buydu.
“Başka bir vagondan olduğuna göre, insanları öldürerek hayatta kalan biri olması muhtemel. Eğer karşılaşırsak…” Devam etmek yerine kanlı odaya baktım.
Lee Hyunsung bakışlarımı takip etti ve sessizce konuştu, “…Çok saf düşündüm. Bir çıkış yolu bulalım.”
“Ç-çabuk! Acele edin!”
Şimdi Han Myungoh ve Lee Hyunsung da durumun farkına vardı. Başka vagonlardan sağ kurtulan diğer kişiler de onla aynı şeyi yaşamış olmalıydı. ‘Böcek’ bulma şansına sahip olmayacaklardı.
“Bu bozulmuş!”
“Siktir, bu taraftan da gidilmiyor!”
Lee Hyunsung ve Han Myungoh’un bağırışlarını dinlerken bir yandan ben de kapıları kontrol ettim. Artık bariyer yoktu, dolayısıyla kapılara dokunulabiliyordu. Vagonları birbirine bağlayan kapılar dışında metroda toplam sekiz kapı vardı. Bizimse henüz bakmadığımız üç çıkış kapısı kalmıştı.
Demir kapı ancak bir dakika daha dayanabilirmiş gibi görünüyordu. Ana karakter olmasına rağmen, başlangıçta bu kadar yüksek bir güce sahip olacağını düşünmemiştim. Açıkçası bu kadar kalın bir demir kapıyı kırabilmesine şaşırdım.
“Dokja-ssi! İşte-”
Çalışan manuel bir şalter buldum.
“Hayır!” Şalter sorunsuz bir şekilde çalıştı ama kapı tamamen açılmadı. Kapı sıkışmış gibi durmadan önce yaklaşık beşte bir oranında açıldı. “…Bu da bozuk gibi görünüyor.”
“Peki ya diğer kapılar?”
“Burası kaçabileceğimiz tek yer.”
Bir çocuk için mümkün olabilirdi ancak boşluk yetişkin kadın ve erkeklerin geçebilmesi için çok dardı. Han Myungoh ve Lee Hyunsung kapıları açmaya çalıştılar ama kapılar yerinden kımıldamadı.
[Sahip Olunan jetonlar: 4700 J]
Jetonların kullanım alanlarından biri de genel istatistikleri yükseltmekti. Dayanıklılığımı seviye 10 yapmak için zaten 2.700 jeton harcamıştım. Kalan paraları da gücümü artırmak için kullanırsam bu sorun çözülebilirdi. Ancak durum bilinmezken jetonları kullanmak akıllıca değildi. Sonuç olarak, tek bir yol vardı.
“Lee Hyunsung-ssi. Becerilerinden kullan.”
“Huh? “Beceri…”
Karakter Listesi’ni sessizce etkinleştirdim.
[Özel beceri, Karakter Listesi etkinleştirildi].
[Karakter Bilgisi]İsim: Lee Hyunsung.
Yaş: 28.
Sponsor: Çeliğin Efendisi.
Özel Nitelikler: Adaletsizliği Görmezden Gelen Asker (Sıradan)
Özel Beceriler: Süngü¹ Ustalığı Sv. 2, Kamuflaj Sv. 2, Sabır Sv. 2.
Stigma: Görkemli Dağ İtişi Sv. 1
Genel İstatistikler: Dayanıklılık Sv. 8, Güç Sv. 8, Çeviklik Sv. 7, Büyü Gücü Sv. 5.
Genel Değerlendirme: Genel istatistikler çok iyi. Adaletsizliğe göz yummasına rağmen, bir takımyıldızı sponsoru bile aldı. Bu onun için başka bir fırsat.Lee Hyunsung’un bilgileri herhangi bir kısıtlama olmaksızın gözümün önüne geldi. Neyse ki sponsoru, Hayatta Kalma Yolları’nda okuduğumla aynıydı.
“Nitelik penceresini açtığında görmüş olman lazım. Lee Hyunsung bir asker, dolayısıyla bu durumda kullanabileceğin bir becerin olmalı.”
“Şey… Bir tane var ama onu nasıl kullanacağımı-”
“Sadece beceriyi kullandığını düşün.”
“…Bu işe yarayacak mı ki?”
“Yarayacak. Ben öyle yaptım.”
Lee Hyunsung kararlılıkla derin bir nefes alırken başka bir şey söylemedi.
“Haaap!” Lee Hyunsung’un pazuları kapıyı tutarken şişti. Bu Görkemli Dağ İtişinin dıştan görünüşüydü. Aslında, Görkemli Dağ İtişi bir beceri değil, takımyıldızlarından gelen bir ‘damga’ olan ‘stigma’ydı.. Şüpheleri önlemek için ‘beceri’ kelimesini kullandım.
Dudududu.
Büyük bir burulma yayı dönüyormuş gibi bir ses duyuldu ve kapı hareket etmeye başladı.
“Ne? Bu adam harbi güçlü!”
“İşte bu! Müthiş!”
[‘Lee Hyunsung’ karakteri sana güvenmeye başladı.]
[‘Lee Hyunsung’ karakteri hakkındaki anlayışınız arttı.]
Şüphelerimden ziyade, anlayışım artmıştı. Lee Hyunsung düşündüğümden daha basit biriymiş.
“Hadi, in aşağı!”
Rahatlamış hissettim ve Lee Gilyoung’u Lee Hyunsung’a uzattım. “Lee Hyunsung-ssi. Çocuğu sırtında taşı.”
“Tabii.”
Demir kapı neredeyse kırılmak üzereydi. Ama tahminim doğruysa, şu anda sorun demir kapı değildi.
[…Ah, cidden. Bunun olacağını biliyordum. Size demedim mi ben, hiçbir yere kımıldamayın diye? Lanet olsun! Senaryo henüz hazır değil-]
Dokkaebi Dongho Köprüsü üzerinde süzülürken kızgın görünüyordu.
“Vahh! Biliyordum ya! Size dışarı çıkmayalım demiştim!” Han Myungoh patlayacağını düşünmüş gibi bir eliyle başını sardı. Ama endişelenmesine gerek yoktu.
[Neyse, elden bir şey gelmez. Gerçekten şanslı insanlarsınız.]
Çünkü ikinci senaryo trenin kapısı açıldığı anda başlamıştı.
[İkinci senaryo başladı!]
[İkinci Senaryo – Kaçış]Kategori: Alt
Zorluk derecesi: E
Koşullar: Yıkık köprüyü geçin ve Oksu İstasyonuna girin.
Zaman Sınırı: 20 dakika.
Ödül: 200 jeton.
Başarısızlık: ???“Dokja-ssi, bir gariplik var. ‘Yıkık köprü’ diyor ama köprü hâlâ…”
“Boşver, koş sadece! Çabuk!”
“Anlaşıldı!”
Aslında, Yoo Sangah haklıydı. Köprü henüz yıkılmamıştı. Başka bir deyişle, ‘köprü yıkılacaktı’.
“Dokja-ssi, çabuk gel!”
“Geliyorum.”
Köprü daha yıkılmamıştı çünkü trenden ‘çok erken’ indik. Dokkaebi hazırlık süresinin 10 dakika olduğunu söyledi ama biz bundan üç dakika önce kaçtık. Bazıları buna korkaklık diyebilir ama bu senaryo böyle bir kestirme olmadan temizlenemezdi. Özellikle de Yoo Sangah ve Lee Gilyoung gibi yüklerle başım dertteyken.
“Pat, pat. Lee Hyunsung-ssi tam bir asker gerçekten, dayanıklılığı harika.”
“Konuşma. Gücünü harcıyorsun.”
Lee Hyunsung çocukla birlikte önden giden oldu. Bu canavar herif istatistiklerine hiç para yatırmamış bile olsa gücü, fiziği ve çevikliğinin toplamı 23’ü aşıyordu. Onun arkasında Han Myungoh ve Yoo Sangah vardı. Onların arkasında da ben vardım. Ucu ucuna olacaktı ama en azından zamanında yetişebileceğimizi düşünüyordum.
“Ah, ne o?” Bu sırada Han Myungoh’un çığlığı duyuldu. Han Nehri’nin ortasında su fışkırtan büyük bir girdap vardı. Girdabın merkezinde de dev bir canavar vardı. O canavar, bir ihtiyozordu. Sorun şu ki, ihtiyozor pencereden gördüğümün iki katı görünüyordu.
Bu bir deniz yılanı değildi… bir deniz komutanıydı. Sıradan bir deniz yılanı 7. sınıf bir canavardı. Normal insanların 9. sınıf bir canavar olan yer faresiyle başa çıkmasının zor olduğu düşünülürse, ortalama bir insan 7. sınıf bir canavar tarafından karşılık bile veremeden paramparça edilirdi.
Başka bir deyişle, şu an buraya gelen arkadaş ilk senaryolarda savaşılabilecek bir canavar değildi. Fakat elbette onunla savaşmaya gerek yoktu. Bunun için eklenmemişti. Han Nehri bir tsunami gibi kabardı ve ihtiyozor hareket etti. Köprünün ayaklarını kemiriyordu.
“Köprü yıkılıyor!”
“Koşun! Koşarsak yetişebiliriz!”
Kalan mesafe yaklaşık 200 metreydi. Hesaplamalarım doğruysa, mevcut hızımızla köprü yıkılmadan karşıya geçebilirdik.
[Oyun hemencecik biterse hiç eğlenceli olmaz.]
Elbette bu, karışan olmadığı sürece olacak senaryoydu.
[Senaryo zorluğu ayarlandı.]
[Senaryo zorluğu: E -> D]
Dokkaebi’nin kahkahası duyuldu.
[Öylece kaçıp giderseniz eğlenceli olur mu hiç? Biraz havaya girelim!]
[Ölülerin kem düşünceleri geri döndü.]
[Etraftaki zemin siyah eter ile kaplandı.]
[Şeytani insanlar uyandı!]
Arkamızdan bizi kovalayan bir şeyin sesi geliyordu. Yoo Sangah kendi kendine mırıldandı.
“Z-Zombiler mi?”
Zombiye benzeyen şeyler büyük bir dalga hâlinde buraya geliyordu. Bazıları bizimle aynı vagondan insanlardı.
“Sadece biraz daha koşmamız gerekiyor! Çabuk!”
İhtiyozora olan mesafe artık yüz metreden daha azdı. Neyse ki Lee Hyunsung, Lee Gilyoung’la beraber güvenlik çizgisini geçmişti. Asıl sorun ben de dahil olmak üzere geri kalanımızdı. Han Myungoh “Sizi piçler!” diye bağırdı.
Çok fazla şeytani insan vardı. Sadece metrodakiler olsaydı bir şekilde kaçabilirdik. Sorun şu ki…
“Kuweeeoooh!”
Köprüde ölen sürücüler de şeytani insanlara dönüşmüştü. Lee Hyunsung’un geçtiği yol onlarla kaplıydı. Yoldaki şeytani insanlar ve yaklaşan ihtiyozor arasında gözlerimi gezdirdim.
“…Herkes yere yatsın.”
Artık çok geçti.
Kwaaaaang!
İhtiyozorun dev ağzı ayağı tamamen ısırdığında köprü muazzam bir şekilde sallandı. İhtiyozorun pulları Han Nehri’ne yağmur gibi yağan tozların arasından parlıyordu. Havayı keskin bir kan ve su kokusu kapladı. Sendeleyerek vücudumu kaldırdım. Toz dağıldıktan sonra, etrafımdaki manzara netleşti. Parçalanmış beton ve kesilmiş çelik yığınları. İhtiyozorun temiz bir şekilde ısırdığı şeytani insanların leşleri. Köprünün ayakları kırılmıştı.
“…Dok…ssi…yi mi?”
Yoo Sangah ve Han Myungoh biraz daha uzakta ayağa kalktılar. Han Myungoh’un bacaklarından biri önceki sarsılmadan dolayı yaralı ve rahatsız görünüyordu. Lee Hyunsung ve Lee Gilyoung köprünün karşısından bağırdılar ancak sesleri bir bariyer tarafından engellenmiş gibiydi.
Şimdi ne yapmam lazım? Köprünün yıkılacağını düşünerek plan yapmıştım zaten ama Han Myungoh ve Yoo Sangah’ın benimle kalacağını tahmin etmemiştim. O sırada havada bir ses duyuldu.
[Birisi bir takımyıldızın lütfunu aldı.]
[Takımyıldızın ‘Deus Ex Machina’² senaryosu etkinleştirildi.]
Sesle birlikte, yıkılan Dongho Köprüsü’nün iki tarafı arasında ışıktan yapılmış parlak bir köprü oluştu. Sonra önümde bir mesaj süzüldü.
[Deus Ex Machina – Çift Köprü]Açıklama: Bir takımyıldızı tarafından yapılmış bir ışık köprüsü. Köprüden sadece ‘çift’ sayıda insan geçebilir. Köprü, ‘tek’ sayıda insan geçmeye çalıştığı anda yok olacaktır.
“Dokja-ssi. Bu, kafamda, aniden-”
Yarım yamalak konuşan Yoo Sangah’ın gözleriyle karşılaştım. Durumu kabaca tahmin edebiliyordum. Deus Ex Machina. Takımyıldızlar, senaryoya müdahale ederlerse büyük bir olasılık kaybı riskini göze alırlardı.
“…Yoo Sangah-ssi’nin sponsoru.”
Hangi takımyıldızı olduğunu bilmiyordum ama biri Yoo Sangah’ı kendi enkarnasyonu olarak seçmiş ve onun yaşamasını istemişti. Deus Ex Machina, Hayatta Kalma Yolları’nda nadir görülen bir şeydi. Ayrıca, Yoo Sangah çoktan ölmüş olması gereken bir kişiydi.
Bir an şüpheye düştüm. Yoo Sangah’ın arkasında ne tür bir takımyıldızı vardı?
[Bu kişinin bilgileri ‘Karakter Listesi’nde okunamaz.]
[Bu kişi ‘Karakter Listesi’nde kayıtlı değil.]
Biraz şaşırdım. Onu becerimle göremiyor muydum? Neden? Arkasında güçlü biri mi vardı? Yoksa zihinsel bir bariyeri mi vardı? Ama en başından beri öyle bir şeyi olsaydı… hayır, bir dakika. Belki de bu…
“Dokja-ssi, şimdi ne yapacağız?” Yoo Sangah’ın şaşkın sesini duydum. Düşünmek için fazla zamanım yoktu. Han Nehri dönüyordu. İhtiyozor köprünün bir ayağını yemişti ve şimdi de devasa gövdesini Han Nehri’nin diğer tarafına çeviriyordu. Dudaklarımı ısırdım ve köprünün açıklamasını bir kez daha okudum.
Sadece ‘çift’ sayıda insan köprüden geçebilirdi. Sonuçta, ‘Deus Ex Machina’ trajedileri seven sikik takımyıldızlar tarafından yapılmış bir oyuncaktı. Herkesin hayatta kalmasının bir yolu yoktu. Han Myungoh’un gözleri benimkilerle buluştuğunda vücudu titriyordu. Bu işin sonunda birileri ölmek zorundaydı.
[hr]
[1] Süngü: Eskiden savaşta tüfek namlusunun ucuna takılarak mermi bittiğinde tüfeğin bir kılıç gibi kullanılmasına imkan sağlayan uzun bıçak.[2] Deus ex machina: bir kurgu veya dramada beklenmedik, yapay veya imkânsız bir karakter, alet veya olayın senaryo akışı içinde beklenmedik bir yerde aniden ortaya çıkması, örneğin anlatıcının bir anda uyanıp her şeyin rüya olduğunu anlaması veya aniden ortaya çıkan bir meleğin sorunları çözmesi için kullanılan Latince terim.