Yukarı Çık




39   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   41 

           
“Abel, tatlım.”
Bayan Thorn Abel’ın odasının kapısında dikiliyordu.
Abel kadına delici bakışlar attı.
“Sana odama girmen için izin verdiğimi sanmıyorum.”
Kadın güldü ve teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı.
“Kapı eşiğindeyim, yani odana girmiş sayılmam.”
Jest’ ten birkaç ton açık olan saçlarını parmaklarına doladı. Yıllar geçse de hâlâ güzeldi. Sadece biraz kilo almış ve kalp şeklindeki yüzünde belli belirsiz kırışıklar oluşmuştu.
“Senden nefret ediyorum.”
Kadın gülümsedi, nefretle, zaferle. Ellerini kollarında kavuşturdu ve kapıya yaslandı.
“Biliyorum, tatlım.”
Gözleri parladı. Abel bu ifadeyi biliyordu. Babası onları eve getirdiği günkü gibiydi, sahte. Acınası.
“Ben kazanacağım.”
Abel kaşlarını çattı.
“Babanın beni ne kadar çok sevdiğini biliyorsun herhalde.” Dudaklarını yaladı.” Senden daha çok değer verdiğini… Bu Jest için de geçerli tabii. Sen acı bir hatıradan başka bir şey değilsin sonuçta. Annenin…” Bu kelimeyi tıslama şeklinde söylemişti.” Eski değersiz bir hatırası.” Bakışları bakımlı tırnaklarına kaydı.
“Düşünsene, baban annen öldükten hemen sonra benimle evlendi.” Bakışlarını tekrar Abel’a doladı. “Kaç gün yas tuttu? Bir hafta, bir ay?”
Abel öfkeden çenesini sıkıyordu. Bu kadının annesi hakkında böyle konuşmasına katlanamıyordu. Sinirinden güldü.
“Değerli olduğunu mu sanıyorsun?”
Yavaş ve kontrollü adımlarla kadına yaklaştı, gerildiğini görebiliyordu. Kadın ancak onun omuzlarına geliyordu.
“Oturduğun bu malikâne dâhil babamın bütün mal varlığının kimin üzerine olduğunu sanıyorsun?” Başını hafifçe yana eğdi.
“Hadi… Hadi söylesene senden duymak istiyorum.”
Kadının yanına daha da yaklaştı ve durdu. Şimdi ikisi yan yana kapı eşiğinde dikiliyorlardı. Dudaklarını büzdü.
“Bilmiyor musun yoksa? Ya da unuttun mu? İstersen sana hatırlatayım.” Soğuk mavi gözleri zevkle parladı.
“Bana.” Gözlerini kıstı ve kafasını hafifçe çevirerek göz ucuyla kadını süzdü.” Hepsi benim. Anlıyor musun?”
Kadının yutkunduğunu duyabiliyordu.
“Bu arada eğer sevgili kocanın ellerine dikkat etseydin eski karısına ait yüzüğü hâlâ taktığını görürdün.” Durdu. Dudakları zaferle kıvrıldı.” Aslında bunu sen de biliyorsun değil mi?”
Kafasını çevirdi ve kadının cevap vermesini beklemeden yanından geçip gitti.
Bayan Thorn ellerini yana düşürdü ve yumruklarını sıktı. Bu aptal çocuktan nefret ediyordu. Yıllardır onun gitmesi için çabalamıştı. Sevgili oğlunu bile bu işe bulaştıracak kadar ileri gitmişti. Hem bu çocuk kendisini ne sanıyordu ki, Daniel onu seçmişti. Ona evlenme teklifi etmiş, onu malikânesine kabul etmişti. Evet… Daniel onu çok seviyordu. Zaten sevmese onunla neden evlensindi ki? Jest’i de unutmamak gerekirdi. Aşklarının kanıtıydı işte. Daniel ile bu konuda konuşmalıydı. Artık dayanamıyordu.
Bayan Thorn dikildiği kapı eşiğinde saçlarını savurarak arkasını döndü ve Daniel’a çarptı.
“Ah, sevgilim?” dedi tereddütle.
Daniel gülümsedi. “Seni çağırmak için gelmiştim. Davete geç kalacağız. Buradaymışsın meğer.” Koluna girmesi için kolunu uzattı. “Hadi, sevgilim.”
Daniel her şeyi duymuştu. Aptal kadın… Ona başka çare bırakmamıştı. Hem Abel’dan değerli birisi olabilir miydi? Hayır. Bu saçmalıktı. Koca bir saçmalık.
***
“Daniel.” Kadın kollarını Bay Rose’a doladı ve onu kendine doğru çekti.
“Seninle…” Gözleri sahte gözyaşlarıyla süslendi. Dudağını büzdü ve sesinin titrek çıkmasına özen gösterdi.
“Abel hakkında konuşmak istiyorum.”
Daniel’in bedeni kasıldı ama yüzü mimikten yoksun kadına bakmaya devam etti.
Kadın ellerini kocasının omuzlarında gezdirdi ve o savunmasız görünümünü korumaya çalıştı.
“Ona annesinin yokluğunu çektirmemek için çok çabaladım…”
Yalan.
“Onu öz oğlumdan ayırmadım ve onun Jest’i kardeşi olarak görmesi için ne kadar çok çabaladığımı anlatamam…”
Bir yalan daha.
“Ama o ne yaptı?” Burnunu çekti.” Her defasında benden ne kadar nefret ettiğini yüzüme vurdu.”
Ela gözleri üzüntüyle parladı. “Onu daha ne kadar yanımızda tutmayı düşünüyorsun? Liseye geçmek üzere ve sen onu yurt dışına göndermenin daha iyi olacağını söylemiştin. Ayrıca Abel’ın davranışları Jest’imizi de çok üzüyor. Biricik oğlumuz için çok endişeleniyorum. Hem…”
Başını Daniel’in omzuna yasladı. “Artık seninle neredeyse hiç vakit geçiremiyoruz.” İç çekti.” Biliyorum, Abel sana eski karının emaneti ama…” Ellerini adamın beyazlamış saçlarına geçirdi.
“Biz senin aileniz. Senin değerli ailen. Abel ise…” Gözyaşları gecenin karanlığında parladı. Malikânenin bahçesindeki çardakta oturuyorlardı.
“Beni anlıyorsun değil mi, sevgilim?” Kafasını kaldırdı ve adamın alnına bir öpücük kondurdu. “Seni seviyorum.”
Ve bir başka yalan.
Daniel karısına gülümsedi ve nazikçe saçlarını okşayıp kadının kafasını göğsüne yaslamasına izin verdi.
“Evet, sevgilim. Seni çok iyi anlıyorum.”
Hafifçe güldü.
“Ben de seni seviyorum.”
Ve yalan söyleme sırası şimdi ondaydı.
***
“Beni… hala seviyor musun?”
Daniel Rose kanlı ellerini kadının çenesinde gezdirdi. Karısının.
Ellerindeki kanlar kendisine aitti. Karısı çok direnmişti, tırnaklarını adamın kollarına geçirmiş kaçmak için çırpınmıştı ama şimdi elindeydi.
Kadın acıyla hıçkırdı ve etine gömülen iplerden kurtulmaya çalıştı ama çabası boşunaydı. İpler kollarına sürtündükçe ılık kanlar avucuna aktı.
“H-hayır!” diye inledi kadın. Sesi korkudan çatallaşmıştı. Çok bağırmaktan da olabilirdi. Sanki boğazı paramparçaydı ve bu kelimeyi söylemek bile canını öylesine yakmıştı ki.
Daniel elini yavaşça kadının dudaklarına götürdü ve onu susturdu.
“Şşşt. Sevgilim…”
Hafifçe kadının üzerine eğildi.
“Neden sen de onun gibisin?”
Güldü. Sesi gülmekten çok bir tıslama gibi çıkmıştı. Bu kadının suçu neydi? Neden bu durumdaydı… Bu sorunun cevabı çok basitti. Bu kadın Abel’ı rahatsız ediyordu. Daniel dişlerini sıktı. Ona acımıştı, onu evine almış ve ona bir şans vermişti. O ise Abel’ı gözüne kestirmiş ve Jest’i kullanarak onu Abel’ın yerine geçirmeye çalışmıştı. Kendisinin Abel’dan daha değerli olduğunu sanmıştı. Daniel iç çekti. Sanki Abel’dan çok sevebileceği biri olabilirmiş gibi… Bu kadın da ona benziyordu işte. Bütün kadınlar ona benziyordu. Eski karısına. Gençken onu sevmişti. Hem de çok sevmişti. Sadece bir hata yapmıştı o kadar ama sonuçta suçlu olduğunu kabul etmiş ve ondan özür dilememiş miydi? Ona hatasını düzeltebileceğini söylememiş miydi? Eh, hatası ne kadar düzeltilemez olsa da o Daniel Rose’du. Her şeyi düzeltebilirdi.
Peki… O ne yapmıştı? Daniel nefretinin bütün bedenini yaktığını, derisinin nefretin aleviyle tutuştuğunu hissetti.
Onu terk etmeye kalkmıştı. Evet… Evet, şimdi kendisinden daha emindi ona hak ettiğini vermişti. Kendisini terk etmek istiyorduysa istediğine kavuşmuştu ama biricik oğullarını da yanında götürmeye kalkışmakla büyük hata etmişti. Abel, Daniel’in her şeyiydi. Her şeyi.
Jest ise bir hataydı. Bunu da şimdi anlıyordu. Yine de ona acıyordu, belki onu da sevebilirdi. Belki.
Düşünceleri karanlık duvarlara çarptı ve zihninde yankılandı. Burada kimse onları bulamazdı. Kimse karısının çığlıklarını duyamaz, kanın metalik kokusunu alamazdı. Kısa bir an babasını hatırladı. Ona ne kadar çok benziyordu. O da kendisi gibi deliydi. Acaba Abel da kendisine mi benzeyecekti? Elbette, bu kaçınılmazdı, genlerinde vardı.
Abel’ın kendisine benzemesi düşüncesiyle zevkle ürperdi ama şimdi odaklanmalıydı. Tabii ki eski karısına yaptığı gibi bu işi adamlarına bırakabilirdi. Düşününce bu da babasına benzer bir yönüydü. Babasının kâhyasını- Charles’ın babasını- öldürttüğü günü hatırladı. Çok kan vardı. Çok… Ama şimdi her şeyden öte bunu kendisinin yapmasının nedeni sadece tatmin olmaktı. Kimse Abel’ı üzemezdi. Bu kadına çok bile katlandığını düşündü ve belki de ilk defa ellerini yılların beyazlaştırdığı saçlarına geçirerek her zaman taralı görünen saçlarını dağıttı. Kanı saçlarına bulaştı.
Birkaç derin nefesten sonra sakinleşti. İşte yine kusursuzca rolüne bürünmüştü. Buz gibi gözlerini kadının ela gözlerine dikti. Dudakları zevkle kıvrıldı ve beyaz dişleriyle sırıttı.
“Ona acı çektirdim.” Duraksadı. Nefesi kadının boynunu okşadı ve bir sarmaşık gibi boynuna dolanıp onu boğdu.
“Sana merhamet edeceğim.” Gözleri delice parladı.
“Seni öldüreceğim.”
***
“Kardeşiniz odasında sizinle görüşmek istiyor Bay Thorn.” Felix boğazını temizledi ve başını öne eğdi. Bu durumdan nefret ediyordu. Neden Abel’ın en sevmediği kişinin hizmetinde olmak zorundaydı sanki? Bu da Bay Rose’ un işiydi elbette. Kim bilir ne söylemişti Abel’a, isteyerek Jest’ in hizmetine girdiğini sanıyor olmalıydı. Abel’dan nefret ettiğini.
Kardeş. Bay Thorn?
Jest’ in midesi kasıldı. Babasından ve onun saçma zenginliğinden nefret ediyordu. Ona bir soylu gibi davranılmasından da nefret ediyordu. O bir soylu değildi. Hiçbir zaman bir soylu olamazdı.
Onu yalnız bırakmaları için nefretini daha ne kadar belli etmesi gerekecekti?
Derin bir nefes aldı. Yavaş yavaş her şeyi yola koyacağına inanmak istiyordu.
“Birkaç dakika içinde geleceğimi ilet, teşekkürler.”
Felix odadan çıkarken Jest elini koyu saçlarına daldırdı. Babaları birkaç aydır hastaydı. Hastalığın ilk evreleriydi. Şimdi de Abel kendisini mirasın bölüşülmesi için çağırıyor olmalıydı. Miras… Parada gözü olmadığını anlasalardı keşke. Ayrıca çok parası olsa ne değişirdi ki annesini kaybetmişti. Gerçi malikâneye geldikleri gün onu çoktan kaybetmiş sayılırdı ama bu çok… Farklıydı.
Malikâneye geldiklerinden beri annesiyle neredeyse hiç vakit geçiremiyordu ama yine de varlığını hissediyordu, sesini duyuyordu. Bu ona yetiyordu. Bir zamanlar.
Jest iç çekti ve askıdaki paltosunu alıp üzerine geçirdi. Yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Annesinin ona ölmeden önceki son hediyesiydi. Bunu giyince kendini bir parça değerli hissediyordu. Işığı kapattı ve odayı terk etti.
“Seninle ne hakkında konuşacağımı tahmin ediyorsundur.”
Abel ellerini arkada kavuşturmuş camdan yağan ilk karı seyrediyordu.
Jest çenesini sıktı.
“Konuşurken en azından yüzüme bakmayı deneyebilirsin.” diye homurdandı.
Abel arkasını döndü ve küçümseyici bakışlarını kardeşine çevirdi.
Boyu Abel’ı geçmişti ve şimdi ela gözlerinde gizlemediği bir nefret seçiliyordu.
Babasına inanamıyordu. Jest’le mirasını paylaşmasını istemişti. Onun en azından bu kadarını hak ettiğini söylemişti. Dişlerini sıktı.
“Farkındayım, benden hoşlanmıyorsun. Duygularımızın karşılıklı olduğunu belirtmek isterim. Ancak ne olursa olsun sen benim kardeşimsin.” Hafifçe öksürdü.” Babamız mirasının bölüşülmesini istiyor ama şunu söylemem gerek mirasın büyük bir kısmını ben alacağım. “Elindeki birkaç kâğıdı ona uzattı.” Aklına takılan bir şey olursa avukatımla konuşursun. Bunlar da devir işlemleri için imzalaman gereken belgeler.”
Jest güldü.
“Mirasın umurumda olduğunu mu sanıyorsun?”
Ellerini paltosunu ceplerine soktu.
“Evet?”
Abel kaşlarını kaldırdı.
“Annen bunun için babamla evlenmedi mi zaten.”
Jest ayaklarının üzerinde yaylandı. Annesi konusunda söyledikleri doğruydu ve onunla tartışmayacaktı. Sırıttı.
“Herkesi kendin gibi sanma abiciğim.”
Belgeleri aldı, arkasını döndü ve rahat adımlarla kapıyı çekip odadan çıktı.
Jest’ in adımlarının gıcırtısı koridorda yankılanırken Abel masanın kenarlarını kavrayıp sıktı.
“Herkesi kendin gibi sanma abiciğim.”
Midesi kasıldı.
Sanki böyle olmak onun tercihiymiş gibi…


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


39   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   41 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.