Yukarı Çık




14   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   16 

           
Penceremden gelen tıklama sesini duyduğum sırada yatakta ağlıyordum. Donuk bir şekilde dışarı baktım ve şaşırtıcı şekilde dışarıda uçan büyüleyici kuşu gördüm. Pencereyi açmadan önce tereddüt ettim. Kuş yatağımın üzerine atlayıp kanatlarını karıştırdı ve bana baktı.

"Bu sefer çabuk geldin."

Gözyaşlarımı sildim ve kuş ağladığımı görmüş gibi kocaman gözleriyle bana baktı. Ne kadar da akıllı bir kuştu.

"Sahibin yakınlarda mı?"

Kuş, söylediklerimi anlamış gibi başını salladı. Kuşu kaldırıp kucağıma koyunca bir an için dondu ve hızlıca göz kırptı. Başını okşayıp notu bacağından çıkardım.

-Kuş un adı 'Queen' olacak ama onun bir erkek olduğunu unutma.

Yine kısa ama etkili bir cümleydi. Zihnimdeki ağırlık kalktı ve ne yüzünü ne de ismini bildiğim bu yabancının sözlerine gülümsedim.

"Sen erkek misin?"

Kuş, bilmediğime gücenmiş gibi kanatlarını çırptı ama ne yapayım bu türün erkekleri ve dişileri arasındaki farkı bilmiyordum. Tekrar başını okşadıktan sonra masama gittim, kuş da takip etti. Bir kağıt çıkarıp cevap yazdım.

-Erkek olduğunu bilmiyordum. Ne ilginç bir sürpriz.

Notu sarıp kuşun bacağına bağladım ve takvime baktım. Yeni yıl kutlamaları yaklaşıyordu. Bazı konuklar yarın sabah erken saatlerde saraya gelmeye başlayacaktı…

Kuşun sahibi zaten yakınlarda. Onlar da yarın gelecekler mi?

***

Ertesi sabah, Lux bölgesinin efendi ve hanımının yanı sıra komşu ülkelerden diğer seçkin konuklar da geldi. Konukların ağırlanması ben, Sovieshu ve Dışişleri Bakanı'na bölünmüştü. Çoğu zaman Sovieshu ağırlıyordu.

"Majesteleri! Majesteleri! Batı Krallığı'ndan geldiler!"

"Eğer Batı Krallığı'ysa..."

"Evet, galiba Prens Heinley."

Prens, bizat selamlamak zorunda olduğum birkaç misafirden biriydi. Başımı sallayıp ayağa kalktım ve konuk listesini denetleyen yetkililer de isteklerimi takip etti. Oturmalarını işaret ettim, sonra büyük bir aynaya doğru yürüyüp elbisemi düzelttim ve resepsiyon odasına gittim.

Prens Heinley, Batı Kralı'nın küçük erkek kardeşi ve babalarının ikinci oğluydu. Ancak, kralın bir kraliçe ve üç resmi cariyesi olmasına rağmen hiç çocuğu olmadığı için Heinley tahtın varisiydi.
Kralın son zamanlardaki zayıf fiziksel durumu ve kısırlığı nedeniyle, muhtemelen Prens Heinley'in tahtı devralacağına dair bolca dedikodu vardı. Buna rağmen Batı Krallığı halihazırda Doğu İmparatorluğu'na benzer büyüklüğe ve güce sahipti. Tabii ki de bu özel misafiri gidip kendim karşılayacaktım.

Beyaz Gül Odası'na girip heyete bakınca başlarındaki adamı gördüm ve soluğum kesildi.

Bu adamın güzel görünüşü hakkında pek çok söylenti duymuştum. Birisi sosyeteye girdiği anda Prens Heinley'in dedikodularından kaçamazdı. Denen o ki çapkındı, sert bir kişiliği vardı ve tarif edilemeyecek kadar yakışıklıydı. İnsanları yüzünde bir gülümsemeyle öldürmüş veya sırtından bıçaklamıştı ya da Batı Krallığı'nın kralı çocuk sahibi olamıyor değildi de Prens her birini öldürmüştü. Tüm bu söylentilerden Prens Heinley'in çapkın mı veya acımasız mı olup olmadığını çözemedim.

Ama kesin olan bir şey vardı. Görünüşü. O... gerçekten harikaydı. Yumuşak sarı saçlarının karışmış dalgaları yüzüne düştü ve dudakları hafifçe kıvrıldı. Keskin bir boynu ve geniş omuzları vardı ama en dikkat çekici olanı gizemli mor gözleriydi.

'Ağzını kapatıp bir köşede dursaydı bile her türlü söylentiyi alevlendirirdi.'

Hayranlığımı olabildiğince gizleyerek Prens Heinley'in karşısında durdum. O sadece bir prensti, ama saygın Batı Krallığı'ndandı ve bu yüzden ona veliaht prens hürmetiyle davrandım.

Onun karşısında durdum ama ben daha bir şey söyleyemeden Prens Heinley bir dizinin üstüne çöküp sadakat yemini eden bir şövalye gibi elini uzattı. Ona elimi verrince üzerine nazik bir öpücük kondurdu. Ama şövalyelee arasındaki fark açıktı. Şövalyeler sadakat öpücüğü verirken ya bakışlarını indirir ya da öne doğru bakardı. Ancak bu adam dosdoğru gözlerimin içine baktı ve bakışlarımı esir aldı.

"Sizinle tanışmak bir onur, İmparatoriçe."

Elimi bırakıp gülümseyince bir sebepten midemin düğümlendiğini hissettim. Onun zalim olduğu söylentisinin çapkın olduğu söylentisinden daha doğru olduğunu düşündüm, zira gözlerinde hiç şehvet görmemiştim.

Aksine, önümde diz çökmüş olmasına rağmen yukarıdan beni izleyen bir kartal gibiydi.

"Sizinle de tanışmak bir onur, Prince Heinley."

Tabii ki de onun etkisine girmeme müsaade edemezdim. Yıllarca süren eğitimden doğmuş ağırbaşlı bir ifade takındım. Hafifçe gülümsedi ve ayağa kalktı.

"Zor bir yolculuk geçirmiş olmalısınız, umarım yılbaşına kadar burada dinlenip eğlenirsiniz."

"Doğu İmparatorluğu'nun imparatorluk sarayı hakkındaki övgüleri sürekli duyuyordum. Gerçekten güzel."

"Umarım memnun olursunuz."

Prens, resmi bir selamlamayla birlikte gülümsedi ve gözleri kısıldı.

“Zaten memnunum.”

***

Özel konukların gelişinden sonra yapmam gereken işlerr yarıya indi ve kalanların çoğu kutlamalar içindi. İşlerimi her zamankinden erken bitirip Batı Sarayı'na döndüm. Nedime pozisyonuna geri dönen Laura hızlıca bana yaklaştı.

"Majesteleri, Majesteleri. Nasıldı? Prens Heinley nasıldı? Söylentilerdeki kadar harika mı?"

Diğer nedimeler de ellerinde çay bardaklarıyla birlikte ilgiyle yaklaştılar. Bardakları pencere kenarlığı, şifonyer, çay sehpası gibi yerlere koyup üstümü değiştirmek için yardıma geldiler.

"Grandük Crome'un Prens Heinley'i görünce bayıldığını duydum. Bu cidden doğru mu?"

"Ünlü bir tiyatro oyuncusunun onunla bir kez buluştuktan sonra üç yıl boyunca onun peşinden koşmuş."

Aslında nedimeler onu birkaç gün içinde görecek olsalar da daha fazla sabredememişlerdi. Prens Heinley'in sarsılmaz bakışlarını, mor gözlerini ve uzaktan hissedilebilen keskin karizmasını hatırlayarak, arzularını tatmin etmek adına cevap verdim.

"Şimdiye kadar gördüğüm en zarif insandı. Hiç şüphesiz."

Laura ufak bir çığlık attı.

"Wow. Onu görmek için sabırsızlanıyorum. Sesi nasıldı?"

"Şimdiye kadar duyduğum en iyi sesti."

Abartı değildi. Leydiler bayılırken ellerini kalplerine götürdüler.

"Yakışıklı prensin sebep olacağı dedikoduları dört gözle bekliyordum."

"Eminim pek çok kişi zaten bunu düşünüyordur."

Prens Heinley’nin görünüşünü merak ederken bir yandan da beraberinde getireceği heyecanlı olayları dört gözle bekliyorlardı. Onların konuşmalarını dinlerken gülümsedim ve o sırada pencereden bir tıkırtı sesi geldi. Queen gagasıyla cama vuruyordu.

"Hemen geldin mi?"

Pencereyi açınca pervazın üzerine konup bana göz kırptı. Şimdi düşününce, Queen'in de altın rengi tüyleri ve mor gözleri vardı. Böyle dikkat çekici bir göz rengiyle vahşi doğada hayatta kalabildiğini hayal etmek zordu... Aniden, böyle bir kuşu haberci olarak kullanmanın doğru olup olmadığı hakkında endişelendim.

Queen, notu en kısa zamanda okumamı ister gibi ayağını uzattı. Nedimeler Queen'i beslemekkle meşgulken notu açıp masama oturdum. El yazısı tanıdık, mesaj muzipti.

-İmparatorluk Sarayı'na vardım. Kim olduğumu biliyor musun?

***
Teşekkür eden herkesten rica ederim😊 Bölüm resmini yorumlara atacağım ama yine gözükmezse başka bir şey düşünüyorum🙄


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


14   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   16 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.