Yukarı Çık




55   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   57 

           
Blanie hızlı adımlarla yatağına ulaşıp örtünün altına girdi. Çok üşüyordu ve her an gelebilirlerdi.
Bekledi.
Elleri titriyordu, nefesi örtüsüne çarpıp yüzünü okşuyor, ince ter tabakası bir ağ gibi saçlarını sıyırıp yüzünü ele geçiriyordu. Tırnaklarını örtünün yumuşak dokusuna gömdü, titremesini ancak böyle bastırabiliyordu.
Derin bir nefes aldı.
Ve kabusu başladı.
Blanie ellerinin donduğunu hissetti, parmakları hissizleşti. Soğuk; etini delip kemiklerine işledi, donuyordu. Yeniden titremeye başladı. Isınmak için örtünün altına girmişti ama örtüyü üstünden atıp gitmeliydi, geleceklerdi. Geleceklerdi!
Kıpırdayamadı, çaresizce uzanmaya devam etti. Bakışları buzla kaplı ellerine kaydı. Parmakları buz tutmuştu, buz tabakasının ardındaki derisi alev alevdi. Çığlık atmak istedi, bağıramadı. Bakışları tekrar parmaklarına dolandı ve gözleri korkuyla açılıp nefesi kesilirken sessiz çığlıklarla kopan parmaklarını seyretti. Buzlu parmakları tek tek kopuyordu. Sıkı bağlanamamış bir ip gibi çözülüveriyor ve ait oldukları yeri terk ediyorlardı.
Gözlerinde beyaz noktacıklar uçuşurken bir ses odada yankılandı.
“Blanie.”
Blanie çırpınmaya, donmuş bedenini hareket ettirmeye çalıştı, başaramadı.
Sesin sahibi Blanie’ye yaklaştı.
“Çok soğuk değil mi,canım?”
Tahta zeminde gıcırtılar yükselirken bir el örtüyü Blanie’nin bedeninden ayırdı.
“Çok mu üşüdün, tatlım?”
“A-anne…” Blanie’nin sesi fısıltı gibi çıkıyordu.
Siyah küt saçları ve koyu gözleriyle karşısında dikilen kadın delice gülümsedi.
“Şimdi ısınacaksın.” Göz ucuyla karanlık odada arkasında beliren siluete bakarak işaret etti.” Liam.”
Küçük çocuk hafif bir sırıtış eşiliğinde gizlendiği karanlık köşeden çıkıp annesinin yanına ulaştı.
“L-Liam…”
“Abla.” Koyu saçları düzgünce taranmış çocuk bakışlarını yerdeki kopmuş parmaklara kaydırdı, gülümsemesi genişledi. “Senin için bir sürprizim var.”
Cebinden bir çakmak çıkardı.Çakmağı yakıp alevin titrek turuncu ışığı gülümsemesini aydınlatırken Blanie’ye yaklaştı.
“Acını dindireceğim.”
Kızın üzerine eğildi ve çakmağın turuncu alevi Blanie’nin donmuş bedeniyle buluştu.
“Sıcak… Değil mi?”
Blanie çığlıklar eşliğinde sıçrayarak uyandı. Nefes nefese titrerken göğüs kafesinin sıktığı ciğerlerini doldurmayı denedi, başarmadı.
Dizlerini göğsüne çekip ellerini kollarına dolayarak tırnaklarını etine gömdü.
Hıçkırarak ağlamaya başladı. Beline doğru kıvrılan parlak beyaz saçları terden yüzüne yapışıp kıpırdamadan ağlamaya devam ederken hızla kapı açıldı ve Emma endişeyle odaya daldı.
“Blanie!”
Koşar adımlarla kızın yanına ulaşıp titreyen bedenine sarıldı.
“Sadece bir kabustu, geçti…”
“Emma…” Blanie kadının sarılışına karşılık verip kafasını kadının göğsüne gömdü.
“Ben hiç bir şey yapmadım!”
“Biliyorum, canım.”
“Ben…” Bir hıçkırık boğazını tırmaladı.” Onları çok özlüyorum ama neden…Neden rüyalarımda bana kötü davranıyorlar? Neden beni sevmiyorlar?” Emma’nın bedenine doladığı ellerini sıktı.” Ben yanlış bir şey yapmadım…”
Emma derin bir iç çekip Blanie’yi olabildiğince sakinleştirdi.
Bu, Blanie’nin kaçıncı kabusuydu bilmiyordu ancak bildiği bir şey vardı ve o şey bu kabuslara sebep olan kişinin kendisi olduğu gerçeğiydi.
Düşünceleri zihnini ele geçirirken içini yakan vicdan azabıyla kavruldu.
Danee’nin Blanie’yi delirtmek için kendisine verdiği ilaçları kullanmayı bırakalı bir yıl olmuştu ama yine de kızın bu ilaçların etkisinden kurtulamayacağını biliyordu.
Çok, çok ağır ilaçlardı. Blanie’nin her gece çığlıklarla uyanmasına sebep olan, ona vermeyi bırakınca da halüsinasyonlar görmesine sebep olan ilaçlar…
Emma bu kızı tanıyınca her şeyden vazgeçmişti. Onunla aynı olduğunu anlayınca…
Birbirlerine öylesine çok benziyorlardı ki… Emma kalbini saran şefkati görmezden gelemiyordu. Blanie’nin kabusları kendisine babası öldükten sonraki gecelerini hatırlatıyordu. Sessizce ağladığı geceleri…
Bu kızın acısı anlayabiliyordu ve her ne kadar geç fark etse de Blanie, Emma için öylesine değerli biri olmuştu ki… Danee’yi hala seviyordu ama Blanie…Artık ona zarar veremezdi,vermelerine izin veremezdi.
Kızın ipeksi beyaz saçlarını okşadı.
“Seninle yatmamı ister misin?”
Blanie kadının kollarından ayrılıp koyu, iri gözlerini kadına dikti.
“Emma…Çok ağlarsam, güçsüz biri olur muyum?”
Emma kızın birbirine bastırdığı dudaklarına ve kırpmamak için direndiği-ama gözyaşlarını engellemekte pek de başarılı olamadığı- dolu gözlerine bakarken bakışları yumuşadı, bir eliyle nazikçe Blanie’nin istemsizce akan gözyaşlarını sildi. “Duygularımız…” Diğer eliyle uzanıp kızın bir elini kavradı.” Bizim her şeyimizdir, Blanie.” Kızın elini göğsüne bastırıp kalp atışlarını hissetmesine izin verdi.” Her şey bundan ibaret, canım. Üzülürüz, ağlarız, güleriz, aşık oluruz… Bizi güçlü yapan, bizi biz yapan,bizi insan yapan budur.”
Hafifçe gülümsedi.
“Ağla, Blanie. Gözyaşların, dinmeyecek olsa bile bırak yüreğindeki acıyı alıp uzaklara götürsün.”
Gümüş gözleri yoğun duygularla parladı.
“Acıyı hissedebiliyorken ağla…”
“Emma…” Blanie gözleri tekrar dolarken kollarını kadının boynuna dolayıp ona sıkıca sarıldı.
“Bu gece yanımda kal!”
Emma buruk bir tebessümle gülümseyip yavaşça başını sallayarak onayladı.
Kararını vermişti.
Yarın Danee ile son kez buluşup ona artık bu işi yapamayacağını söyleyecekti.
Vazgeçecekti.
Gözlerini kapatıp kızın çiçeksi kokusunu içine çekti.
Savaşı kaybedecekti.

Bayan Cath, Blanie’nin kapısının önünde içeriyi dinlediği için utançla birkaç adım geriledi. Blanie’nin çığlıklarına uyanıp kıza bakmaya gelmişti ama anlaşılan Emma olayı kontrol altına almıştı.
Emma…
Zaten her nasılsa bu kadının değiştiremediği şey yoktu. Yanılmayı diliyordu ama bir anda çıkıp hayatlarına giren bu kadından pek iyi şeyler sezmiyordu ve sezgileri onu daha önce hiç yanıltmamıştı. Birkaç dakikadır dikildiği kapının önünde gerginlikle kıpırdandı, yumruk yaptığı elini ağzına götürüp istemsizce parmak boğumlarını dişledi.
Düşünceleri zihnini istila etmeye başlamıştı.
Ian’ı çocukluğundan beri tanırdı ve Blanie’nin de kazadan öncesine kadar-Blanie artık ona nadiren bu şekilde sesleniyordu-tatlı Tee teyzesiydi. Bu kadın hakkında ise henüz bir kanıya varmamıştı ama onun Blanie’ye karşı olan şefkatinin gerçekliğini de sorgulamıyor değildi, içinde ona dair kötü bir his vardı.
Düşünceleri Blanie’ye kaydı. Küçük kız tedavisinin sürdüğü birkaç yıl içinde boy atmış, ipeksi beyaz saçları omuzlarına dökülüp beline doğru kıvrılmıştı. Tedavisi ve yaşadığının gizli tutulmasından dolayı okula gitmiyordu. Onun yerine eğitiminden geri kalmaması için evde özel ders alıyordu. Yüzü, cildi ve saçları sentetik dokuyla düzeltilmişti ama Bayan Cath kızın, yüzündeki sahte dokunun ardındakileri hiçbir zaman unutamayacağını biliyordu. Kabusları ve gördüğü hayaller bunu kanıtlar nitelikte değil miydi? Derin bir iç çekti.
Zavallı Ian için de oldukça zor olmalıydı. Karısını ve oğlunu kaybettikten sonra biricik kızını acı çekerken görmek… Protezleri yüzünden çektiği acıdan bahsetmiyordu bile.
Bayan Cath, aklında dönüp dolaşan soru bulutunu daha sonra zihnini tekrar ele geçirecek olsa da savuşturdu.
Belki de bu konuda fazla derin düşünüyordu.
Hem şu ana kadar Emma’nın bir yanlışını da yakalamamıştı ama bu yakalamayacağı anlamına gelmiyordu değil mi?
Alt kattaki odasına gitmek için hareketlendi, tahta merdivenleri olabildiğince sessiz bir şekilde aştı ve son kez arkasını dönüp Blanie’nin küçük bir kısmı görünen kapısına baktı.
Sanırım şimdilik Emma’ya dikkat edecek ve zamanın her şeyi göstermesini bekleyecekti.
***
Daniel baş parmağı ve işaret parmağı arasında tuttuğu içi siyah bir sıvıyla dolu küçük şişeye bakarak yüzündeki mükemmel gülümsemenin genişlemesine izin verdi. Parmaklarının arasında paha biçilemez bir hazine tutuyordu. Şu anki servetini borçlu olduğu bir hazine…
Elbette ki sahip olduğu şirketler,fabrikalar ve diğer yapılar onu bir milyoner yapmaya yetmişti ama hayır, onun zenginliği bunlardan ibaret değildi. Onun asıl zenginliği emrinde çalışan bilim insanlarına ürettirdiği bu zehirde gizliydi.
Zehir. Ona böyle de denebilirdi elbette ama bu zehrin bir adı vardı: Aysa Juren.
Bağımlılık yapan bir ilaçtı, kişinin akli dengelerini bozup mantıklı düşünmesini engelleyen,kişiyi karşısındakini gözünü bile kırpmadan öldürebilecek kadar acımasızlaştıran ve tuhaf bir şekilde olduğundan çok daha güçlü yapan bir ilaç…
İlacın asıl adı Juren’di. Juren, Aysa Juren’e göre daha farklıydı. Zaten Juren ilacın ilk üretimiydi ama Daniel bir örgütle anlaşınca örgütün isteği üzerine ilacın bileşenlerinde değişiklikler yapılmıştı. Mesela Juren bağımlılık yapan bir ilaç değildi ve kişiyi güçlendirdiği oran gerçekten Aysa Juren’le karşılaştırıldığında oldukça düşük kalıyordu ama akli dengeleri bozma konusunda Aysa Juren’den geri kalır yanı yoktu. Hatta deneklerin biri bu ilacın etkisindeyken kontrolünü kaybedip bir bilim insanına saldırmış ve adamın kolunu ısırarak parçalamıştı.
Aysa Juren ise çok daha gelişmiş, çok daha tehlikeliydi. Hem de bu Juren’in vahşiliğinin yanı sıra kullanan kişiyi delirtecek türden bir tehlikeydi. Ayrıca Daniel’ın bu ilaca Aysa Juren demesinin nedeni gizlice ürettiği bu zehri sattığı organizasyonla ilgiliydi.
Aysa Örgütü. Hakkında – adamlarının elde ettiği bilgiler dışında -hiçbir bilgiye ulaşılamadığı, varlığının bile sadece birkaç kişinin bilgisiyle sınırlı olduğu bir örgüt.
Daniel, Aysa Juren’i Örgüt’e öylesine yüksek fiyatlarla satıyordu ki bir şişesinden elde ettiği para beş yıllık kazancıyla eş değerdi.
Tabii aklında bu Aysa denilen örgütün nasıl bu kadar büyük bir servete sahip olduğu sorusu da dolanmıyor değildi ve işin kendisini asıl ilgilendiren -heyecanlandıran- kısmı bugün örgütün kurucusu ve aynı zamanda başkanı olan adamla bir görüşmesi olmasıydı.Örgüt üyeleri dışında kimsenin yüzünü dahi göremediği şu adamla…
Onun hakkında birkaç şey duymuştu. Mesela çok etkileyici biri olduğu konuşuluyordu. Daniel’ın duyumlarına göre bembeyaz saçları ve bal rengi gözleriyle ellilerinde olmasına rağmen çok yakışıklıydı. Tabii ki Daniel görmeden buna inanmazdı. Çünkü kendisinden daha etkileyici birinin olabileceği düşüncesi ona saçma geliyordu.
Kabul etmek gerekirse biraz da komikti.
Çünkü o Daniel Rose’du. Belki o adam kadar büyük bir serveti yoktu ama etkileyicilik konusunda kimsenin kendisiyle boy ölçüşemeyeceğine emindi.
Hafifçe gülerek elindeki küçük şişeyi nazikçe masasındaki açık çantadaki özel bölmeye koydu. Bugün beş şişe satacaktı.
Siyah çantayı kapatıp bir düzine kilidi özenle yerine yerleştirdi.
Koltuğunu hafifçe iterek ayağa kalktı, düzgünce taranmış sarı saçlarını ve zarif bedenini gözler önüne seren beyaz takımını düzeltti. Göz ucuyla saatine baktı ve mırıldandı.
“3…2…1.”
Kapısı çalınıp emriyle içeri Tina girdi.
“Efendim arabanız hazır, dışarıda sizi bekliyor.”
Daniel beyaz dişleriyle gülümsedi, masasındaki çantayı eline aldı ve odayı terk etti.
Büyüsü altına alması gereken bir örgüt başkanı vardı.
***
Daniel karşısındaki ihtişamlı şatoya bakarken-her ne kadar bundan hoşlanmasa da- itiraf etmeliydi ki burası oldukça güzeldi. Kendi malikanesinden bile güzel.
Bembeyaz bir şato, türlü çiçeklerle- sadece beyaz renkli olanlarla- harika bir tasarıma sahip bahçenin içinde gökyüzüne uzanıyordu.
Sıkıca kavradığı çantasının kilitlerini göz ucuyla kontrol ettikten sonra beyaz çiçeklerin arasında yürümeye başladı. Yanında kimseyi getirmemişti, getiremezdi de. Zaten bu görüşmeyi bile onları ilaçları satmayı bırakmakla tehdit edince kabul etmişlerdi. Ne de olsa bu ilaçların üretimini sadece kendisi yapıyordu. Nazik adımlarını hızlandırarak bahçeyi aştı ve iki muhafızın koruduğu kapının önüne geldi. Bu adam gerçekten kendini kral sanıyor olmalıydı. Düşüncelerini silip odaklandı. Ah ama karşısında işlemeli beyaz zırhlarla dikilen adamlar olunca şu örgüt başkanı hakkında düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.Ayrıca birazdan yapacağı şeyin de bu düşünceleri susturmaya pek yararı olduğu söylenemezdi.
Rolüne büründü, elini bir muhafıza uzattı ve adamın kılıcını çekip elinde küçük bir kesik açmasını seyretti. Sonra beyaz takımının cebinden temiz,beyaz kumaştan bir mendil çıkararak avucundaki yaraya bastırdı.
“Kan yok.”
Bu sözlerin neyi ifade ettiğini bilmiyordu-ona sadece bu sözleri söylemesi gerektiği belirtilmişti.Bir tür örgüt şifresi olmalıydı.
Muhafızlar kapının önünden çekilirken o kendine özgü mükemmel gülümsemesi yüzünü ele geçirmişti. Beyazın hakimiyeti altına girmiş geniş koridorda ilerlemeye başladı. Elbette yalnız değildi. Bir adam- bir muhafız- arkasından onu takip ediyordu. Biraz sonra birisi kendisini karşıladı. Gümüş çerçeveli gözlükleri beyaz başlığının altından parlıyordu. Daniel beyazı severdi çünkü beyaz, ona göre kusursuzluğu ifade ederdi ama bu kadarı biraz fazlaydı doğrusu.
Gümüş gözlüklünün yüzü gözükmüyordu ve Daniel ancak başlığın altındakinin sesini duyunca onun bir erkek olduğunu anladı.
“Beni takip edin lütfen, Bay Rose.”
Daniel denileni yaparken bir yandan da şatonun içini inceliyordu. Daha önce hiç görmediği desenler her duvarda bir hilalle tamamlanıyordu. Ayrıca oldukça farklı tasarımlara sahip türlü eşyalar da geçtikleri uzun koridoru süslemişti.Bakışları hilal şeklindeki camlara kayınca aklına adamlarından aldığı bir bilgi geldi. Duyduğuna göre bu şatoda hiç ışık kaynağı yoktu- gerçi adamlarının böyle gereksiz bir bilgiyi neden öğrendiklerini bilmiyordu- ve görünüşe göre bu bilgi doğruydu. Çünkü Daniel geçtikleri hiçbir yerde tavandan sarkan avizelere ya da diğer türden bir ışık kaynağına rastlamamıştı. Sadece hilal şeklindeki oyuklar ve bu oyukları süsleyen camlar vardı.
Garip.
Başlıklı adam onu ihtişamlı bir yemek salonuna getirdiğinde Daniel kendini toparlayarak bakışlarını büyük salonda gezdirdi. Salonun ortasında uzunca beyaz bir yemek masası ve bu masaların gerisinde geniş salonu süsleyen-daha önce görmediği türden- işlemeli heykeller vardı.
Bir de yemek masasının en ucunda oturan bir adam: Aysa örgütünün başkanı.
Gerçekten de bahsettikleri gibi bembeyaz saçları ve bal rengi gözleriyle donatılmış masanın ötesinden kendisine bakıyordu ve- Lanet olsun!- yine itiraf etmeliydi ki bu adam kendisiyle yarışacak türden yakışıklıydı.
Kendisine rehberlik eden başlıklı adam geri çekilirken Daniel sadece onun değil örgütün başkanı hariç herkesin beyaz başlıklara sahip olduğunu fark etti. Düşününce girişte gördüğü muhafızların yüzleri de gizlenmişti. Daniel kusursuz gülümsemesini bozmadan aklındaki düşünceleri savuşturdu ve karşısında oturan adama doğru ilerledi.
Bu adam kendisini Daniel’a resmi bir selam vermeyecek kadar üstün göremezdi herhalde sonuçta işbirliği içindeydiler.
Ancak Daniel yanılmıştı, bu adam gerçekten kendisini Daniel’dan çok daha üstün görüyordu. Bal rengi gözleriyle alaycı gülümsemesi her şeyi anlatmıyor muydu?
Ama hayır, Daniel böyle basit numaralara kanmazdı. Eğer oyunu böyle oynamak istiyorsa kendi bilirdi. Çünkü Daniel onu kendi oyununda yenecekti.
Masanın diğer ucuna oturdu. Attığı her adım kendinden emin ve nazikti. Bir an olsun bakışlarını kendisinden ayırmayan bal rengi gözlere baktı. Adamın yüzünü inceledi. Gerçekten genç görünüyordu ama Daniel ona dikkatli bakınca adamın yüzündeki ince çizgileri, yılların ona kattığı izleri görebiliyordu.
Hafifçe güldü, şimdi etkileyicilik konusunda onu sınama zamanıydı.Konuşmak için ağzını açtı ama karşısındaki adam onu susturdu.
“Bay Rose… Daniel Saldeny Rose.”
Bu…Bu gerçek miydi?
Daniel güçlükle yutkunup bir anlık kasılan bedenini tekrar kontrol altına aldı.
“Siz…” Kendini tamamlayamadan sustu. Hayır, bu oyunu kazanmasına izin vermeyecekti. Yıllarca sır gibi sakladığı -oğluna bile söylemediği-ismini öğrenmiş olabilirdi ama bu karanlık geçmişini bildiği anlamına gelmezdi.
Derin bir nefes aldı ve buz mavisi gözleri eski vahşiliğine usulca geri dönerken dudakları yavaşça yukarı kıvrıldı.
“Evan Nontes.”
Daniel masanın altından yumruklarının arasında kalan çantasının kulpunu sıkarak adama baktı.
Lanet olsun! Neden hiç tepki göstermiyordu. Daniel adamın yüzünü okumak umuduyla bakışlarını ondan ayırmadı ama bu ifadesiz surat da neyin nesiydi?
Sessizlik aralarındaki gergin havayla birleşip boğucu bir hal alırken Evan bir el hareketiyle başlıklı yandaşlarından birini yanına çağırdı.
Başlıklı kişi- Daniel kadın mı erkek mi olduğunu çıkaramamıştı- masadaki yemeklerden ve tatlılardan servis etmeye başladı.
Yandaş yerine hizmetçi mi demeliydi?
Daniel, başlıklı hizmetçi çeşitli yemek ve tatlıları servis ederken bakışlarını tekrar Evan’ın keskin bakışlarına kilitledi.Ah, durum hiç iyiye gitmiyordu. Sakinleşmeye çalıştı ve aklına gelen ilk soruyu sordu.Bu boğucu sessizliği bozmak istiyordu.
“Işık…Bu şatoda hiç ışık kaynağı olmamasının bir nedeni var mı acaba?”
Evan başlıklı yandaşının-hizmetçisinin- kendisine uzattığı tabaktaki küçük keklerden birini aldı. Kekin üzerinde hilal şeklinde kesilmiş beyaz bir çikolata parçası vardı.
“Güneş her battığında Ay gecelere eşlik etmek için yerini alır ve tüm şato Ay ışığıyla aydınlanır. Ay sönüktür ama bu gerçek Ay’ı göremeyenler için geçerlidir.”
“Sizin gibiler için.” diye ekledi Daniel içinden-muhtemelen adam bunu kastetmişti. Gerçekten bu görüşme gittikçe tuhaf bir hal alıyordu. Tuhaf muhafızlar, tuhaf başlıklı hizmetçiler, ellisinde olup yirmisinde gibi görünen tuhaf bir adam ve şimdi de tuhaf şifreli konuşmalar… Harika!
“Peki bu şato…” Daniel da küçük keklerden birini aldı.” Duvarlardaki desenler daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor. Bana biraz şatonuzdan bahsedin, lütfen. Zevkli bir adamsınız.”
Evan nazik bir el hareketiyle işaret ederek hizmetçilerini salonun dışına çıkardı ve ayağa kalkarak Daniel’a yaklaştı.
Daniel yutkunup elindeki keki bırakarak sandalyesinden kalkmak için bir hareket yaparken bedeni kasıldı, kıpırdayamadı.
Evan yavaş adımlarla kendisine yaklaştı.
“Çok fazla soru soruyorsunuz, Bay Rose.”
Yüzünü Daniel’ınkine yaklaştırdı.
“Ve ben sorgulanmaktan hoşlanmam…”
Bal rengi gözleri zevkle parladı ve bir an ama sadece kısa bir an Daniel adamın yüzünün şekil değiştirdiğini gördü.Yüz kısa bir an kendisine çok daha genç, çok daha nefes kesici ve çok daha farklı gelmişti. Gözlerini kırpıştırdı, hayal mi görmüştü?
Evan’ın tenine çarpan nefesiyle düşüncelerinden sıyrılıp kendine geldi.
“Görüşmeni neden kabul ettiğimi biliyor musun?”
“Kabul etmeseydin…İlaçları satmayı bırakacaktım-”
“Hayır…Hayır…Bunu düşünmüş olamazsın değil mi? Senden korktuğumu…”
“O zaman ne-”
Evan işaret parmağını Daniel’ın dudaklarına götürdü ve onu susturdu.
“Şimdi öğreneceksin.”
Ve zaman durdu, en azından Daniel için.
Daniel’ın zihni bulandı,bir ses zihninin en derinlerinde yankılandı.
“Bana bak, Daniel. Gözlerimin içine bak.”
Daniel’ın bakışları istemsizce adamın beyaza dönen gözlerine ve bir anda alnında beliren parlak hilale kaydı.
“Aysa Juren’i üretmeye devam edeceksin,bir orduya yetecek kadar Daniel. Beni anlıyor musun,devasa bir orduya yetecek kadar…”
Daniel donuk göz bebekleriyle zihnine kazınan sözlerin etkisinde yavaşça başını salladı.
“Uslu çocuk. Şimdi ayağa kalk…” Daniel denileni yaptı, elinde hala sıkı sıkı kavradığı siyah çantası vardı.
“Çantayı bana ver.” Daniel çantayı Evan’a uzattı.
“Kapıda seni bekleyen adamlarımdan paranı alacaksın ve dışarıda seni bekleyen arabana binerek malikanene dönüp bu anı unutacaksın, Daniel. Normal hayatına geri dönecek ve benim için görevini yerine getireceksin.”
Daniel donuk göz bebekleriyle ileride kendi düşüncesiymiş gibi belirecek olan emirleri zihnine yerleştirdi.
“Şimdi git ve normal hayatına geri dön.”
Evan’ın gözleri tekrar bal rengine dönüp alnındaki hilal silinirken Daniel acıyla başını tutup zorla bakışlarını Evan’a çevirdi.
“Git.”
Bu emir zihninde belirip kendisine aitmiş gibi Daniel’ı hareketlendirdi.
“Ne…Ne oldu bana?” Evan’ın bal rengi gözleri sakince parlarken bakışlarını kaçırıp mırıldandı.
“B-ben gitmeliyim.”
Hızla arkasını dönüp hizmetçilerin çıkarken arkalarından kapattıkları kanatlı kapılara ulaşıp kendini yemek salonundan dışarı attı. Daniel şimdi arabasına binip malikanesine dönecek ve her şeyi unutarak Evan için binlerce ilaç üretecekti. Tabii bu uzun bir süreçti. Çünkü Aysa Juren’in bir şişesinin bileşenlerini hazırlamak haftalar sürebiliyordu.
Evan iç çekerek yemek salonunu terk eden adamın arkasından birkaç saniye baktı ama kaybedecek zamanı yoktu.
Hemen odasına gitmeliydi.

Evan hızlı adımlarla işlemeli beyaz kapısına ulaştı ve içeri girdi.
Derin bir nefes alıp odada ağır adımlarla ilerledi. Odası geniş bir yatak ve kendisi için özenle hazırlanmış eşyalarla donatılmıştı. Şatonun her yerinde olduğu gibi burada da beyaz hakimdi.
Evan dudakları yukarı kıvrılıp yüzü kurnaz bir sırıtışla aydınlanırken aynanın karşısına geçip durdu.
Yavaş bir hareketle ellerini beyaz saçlarının arasından geçirdi ve büyüyü bozarken yüzünün aynada şekillenmesini seyretti.
Şimdi karşısında ellilerindeki- asla öyle gözükmeyen- adamdan beyaz saçları ve bal rengi gözleri dışında eser yoktu. Ah bir de alnındaki mührü dışında tabii. Aynada kendisine bakan yüz henüz on yedisinde bir çocuktu. Büründüğü yüzden çok daha nefes kesici biriydi. Bakışları yüzünün keskin hatlarında, pembemsi dudaklarında, yoğun duygularla parlayan bal rengi gözlerinde gezindi. Kendi yüzünü görmeyeli henüz birkaç gün olsa bile o pisliğin yüzüne büründüğü bir saniye dahi midesini bulandırmaya yetiyordu ama buna mecburdu.
Tamamen kendi yüzü ve bedenine büründükten sonra aynadan uzaklaştı ve bir elinin hareketiyle havada asılı adamın bedenini görünür yaptı.
Büyüyle havaya asıp bağladığı adamı…
Ya da şöyle mi demeliydi :Aysa örgütü başkanı Evan Nontes’i.
Parmaklarını şıklattı ve kendisine nefretle bakan adamı yere indirdi. Yavaşça bağlı adama yaklaştı.
Bir kez daha parmaklarını şıklatarak adamın ağzına tıkadığı sözcükleri kusmasını sağladı.
“Siz…Lanetli yaratıklardan başka bir şey değilsiniz!”
Adam,birkaç damla kan dudaklarından süzülürken kahkaha attı.
“Kurtulduğum zaman seni öldürteceğim ve o iğrenç ikizin bunu seyredecek. Bana yaptıklarının hesabını vereceksin… Savaşçılarım her an oyununu bozabilir ve seni-”
Çocuk bir kez daha parmaklarını şıklatarak adamı susturdu.
“Ben de önemli bir şey söyleyeceksin sanmıştım…”
Güldü, yüzünü adama yaklaştırdı ve mükemmel sırıtışını gözler önüne serdi.
“Kavanozunu parlatırken bu sözleri hatırlayacağım…”
Bir elini havaya kaldırdı, aynı anda adamın bedeni havalandı.
“Şimdi benimle geliyorsun, ihtiyar. Eminim ikizim seni gördüğüne çok sevinecektir.”

“1.2.3.4…”
Kızıl-siyah saçları karışmış çocuk mağarayı andıran duvarları süsleyen koca kavanozları sayıyordu. Ya da içindeki tuhaf sıvıda yüzen kesik başları.
Dikkati dağıldı,bedeni yavaşça titremeye başladı. Sanırım üşüyordu-bundan emin değildi ama kan…Sıcak kan belki onu ısıtabilirdi. İşaret parmağının ucundaki sivri metal yüzüğü- kendi elleriyle yapmıştı-koluna batırıp gözleri acıyla dolarken kolunda derin bir yara açtı. Sıcak kanın damarlarından ayrılıp kolunda yavaşça ilerlemesini seyretti. Isınmıştı ama yeterli değildi. Yüzüğü diğer koluna batırdı ve önceki yarası hızla kapanırken teninde yeni bir yara açtı.
Sıcak kan…
Bedeni daha şiddetli bir şekilde titremeye başladı, nerede kalmıştı?
Kolundaki diğer yara da hızla kapanırken oturduğu soğuk zemine uzandı.
Nerede kalmıştı?
Tırnaklarını zemine sürttü, canı yanıyordu.
Üşüyordu,çok üşüyordu.
Bedeninde yeni bir yara açmak için elini kaldırdı.
“A-” Bir anda geniş salonda beliren beyaz saçlı çocuk durdu. .Hayır, ona gerçek adıyla seslenemezdi. “Gölge!”
Kızıl-siyah saçları dağılmış çocuk yavaşça elini indirdi, gelmişti.
Hızla ayağa kalktı, kendisini yalnız bırakmamıştı.
“Gölge, ah…”
Beyaz saçları ensesine dökülen çocuk havada tuttuğu bedeni yere indirerek ikizinin yanına koştu.
Kızıl-siyah saçları dağılmış çocuk ikizinin göğsüne yaslanarak çocuğun ipekten beyaz kıyafetlerini kana buladı.
“B-ben…Geldim, sakin ol.”
Gölge ikizinin kana buladığı kıyafetlerini sıkıca kavrayarak kahkaha attı.
“Sıcak kan…Sıcak kan…Üşüyorum.”
Titreyen bedeni ikizinin kollarının arasından kayıp yere düştü.
“Daha çok kan…Sıcak…Kan…”
Beyaz saçlı çocuk da ikizinin yanına çöktü ve uzanıp çocuğun yüzünü avuçları arasına aldı.
“Gölge…” Büyüyle beyaz ceketinin cebinden içi siyah sıvıyla dolu küçük bir şişe çıkardı. Şişeyi havada kardeşine yaklaştırdı.
“İlacın burada, şimdi sakin ol.”
Gölge kardeşinin ellerinden kurtulup ilaca uzandı ve elleri titrerken şişedeki siyah sıvıyı içti.
Bedeni ani bir acı dalgasıyla kasıldı, nefessiz kaldı. Görüşü bulanıklaşırken gözlerini kapatıp kalp atışlarının kulaklarında uğuldamasına izin verdi.Sanki binlerce…Hayır yüz binlerce sivri metal derisine batıyor,etini delip tek tek kalbine saplanıyordu. Acıyla inledi,gözyaşları uzandığı kanlı zemini ıslattı. Direnmeye çalıştı,acı bedenini kontrol edemezdi,buna izin veremezdi.Birden bedeni hiç olmadığı kadar güçlendi, tüm kasları enerjiyle doldu. Gözlerini açtı,görüşü netleşmiş, kulakları yerdeki adamın damarlarındaki kanın akışını duyacak kadar hassaslaşmıştı. Kızıl gözleri parladı.
Kimse…Hiç Kimse onu durduramazdı. Gölge derin bir nefes alıp bedeni yavaşça kontrolü altına girerken kana bulanmış elleriyle gözyaşlarını sildi. Sanırım buna alışmıştı.

Ayağa kalktı. Peşinden ayağa kalkan ikizine baktı.
“Sıcak kan…Daha çok kan…”
Beyaz saçlı çocuk buruk bir ifadeyle ikizine gülümsedi.
“Daha çok kan…”diye mırıldanıp uzanarak ikizinin kolunu tuttu ve hala büyüyle bağlı olan adamın yanına çekiştirdi.
“Gücünü al, kardeşim.”
Adamın gözleri kızarmış, sessiz çığlıkları ağzına tıkılmıştı.
Gölge ikizinin kolundan kurtulup yerdeki adamın yanına çöktü.
Delice parlayan kızıl gözlerinde gri menevişler gezindi.
“Sen onuncu olacaksın.”
Bir elini uzatıp adamın alnına dokundu. Adamın alnında parlak bir hilal belirip parmakları güçle yanarken hafifçe mırıldandı.
“Ay Kralı Evan Nontes…”
Dilini dudaklarında gezdirdi.
“Ölü Ruh.”
Beyaz saçları ve ametist rengi gözleriyle bir çocuk saklandığı köşeden usulca çıktı.
“Bunu görmelisin, küçüğüm.”
Gölge parmağının ucundaki metali adamın boğazına dayadı.
“Büyünü boz, ikizim. Çığlıklarını duymak istiyorum.”
Beyaz saçlı çocuk kendisine denileni yaparken Ölü Ruh bakışlarını yere indirdi.Bedenini henüz tam olarak kontrol edemiyordu ve korkuyordu.
“Ölü Ruh.”
Çocuk irkilerek bakışlarını Gölge’ye yöneltti. Bunu kendisi yapmıyordu. Yutkundu, gözleri istemsizce açılmış olan biteni seyretmek için hazırlanmıştı.
“Dikkatlice izle,küçüğüm.”
Adamın büyüsü bozulup gür sesi mağarayı andıran salonda yankılandı.
“İğrenç melezler-”
Gölge sivri metali adamın boğazına batırıp kanı suratına sıçrarken adamın boğazında derin bir kesik oluşturdu.
“Koleksiyonum için eşsiz…”
Dilini dudaklarında gezdirip dudaklarına bulaşan kanı yalayarak elini adamın yarasına geçirdi ve bedenindeki muazzam güçle adamın kafasını bedeninden ayırdı, kana bulanmış beyaz saçları parmaklarının arasından geçirdi. Dudakları zevkli bir ifadeyle yukarı kıvrılırken göz ucuyla arkasında dikilen çocuğa baktı.
“Ölü Ruh, işini yap.”
***
Emma, kan kırmızısı güllerin süslediği bahçenin çevrelediği ihtişamlı malikaneye baktı. Oldukça geniş bir arazideki tek yapıydı. Derin bir nefes aldı ve yüzüne tatlı bir gülümseme oturtarak nazik adımlarla bahçeye girdi. İşlemeli bir tokayla tutturduğu bukleleri omuzlarını örtüyordu. Adımlarını hızlandırırken gergince kıyafetini düzeltti, Danee ile olan son görüşmesinde belki…Yutkundu, yıllardır kalbini yakan aşkı unutmak çok zordu ama Ian’la evliyken Danee ile ilgili düşünmek kendinden iğrenmesine neden oluyordu. Düşüncelerini susturdu.
Danee’yi seviyordu ama kalbinde kendine bir yer açan Ian’ı da görmezden gelemezdi.
Ian… Emma için çok iyi bir eşti, çok nazik ve fedakar bir eş. Kendisi için fazla iyi bir eş…
Emma, malikanenin kanatlı kapılarına gelince derin bir nefes aldı ve durdu.
Ian’ı sevebilir miydi?
Bunu ona zarar vermeden başarabilir miydi?
Bilmiyordu, bilemiyordu.
Belki de sadece bilmek istemiyordu.
Ne de olsa Danee ona bir söz vermişti.
Tutamayacağı bir söz…
Ancak kararı kesindi, bu işi bitirdikten sonra belki Ian’la yeni bir başlangıç yapabilirdi ama Danee…Artık olmazdı.
Odaklandı ve kendinden emin gözükmeye çalışarak malikanenin kanatlı kapılarını aştı.
Charles duygudan yoksun bir yüzle kendisini karşılarken Emma abisinin boynuna atılıp ona sıkıca sarılma isteğini dizginledi.
“Hoş geldiniz, Bayan Walkins.”
Adamın bakışları bir an yumuşadı. Bir an.
Saniyeler sonra yine birbirlerine iki yabancı oldular.
“Bay Rose ile bir görüşmem vardı.”
“Beni takip edin, efendim.”
Charles malikanenin işlemeli duvarları yanlarından akıp giderken göz ucuyla arkasında yürüyen kardeşini izliyordu.
Isabella…Yutkunarak bakışlarını kardeşinden çekti. Artık adı Emma’ydı değil mi? Charles düşünceleri zihnine doluşup beynini bir ağ gibi sararken derin bir nefes alıp bir dönemeçten döndü, bir süre ilerledi sonra sağa dönerek işlemeli duvarların çevrelediği geniş koridoru aşıp merdivenlere yöneldi. Tüm bu süre boyunca arkasında yürüyen kadının nazik nefesi kulaklarında uğuldadı.
Biricik kardeşi… Charles yumruklarını sıktı.
Böyle olmamalıydı, böyle olamazdı.
Kardeşini daha fazla acı çekerken göremezdi, o nazik gülüşünün altındaki kırılgan kızın gözyaşlarını daha fazla seyredemezdi, aniden arkasını dönüp uzanarak Emma’ya sarıldı.
“Isabella…”
Emma şaşkınlıkla birkaç saniye duraksayıp abisinin sarılışına karşılık verdi.
“Charles…Abi…”
“Isabella lütfen, o adamla görüşme. Evine dön Izzy. Git buradan, uzaklaş. Kaç.”
Charles yalvarırcasına mırıldanıp nefesi kadının tenini okşarken Emma hafifçe gülümsedi.
“Bu son olacak,abi.” Dolan gözlerini kırpıştırdı ama hayır, ağlamayacaktı.
Charles’ı nazikçe kendinden uzaklaştırıp adamın kırılgan bir ifadeye bürünmüş yüzüne şefkatle baktı.
“Savaşı kaybettim.”
Emma bakışlarını yere indirip abisinin yanından basamakları çıkmaya devam etti.
Charles birkaç saniye duyduklarını zihninde anlamdırmaya çalıştı, sonra Emma’nın peşinden basamakları aştı.
“Isabella.”
Emma arkasını dönüp abisine içtenlikle gülümsedi.
“İyi olacağım,merak etme.”
Derin bir nefes alıp abisini arkada bırakarak Daniel’ın işlemeli kapısının önünde durdu. Kapıyı çaldı ve cevap beklemeden içeri girdi.
Daniel her zamanki gibi çalışma masasında bir düzine kağıdı incelemekle meşguldü ve Emma kapıyı kapatıp çalışma masasına yaklaştığında ancak kadının geldiğini fark edebildi. Onunla bir görüşmesi olduğunu unutmuştu ve bu unuttuğu tek şey de değildi. Aysa örgütünün başkanı ile olan görüşmesi de tuhaf bir şekilde zihinden silinmişti. Belki de ortada bir görüşme bile yoktu ama malikaneye beraberinde bir araba dolusu parayla dönmüştü ve zihni bunu açıklayamıyordu. Kesinlikle bir şeyler yanlıştı ama parasını eksiksiz bir şekilde almıştı, neyi şikayet edebilirdi ki?
“Danee.”
Daniel, Emma’nın odada olduğunu hatırlayarak bakışlarını kadına çevirdi.İç çekip şakaklarını ovuşturdu. Blanie’nin durumu hakkında bilgi vermek için gelmiş olmalıydı.
“Otur, lütfen.”
Emma yüzüne sakin bir ifade yerleştirerek birkaç adım daha yaklaştı.
“Aslında ben…” İlgiyle kendisini süzen buz mavisi gözlere baktı. “Buraya artık yapamayacağımı söylemek için geldim,Daniel.”
“Sen neyden bahsediyorsun Emma?”
“Artık Blanie’ye zarar veremem.”
“Kararını değiştiren ne?”
Daniel ayağa kalkıp kadına yaklaştı.
“Ian…Ona aşık oldun değil mi?”
Daniel yüzüne üzgün bir ifade yerleştirerek Emma’ya daha da yaklaştı,nefesi kadının kahve buklelerine çarpıyordu.
“Söz vermiştin,Emma.”
“Sen de öyle…”
Daniel bir eliyle kahve buklelere uzanırken Emma geriledi.
“İkimiz de tutamayacağımız sözler verdik,Danee. Üzgünüm.”
Daniel havada asılı kalan elini yumruk yapıp yanına düşürdü.
“Haklısın,Emma ama sana son olarak bir şey göstermeme izin ver.”
“Ne…”
Daniel kadının kolunu kavrayarak onu kapıya doğru nazikçe çekiştirdi.
“Bu bir sürpriz, bana yaptığın iyiliğin karşılığı olarak düşün bunu lütfen.”
Emma itiraz edemeden Daniel onu odadan çıkardı.
Nihayet kafasını toplayabilmesi için karşısına bir eğlence çıkmıştı.

Emma malikanenin bu bölümünü daha önce hiç görmemişti. Elbette buranın varlığından haberdardı-en azından ilk katından- tüm çalışanların girmesinin yasak olduğundan da öyle…
“Beni takip et lütfen.”
Emma sessizce adımlarını Daniel’a uydurmaya çalışırken bir yandan da etrafını çepeçevre saran siyah duvarları inceliyordu.Duvarlar yüksek tavanla birleşip gotik-biraz da ürpertici- bir hava yayıyordu. Ayrıca burası herhangi bir acil durum anında şehrin en korunaklı yerlerine ulaşmayı sağlayan tünelleri de barındırıyordu. Bu tüneller olmasa bile oldukça sıkı güvenliği olan bu sığınak yerin yedi kat altındaydı.İlk kat hariç-Daniel bu katı özellikle boş bırakmıştı- her katta detaylıca tasarlanmış laboratuvarlar ve bu laboratuvarlarda çalışan özel kıyafetleriyle bilim insanları vardı.Tabii ellerinde son teknoloji silahlarla bekleyen korumaları da unutmamak gerekirdi. Emma tüm bunları şaşkınlıkla seyrederken Daniel’a birkaç adım daha yaklaşarak ilerlemeye devam etti. Daniel’ın ilaç sektöründe olduğunu-Blanie’ye verdiği ilaçlardan- biliyordu ama doğrusu bu kadar büyük bir üretimin gerçekleştiği aklının ucundan bile geçmezdi. Gerçi niye şaşırıyordu ki sonuçta o Danee’ydi. Güçlü, yakışıklı ve zeki Daniel Rose…
Emma iç çekip dalgın bakışlarını zeminde kayarcasına ilerleyen ayaklarına yönelttiğinde aniden Daniel’a çarparak durdu.
Daniel parmağını ve yüzünü -tıpkı Emma’nın ilk katta gördüğüne benzer- bir düzeneğe okutarak ağır demir kapıların ardı ardına açılmasına izin verdi. Emma, Daniel’ın peşinden kapılardan geçerken kısa bir an arkasında kalan yüzlerce bilim insanına baktı. Neredeyse hepsi telaşlı koşuşturmacasına ara verip gözlerini Emma’ya dikmişti ve Emma’nın, dazlak kafasında biriken parlak ter tanecikleriyle bir bilim adamının yutkunduğunu duyana kadar tek düşüncesi bu insanları daha önce malikanede ya da çevresinde hiç görmediğiydi. Bilim insanlarının yüzüne son kez bakıp kapının kapanmasıyla irkilerek Daniel’a yetişti.
Onların gözlerinde… Korku görmüştü.
Dehşetle irileşen gözlerinde kendisine duydukları acımayı…
Emma,hızlanan kalbine söz geçirmeye çalışarak düşüncelerini savuşturdu. Daniel, kendisine zarar vermezdi…Değil mi?
“İşte sevgili Emma…” Daniel birkaç adım daha atıp durdu ve arkasında dikilen kadına göz ucuyla bakıp vahşi sırıtışını saldı, bu acımasız ifadenin yüzünü ele geçirmesine daha fazla engel olamazdı.
Emma anlamayarak Daniel’ın önünde dikildiği büyük çerçeveye yaklaştı.
“Sürpriz!”
Daniel kadını hafifçe ittirerek duvardaki fotoğrafa yaklaştırdı.
“Yakından bak,tatlım.”
Kahkaha atarak elini kadının omzuna koydu.
“Ah, bugünün her bir detayı hala aklımda…Bilirsin ilkler unutulmaz.”
Delice bir ifadeyle parlayan buz mavisi gözlerini Emma’nın dehşetle çarpılan yüzüne dikti.
“Bu kadar aptal olacağını düşünmezdim Izzy ancak gerçekten şaşırmış görünüyorsun. Hiç şüphelenmemiştin değil mi?Bunu yapabileceğime ihtimal bile vermedin.” Kadının şiddetle titreyen bedenine yaklaşıp nefesiyle tenini okşadı.
“Charles’a karşı beni savunmuştun hatta ama yanıldın benim küçük aşığım.”
Kadının kahve buklelerinden birini hafifçe parmağına dolayarak fısıldadı.
“Babanı ben öldürdüm.Ya da en azından ölümüne ben sebep oldum. Bu… Mükemmeldi! Ah, öyle çok kan vardı ki ama en iyi kısmını duymaya hazır mısın?” Emma’nın korku,nefret ve çaresizlikle dolu gözlerinden süzülen yaşları bir eliyle sildi.
“Charles’ın, babanızın kanını siyah zeminden çıkarmak için çırpınmasıydı… Korkmuş, küçük bir çocuk gibiydi ve ben onu öyle görünce ne hissettim biliyor musun?” Emma bakışlarını Daniel’ın birkaç santim ötedeki yüzüne kaydırdı. Solukları birbirine karışıyordu.
“Ah, Izzy. Sanki daha önce hiç mutlu olmamış gibiydim! Beni anlıyorsun değil mi? Çok eğlen-”
“Sus!”
Daniel, öfkeli bir ifadeye bürünen kadına dikkatlice baktı.
“Ne oldu, Izzy? Gerçekleri duymak…Canını mı yaktı?”
“Sus, artık…Yeter!”
“Izzy…Izzy…Izzy benim tatlı Izzy’m. Ölüm de yaşamın bir parçası değil mi? Ben sadece bunu hızlandırıyorum. Hem baban ne kadar mutlu görmüyor musun?” Parmaklarını uzatıp kadının çenesini kavradı ve kadının başını hafifçe kaydırarak yüzünü fotoğrafa çevirdi.
Kızıl ve siyahın tonlarına bürünmüş fotoğraf çerçevenin kenarlarındaki minik ışıklarla aydınlatılıyor, fotoğraftaki adamın parçalanmış yüzündeki dehşeti gözler önüne seriyordu.
Silahın patladığı yüzü dağılmış olan adam kanlı bedeniyle yeri boyarken küçük Daniel yere çökmüş adamın hemen yanında vahşi bir ifadeyle sırıtıyordu.
“Nasıl…Nasıl? Bana bunu nasıl yapabildin! Babama bunu nasıl yapabildin seni alçak!”
Emma öfkeyle Daniel’ın üzerine atıldı. Tırnaklarını adamın bedenine geçirmek, yüzünü çizmek için çırpındı ama Daniel güçlüydü. Kadının narin kollarını tek eliyle kavradı ve kahve buklelerini parmaklarına geçirip onu etkisiz hale getirdi.
“Aptal… Bana zarar verebileceğini düşündün mü gerçekten?”
Güldü.
“Karım da ilk başlarda böyleydi. Çok direndi, onu da öldürebilirdim ama yapmadım. Ona acı çektirdim, Izzy. Onu delirten Ian değil bendim.”
Kadının yüzünü kendininkine yaklaştırarak sıcak nefesini teninde dans ettirdi.
“Seni affediyorum, tat-”
Emma öfkeyle adamın yüzüne tükürdü.
“Seni lanet!”
Daniel kadını yere fırlatıp beyaz takımının cebinden bir mendil çıkararak yüzünü sildi.
Boğuk bir kahkaha boğazından kopup karanlık odada yankılanırken vahşi ifadesi yeniden yüzünü şekillendirdi.
“İyi denemeydi ama beni kararımdan döndüremedin Izzy. Seni öldürmeyeceğim. Çünkü ölüm senin için bir kurtuluş olurdu.”
Beyaz dişleri çerçeveden yansıyan ışıkla parladı, ceketinin iç ceplerinin birinden küçük bir telefon çıkarıp bir numara tuşladı.
“Yedinci kat, D07 laboratuvarına gel. Diğerlerine söyle birinci katı hazırlasınlar. İlgilenmem gereken bir misafirim var.”


Emma-gerçi artık Daniel ona Izzy diyordu- gözleri yarı açık bir şekilde loş ışığın aydınlattığı metal duvarlara bakıyordu. Daniel onu yere fırlattıktan sonra başını sertçe yere vurmuştu ve alnından süzülen kan şimdi görüşünü bulanıklaşıyordu ama bedenini saran iri ellerin varlığını hissetmek için görmesine gerek yoktu. Derin bir nefes almaya çalıştı, buradan kaçmalıydı. Kurtulmalıydı. Küçük bir umutla -belki tenine batan bu iri ellerden kurtulabilirdi- elini yumruk yapıp sertçe-yaralı bir bedenle ne kadar sert olunabilirse o kadar sertçe- savurarak onu taşıyan adama vurdu. Adamın bedenini saran iri ellerinin birazcık da olsa gevşemediğini görünce vazgeçti ve dişlerini sıkarak asansörün-yedinci kata inmek için kullandıklarından olmalıydı- uğultusunun kulağında uğuldayıp zihnini bulandırmasına izin verdi.
Nihayet birinci kata ulaştıklarında iri bedeniyle siyah takımlı koruma kucağındaki kadını sert bir yatağa yatırdı.O sırada Emma son kez şansını deneyerek yaralı bedenini yataktan yere atıp kaçmaya çalıştı. İri koruma ise bunu görünce homurtuyu andıran bir ses çıkararak kadını yerden kaldırıp tekrar yatağa yatırdı ve el ve ayak bileklerini kaçmaması için yatağa bağladı. Emma yavaşça hissizleşen bedenine bilincini kaybetmemesi için söz geçirmeye çalışırken adamın onu yatağa bağlamasına direnemedi.
“Çıkabilirsin.”
Siyaha bürünmüş adam iri bedenine ters düşen ufak başını öne eğerek geniş bir salonu andıran odayı terk etti.
Daniel yavaş adımlarla yataktaki kadına yaklaştı. Yatağın hemen yanında tıbbi malzemelerle donatılmış uzunca beyaz bir masa vardı.
“Isabella… Sonumuz böyle mi olacaktı?”
Yüzü hayal kırıklığıyla dolarken beyaz eldivenleri eline geçirdi.
“Seninle çok mutlu olabilirdik.”
Küçük cam şişedeki siyah renkli sıvıyı şırıngaya alarak gülümsedi.
“Bana kızgın değilsin, değil mi?”
Hafifçe kadının üzerine doğru eğildi ve terden yüzüne yapışan kahve bukleleri nazikçe kulağının arkasına itti.
“Sonuçta bunu sen istedin Izzy.”
“D-Daniel…”
Emma yarı açık gözleriyle adamın vahşi bir ifadeye bürünen suratına baktı.
Bu gerçekten onun Danee’si miydi?
Zeki, yakışıklı,nazik Danee’si.
“Şşşt. Nefesini boşa harcama tatlım.”
Kadının ince bir çizgi şeklinde uzanan damarını buldu.
“Nefessiz kalıp çığlıklarının kesilmesini istemem.”
İğneyi kadının etine geçirdi ve onu zehirledi.
“B-Blanie…”
Daniel buz mavisi gözleri vahşi bir ifadeyle kısılırken göz ucuyla bileğindeki saate baktı.
Aysa Juren’in etkisini göstermesi birkaç dakika sürüyordu.
Bekledi.
Ne zamanki Emma’nın göz bebekleri yukarı çekilip yerini anlamsız bir beyazlığa bıraktı işte o zaman Daniel zevkle ürpererek kendini kadının çığlıklarına, şiddetle titreyip etini kesen kayıştan akan kanı görmeye hazırladı.
“Aşkınla sana her şeyi yaptırabileceğimi sanmıştım.”
Dilini dudaklarında gezdirdi.
“Bana olan sonsuz aşkın bu kadar mıydı Izzy?”
Yüzünü kadına yaklaştırdı.
“Senin için aşk bir savaştı ve bu savaşı kaybettin benim küçük aşığım…”
Emma zihninde uğuldayan sesleri anlamdırmaya çalıştı.
Daniel’ın acımasız sesini.
Ve dönüşüm başladı.
Bütün bedeni ani bir acı dalgasıyla titremeye başladı. Göğüs kafesi ezildi,solukları kesilirken teni alev aldı. Acıyla inledi, çığlıkları geniş odada yankılandı.Sanki bütün kemikleri kırılmış,un ufak olmuştu.Acı bedenini ele geçirmişti. Yalvarmak istedi, kendisini öldürmesi, bu acıya son vermesi için yalvarmak… Ancak çığlıkları kesilmedi,konuşamadı.Birden bütün bedeninin enerjiyle sarıp sarmalandığını; parmak uçlarına dek her bir sinirinin yanıp saldırmak için, ellerini kana bulamak için çırpındığını fark etti ve buna direnemedi.Kollarını ve bacaklarını hareket ettirmeye çalıştı, kayışlar onu engelliyordu.Hızlı bir hareketle kayışların etine gömülüp kanını akıtmasını umursamadan ellerini ve ayaklarını bu ağdan kurtardı.
“Evet…Evet, işte böyle! Bana neler yapabileceğini göster!”
Emma artık bedeninin kontrolünü kaybetmişti, sadece ilerledi ve hızlı bir hareketle Daniel’ın üzerine atılıp bedenindeki güçle onu yere bastırdı.
“Yaşamayı hak etmiyorsun!”
Emma öfkeyle ellerini adamın boğazına sardı.
“Durma, öldür beni!”
Daniel, Emma’nın boğazına bastırdığı ellerin tereddütle kasıldığını fark etti.
“Ama yapamazsın…”
Emma sertçe tırnaklarını adamın boynuna geçirdi. Daniel tıslayarak alaycı gözleriyle kadına baktı ve sıktığı dişlerinin arasından konuştu.
“Beni öldürdükten sonra buradan kaçabileceğini mi sanıyorsun? Aptal olma, tatlım. Bu kat senin gibiler için özel tasarlandı. Buradan kaçamazsın.”
Kadının anlamaya çalışan gözlerine baktı.
“Aysa Juren. İnsana bir bedel karşılığında muhteşem bir güç kazandırır. Bedel…Ruhun,zihnin, sana dair her şey.” Güldü.
“Sen artık bir canavarsın Isabella. Benim canavarım. Söylediğim her şeyi yapacaksın, buna mecbursun.”
“Hayır!”
“İnan bana, bu ilaç düşündüğünden daha fazlası, Blanie’ye verdiğinden çok daha fazlası.”
Emma, Blanie’nin nöbetlerini hatırlayarak irkildi.
“Bu ilacı isteyeceksin. Her bir zerrende Isabella,her bir zerrende… Yalvaracaksın, ilacı almazsan delireceksin ve ölmeyi dileyeceksin. Kimse seni öldürmeyecek Izzy, senden başka kimse…Bedenini parçalayacaksın! Akıllı ol, bu odada başka ilaç yok Izzy ve eğer beni öldürürsen asıl ölümü tadan sen olacaksın.”
Emma acıyla adamın boğazını sıkan ellerini gevşetti ve ürkekçe yerde geriledi.
“Akıllı kız.”
Daniel kanayan boğazını tutup ayağa kalktı ve bir köşeye sinen kadının yanına ulaşıp çöktü.
Emma’nın gözleri kanlanmış, bedeni kurumuş kanla kaplanmıştı.
Daniel eğilerek kadının yanağındaki kana bulaşan gözyaşını sildi ve uzanarak yanağına bir öpücük kondurdu.
“İşte hediyen Izzy. Beğendin mi?”


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


55   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   57 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.