Yukarı Çık




56   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   58 

           
Bölüm Şarkısı: Fleurie - Hurts Like Hell

Jest elindeki kartı yüz ve parmak izi okuma düzeneğinin yanındaki metalik girişe bastırırken nefesini tuttu. Babası kartlı girişleri kapattırmış olabilirdi ve...
Asansörün kapısı tiz bir sesle açılırken Jest tuttuğu nefesi verip hızlanan kalbine söz geçirmeye çalıştı. Şansına babası kartlı girişleri kapattırmamıştı ve tuhaf bir şekilde Charles'ın kartı hâlâ geçerliydi. Charles'ın kartı... Felix'e yaptığı kısa ziyaret sırasında Felix'in yatağının yanındaki komodinin bir çekmecesinden Charles'ın Felix'e bıraktığı kartı almıştı. Kart, neredeyse kilitli olan her kapıyı açabiliyordu-bu Charles'ın babasının sağ kolu olmasının bir getirisiydi. Zihnini saran düşünceleri savuşturup kendini toparlayarak asansöre bindi, peşinden Abel düşünceli bir ifadeyle asansöre binerken kapı kapandı ve metalik bir kadın sesi duyuldu.
"Hoş geldiniz, Bay Carpentio. Nereye gitmek istersiniz?"
"Birinci kat, D01 laboratuvarı."
Asansör hafif bir tıkırtıyla çalışırken Abel bakışlarını olabildiğince Jest'ten kaçırıp altın işlemeli duvarlara yöneltti. Düşünceleri zihnini ele geçirirken derin bir nefes aldı. Charles istifa edip arkasında hiçbir iz bırakmadan kaybolmuştu. Felix'i bile yanına almadan öylece gitmişti. İç çekerek hafifçe duvara yaslandı. Charles'ın da babasının yanında olup onun pis işlerine yardım ettiği düşüncesi zihnini kemirmeye başlamadan zihnini işgal edecek başka bir düşünce bulmalıydı. Birden aklına arşiv odası geldi. Başka bir deyişle D01 laboratuvarı. Buraya daha önce sadece bir kere, liseye kayıt yaptırırken gerekli evrakları bulmak için babasıyla birlikte gelmişti. Tabii şimdi nasıl görünüyordu bilmiyordu ama o zamanlar binlerce belgenin alfabetik sıraya göre özenle düzenlendiği geniş bir odaydı -babası odayı o gün için özel hazırlatmış olmalıydı. Bu belgeler Rose ailesinin köklü geçmişine ait sırları barındırıyordu ama o gün Abel başka bir sırrı keşfetmişti: Babasının ikinci adını.
Yumruklarını sıkmamak için direnirken hatıraları zihnine doluştu.
O gün küp şeklinde küçük bir kutu gözüne çarpmıştı.Dosyalarla dolu bir çekmeceye iliştirilmiş küçük bir kutu... Onu eline alışını, parmaklarındaki metalik dokunun pürüzsüzlüğünü ve kutunun dokunuşuyla yavaşça açılmasını hatırlıyordu. Özel bir tasarıma sahip olan kutunun çıkardığı hafif ses kulaklarında çınladı. Kimlik tanımlandı :Abel Rose.
Babasının kendisine attığı gergin bakışlar gözünde canlandı, kutuyu açmasını beklemiyordu. Kutuyu bulmasını beklemiyordu... Kutunun metalik zeminindeki eskimiş kağıtları ve kartları hatırladı. Onlara uzandığını ve bir öğrenci kimlik kartını eline aldığını... Babasının üniversite kartını. Üzerinde yazan adı sesli okumuştu.
"Daniel Saldeny Rose." Duraksayıp babasının tiksinti dolu bakışlarına şaşkınlıkla karşılık vermişti.
"Saldeny Rose..."
Birkaç saniye süren keskin bakışlarının ardından babası gülmüştü.
"Aptalca bir isim sadece." Mavi gözleri usulca parlamıştı.
"Bu isimden nefret ediyorum."
Abel hafif bir çınlama sesiyle irkilerek toparlandı.
"İyi günler, Bay Carpentio."
Asansörün kapısı yavaşça aralanıp Jest, peşinden de Abel loş ışıklarla donatılmış soğuk bir odaya adım attı. Oda, oldukça geniş ve boştu. Özenli işlemelerle-değişik ve odaya gotik bir hava katan insan figürleriyle- işlenen karanlık duvarlar tarafından çevrelenmiş oda yüksek tavanlıydı ve hiçbir duvarda pencere yoktu. Bunun yerine tavandan sarkıtılan şatafatlı avizeler görünüşünün aksine odaya loş bir ışık yayıyordu.
Abel nefesini tutmuş olduğu yerde donakalırken Jest birkaç adım atıp Abel'dan uzaklaştı. Abel'ın bakışları duvarlardaki figürlerde gezindi, melek ve şeytan kabartmaları canlıymışçasına duvarları kaplamıştı bir de değişik yüzler vardı. Abel tam olarak ne olduklarını anlayamamıştı ama duvarlara gömülmüş çığlık atan yüzlere bakınca ürpermesini engelleyemedi. Daha önce buraya geldiğinde duvarlar altın işlemeli fildişi rengi bir duvar kağıdı ile kaplanmıştı. En sonunda bakışları karşısında dikilen oğlana kaydı. Oğlanın ince, düzgün yüz hatlarını inceledi. Minik ter tanecikleri yüzünde parlıyordu. Koyu kahve saçları dağılmış, yüzüne vuran solgun ışık hafifçe dalgalanarak bedenini saran siyaha isyan eden ela gözlerini öne çıkarmıştı.
"Abel..."
Abel bakışları kardeşine kilitlenirken kısa bir an her şey ona saçma bir hayalden başka bir şey değilmiş gibi göründü.
"Abel..."Jest derin bir nefes aldı, karanlık odanın ortasına doğru sırtı duvara dönük birkaç adım attı ve kollarını iki yana açtı. Duvarlara sinen metalik kan kokusu bedenini çevreledi- Tabii bu koku Jest'in zihninin bir ürünüydü.
"Burası..."
Çenesi huzursuzca gerilmiş, yüzünde belirsiz bir ifadeyle Abel'a baktı.
"Annemin öldürüldüğü yer...Burası...."
Dudakları düz bir çizgi halini alırken şaşkın gözlerle kendisine bakmayı sürdüren kardeşinden gözlerini ayırmadı. Bir süre öylece kalıp sustular ama Jest daha fazla dayanamıyordu, vicdan azabıyla ezilen ruhunun çığlıkları kulaklarında kükrerken mırıldandı. Elleri yanına düştü.
"B-ben yaptım..." Kalbini saran sızıyı bastırmaya çalışırken devam etti. "Doktor Quinet'i ben öldürdüm..." Sessiz kelimeleri tüm sertliğiyle karanlık duvarlara çarpıp yankılandı. Yumruklarını sıktı. Gözleri dolarken nefes almakta zorlanarak birkaç adım sendeledi. "Bunu ben istemedim... Böyle olsun istemedim..." Bir hıçkırık boğazından kopup boş odada yankılanırken Jest ağlamamak için direndi. "Ben bir katilim...Katil..." Bakışlarını Abel'dan çekti. "Yaşamamın ne önemi kaldı ki..."Kafasını hafifçe öne eğdi ve yüzüne düşünceli bir ifade takındı. "Sahi... yaşamam ne anlam ifade ediyor? " Dolan gözlerinden yaşlar akmaması için gözlerini kırpıştırdı. Felix ona böyle düşünmemesini söylemişti ama...
" Yaşamak için neyim var ki... Annem ve Felix...Şu hayatta sevdiğim iki kişi benden çalındı ve ..." Yutkundu. "Ben... ben artık dayanamıyorum."
Biraz önce sağlam gözüken bedeni ansızın yaralarla dolmuş gibiydi: kapanmayacak olan yaralarla, kanayan yaralarla...
Abel karşısındaki çocuğa baktı: Üvey kardeşi...
Şimdi koyu kahve saçları dağılmış terden yüzüne yapışmıştı. Parlak ela gözlerinde bir alev gördü: Acıyla yanan meşalenin alevi.
Jest'in bedeni titriyordu. Birkaç dakika boyunca öylece karşısında dikildi ama ayakları daha fazla dayanamadı ve
Jest yavaşça dizlerinin üzerine düştü. Bitmiş bir haldeydi. Titreyen bedenini sakinleştirmek ister gibi ellerini kollarına doladı ve kendine hafifçe sarıldı. Belki de ne kadar yalnız olduğunu göstermek istiyordu. Gözyaşları yavaşça kollarına damlarken kafasını kaldırdı ve Abel'ın gözlerine baktı.
"Hâlâ anlamıyor musun?"
Sesi öylesine çok duygu barındırıyordu ki... Abel yalnızca içinden acı ve nefreti seçebildi.
"Biz aynıyız, Abel." Gözleri yeni bir duyguyla parlarken devam etti." Öylesine benziyoruz ki..." Söylediklerine inanamıyormuş gibi bakıyordu. " Biz... çok benziyoruz ama ayrılan bir yönümüz var... Babamıza benzeyen sen değilsin Abel,benim. Onun gibi giyiniyor olman, onun gibi altın sarısı saçlara sahip olman, onun sevdiği çocuğu olman bunu değiştirmiyor...Çünkü zihnin onun gibi değil, benim gibi değil... Olmayan şeyleri görmüyorsun Abel, hayal görmüyorsun..."
Hafif bir tıslama şeklinde güldü.
" Senden hep nefret ettim, Abel. Babamızdan hep nefret ettim. Babamız annemi çaldı. Tıpkı senin annene yaptığı gibi. Onu benden çaldı."
Abel'ın nefesi kesildi. Ağzını açtı ama bir şey söylemeden geri kapadı. Kelimeler boğazında düğümlenmişti. Jest, bunu nasıl bilebilirdi ki? Yutkundu.
"Bana öyle bakma..." Jest hafifçe gülümsedi. Abel'dan sadece bir yaş küçük olmasına rağmen sesi küçük bir çocuk gibi kırılgan çıkıyordu. "Biliyor musun senden nefret ettim ama seni hiç suçlamadım. Çünkü... çünkü biliyordum, sen de benim gibisin. Sen de acı çekiyorsun. Sen de korkuyorsun.Hatta... hatta seni sevmeyi bile denedim, Abel. Peki sen... sen beni sevmeyi hiç denedin mi?"
Ela gözleri kısa bir an merakla parladı.
"Ha-hayır."
Çocuğun yüzü hafifçe asıldı, suratı hiçbir şeye itiraz edemeyecekmiş gibi ifadesizleşti, kabullendi.
"Biliyordum, beni sevmeyi düşünmedin bile değil mi..."
"Hayır, Jest. Yanılıyorsun." Abel yavaş adımlarla yerdeki çocuğa doğru yürüdü. " Ben de senden hep nefret ettim ama seni sevmiştim. Annenin babamızla evlenip malikaneye taşındığınız gün annenin arkasına saklanmıştın. Koyu kahve saçların dağılmış iri gözlerinle etrafı inceliyordun, yanakların kızarmıştı ve adını söylerken kekelemiştin, hatırlıyorum Jest. Hepsini hatırlıyorum çünkü biliyor musun o gün seni sevmiştim. Gerçekten sevmiştim. Çünkü o gün sende kendimi gördüm. Biliyorum Jest, biz benziyoruz ve evet acı çekiyorum, evet korkuyorum." Yavaşça dizlerinin üzerine çöktü. " Ama Jest, hepimiz acı çekiyoruz. Hepimiz korkuyoruz." Jest'in bedenine doladığı kollarını çözdü ve çocuğun şaşkın bakışlarına aldırmadan ona sarıldı.
"Yalnız değilsin."
Jest başını omzuna gömünce Abel rahat bir nefes aldı ve onu sakinleştirmeye çalıştı.Jest'in gözyaşlarının omzunu ıslattığını hissedebiliyordu.
"Yanındayım, Jest. Benden nefret etsen bile seni bırakmayacağım."
Jest'in hıçkırıkları soğuk odada yankılanırken Abel ilk defa Jest'in gerçekten kardeşi olduğunu düşündü.
Uzun geçen birkaç dakika boyunca öyle kaldılar, Abel yavaşça gözlerini kapadı ve birden zihninin bulandığını hissetti, bedeni hafiflemiş gibiydi.
"Abel..."
Ses zihninde karıştı ve bedeni Jest'in kollarında uykuya dalmadan hemen önce Jest, gece yarısının geldiğinden habersiz korkuyla ağabeyinin bedenini sarsarak onu uyandırmaya çalıştı.
"Abel..."
Ağabeyini kollarıyla sardı ve onu buradan çıkarmak için bir yol düşünmeye başladı.
Acı iki genci birleştirmişti, birbirlerinden nefret etseler bile...

***
Genç adam kızıl-siyah karışımı saçlarına ellerini geçirip kan kırmızısı gözlerini karşısında beliren Ölü Ruh'a dikti.
"Efendim."
Ölü Ruh duygudan yoksun sesi odaya dolarken yavaşça yüzünü örten siyah başlığı indirdi.
Gölge'nin dudakları zevkle kıvrılıp siyah bir zırhla kaplı zarif bedeni tahtını terk ederken bir mağarayı andıran geniş salonun girişine yakın bir yerde acı dolu çığlıklar yankılandı.
Ölü Ruh yutkunup soluğunu tutarken efendisinin kendisini neden çağırdığını anladı.
Birkaç saniye sonra iki iri adamın yerde sürüklediği bir beden göründü.
Yırtık kıyafetlerinin örttüğü eti parça parça dağılmış olan adam kanlar içindeydi.
İri adamlar sürükledikleri bedeni ayağa kaldırıp Gölge'nin karşısına diktiler ve hızlıca geri çekilip salonu terk ettiler.
Berbat bir haldeki adam bir yere sinmeye çalışırken bedeni yavaşça Gölge'ye yaklaştı, direnemedi. Ölü Ruh, adamın titreyen bedenini ve kana bulanmış beyaz saçlarının arasından sıyrılmış mührünü gördü.
Bir hilal.
Tuttuğu soluğu verip Gölge'nin neler yapacağını izlemek için öne eğdiği başını hafifçe kaldırdı. Gözlerini kapatmak isterdi ama bir keresinde bunu denediğinde gözleri istemsiz olarak açılıp Gölge'nin yaptığı her hareket zihnine kazınmıştı. Buna direnemezdi. Ruh emici formunda olsa bile-ki bu formunda son derece vahşiydi-Gölge'den korkuyordu.
"Kirlenmiş..." Gölge ellerini birkaç santim önündeki kanlı yüzde gezdirdi. Dokunuşları oldukça yumuşaktı ama bu yumuşaklık koleksiyonu için parça arayan bir adama aitti. Aradığı şeyi bulursa tekrar eski vahşiliğine dönerdi. Elleri adamın keskin yüz hatlarında gezinip parlayan hilale değdi. Elini yakan sıcaklığa güldü. Gücünü ölçüyordu.
"Mükemmel."
Parmaklarını yavaşça adamın boynuna indirdi. İşaret parmağının ucundaki sivri metal yüzük adamın tenine değdi.
"Kraliyet ailesinden Prens Jude Nontes. Koleksiyonum için mükemmel bir parçasın."
Hızlı bir hareketle sivri metali adamın tenine batırıp boğazını yardı. Jude yaşlar gözlerinde birikip nefesi kesilirken sadece korkuyla açılan gözleriyle Gölge'ye bakmakla yetindi.
Gölge derin yaraya elini soktu ve bir kahkaha boğazından yükselip odada yankılanırken adamın kafasını bedeninden ayırdı.
Kanlı elleriyle adamın beyaz saçlarını kavrayıp kopan kafasını kaldırdı.
"Soyları tükenmeli."
Sakin adımlarla elindeki kopuk başla Ölü Ruh'a yaklaştı ve başı yavaşça kaldırıp gülümsedi.
"Hadi, işini yap."
Ölü Ruh, gözlerini kapatıp odaklandı ve elini yavaşça kaldırıp başın üzerine koydu.
Onun ruhunu alacaktı.
Yeni ölmüş bir bedenin herhangi bir parçasıyla da bu işlemi yapabilirdi ve Gölge ona bu işi genellikle koleksiyonu için seçtiği kopuk başlarla yaptırırdı.
Adamın saçlarındaki kanlar eline bulaşırken ruhunu buldu. Korku ve nefret dolu bir ruhtu. Parmak uçlarına kadar acıyla doldu ve içini yakan bir sıcaklık yüreğinde alevlenirken ruhu bedenine aktardı. Bu işlemi yaparken ruhun hatıraları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçip giderdi. Bir an o ruh olurdu. O ruhun acılarını, korkularını, üzüntülerini hissederdi ama sonra hepsi silinip gider ve geriye sadece yaşam enerjisi kalırdı.
Ölü Ruh, adamın ruhunu bedenine aktardıktan sonra hızlı bir hareketle elini çekti ve gözlerini açıp Gölge'nin kan kırmızısı gözleriyle yüzleşti.
"Şimdi, bana ruhunu ver."
Ölü Ruh,derin bir nefes alıp elini tekrar kaldırdı ve bu sefer Gölge'nin kızıl-siyah saçlarına indirdi.
Çaldığı her ruhu ona teslim ediyordu. Yaşaması için gerekli olan ruhun bir kısmını bile...
Gölge, gözlerini kapayıp acının damarlarındaki kanı kurutup bütün bedenini sarmasına izin verdi. Buna alışmıştı hatta bir yanı bu acıdan zevk alıyordu.Çünkü kendisi bile acıyı hissedebiliyorsa zayıf insanlar...
Gölge, Ölü Ruh acıyla inleyip gerilerken kahkaha attı.
"Görevine geri dön."
Ölü Ruh göğsünü tutup birkaç saniye acıyla kıvrandı sonra doğruldu ve ayaklarını yerden kesip salondan ayrıldı.
Gölge yüzündeki acımasız sırıtışla tekrar tahtına oturmaya davranırken elindeki kopuk başı hatırladı.
"Ah,seni sevimli şey..."
Bir anda ikizi yanında belirdi.
Gölge bakışlarını kardeşine çevirip kıkırdadı.
Beyaz saçları karışmış adam anlamayan bakışlarla ikizine baktı.
"Gölge-"
Gölge kopuk başı kardeşinin eline tutuşturup onu susturdu.
"Tam zamanında geldin, ikizim. Benim için onu temizleyip bir kavanoza koyabilir misin?"
Adam iç çekip gözlerini devirdi ve bir eliyle kopuk başı kavrarken diğer eliyle kardeşine küçük bir şişe uzattı.
"Ödülün, ikizim."
Gölge sırıtarak şişeyi ikizinin elinden aldı ve içindeki siyah sıvıyı içti. Birkaç dakika süren acılı inlemelerin ardından sırtını dikleştirdi ve vücudunu saran gücün keyfini çıkardı.
Beyaz saçlı adam bakışlarını ikizinden kaçırıp boş bir kavanoz bulmak için elindeki kopuk başla düzinelerce kavanozun sıralandığı siyah duvarlara yöneltti ve sakin adımlarla raflara yaklaştı. Bakışları raflarda gezinirken gözüne bir şey takıldı, gülümsedi.
"Ah, eski dostum..."
Raflara daha da yaklaşıp elindeki başı bir bezle silerek kavanoza koydu ve bakışlarını kar beyazı saçları bulandığı sıvıda dalgalanan alnı parlak bir hilalle çevrelenmiş başa yöneltti.
" Evan Nontes..."
Hafifçe eğilerek yüzünü kavanoza yaklaştırdı ve yavaşça kavanozun camına vurdu, bir çınlama sesi salonda yankılanırken gülümsemesi genişledi.
"Nasılsın, ihtiyar?"
Gölge'nin bakışları ikizine kaydı.
"Hey, ona nazik davran."
Gölge yavaş adımlarla ikizinin yanına geldi. Kızıl gözleri vahşice parladı.
"Biliyorsun,onlar benim değerli oyuncaklarım."

***
Dwight sessiz adımlarını hızlandırırken elindeki küçük alet kutusunun tıngırtısı koridora dolunca korkuyla küçük kutuyu göğsüne bastırdı ve birkaç saniye duraksayıp ilerlemeye devam etti. Bu koridoru bir an önce aşmak istiyordu çünkü bu koridor Lucas'ın çalışma odasına açılıyordu ve Dwight onunla karşılaşmaktan korkuyordu. Her an karşısına çıkabilir ve sakin ifadesiyle Dwight'ın bedenini çaresizlikle baş başa bırakabilirdi. Düşünceleri zihnini sararken irkilerek silkelendi. Hızlı olup bir an önce odasına gitmeliydi. Birkaç adım daha atmıştı ki bir kahkahayla ürpererek olduğu yerde donakaldı.
"Her şey yolunda!"
Bu Lucas'ın sesiydi.
Dwight birkaç metre ötede aralanan kapıdan süzülen ışık huzmesini fark ederek yutkundu.
"İki hafta kaldı, her şeyin bitmesine iki hafta!"
Lucas telefonla konuşuyor olmalıydı.
Dwight ürkek birkaç adım atıp kapıya yaklaştı. Hafifçe eğilerek aralık olan kapıdan içeri baktı. Lucas, bir elini çenesine dayamış düşünceli bir yüz ifadesi takınmıştı, karamela rengi gözlerinin parladığını gördü. Ayrıca telefonla da konuşmuyor gibi görünüyordu. Bakışlarını çekip sessizce kapının arkasına sindi. Gitmeliydi, bu saate odasında olmalıydı. Yoksa Lucas yine onu cezalandırabilirdi. Kalp atışları hızlanırken kapıdan uzaklaşmaya davrandı ama Lucas'ın sesiyle az kalsın korkudan yere düşüyordu.
"Dwight..."
Bir an kendisine seslendiğini sanmıştı ama bu da Lucas'ın sesli düşüncelerinin bir parçası olmalıydı. Hızlanan kalbine söz geçirmeye çalışarak kendini bir adım atmaya zorladı.
Kendisi hakkında ne söyleyeceğini çok merak ediyordu ama uzaklaşmalıydı.
"Onun hakkında kararsızım...Vulpis'le konuşmalıyım..."
Dwight duraksayıp hafifçe kapıya yaslandı.
Kararsız mı, neyden bahsediyordu? Ayrıca Vulpis mi demişti?
"Amy'den sadece bir gün önce ölecek olması..."
Dwight bedeni kaskatı kesilirken duyduklarını anlamaya çalıştı.
"Amy'nin çalışmaları şimdilik iyi gidiyor, Zihin kontrolü konusunda doğuştan yetenekli..." Alaycı bir kahkaha yükseldi. " Babasına çekmiş olmalı."
Dwight yaşlar gözlerine hücum ederken derin bir nefes aldı.
Ölecek mi demişti? Ölüm...Bedeni hafifçe titremeye başlarken kendini sakinleşmeye zorladı. Kendisini Lucas mı öldürecekti? Düşününce Lucas böyle bir şey yapmazdı, yaptırırdı.Hem... Lucas kendisinden bu kadar çok mu nefret ediyordu? Gözyaşları tenini yakarken hafifçe yere çöktü, alet kutusunu yanına koyup elleriyle yüzünü örttü.
Ölmek istemiyordu...
Ayrıca şu zihin kontrolü de neyin nesiydi? Lucas'ın planlarını hiç bilmediğini fark etti,tüm bu süre boyunca sadece kendisine emredilenleri yapmıştı. Ama...
Amy ölecek miydi?
Ya Nick? Lucas'ın onun için de bir planı olmalıydı.
Onları uyarmalıydı...
Hıçkırıkları boğazında düğümlenirken zeminde kayan tekerlek sesiyle irkilerek ellerini yüzünden çekti.
"Ah, sen miydin küçük dostum..." Dudaklarında hafif bir tebessüm belirirken yavaşça gözyaşlarını sildi.
"Beni korkuttun..."
Küçük robotun iki minik nokta şeklindeki gözleri karanlık koridorda parladı.
"Ama senin burada olmaman gerekiyor..."
Şimdi karşısında dikilen robot Dwight'ın son icatlarından biri olan yassı bir temizlik robotuydu. Aslında bu yeni bir icat sayılmazdı ancak onu diğer temizlik robotlarından ayıran bir şey vardı. Yassı bedeniyle bu küçük robot tüpleriyle yeri süpürmekten başka ayak masajı da yapabiliyordu. Gerçi şu an kapalı bir şeklide depoda olması gerekiyordu, çünkü bir keresinde çalışanlardan birinin ayağını yakalamış ve zavallı kadının ayağını üç saat boyunca bırakmamıştı-ki bu süre zarfında Dwight robotu parçalarına ayırıp yeniden birleştirmek zorunda kalmıştı,ah bir de sonradan güç düğmesi eklemeyi akıl edebilmişti tabii. Şimdi ise işinden kaytaran bir hizmetçi görevini bu küçük robota yüklemiş olmalıydı.
Dwight burnunu çekerek nazikçe bir eliyle robota uzandı ama küçük robot hızla kaçınıp Dwight'ın ayağını yakaladı.
"Ayak masajı başlatılıyor..."
Dwight korkuyla ayağına yapışan robotu ittirmeye çalıştı. Ayrıca Lucas'ın sesli düşünceleri kesilmiş gibiydi. Adım sesleri odaya dolup koridorda yankılanırken Dwight ayağını sertçe savurarak robottan kurtuldu, hızla yanında duran küçük alet çantasını alıp ayağa kalktı ve metalik çipin cebinden düştüğünü fark etmeden koridorun sonundaki dönemece doğru koşmaya başladı.

"Arıza...Arıza...Süpür...Sü-"
Lucas küçük robotu eline alıp güç düğmesine basarak kapattı.Bu robotun depoda olması gerekiyordu. İç çekti. Daha sonra hizmetçilerden birini kovması gerekecekti. Belki de yakında Vulpis ile yapacağı görüşmede ondan kendisine özel bir Robomac tasarlamasını isterdi. Bakışları elindeki robotun küçük tüplerine kaydı, metalik bir şey gözüne çarptı. Bir düğmeye basarak küçük tüpü boşalttı ve metalik çipin avucuna düşmesini sağladı. Gözlerini kısıp minik çipin üzerine işlenmiş parlak dolunaya baktı.
"Dwight..."
Onun bu saate uyumuş olması gerekiyordu. Bakışları karanlık koridorda gezindi. Kontrol etmekten zarar gelmezdi.

Dwight nefes nefese sindiği karanlık köşede titreyen bedeniyle alet kutusuna sarıldı. Robotun sesi kesilmişti, adım sesleri koridorda yankılanınca hızla odasına doğru koştu. Lucas kendisini görmüş olmalıydı...
Dwight olabildiğince sessiz bir şekilde açık olan kapısından içeri süzüldü ve alet kutusunu masasına bırakıp gece lambasını yakarak hızla yatağına girdi, örtüyü üzerine çekip gözlerini kapattı ve bedeninin titrememesi için çabaladı.
Uzun geçen birkaç dakikadan sonra Lucas sakin adımlarla Dwight'ın kapısına ulaştı ve aralık olan kapıdan içeri baktı. Gözleri hafifçe kısılırken içeri girdi, bakışları yıldızlarla süslü odada gezindi. Masadaki alet kutusunu görünce derin bir iç çekti ve yavaş adımlarla Dwight'ın yatağına yaklaştı. Alet kutusunun birkaç saat önceye kadar depoda olduğundan emindi. Bakışlarını Dwight'ın düzgün yüz hatlarına yöneltti. Oğlanın yüzüne vuran ışık tenini sıyırıp kızıl saçlarında dalgalanıyordu. Yatağın yanına daha da yaklaştı. Kısa bir an bakışları yumuşadı, hafifçe yatağın kenarına oturdu ve ona bakarken hiçbir şey hissetmemeyi bekledi ama yanılmıştı. Kalbini yakan bir sızı bedenini sardı, gözleri istemsizce doldu. Bir eliyle oğlanın dalgalı kızıl saçlarına uzandı, sonra hemen elini geri çekip ayağa kalkarak kendini toparladı. Bakışları tekrar oğlanın yüzüne dolandı. Uzun kirpikleri hafifçe titreşiyor, boncuk boncuk olmuş terleri gece lambasının ışığıyla alnında ve yanaklarında parlıyordu. Lucas dikkatli bakınca oğlanın yanaklarını boyayan şeyin ter olmadığını fark etti. Bunlar gözyaşıydı. Kalbinin sızladığını hissetti. Elini göğsüne götürdü. Belki duyguları gerçekten de bir cadıydı. Devasa kazanda yakılmamış, kurtulup kalbinin en derinlerine saklanmıştı... Bu düşünceyle irkildi ve birden zihni ikiye bölündü.
"O, Ray'i öldürdü Lucas! Ona neden acıyorsun? Kendine gel... Onu sevemezsin...Sevdin, sevdin ve kaybettin...Bu hatayı bir daha yapamazsın!"
Lucas ürpererek birkaç adım geriledi.
"Ray'i öldüren o, bunu sen de biliyorsun... Ray bunu seçmezdi, onun için ölüm bir seçenek olmazdı...O, en iyi dostunu öldürdü!"
Düşünceleri karıştı.
"Bunu onun yapmadığını biliyorsun, Lucas... Bu Ray'in seçimiydi."
Gözleri yaşlarla ıslandı.
"Ona bir bak, onda Ray'i görmüyor musun? Onu biraz olsun sevmiyor musun..."
Görüşü bulanıklaştı.
"Ona bu acıyı neden yaşatıyorsun Lucas?"
Lucas nefes nefese birkaç adım sendeleyip kapıya yaslandı.
"Bu acıyı en iyi sen bilirsin... Söyle bana Lucas, bu acıyla yaşanabilir mi?"
Lucas hafifçe titredi.
"Bu acıyla yaşamaya yaşamak denir mi?"
Ellerini saçlarına geçirdi.
"O sahip olabileceğin en iyi çocuk... Bunu ona neden yapıyorsun?"
"B-ben..."
"Baban gibi olmayacağına yemin etmiştin... Görmüyor musun Lucas, sen ondan bile kötüsün!"
"H-hayır!"
Lucas hızlanan kalbinin gürültüsü kulaklarında çınlarken sırtını dikleştirdi, hızlı bir hareketle gözyaşlarını sildi. Bir damla ter sırtından aşağı süzüldü, ürpererek kısa bir an Dwight'a baktı.
"Eğer farklı bir şekilde karşılaşmış olsaydık..." Bakışlarını yere indirdi. "Her şey çok daha farklı olabilirdi..."
Birkaç saniye duraksadı, toparlandı ve odadan dışarı çıktı.
Dwight'a cezasını yarın da verebilirdi...

Dwight şaşkınlıkla gözlerini açtı. Birkaç saniye yıldızlarla donattığı tavanına baktı. Daha sonra doğruldu ve dizlerini kendisine çekerek gözyaşlarının akmasına izin verdi.
"Eğer farklı bir şekilde karşılamış olsaydık... Her şey çok daha farklı olabilirdi..."
Dwight bunu öylesine çok isterdi ki... Lucas'ın kendisini biraz olsun sevmesini...
Bakışları yastığının altına gizlediği zarfa kaydı, iç çekti ve birkaç dakika yatakta öylece oturdu ama daha sonra yapması gereken bir şey olduğunu hatırlayarak ayaklandı, çalışma masasına ulaştı.


Dwight küçük alet kutusundan bir tornavida alıp DW 0.6'nın arkasındaki paneli söktü. Çatlamış plastik gövdeyi tamir etmek biraz zamanını alacaktı. Bir kez daha alet kutusuna uzanıp bir eline ufak bir el feneri diğerine de bir cımbız aldı. El fenerinin ışığını panele doğrultarak panelin içindeki kabloları ve DW 0.6'nın en önemli parçası olan çipi kontrol etti. Metalik bir rengi olan çipi cımbızla nazikçe iliştirildiği kabloların arasındaki soketlerinden ayırdı. Yutkunup feneri çipe yaklaştırdı.
Çipte bir çatlak vardı. Bunun DW 0.6'yı nasıl etkileyeceğini bilmiyordu. Devrelerine hasar verebilirdi. İç çekti. Yeni bir yazılım oluşturması gerekiyordu. Çatlamış çipi pantolonun ceplerinden birine koydu ve hazırlayacağı yazılımın detaylarını düşünmeye başladı.
Elbette DW 0.6'yı eskisi gibi programlayacaktı ama zihninde bir şey daha vardı. Yüreğindeki korkunun yansıması zihninde canlanmıştı... Yazılama birkaç yenilik ekleyecekti.
Bakışları masasında duran kapalı alete kaydı.
Güçlükle yutkundu ve sandalyesini bilgisayarının karşısına çekti. Derin bir nefes aldı ve parmakları klavyede kayarcasına ilerlerken hızla bir kod yazmaya başladı. Yeni çipi almak için cebini yokladı, kodu çipe aktarması gerekiyordu ve çip yoktu. Telaşla diğer cebine elini daldırdı, eline gelen eski çatlak çipe bakıp ceplerini aramaya devam etti. Düşürmüş olmalıydı, ayağa kalkmaya çalıştı. Sandalyesini itip ayaklanırken birden bedeninin uyuştuğunu hissetti. Gözleri kapanırken "Lanet olsun!" diye mırıldandı. Bedeni yavaşça uykuya dalmaya hazırlanırken tekrar sandalyesine oturdu ve kollarını önününde birleştirip masaya yasladı, başı yavaşça kollarının arasına gömülürken yelkovan ve akrep üst üste binmişti.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


56   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   58 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.