Lucas ekrandaki değerlere bakarken küfretti. Ellerini koyu saçlarına geçirdi ve beyaz odada volta atmaya başladı. “Efendim, ne yapacaksınız?” Lucas durdu. Koluyla alnındaki terleri savuşturdu ve değerlere bir kez daha bakıp iç çekti. Bunun olacağını başından beri biliyordu. Bu anın geleceği belliydi. Şimdi ise sadece bir mucize olup rüyanın bükülmemesini ümit edebilirdi. Yutkundu ve onu endişeyle süzen asistanına baktı. “Rüyaya bağlanmama yardım edeceksin.” “Efendim…” Heine gözlerini önünde kavuşturduğu ellerine indirdi.” Rüya bozulabilir ve-” “Uyanamayabiliriz. Biliyorum.” Hafifçe güldü.” Araştırmayı ben yönetiyorum unuttun mu?” Heine itaatkârca başını salladı. Her şey daha da karışacaktı. Yaptıkları deneylere göre rüyanın farklı çekimsel boyutları vardı. Ve rüyalar derinleştikçe insan bedeninin bu çekimsel boyutlara dayanması neredeyse imkânsız bir hâl alıyordu. Çocuklar hariç. Çocuklar deneyler için biçilmiş kaftandı. Bedenleri derin boyutlara dayanıyordu. Yetişkinlerin aksine ölmüyorlardı. Lucas’ın liderliğinde gerçekleştirilen bir deneyde iki arkadaşlarını kaybetmeleri sonucu bu kanıya varmışlardı. İki adam birbirinin rüyasına girmeyi denemişti. Şimdi Lucas da bir rüyaya girmeyi deneyecekti ama o başaracaktı, ölmeyecekti çünkü onda kimsede olmayan özel bir şey vardı. Aykan Taşı. Rüya okulu ise en sığ boyuttu. Burada birbirlerinin rüyalarında değillerdi. Burada ortak bir rüyadaydılar. Eh, elbette bu da Lucas’ın büyük bir gizlilik ve özenle Aykan taşını kopyalaması ile mümkün kılınmıştı. Taş kopyalanmıştı ama orijinalinin yerini hiçbir şey tutamazdı. Kopyası zayıftı. Tek iyi özelliği ise sahibinin olmamasıydı. Çünkü gerçek taş sahibini isterdi. Başkası onu kullanırsa taş kişinin hayat enerjisinden emerdi. Ayrıca rüya bükülmesi konusu da başka bir sorundu. Yetişkin birisi rüyalara girerse rüya bozulurdu. Üstelik Ölü Ruh bir yetişkin olmalıydı ve o şimdi Abel’ın ve dolayısıyla Amy’ nin rüyasındaydı. Rüya bükülmesi ya da bozulması. Rüyasına bağlanılacak kişinin bilinçaltının onu tamamen farklı bir boyuta sürüklemesiydi. Rüya değişir, bilinçaltı tüm korkularını rüyada kişinin üstüne salardı ve bu o kişinin ne yaşadığına bağlıydı. Zihninin yaşadıklarını nasıl yorumladığına ve Lucas, Abel denen çocuğun kalbini saf kötülükle dolduracak kadar ne yaşadığını biliyordu. Eh, bilmese bile birazdan öğrenecekti. “Efendim, uzanın lütfen.” Heine beyaz bir yatağı işaret etti ve Lucas derin bir nefes alıp denileni yaptı. *** Amy Abel’ın elini sıkıca kavramış arkasına bakmadan koşarken bir yandan da bileğindeki düğmeleri yokluyordu. Hiçbiri onları kurtaracak kadar etkili değildi. Görünmezlik herhangi bir temas halinde kayboluyordu, telekinezi ise sadece Amy’ nin son anda bir Wier’i savuşturarak kaçmasına yardımcı olmuştu. Tabii bir de Aykan taşı vardı ama Amy onu son kozu olarak saklamak istiyordu. Ölü Ruh’ un sesini duydular. Kahkahaları gökyüzünü yarıyordu. Acımasız, soğuk ve ölümcül. Fareyle oynayan bir kedi gibi onlarla eğleniyordu. Biraz sonra Abel aniden durdu. “Ne yapıyorsun! Koşsana!” Onu kolundan tutup çekiştirdi. “Seni kucağımda taşımamı beklemiyorsun herhalde!” Abel yutkundu ve başını inanamıyormuş gibi iki yana sallayarak gözlerini kırpıştırdı ve birkaç adım geriledi. “Abel-” “Oğlum, babana sarılmayacak mısın?” Amy arkasını döndü ve Abel’ın neden kıpırdamadığını anladı. Üstü kana bulanmış bir adam karşılarında dikiliyordu. Amy biraz dikkatli bakınca adamın yüzünü seçebildi. Heykelleri andıran düzgün yüz hatları ve nazik sesini bir yerlerden anımsıyordu. Biraz düşününce Amy onu tanıyordu. Aslında kim tanımıyordu ki? Yakışıklı, zeki, zengin Daniel Rose. Eh, tabii son yıllarda hastalandığı haberini duymuş olsa da medyanın en tanınan isimlerindendi. Rose şirketler zincirinin kurucusu. Abel’ın babası. “Oğlum…Beni affettin mi?” Yavaş adımlarla onlara doğru ilerledi. Attığı her adımda yerde küçük bir kan gölü beliriyordu. Adamın gözleri delice parlıyordu. Amy kendini topladı ve Abel’ı ayrıldıkları hastanenin çaprazında dikilen bitmemiş bir inşaata doğru çekiştirdi. Abel’ın kendine gelmesi biraz uzun sürdü. Babası… Midesi bulanıyordu. Ayağı bir şeye takıldı ve yere düştü. Yer çamurdu ve giderek sulandı, bataklığa dönüştü. Şimdi Amy Abel’ı bataklıktan kurtarmaya çalışırken ikisi birlikte batıyordu. Amy çırpındı tutunacak bir şeyler bulmaya çalıştı ve aniden bir el kolunu kavrayınca irkildi. Amy Abel’ı sıkıca tuttu ve kolun sahibine kısa bir bakış atıp kolunu kurtarmaya çalıştı. Sonuçta bu yaratıklar ona yardım ediyor olamazdı değil mi? Ama yanılmıştı, en azından birazcık. Kolunu kavrayan, sapsarı gür saçları beline doğru kıvrılan, uzun kirpikleri ve zümrüt yeşili parlak gözleriyle Abel’ın kâbuslarından tanıdığı Bayan Rose’du. Abel’ın annesi. Bayan Rose Amy’ yi kolundan çekti ve Abel ile beraber onu uzak bir köşeye fırlattı. Abel ve Amy yere sertçe düştü. Abel hemen doğruldu ve acıyla karşılarında dikilen kadına baktı. “Anne…” Bayan Rose ise duygudan yoksun bir robot gibi onlara doğru ilerliyordu. Daniel de hemen arkasındaydı ve Amy Ölü Ruh ve sürüsünün de yakınlarında olduklarını biliyordu. Yeterince uzaklaşamamışlardı. Kapana kısılmışlardı. Gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. Aykan taşını aktif etmek için bilekliğine uzandı. Abel’ı da elini tutabilmek için yakınında tutuyordu. “Onu daha kullanmadın, ha?” Amy irkildi ve gözlerini açarak etrafı taradı. “M-Müdür Lyndon?” Abel yerde geriledi ve omzu Amy’e çarptı. “Lucas…Ah, yani şey, Bay Lyndon?” Lucas etrafına bakındı ve güldü. “Tam zamanında geldim sanırım.” Cebinden bir taş çıkardı. Beyaz ve kızıl karışımı, yarı mat yarı parlak tuhaf bir taştı ama göz alıcı olduğu söylenebilirdi. Taş öylesine bir güç yayıyordu ki Amy kısa bir an gücü bütün bedeninde hissetti. “Yok, olun, aptal yaratıklar.” Lucas taşı avucunda sıktı ve bir elini uzatarak Bayan Rose ile Daniel’in bedenin mor bir sise batmasını sağladı. Bayan Rose ve Daniel siste kaybolurken yine Amy’ nin içini ürperten kahkahayı duydular. Ölü Ruh hastane tarafında gökyüzünde süzülüyordu. “Oyunu kurallarına göre oynamıyorsun, Dünyalı.” Lucas arkasını döndü ve Ölü Ruh’u süzdü. “Efendinin aptal kurallarından mı bahsediyorsun?” Güldü ve burnundan süzülen bir damla kanı koluyla sildi. “Yazık. Efendine söyle bugün istediğine kavuşamayacak.” Ölü Ruh’ un dudakları düz bir çizgi halini alırken beyaz saçları hafifçe dalgalandı. Sonra yine o kana susamış ifade yüzünü ele geçirdi. “Yanılıyorsun.” Ellerini kaldırdı ve arkasındaki sürüyü onlara yönlendirdi. Gökyüzü mor dalgalarla yıkanırken Amy nefesini tuttu. “Efendimin istediği sensin.” Lucas hızlı bir hareketle Amy ve Abel’ın kolunu tuttu ve ikisi de gözlerini sıkıca kapatırken bütün bedenleri ıslak bir şeye sarıldı. Amy kanın metalik kokusunun genzini yaktığını hissetti. Nefes alamadı, sadece sıkı sıkı tutunduğu kola – kimin kolu olduğun bilmiyordu- tırnaklarını geçirdi ve ıslaklığın tüm bedenini sarmasına izin verdi. Kanda yüzüyorlardı. Kıpkırmızı, gerçek bir kan gölünde. Amy kafasını yüzeye çıkardığında ne kadar zaman geçtiğini anlayamamıştı ama ona kalırsa saatlerdir kan gölünün içinde nefesini tutmuş bekliyordu. Gözlerini kırpıştırdı. Kirpiklerinden kan damlaları süzüldü ve yanağına aktı. “Bu iğrenç şey kan mı?” Lucas kolunu ikisinin de bedenine geçirmiş kıyıya yüzüyordu. Gözlerini devirdi ve Amy’e baktı. “Sen buna nasıl katlanıyorsun?” Amy gülmemek için kendini zor tuttu. Omuz silkti ve biraz önce yaşadıkları şeyi anlamlandırmaya çalıştı. Kurtulmuşlardı! Ama kan banyosu yaptıkları göz önünde bulundurulursa buna çok sevinememişti doğrusu. Lucas onları kıyıya çıkardı ve ardından kendisi de çıktı. “Burası da neresi böyle?” Abel huzursuzca silkelenip etrafına bakındı. “Nasıl kurtulduk?” Bakışları Lucas’a kaydı. “Rüyamda seni göreceğimi söyleseler inanmazdım.” Lucas omuz silkti. “Rüyalarda her şey olabilir.” Amy’e göz kırptı. “Değil mi güzel kız?” Amy güldü. “Bizi kurtardınız Bay Lyndon.” Lucas gömleğinin kolunu tuttu ve sıkarak kanın kızıl kumlara damlamasını sağladı. “Yanılıyorsunuz…”Duraksadı. Onu tanıdığını belli etmemeliydi. “Amy deyin lütfen.” “Yanılıyorsun Amy. Bizi Abel kurtardı.” Abel elini beline dayadı ve homurdandı. “Bundan benim niye haberim yok peki?” “Yani en azından Abel’ın bilinçaltı.” Abel’ın bilinçaltı tehlike anında onları farklı bir boyuta sürüklemişti. Lucas kızıl kumlarda ileri doğru yürümeye başladı. “Abel’ın bilinçaltına hoş geldiniz.” Amy ve Abel onu takip ederken Abel müdürün söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Bilinçaltı mı? Daha güzel olmasını beklerdi. Daha zarif. Biraz ilerledikten sonra neredeyse şato büyüklüğünde bir yapı gördüler. Bir malikâne. Abel nefesini tuttu. Evi. Malikâne biraz ürkütücü gözüküyordu. Gerçektekinden daha karanlık, daha sessizdi. “Evim.” Amy büyülenmişçesine evi seyretmeye başladı. Karanlık bir aurası vardı ama bu karşısında dikilen ihtişamlı yapıya bakmasına engel olmuyordu. Temkinli adımlarla Lucas’ı takip ederken saçlarından süzülen kanlar bileklerine doğru aktı. “Ev mi? Bu bir şato. Nesin sen vampir falan mı?” Abel homurdandı. “Şato değil sadece bir malikâne. Ayrıca benim gibi zarif birisini nasıl vahşi bir vampire benzetirsin?” Amy omuz silkti. “Haklısın, vampirler senin gibi huysuz yaratıklar değil-” “İkiniz de susun.” Amy Lucas’ın koluna çarparak durdu. Ne ara malikânenin koca kanatlı kapılarına gelmişlerdi? “İçeride biri var.” “İçeride bir sürü kişi var elbette. Hizmetkârlar, kâhyalar, bahçıvan, aşçı, şoförler-” “Öyle değil…” Lucas arkasını döndü ve Amy’i omuzların tutup kızın kendisine bakmasını sağladı. “Hedef sensin Amy. Bizi sen çıkarabilirsin. Gördüğün kişi kim olursa olsun gerçek değil bunu sakın unutma. Seni hedef alıyorlar sen bir koruyucusun, onu yok edecek ve bizi buradan çıkarabilecek tek kişi sensin.” “Bu da ne demek oluyor? Bunu sen de yapabilirsin şu tuhaf taşla…” Amy sırtını dikleştirdi. Onun rüyası değildi, tamam belki öyleydi-bundan emin değildi- ama Abel’ın bilinçaltıydı. Hem kimi görebilirdi ki? Annesi, babası, Nick? Lucas gergince gülümsedi. “Her zaman taşı kullanamam Amy. Onu tanımıyorsun, neler yapabileceğini tahmin bile edemezsin. Zihninle oynayabilir. Hepimizin zihniyle oynayabilir.” Duraksadı. “Abel’ın rüyasındayız evet ama bunu Abel yönetemiyor.” Amy’ nin omuzlarını sıktı ve bıraktı. “Her şey O’nun istediği gibi gerçekleşiyor.” “Bunun olmasına izin verme. Seni kontrol etmesine izin verme.” O kimdi? Ölü Ruh mu? Lucas boğazını temizledi ve kanatlı kapılara doğru bir adım attı. Kapılar ardına kadar açılırken soğuk bir ses gökyüzünü dondurdu. “Hoş geldiniz.” Lucas yutkundu. Bu sesin sahibi ona göre Ray’di. Abel’a göre Felix. Amy’e göre ise bu ses küçük bir kız çocuğuna aitti. Tanımadığı küçük bir kız çocuğuna.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.