Yukarı Çık




57   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   59 

           
Bölüm şarkısı: Lana Del Rey-Dark Paradise

Emma elindeki küçük şişeye bakarken hatıralarının zihnine dolmasını engelleyemedi.
Aysa Juren'in bedenine ilk defa girişini hatırladı, zehrin damarlarında ilerleyip bütün bedenini sarmasını...
Daniel'ın hediyesini...
Bedeni titredi, hizmetçi kızlar onun neden bu hâlde olduğunu sormadan kana bulanan bedenini temizlemiş, ona yeni kıyafetler giydirmişlerdi ve Charles, onu Daniel'ın emriyle evine bırakmıştı. Emma o gün kurtulmuştu. Tabii buna kurtulmak denirse...
Şişenin içindeki parlak siyah sıvıya baktı. O günün üzerinden uzun bir süre geçmiş olsa da hatırları canını yakmaya yetiyordu. Şimdi ise başkasının canını yakacaktı:Blanie'nin...
Ama yapamazdı, yapamazdı... Cama vuran bir dalın hışırtısıyla irkildi. Korkuyla etrafına bakındı. Daniel kendisini izliyordu. Ne yaptığını biliyordu, biliyordu...
Blanie'ye ilaçları vermek istemiyordu ama vermek zorundaydı,vermezse Daniel bunu bilirdi.
Emma korkuyla ellerini kollarına doladı. Hayal ve gerçeği ayıran çizgi zihninde dalgalandı.
Zaten o günden sonra hiçbir şey aynı kalmamıştı. Emma gün geçtikçe tatlı bir deliliğin bedenini sardığını hissedebiliyordu ve anlamdıramadığı bir şekilde çoğu şeyi unutmaya başlamıştı, sanki yaşadığı zaman dilimi bir başkasına aitti. Sanki Emma yoktu, hiç olmamıştı...
Bir titreme bedenini ele geçirirken bakışları tekrar elindeki küçük şişeye kaydı.
Blanie'ye uzun bir süre boyunca Juren'i vermişti ama Aysa Juren... Yutkundu.
Daniel Blanie'ye artık Aysa Juren vermek, onu kontrol etmek istiyordu.
Emma bir hıçkırık boğazını tırmalarken titreyerek elindeki ilacı dudaklarına götürdü.
Nefesi cam şişeye çarpıp yüzünü sıyırırken şişeyi dudaklarına bastırdı ve içindeki ilacı içti. Siyah sıvı dudaklarının kenarına dolup gözyaşları yüzünü yakarken acının kanını kurutmasına izin verdi.
Bugün zaten bir şişe Aysa Juren içmişti ve ikinci bir şişenin ona neler yapabileceğini bilmiyordu ama bu ilacı Blanie'ye veremezdi, ona bunu yapamazdı...
Uzun süren acılı birkaç dakikadan sonra etrafına bakınıp mırıldandı.
"Geliyorum, Danee...Senin için geliyorum..."
Güç, yavaşça her bir kasına işlenirken mutfağa girdi, birkaç dakika çekmeceleri karıştırdı ve büyükçe bir bıçağı eline aldı. Bıçağın kabzasının sert dokusu tenine batarken dudakları acımasız bir ifadeyle kasıldı.
Belki buna ihtiyacı bile kalmazdı.
Mutfaktan çıktı, geniş koridora dalıp dışarı çıkmak için hazırlanırken bir ses duydu.
"Blanie..."
Zihni karıştı, düşüncelerinin gürültüsüyle nefesi kesildi. Aniden midesi bulanmaya, başı dönmeye başladı. Hâlâ elinde olan küçük cam şişeyi düşürdü. Bedeni bir titremeyle sarsılırken ayakları cam kırıklarının arasından onu yukarı taşıdı.
Merdivenleri aşıp uzun koridorda ilerledi ve sese ulaştı.
Sesin sahibini karşılamadan önce birkaç saniye kapıda öylece dikildi. Hâlâ hiçbir şey için geç değildi. Gidebilirdi, gidebilir ve biraz sonra yapacağı şeyin önüne geçebilirdi ama direnemedi. Ayakları onu odaya taşıdı. Şimdi karşısında sevgili kocası vardı.
"Blanie..." Adam duraksayıp karşısında beliren kadına baktı.
"Ah...Emma." Protez bacaklarıyla yavaşça kadına yaklaştı.
"Blanie'nin nereye saklandığını biliyor musun?" Eliyle alnını ovuşturdu." Liseyi okulda okuyacağı için neden bu kadar gergin anlamıyorum. Küçük bir kız gibi davranıyor..." Bakışlarını tekrar karısına yöneltti. Kadının dağılmış saçlarını, yaşlarla ıslanmış yorgun yüzünü ve parlak gümüş gözlerini inceledi.
"Hayatım, sen iyi misin?" Emma'ya biraz daha yaklaştı.
Emma arkasına sakladığı bıçağı sıkıca kavradı,bedeni hafifçe tiremeye başladı.
"Emma?"
Şimdi Ian ile arasında bir metreden biraz az vardı.
"Em-"
Emma fısıltıyla karışık inledi.
"Yaklaşma."
Gitmeliydi...
Ian kaşlarını hafifçe çatıp bir adım daha attı ve bir eliyle nazikçe kadına uzandı.
"Hayatım-"
"Bana dokunma!"
Emma bir çığlık boğazından kopup odada yankılanırken nefes nefese bıçağı Ian'ın göğsüne sapladı.
Adam nefesi kesilirken şaşkınlıkla Emma'ya baktı. Gözleri yaşlarla ıslandı, dizlerinin üstüne düştü ve bir elini kanla ıslanan göğsüne götürdü.
Emma şiddetle titreyen bedeniyle eline bulaşan kana baktı.
"Kan..."
Zihni yine bulandı, içindeki açlık dayanılmaz bir hâl aldı. Öldürmek istiyordu...
"Blanie..."
Yerde yatan adamın fısıltısıyla irkildi.
Blanie... O kimdi?
Dudakları acımasız bir ifadeyle kıvrıldı.
Asıl soru, kendisi kimdi?
Kimdi...
Kanlı ellerini saçlarına götürüp zihnindeki karmaşayı bastırmaya çalıştı, başaramadı.
Kim olduğunu unuttu, Blanie'nin de öyle...
Sadece öldürmek istiyordu. Bir kahkaha boğazından koparken kanlı ellerini saçlarından çekti.
Blanie her kimse onu öldürecekti.
"Blanie, çık ortaya..."
Ellerindeki kanı duvarlara sürterek odayı aramaya başladı.
Geniş odada gezinirken zihninin derinlerinden bir görüntü gözlerinin önünde belirdi.
Blanie'nin yanmış yüzü...
Emma irkilerek birkaç saniye duraksadı.
"Canavar...Sen bir canavarsın Blanie..."
Güldü.
"Çık ortaya küçük yaratık,kanının tadını merak ediyorum..."
Yavaş adımlarla kızın yatağına doğru ilerledi.
"Yoksa burada mısın?"
Yatağın yanındaki geniş dolabın kapaklarını araladı.
"Hım..."
Aniden kızın çiçeksi kokusu etrafını çevreledi ama bir şey, içindeki ufak bir şey, onu yatağın altına bakmaktan alıkoydu.
"Sıkıldım..."
Yataktan uzaklaştı. Bir şey yapması gerektiğini hatırladı.
Birini daha öldürecekti.

Blanie tuttuğu nefesi verebildiğinde tahta zemine batırdığı tırnaklarının acısı parmaklarından yukarı tırmandı.
Babasının koyu gözleri odaya dolan gün ışığıyla parlıyordu.
Babasının ölü gözleri...
Nefesi kesildi, hıçkırıkları boğazında düğümlendi ve gözyaşları yüzünü boyadı.
Kıpırdayamadı.
Yatağının altında sindiği o karanlık köşede babasının birkaç metre ötesindeydi.
Babası son nefesinde gözlerinin içine bakmış ve kendisine seslenmişti...
Düşünceleri zihnini kemirirken bedenini bir ıslaklık sardı.
İrkilerek nefes almaya çalıştı, başaramadı.
Bakışları tahta zeminde süzülen sıvıya kaydı.
Kan.
Babasının kanı...
Parlak kan yavaşça Blanie'nin bedeniyle buluştu, kızın zarif bedenini çevreledi. Beyaz saçlarını kızıla boyadı.
Kıpırdayamadı...
Sıcak kan bedenini yıkarken yaşlı gözlerini kapattı. Bedeni şiddetle titriyor, dişlerinin takırtısı boş odada yükseliyordu.
Blanie o gün kırmızıdan nefret etti.
Bütün bedenini yakan kanın kırmızısından...
Babasının kanının kırmızısından.
***
Emma kendine gelebildiğinde eline bulaşan kanın metalik kokusuyla öğürdü.
Nefes nefese geniş verandada yere çöktü. Bir titreme ürpertiyle sarmalanıp bedenini yaktı.
Ellerinin kanlı olduğunu unutup ağzına götürdü, dudaklarına bulaşan kanın tadıyla irkildi ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
Ian'ı öldürmüştü...
Blanie'yi öldürmeye çalışmıştı.
Birden dayanılmaz bir öfkenin kalbini alevlendirdiğini hissetti. Nefretle dolup taştı, ayağa kalkıp sırtını dikleştirdi. Kanlı elleriyle gözyaşlarını sildi.
İstemsiz olarak bir kahkaha boğazından koparken dudaklarına bulaşan kanı yaladı.
"Ian'ı ben öldürmedim..."
Bir parça kana bulanmış kıyafetini düzeltti.
"Onu Danee öldürdü..."
Bakışları donuklaştı, zihni düşüncelerinin altında ezildi.
"Bunu ben istemedim..."
Kısa bir an arkasında bıraktığı büyük orman evine baktı. Gümüş gözleri hafifçe titredi, bakışlarını önünde uzanan taşlı yola çevirdi ve yaşlı ağaçların arasında ilerlemeye başladı.
"Geliyorum..."
Birkaç adım sendeleyerek ilerlemeye devam etti.
"Bekle beni, Danee..."
Yavaşça batan güneşin bıraktığı tatlı kızıllıkta karanlık ormana daldı ve gözden kayboldu.
***
Ne zamanki camdan süzülen ışık babasının koyu gözlerinde söndü işte o zaman Blanie bunun bir kabus olmadığını anladı.
Yatağın altına sindiği köşede öylece yatıyordu.
Babasının cesetinin karşısında öylece...
Ne kadardır burada olduğunu bilmiyordu, tam olarak ne olduğunu da öyle...
Emma'nın sesi zihninde yankılandı.
Canavar.
Parmak uçlarının kanadığını fark etmeden tırnaklarını gömdüğü tahta zemine sertçe bastırdı.
Emma gelmişti ve...
Acıyla hıçkırdı.
Babasını öldürmüştü, onu öldürmüştü...
Tatlı Emma, sevgili Emma, güvendiği Emma.
Dinmeyen gözyaşlarının arasından gözlerini kapattı ve bütün içtenliğiyle ölmeyi diledi.
Çünkü babasının zihnine kazınan ölü gözlerinden başka nasıl kurtulacağını bilmiyordu.

Gümüş buklelerini ensesinde sıkı bir topuzla tutturan Bayan Cath, ahşap evin geniş verandasındaki kan lekeleriyle irkildi. Hızlıca kapıyı açıp eve girdi. Birkaç adım atıp ayaklarının altında ezilen cam kırıklarıyla telaşla merdivenleri aştı.
"Bay Scarlet...Blanie!"
Koridor boyunca ilerlerken bağırdı ama hiçbir cevap alamadı.
"Bayan Scarlet-"
En sonunda nefes nefese Blanie'nin odasının aralanmış kapısının önünde korkuyla donakaldı.
"Ian!"
Şaşkınlıkla yerdeki adamın yanına koştu.
"Ian!"
Cansız bedenin yanına çöküp korkuyla onu uyandırmaya çalıştı, ellerine bulaşan koyu kanla iriklerek gözyaşlarının yüreğini yakmasına izin verdi.
Uzun birkaç dakikadan sonra Ian'ın öldüğüne ikna oldu ve titreyen bedeniyle Blanie'ye seslendi.
Sessizlik kanla çevrelenmiş odada hüküm sürerken Bayan Cath hafif bir ses duydu.
"Blanie!"
Endişeyle ayaklandı.
"Neredesin!"
Blanie konuşamayacak kadar berbat bir hâlde olduğu için tırnaklarını zemine sürterek ses çıkarmaya çalıştı.
Yaşlı kadın dikkat kesilip etrafına bakınmaya başladı ve en sonunda titreyen bedenini yatağın yanına taşıyarak Blanie'nin kana bulanmış bedenine ulaştı.
"Blanie..."
Tüm gücüyle yatağı ittirerek kaydırmayı başardı.
"Buraya gel, canım..."
Sesinin titrememesi için çabaladı.
"Geçti... Buraya gel."
Blanie ıslak bedenini yavaşça yerde sürükledi ve yatağın altından çıktı.
Bayan Cath şefkatle kıza uzanıp onu kollarıyla sardı.
Yüzünün bir kısmı kurumuş kanla kaplanmış genç kız acıyla inledi.
"Üzgünüm,canım..." Bayan Cath Blanie'ye daha sıkı sarıldı. "Seni hiç yalnız bırakmamalıydım... Çok üzgünüm."
Blanie'nin dişlerinin takırtısı tekrar odaya dolarken Bayan Cath endişeyle kasıldı.
"Emma! O iyi mi?"
Blanie nefesi kesilirken şiddetle titremeye başladı. Dudaklarından hafif mırıltılar yükseldi.
"O yaptı..."
Yaşlı kadından uzaklaşıp bir köşeye sindi, ellerini kana bulanmış beyaz saçlarına daldırdı.
"Her şeyi o yaptı... Babamı o öldürdü..."
Koyu gözleri donuk bir ifadeyle parladı, dudakları istemsizce kasıldı. Kafası karışmış gibi hafifçe kaşları çatıldı, yaşlı gözlerle şaşkın kadına baktı.
"Ya da ben yaptım... Ben öldürdüm."
Dağılmış beyaz saçları kurmuş kanla birbirine yapışmıştı, koyu gözlerinde delice bir ifade belirdi. Güldü.
"Ne de olsa ben bir canavarım."
Kendine inanarak hafifçe başını salladı.
"Evet...Evet. Kesinlikle bir canavar..."
***
"B-Bayan Walkins?"
Siyah takımlı koruma şaşkınlıkla karşısında dikilen kadına baktı. Sonra kendini düzelterek devam etti.
"Yani...Bayan Scarlet siz iyi misiniz,efendim?"
Emma beyaz dişleriyle gülümsedi.
"İnan bana daha önce hiç bu kadar iyi olmamıştım."
Birkaç adım atarak siyahlara bürünmüş adama yaklaştı.
"Üzerinizdeki kanlar... Saldırıya mı uğradınız, yaralandınız mı?"
"Hayır..." Bir elini uzatıp adamın çenesini kavradı.
"Ben oldukça iyiyim. Şimdi içeri girmeme izin ver, tatlı çocuk."
"O-olmaz, Bay Rose bugün görüşme kabul etmiyor, efendim. Sizi hastaneye götürmesi için birini çağırmamı istemediğinize-"
Emma işaret parmağını adamın dudağına götürüp onu susturdu.
"Seni öldürmek istemiyorum."
Parlak gümüş gözlerini kırpıştırdı.
"Şimdi lütfen çekil."
Bir adım attı, koruma onu kolundan kavrayınca bütün bedenine yayılan tuhaf bir güçle irkildi ve olduğu yerde durdu, birkaç saniye sonra toparlanarak adama bakıp gözlerini devirdi.
"Yeterince açık olduğumu sanıyordum..."
Bir elini kolunu kavrayan elin üzerine koydu.
"Ama yanılmışım."
Tırnaklarını adamın eline geçirip acıyla inlemesini sağladı, ardından adamın elini kolundan ayırıp büktü ve diğer eliyle adamın boğazını kavradı.
İçindeki güç daha fazlasını yapmak için yanıp tutuşsa da Emma kendini dizginlemeyi başardı ve adamı bayıltmakla yetindi.
Yere düşen hareketsiz bedenin yanından malikanenin bahçesine girerken tırnaklarına bulaşan kanı elbisesine sildi.
"Seni uyarmıştım..."
Bir adım daha atmıştı ki hafif bir çınlamayla bakışlarını tekrar yerdeki bedene yöneltti. İçi siyah bir sıvıyla dolu küçük bir şişe korumanın cebinden yere düşmüştü.
Aysa Juren.
Emma gülümseyerek kolunu sıvazladı ve adamın yanına çöküp küçük şişeyi eline aldı.
"Bu, biraz önce hissettiğim tuhaf gücü açıklıyor.Ama..."
Düşünceleri zihnini sardı. Aysa Juren oldukça tehlikeliydi, Daniel onu korumalarında kullanıyorsa mutlaka kontrol altına almış olmalıydı. Ama nasıl?
Bakışları korumanın ensesindeki belli belirsiz minik noktaya kaydı, parmakları ten rengine bürünmüş metalik noktada gezindi.
"Zekice..." diye mırıldandı.
Bu bir çipti.
"Demek evcil hayvanlarını böyle kontrol ediyorsun..."

Emma adımları geniş salonda yankılanırken kendini daha önce hiç bu kadar özgür hissetmemişti.
Titrek adımlarıyla bir hizmetçi koridorun sonundaki dönemeçten dönüp salona çıkarak Emma'ya çarptı.
"B-ben üzgünüm..."
Emma'nın donuk suratıyla irkilerek başını öne eğdi ve bakışlarını kaçırdı.
"Efendim..."
"Daniel nerede?"
"B-ben-"
Emma gözlerini kısıp hafifçe kıza doğru eğildi.
"Sana bir kere daha sormayacağım, o yüzden beni iyi dinle. Daniel nerede?"
Emma'nın nefesi genç kadının yüzünde titredi.
"B-Bay Rose çalışma odasında olmalı, efendim..."
Emma bakışlarını kızın elindeki temiz, ütülü kıyafetlere kaydırdı. Daniel'a yeterince yaklaşmak için üzerindeki kanlı kıyafetlerden kurtulmalıydı.
Hâlâ yanında dikilen kadına bakıp nazikçe gülümsedi ve kadının elindeki kıyafetlere uzandı.
"Bunları ödünç alıyorum."
"A-ama efendim..."
"Bana boş bir oda göster."

Emma üzerindeki kanlı kıyafetlerden kurtulup temizlendiğinde hava kararmış sayılırdı. Şimdi ise Daniel'ın çalışma odasının kapısının önünde dikiliyordu. Derin bir nefes alıp yüzüne korkmuş bir ifade yerleştirdi ve kapıyı çalmadan içeri girdi.
"Daniel!"
Daniel her zamanki gibi çalışma masasının başındaydı, Emma telaşla içeri dalınca irkilerek kısa bir an şaşkın bir ifadeyle kadına bakakaldı ve zihninde şekillenen karısını öldürme planını hızlıca savuşturdu.
"Emma?"
"Sana bir şey göstermeliyim..."
"Sen neyden bahsediyorsun, ayrıca buraya nasıl girdin?"
Daniel sakinliğini koruyarak ayağa kalktı ve kadına yaklaştı.
"Burada konuşamayız, laboratuvara inmeliyiz..."
Daniel şüpheli bakışlarla kadını süzdü.
"Bugün bir şişe Aysa Juren almış olmalısın, eğer daha fazlasını istiyorsan boşuna-"
"Aysa Juren, dönüşüyor Danee."
Daniel kaşlarını çatıp kadına biraz daha yaklaştı.
"Bugün ilacı içmedim çünkü... İlacın yan etkileri değişti." Emma korkuyla bakışlarını Daniel'ın buz mavisi gözlerinde kilitledi.
"Dün... Ian'ın zihnine girdim ve onu yönettim."
Daniel şaşkınlıkla Emma'ya baktı.
"Ne demek istiyorsun..."
"Aysa Juren, bedenimde mutasyona uğradı."
"Ama bu imkansız..."
"Öyle olmadığını sen de biliyorsun, ne de olsa ben en uzun süreli kullanıcıyım. Kanıtlayabilirim. İzin ver, kanıtlayayım."
Daniel bir elini çenesine götürüp kısa bir süre düşündü, ardından Emma'nın kolunu kavrayıp kapıya yöneldi.
"Yanlış bir hareketinde, seni öldürürüm."
Emma'nın parlak gümüş gözlerine baktı.
"Beni anlıyor musun?"
Emma ürkekçe başını salladı.
Şimdilik bir korkak gibi davranabilirdi, sonrasında zaten yeteri kadar cesur olacaktı.
***
Asansörün kapısı aralanıp D01 laboratuvarına adım attıklarında Emma planını son bir kez zihninde canlandırdı ve yüzünü şekillendirmek için çırpınan acımasız sırtışı bastırarak tekrardan ürkek rolüne büründü.
"Yat."
Daniel zincirlerle çevrelenmiş yatağı işaret ederek uzun beyaz masaya yöneldi.
Emma tereddüt etmeden sert yatağa yatıp Daniel'ın bedenini zincirlemesine izin verdi.
Kısa bir an "Zincirler, ha?" diye düşündü.
Kendisini durdurabilmek için Daniel'ın şüphesiz bundan fazlasına ihtiyacı olacaktı.
"Bugün Aysa Juren almadığını söyledin..."
Emma hafifçe başını salladı.
"Pekâla..." Daniel dikkatlice bir şırıngaya siyah sıvıyı doldurup kadına enjekte etti.
Emma gözlerini kapattı, dudaklarında küçük bir tebessüm oluşurken üçüncü şişeyi aldıktan sonra ne olacağını düşünmeye başladı. Gerçi düşünülecek bir şey yoktu, zaten neler olacağını birazdan görecekti...
Aysa Juren yavaşça bedenine işledi, şimdi daha önce hiç sahip olmadığı türden bir güç bedenindeydi. Vücudunun ani bir sıcaklıkla çarpıştığını hisseti,sonra birden üşümeye başladı. Bütün kasları eridi, tüm kemikleri dondu. Yerine çelik gibi sert kaslar ve kemikler işlendi. Zarif bedeni güçlü dokularla çevrelendi, gözleri keskinleşti, kulakları Daniel'ın zihninin gürültüsünü duyabilecek kadar hassaslaştı.
Daniel kadının dönüşümü karşısında şaşkınlıkla geriledi. Gerçekten de şimdi çok daha farklı görünüyordu.
"Haklıymışsın..." Bir kahkaha boğazından koparken sesli bir şekilde düşünmeye başladı.
"Bileşenlerindeki bir madde buna neden olmuş olabilir... Ya da-"
Emma bedenini saran zincirlerden bir çırpıda kurtulup sert zemine adım attı ve donuk ifadesiyle Daniel'a baktı.
"Hiçbiri, seni aptal."
"N-ne?"
Emma sakin adımlarla Daniel'a yaklaştı.
"Yalan söyledim."
"A-ama dönüşüm..."
Emma birkaç adım daha atıp durdu, şimdi Daniel ile aralarında birkaç santim vardı.
"Bunu şey gibi düşün,bana yaptığın onca şey için bir hediye gibi..."
Ödünç aldığı kıyafetin cebinden siyah sıvıyla dolu küçük bir şişe çıkardı.
"S-sen... N-nasıl..."
"Sürpriz!"
***
Genç adam boğazının acısıyla gözlerini açıp yavaşça yerde doğruldu. Hatırları zihnine dolunca telaşla havaya bir küfür savurarak ayağa kalktı.
"Lanet kadın!"
Boğazını sıvazlayarak hızla malikaneye doğru koştu. Malikaneye ulaşıp geniş salonu ve uzunca birkaç koridoru aşarak kontrol odasına daldı.
"Uyan, seni aptal!"
Dev ekranlarla donatılmış bölmede uyuklayan adamı sarsarak uyandırdı.
"N-neler oluyor?"
"Geriye sar şu görüntüleri!"
"Ne? Neden-"
"Lanet olsun, sadece sus ve işini yap!"
Hâlâ uykulu olan adam parmaklarını hızlı bir hareketle klavyede kaydırdı ve önündeki düzinelerce ekranı video kayıtlarıyla donattı.
Üzeri kanlı kadının malikaneye girişi, hizmetçi kızla konuşması ve Bay Rose'la beraber asansöre binip ortadan kaybolması ekranlarda oynarken koltukta oturan adam şaşkınlıka yanındaki korumaya baktı.
"Bu kadını nasıl içeri alabildin!"
Koruma acil durum düğmesine basarken ekranların karşısında oturan adama baktı ve öfkeyle tısladı.
"Asıl sana sormalı seni lanet olası herif, sen nasıl uyuyabildin?"
***
Emma Daniel'ın üzerine atıldığında her şey göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşmişti.Emma adamın çenesini sertçe kavramış, yüzünü yüzüne daha da yaklaştırmıştı.
Daniel sıktığı dişlerinin arasından konuştu.
"Ne yapacaksın, beni mi öldüreceksin!"
Emma tırnaklarını Daniel'ın tenine batırıp vahşi bir ifadeyle gülümsedi.
"Hayır... Hayır, bu çok kolay olurdu."
Gümüş gözleri parladı.
"Aysa Juren'in tadına bakmaya ne dersin?"
Daniel tüm gücüyle Emma'nın güçlü ellerinden kurtulmayı denedi.
"Bırak beni!"
"Neden korkuyorsun, Danee?"
Adamın buz mavisi gözlerindeki korkulu ifadeye bakarak güldü.
"Ah, biliyordum... Panzehirin yok değil mi? Çok yazık..."
Gözlerini kırpıştırdı.
"Nereden mi biliyorum... Çünkü yenileceğini hiç düşünmedin Danee, aklının ucundan bile geçmedi. Kimse seni yenemezdi, sana dokunamaz, istemediğin bir şeyi yaptıramazdı... Yanıldın Daniel.
"Beni bırakırsan-"
"Artık hiçbir şeyini istemiyorum. İçimdeki seni seven,sana inanan,uğruna her şeyi yapabilecek olan kız çoktan öldü, onu sen öldürdün."
Emma hızlı bir hareketle elindeki şişenin kapağını açtı ve şişeyi Daniel'ın dudaklarına bastırdı. Daniel acıyla direndi,dudaklarını birbirine bastırdı ve kadının elinden kurtulmak için çırpındı ama başaramadı. Siyah sıvı yavaşça dudaklarının kıvrımlarına doldu, tükürmeye çalıştı ama artık çok geçti. Aysa Juren bedenine işlenmeye başlamıştı bile.
Daniel acıyla inledi, sanki bütün bedeni parçalanıyor binlerce küçük parçaya ayrılıyordu. Nefesi kesildi, acı damarlarını delip kalbine saplandı. Gözleri yaşlarla ıslanırken çığlıkları soğuk odanın duvarlarına çarpıp söndü. Bedeni yere düştü, karanlık duvara yaslandı.
Emma acımasız sırtışını salarken hafifçe Daniel'a doğru eğilip bir eliyle adamın gözyaşlarını sildi ve uzanarak adamın yanağına yumuşak bir öpücük kondurdu.
"İşte hediyen, Danee. Nasıl, beğendin mi?"
***
Charles, onlarca korumanın arasından sıyrılıp D01 laboratuvarına indiğinde Emma'yı görmeyi beklemiyordu. Acil durum alarmı çaldığında her şey çok kısa bir sürede gerçekleşmişti. Charles, malikanede çalışanlar arasında en yetikili kişi olduğu için korumalar ondan sığınağa giriş izni almıştı, korumalarla beraber laboratuvara indiğinde ise nefesi kesilmişti.
Üç el ateşlenen silahın sesiyle irkilerek kendine geldi.
"Lanet olsun! Ateş etmeyi kes!"
"A-ama efendim-"
Charles uyuşturucu iğnelerin etkisiyle yere düşen kadının yanına koştu.
"O benim kız kardeşim!"
Charles,Emma'nın yanına çöküp kadının başını dizine koydu.
"Emma..."
Emma acıyla gülümseyip, hızla inip kalkan göğsünün arasından kesik kesik nefes alarak konuşmaya çalıştı.
"Emma, öldü."
Bir eliyle ağabeyinin yanağına uzandı.
"Benim... Isabella..."
Göz kapakları ağırlaşıp ilaca yenik düşerek kapanırken Charles'ın yanağından süzülen bir damla kadının yorgun yüzünde parladı.
"Izzy..."
O sırada korumalar çoktan Daniel'ın yardımına yetişmişti. Ancak Daniel tuhaf bir şekilde vahşi ve sağlam gözüküyordu. Korumaları kenara iterek ayağa kalktı ve dudaklarına bulaşan siyah sıvıyı hızlı bir hareketle sildi.
Korumalardan biri yerdeki kadını işaret etti.
"Onu ne yapalım efendim?"
Daniel vahşi ifadesi yüzünü şekillendirirken Charles'la göz göze geldi.
"Yukarı çıkarın, onun için başka planlarım var ve burayı hemen temizleseniz iyi olur. Canım bugün biraz eğlenmek istiyor."
Buz mavisi gözleri zevkle parladı.
"Ah bir de Felix'i Abel'ın hizmetinden alıyorum..." Bakışları gümüş gözlerde gezindi.
"Ne de olsa delilik sizin kanınızda var."
***
"Daniel...Danee."
Emma gözyaşlarını tutamayıp hıçkırarak oturduğu sandalyede karşısındaki adama uzandı. Daniel hafifçe geri çekildi.
Hayır, o sadece Daniel değildi.
O Profesör Doktor Daniel Rose'du.
Daniel acımasız sırıtışının yüzünü şekillendirmesine izin verdi.
Para bir deliyi bile psikolog yapmaya yetiyordu işte.
Daniel beyaz önlüğünü nazikçe düzleştirip sırtını dikleştirdi.
"Bayan Scarlet..." Ses tonu her zamanki gibi sakin ve soğuktu." Bana kendinizden bahseder misiniz?"
"B-ben..." Emma başını hafifçe öne eğdi. Gözyaşları metal masada küçük bir göl oluşturmuştu." Benim Danee, Isabella. Izzy."
Daniel kaşlarını kaldırıp bakışlarını önündeki dosyaya kaydırdı. Emma'nın bir şişeden fazla Aysa Juren aldığı belliydi, ki bir şişesi bile hatıralarla oynamada oldukça etkiliydi. Görünüşe bakılırsa Emma'nın hatıraları da onu epey bir eskilere götürmüştü.
"Bu oyuna daha ne kadar devam edeceksiniz Bayan Scarlet?"
"Ne...Ne oyunu? Danee, benim-"
"Lütfen, kendinizi olmadığınız biri gibi göstermeyin. Üstelik daha önceden birbirimizi tanıdığımızı sanmıyorum." Daniel derin bir nefes aldı. "Pekala,lütfen bana Isabella'dan bahsedin."
"O benim! Ben Isabella'yım!"
Emma sertçe ellerini masaya vurup ayağa kalktı ve öne doğru eğildi.
"Isabella,benim Danee. Tanımıyormuş gibi davranma!" Kadın yavaşça ellerini masadan çekip Daniel'ın yüzüne yaklaştırdı.
"Senin Izzy'n."
Daniel gözlerini kısıp kadının yüzüne yaklaştırdığı ellerini sert bir hareketle savuşturdu.
"Kendinize gelin bayan."
"Söz vermiştin!"
Emma yerine oturup ellerini kollarına doladı. Gümüş gözleri acıyla parlıyordu.
"Hadi, Danee. Bunun bir şaka olduğunu söyle...Lütfen."
Kadın umutla Daniel'a baktı.
Evet, bu son dokunuştu.
Ona bir umut vermişti, artık bu umudu çürütebilirdi.
"Size kim söz vermişse bayan, yalan söylemiş. Adınız Emma Scarlet, bir yazarsınız. Artık kafanızda kurguladığınız birinin arkasına saklanmaktan vazgeçin. Isabella Carpentio hiç var olmadı."
"Var olmadı mı..." Emma ellerini koyu buklelerine geçirip tırnaklarını kafa derisine gömdü.
"Hayır...Hayır!" Bağırarak ayağa kalktı, sandalyesi yere düşerek loş ışıkla boğucu havası olan odada tiz bir ses çıkardı.
Daniel da sandalyesini geri çekip ayağa kalktı. Bu aptal sorgu odasında kadına müdahale etmeleri için üzerine atılmasını mı bekliyorlardı?
O sırada Daniel'ın zihnini okumuş gibi siyahlara bürünmüş iki güvenlik görevlisi içeri girdi. Ellerinde uyuşturucu iğnelerle dolu küçük silahlar taşıyorlardı.
Emma öfkeyle masayı itip yere düşürdü ve Daniel'a geçirmek için titreyen ellerini savurdu. Güvenlik görevlileri kadını tam zamanında yakalayıp kollarını arkasında kavuştururken loş ışık Daniel'ın yüzündeki şeytani ifadeyi daha da belirginleştirmişti.
Beyaz dişleriyle sırıtıyordu.
Evet,kurallarını belirlediği bir oyun daha bitmişti.
Bu kadının bütün bedenini umutla sarıp sarmalamış, deliliğin o tatlı zevkini ona da yaşatmıştı.
Artık bu umudu tamamen yok etme sırasıydı.
Kolları arkasında kavuşturulmuş kadına yaklaştı. Emma terden ve gözyaşından ıslanmış suratını kaldırıp acı dolu gözlerini Daniel'a dikti.
Son kez. Belki son kez ona Izzy diye seslenirdi,onu bu ızdıraptan kurtarırdı...
"Danee..."
Daniel şeytani ifadesini koruyup acı içindeki kadına doğru eğildi ve bir eliyle kadının çenesini kavradı. Tırnakları kadının yumuşak tenine batıyordu.
"Oyun bitti,Emma."
Son kelimeyi özellikle vurguladı. Bunu kadının zihnine, kalbine kazıdı.
Ve Isabella yitip gitti. İçindeki umut çürüdü,çürüdü ve Isabella'yı da beraberinde götürdü.
Kadının bakışları donuklaşıp dudakları titrerken Daniel hafifçe geri çekilip kendisine bir uyuşturucu iğne vermesi için bir elini güvenlik görevlisine uzattı. Görevli içinde yeşil bir sıvı olan iğneyi temkinli bir ifadeyle Daniel'a verdi.
Daniel iğneyi alıp başını Emma'nın kahve buklelerine doğru uzattı ve iğneyi kadının boğazına saplamadan önce hafifçe kulağına fısıldadı.
"Başardın,Izzy."
Emma'nın gözleri açılıp gözyaşları tekrar yüzünü kapladı ve Daniel onu birkaç saat uyutmak için iğneyi kadına sapladı.
"İyi uykular."
Aslında onu tanımadığına inandırıp her bir zerresinde bundan zevk alabilirdi ama ona son kez Izzy diye seslenmesinin de bir sebebi vardı: Onu ikilemde bırakmak.
Çünkü araf en kötüsüydü.
Arafta zihniniz sorularıyla beyninizi deler ve sizi rahat bırakmazdı.
Araf ne ölümdü ne de yaşam.
Sadece bitmek bilmez bir çukurdu, içine düşeni yutup sonsuz bir karanlığa gömen acımasız bir çukur.
Evet, Daniel bunu istemişti. Kadını Emma olduğuna ikna ettikten sonra bir anda zihnini bulandırmak, onu çukura itmek...
Daniel bayılan kadına son kez bakıp odayı terk etmek için bir hamle yaptı ve o sırada boğazı acıyla parçalandı, nefes alamadı. Bir öksürük silsilesi düşüncelerini yıkıp geçti ve en sonunda kendine geldiğinde burnunun kanadığını fark etti. Bir de ne ara koluna girdiğini bilmediği güvenlik görevlisinin bedenine hücum eden sıcaklığını. Kendini tamamen toparlayıp görevliden bir mendil alarak burnundaki kandan kurtuldu ve Emma'yı arkasında bırakarak odayı terk etti.
İç çekerek boynundaki minik ten rengi çipi kontrol etti. Panzehir çalışmaları sürüyordu ve Dr. Quinet'ten bir ilaç daha hazırlamasını isteyecekti. Aysa Juren almadıkça-ki almayı reddediyordu- bedeninin kötüleştiğinin farkındaydı.
Yumruklarını sıktı.
Daniel Rose, aptal bir zehre yenilemezdi. Bir çaresini bulacaktı. Saatine baktı.
Düşüncelerini zihninin derinliklerine gömüp gülümsedi.
Katılması gereken bir cenaze, üstlenmesi gereken acılı bir eş rolü vardı.
Gülümsemesi genişledi.
Ne de olsa bu işte oldukça deneyimliydi.
***
Felix, Jest'in hıçkırıklarla sarsılan bedeninin yanında dikilirken yüreğinin sızlamasını engelleyemedi. Bu olanlar hiç mantıklı değildi, gerçi Bay Rose için mantıklı olması da önemli değildi. Ne de olsa o adam istediği her şeyi yapıyordu. Her şeyi.
Önce Bayan Rose, şimdi de Bayan Thorn...
Yumruklarını sıktı.
Bayan Thorn'dan hiç haz etmese de ölmesine üzülmüştü. Kim bilir zavallı kadını nasıl öldürtmüştü ya da öldürmüştü...
Sıkıntıyla iç çekti, şimdi Jest'in gerçekten de hiç kimsesi kalmamıştı. Onun Daniel'ı babası olarak görmediğini biliyordu. Üstelik Abel da onun için bir ağabey gibi değildi.
Bakışları Jest'in solgun yüzüne kaydı. Ağlamaktan kızarmış ela gözleri hüzünle birkaç metre uzağındaki tabuta bakıyordu. Koyu saçları her zamanki gibi dağılmış, gözlerini gölgeliyordu ve... Titriyordu.
Felix, dolan gözlerini kırpıştırarak yavaşça Jest'in omzuna dokundu.
Jest hafifçe irkilerek Felix'e baktı.
"B-ben..." Parlak ela gözlere bakarak yutkundu. "Çok üzgünüm. Gerçekten."
Jest yavaşça başını sallayıp gülümsemeye çalıştı ama beceremedi, yaşlar tekrar gözlerini süslerken ellerini kollarına doladı.
"Ah..."
Felix uzanarak, Jest'in bedenine doladığı kollarını çözdü ve ona sarıldı.
"Sorun değil..."
Jest hıçkırarak ellerini Felix'in takımının yumuşak dokusuna gömdü.
"Kimsem kalmadı..."
Ela gözleri acıyla parladı.
"Hiç kimsem..."
"Hey..." Felix, Jest'i hafifçe kendinden uzaklaştırıp bakışlarını yaşlı ela gözlerinde kilitledi.
"Ben varım..." İçtenlikle gülümsedi. " Seni anlıyorum, acını anlıyorum." Bakışlarını kaçırıp yüzünde buruk bir tebessümle mırıldandı.
"Ben de annemi kaybettim..." Çocuğun omuzlarını kavrayıp sıktı.
"Yalnız değilsin."
Jest hafifçe gülümseyerek Felix'e sarıldı.
"B-ben... Teşekkür ederim..."
Felix, Jest'in sırtını sıvazlayarak mırıldandı.
"Sorun değil... Yanındayım."
Birkaç uzun dakikadan sonra Jest birkaç adım geriledi, bir elini annesinin ona hediye ettiği paltonun ceplerinden birine sokup küçük bir kutu çıkardı.
"Sanırım artık bunlara ihtiyacım kalmadı."
Diğer eliyle uzanıp Felix'in elini kavradı ve küçük kutuyu oğlanın avcuna koydu.
Felix hafifçe kaşları çatılırken elindeki kutunun ne olduğunu anladı.
Jest'in ilaçları.
"Tedaviyi bırakıyorum."
Felix birkaç saniye duraksayıp Jest'e baktı.
"Neden?"
"Çünkü..." Oğlan derin bir nefes aldı. "Annem...Onu görüyorum..." Buruk bir ifadeyle gülümsedi.
"Öldüğünü unutuyorum..." Ela gözleri parladı.
"Hem hayallerimde beni seviyor..."
Felix, elindeki ilaç kutusunu kavrarken içi parçalandı.
"Jest..."
İlaç kutusunu cebine koydu ve uzanıp Jest'in dağınık saçlarını okşadı.
"Her şey yoluna girecek..."
Jest hafifçe kızarırken gülümsedi.
"Söz veriyorum...Her şeyin yoluna girmesi için elimden geleni yapacağım."

Abel kollarını göğsünde birleştirmiş bakışlarını Jest ve yeni kahyası Felix'e dikmişti. Babası bunu neden yapmıştı ki sanki... Neden Felix'i Jest'in hizmetine vermişti. Gözleri nefretle parlarken birden düşünceleri karıştı.
Düşününce Jest nefret edilmek için ne yapmıştı ki? O sadece yanlış yerde ve yanlış zamanda karşısına çıkan biriydi, kardeşiydi...
Yutkundu. Düşüncelerine karşı çıkarak mırıldandı.
"O benim kardeşim falan değil..."
"Bir şey mi dediniz, efendim?"
Abel, yanında dikilen Charles'ın sesiyle irkildi.
"Hayır..."
Bakışlarını Jest ve Felix'ten çekti.
"Babamın yanına gidiyorum, artık dadımmış gibi etrafımda gezinmene gerek yok,Charles."
"Elbette, efendim."
Charles hafifçe gülümsedi.Abel'ın veda şekline alışmıştı. Nazikçe uzanıp Abel'a sarıldı.
"Hoşçakalın, küçük bey."
Abel şaşkınlıkla duraksadı ve adam ondan ayrılınca bakışlarını gümüş gözlere sabitledi.
"Bir yere mi gidiyorsun?"
Charles buruk bir tebessümle ceketini düzeltti ve Felix'e doğru birkaç adım atıp arkasını dönerek son kez Abel'a baktı.
"Kim bilebilir..."
Ardından Felix'in yanına doğru ilerleyerek Abel'ı arkasında bıraktı.
Abel kısa bir an Charles'ın arkasından bakakaldı.
"Bu da neydi şimdi..."
Sonra toparlanarak oradan ayrıldı.

Charles nazikçe oğlunun omzuna dokundu.
Felix irkilerek arkasına döndü.
"Konuşmalıyız."
Oğlunun kolunu kavrayıp hafifçe çekiştirdi.
Felix, Jest'e bakıp gülümsedi ve izin ister gibi hafifçe başını eğdi. Jest de gülümsemesine karşılık verip başını eğince Felix babasının kendisini çekiştirmesine izin verdi.
Yaşlı bir ağacın altında durdular.
Felix merakla babasına baktı.
"Gidiyorum."
"N-ne?"
"Buradan gidiyorum ve sen de benimle geliyorsun."
"Ama...Baba..." Kafası karışmış gibi elini ensesine götürüp hafifçe birkaç tutam saçını çekiştirdi.
"Bu da nereden çıktı böyle?"
"Hepimizin iyiliği için... İnan bana..."
"Ama...Abel ne olacak? Onu bırakamam... Benden bunu yapmamı isteme lütfen..."
Charles uzanıp oğluna sarıldı ve onu göğsüne bastırdı.
"Ayrıca Jest... Söz verdim..." Felix gözlerinin dolmasını engelleyemedi.
"Gerçekten gitmek zorunda mıyız? Onları yalnız bırakamam...Yapamam..."
"Güvenliğimiz için, Felix..."
"Olmaz, lütfen baba benden bunu isteme..." Felix miras aldığı gümüş gözlerle babasına baktı.
"Onlar..." Abel ve Jest'in küçüklüklerinin hatırası gözünde canlandı. "Benim kardeşlerim gibi..."
"Anlıyorum..." Tekrar Felix'in başını göğsüne gömdü.
"Tamam,oğlum..."
Uzunca bir süre konuşmadan sadece sarıldılar. Sonra Charles hafifçe geri çekildi ve oğlunun saçlarını okşadı, ceketinin ceplerinden birinden altın işlemeli bir kart çıkardı.
"Bunu al."
Felix karta uzandı. Üzerinde altın işlemelerle Charles Carpentio yazıyordu.
"Peki sen...Gidiyor musun?"
Charles hafifçe başını salladı.
"Senin için geri döneceğim, merak etme."
Yavaşça alnını oğlunun alnına dayadı.
"Yıllardır Abel'ın acısını yaşıyorsun, bu acıyı sahipleniyorsun." Gülümsedi." Artık bu acıyı özgür bırakmanın zamanı gelmedi mi?"
"Nereden biliyorsun..."
"Ben senin babanım, Felix. Kalbinin derinliklerini bilebilirim... Onu artık bu acıdan kurtarabilirsin..."
"A-ama nasıl? Onu annesinin ölmediğine nasıl inandıracağım?"
Charles buruk bir ifadeyle gülümsedi.
"Bunu bilseydim, söylerdim..."
Gümüş gözleri usulca parladı.
"Sana güveniyorum,oğlum... Unutma, her kilitli kapının bir anahtarı vardır."
Her kilitli kapının bir anahtarı vardır...
Felix iç çekip yavaşça sordu.
"Peki yalnız mı gideceksin...Yapayalnız?"
Charles gülümseyip oğlunu kendinden uzaklaştırdı.
"Yolda bir dosta uğrayabilirim...Senin de onu tanımanı isterdim. Belki bir gün. Ne dersin, ha?"
Felix dolan gözlerini kırpıştırdı.
"Seni seviyorum, baba."
"Ben de seni seviyorum, oğlum."
Ve Charles malikaneden ayrılana kadar sessizce sarıldılar.

"Kimin hakkında bilgi almak istemiştiniz, Bay Carpentio?"
Charles parmaklarını ördüğü gür saçlarına dolayıp gergince cevap verdi. Bay Rose'un yanında çalışmasının getirisi olarak her türlü bilgiye kolayca erişebiliyordu ve şimdi hapiste olan kardeşinin suçunu öğrenecekti. Daniel sadece kendisine saldırdığı için onu hapse attırmış olamazdı...Değil mi?
"Emma Walkins... Yani Emma Scarlet."
Görevli memur düzenli dosyaların arasından kırmızı renkli bir tanesini seçip çıkardı.
"Cinayet..."
"N-nasıl?"
"Ian Scarlet'ı öldürmüş."
Charles'ın nefesi kesildi.
"Bay Carpentio, siz iyi misiniz?"
Charles cevap veremeden telefon çaldı.
Görevli telefonu açıp birkaç dakika boyunca konuşmadan karşı tarafı dinledi ve sonunda yüzünü buruşturarak telefonu kapattı.
"Bay Carpentio..."
Charles'ın gümüş gözlerine baktı ve yumuşak bir sesle konuştu.
"Emma Scarlet...Ölü bulunmuş."
"N-ne..."
Charles kalbi bir ağrıyla sarmalanırken yutkundu.
"Onu hücresinde bedeni parçalanmış bir hâlde bulmuşlar..."
"K-kim...Kim yapmış!"
Adam iç çekti.
"Hücrelere muhafızlardan başka erişimi olan kimse yok. Muhafızlardan birinin yaptığını sanmıyorum. Yani... Bayan Scarlet bunu kendisi yapmış olmalı."
Charles bütün bedeni titrerken ayaklandı ve hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerledi.
"Bay Carpenito, Siz iyi misiniz!"
Arkasından seslenen adamı duymazdan geldi ve nefes nefese odadan çıkıp bir duvara yaslandı.
Aysa Juren...
Neden bunu daha önce düşünememişti ki... O gün anlamalıydı, Emma'yı eve bıraktığı o gün... Kadının donuk ifadesini hatırlayarak irkildi. Kendinde değil gibiydi, ölü gibiydi ve bunun nedenini şimdi anlıyordu. O gün Emma'nın sadece dalgın olduğunu düşünmüştü ama yanılmıştı. Daniel Emma'ya Aysa Juren vermiş olmalıydı. Aptaldı... Çok aptaldı... Yumruklarını sıktı.
Daniel Emma'yı asla öldürmeden bırakmazdı ve bu sefer onun kendisini öldürmesini sağlamıştı.Bedenini parçalamasını...
Bu her şeyi açıklıyordu. Daniel'ın son günlerde kötüleşen durumunu da öyle...
Daniel'ın dudaklarındaki siyah sıvıyı hatırladı. Emma başarmıştı...Daniel'ın birkaç damla da olsa Aysa Juren içmesini sağlamıştı.
Kadının uyuşturucunun etkisiyle bayılmadan önceki hâlini anımsadı, yumuşak sesi kulaklarına doldu.
"Benim... Isabella..."
Bir hıçkırık boğazından yükselirken acıyla mırıldandı.
"Isabella..."
Gözyaşları yavaşça yanaklarından süzülürken kurduğu onca hayalin yerle bir olmasını engelleyemedi.
"Izzy..."
Felix'le beraber Isabella'yı da yanına alıp gidecekti. Bu lanet yerden, malikaneden, Daniel'dan uzağa... Kimsenin onları bulamayacağı bir yere...
Ama bu son damlaydı. Bardağı taşıran son damla...
Yumruklarını daha da sıktı, öyle ki parmak boğumları beyaza çaldı.
Yıllarca Daniel'ın Felix'e zarar vereceği korkusuyla yaşamıştı. Daniel'ın içine yerleştirdiği korkuyla...
Ama hayır, artık kaçmayacaktı. Sadece bir süre düşünmeye ihtiyacı vardı. Daniel'ı nasıl öldüreceğini düşünmeye...
Evet...Evet. Şimdi gidecekti ama geri döndüğünde her şey bitmiş olacaktı.
Daniel'ı öldürecek ve Felix'i yanına alıp buradan defolup gidecekti.
Öfkesi ruhunu zehirlerken birkaç adım atıp tökezledi, yaşlı gözlerini silip yoluna devam etti.
Ve o günden sonra kimse Charles'ın nereye gittiğini bilmedi.
***
"Oturun lütfen, Bay Till."
Genç adam kravatını düzelterek geniş bir koltuğun köşesine oturdu.
"Bayan Catherine Lingeswood, görüşme talebimi bu kadar kısa sürede kabul ettiğiniz için teşekkürler. Biliyorum, zorlu bir süreçtesiniz."
Bayan Cath nazikçe başını salladı ve cesaretlendirircesine yanında oturan genç kızın elini tutup sıktı.
Adam boğazını temizleyip yanında taşıdığı çantadan bir dosya çıkardı.
"Bay Scarlet, söz konusu servet üzerinde Blanie'nin hak talep etmesi için yapması gerekenleri maddelerde çok açık bir şekilde belirtmiş. Tabii bu kadar ani bir ölüm..." Hafifçe öksürdü." Bay Scarlet bunu Blanie on sekizine girince sunmayı planlıyordu ve büyük ihtimalle Blanie'nin o zamanki tavrına göre maddelerde değişikliğe gidecekti ama bu artık mümkün değil."
"Biraz daha açın lütfen."
Adam elindeki dosyayı açtı ve yüksek sesle yazanları okumaya başladı.
"Kızım Blanie Scarlet'ın servetim üzerinde hak talep edebilmesi için, evde gördüğü eğitiminden ayrılıp lisenin son sınıfını Lyndon Koleji'nde okuması ve gerçek bir arkadaşa sahip olması gerekmektedir.Aksi takdirde bütün mal varlığım sevgili karım Emma Scarlet ve her zaman destekçim olan Bayan Catherine Lingeswood'undur."
Adam bakışlarını dosyadan çekip Bayan Cath'e yöneltti.
"Bayan Scarlet'ın ölüm haberini almamızla birlikte şu anda tüm servetin sahibi sizsiniz Bayan Catherine."
"İstemiyorum..." Blanie ellerini kollarına dolayarak surat astı." Okula gitmek istemiyorum!"
Üzgünce kadına baktı.
"Bir şeyler söyle Tee, neden o aptal koleje gitmek zorundayım...Hem bir arkadaşa ihtiyacım yok!"
Adam homurtuyu andıran bir sesle karşı çıktı.
"Lyndon Koleji ülkenin en iyi-"
"Umrumda değil!"
Bayan Cath anlayışla gülümsedi.
Sonuçta o berbat günden sonra Blanie'nin toparlanması oldukça zor olmuştu ve tabii dünya gündemine bomba gibi düşen cinayetle işler iyice karışmıştı.
Blanie'nin varlığı da her şeyi daha da karmaşık bir hâle getirmişti. Ne de olsa Ian bizzat kendisi basına kızının ölüm haberini duyurmuştu. Şimdi ise Blanie ortaya çıkmıştı ama asıl kafaları karıştıran Blanie'nin yeni yüzü ve beyaz saçlarıyla önceki hâline hiç benzememesiydi. Şimdilerde tüm medyanın diline dolanan da Ian'ın ailesini kaybettikten sonra delirip bir kız evlatlık edinerek ona ölen kızı Blanie gibi davranması haberiydi. Bu da Ian'nın ölümünün ardındaki sırrın sahte Blanie'nin mirasa konmak istemesi olarak yansıtılmıştı. Hatta bir gazete ileri giderek "Asıl Katil Kim?" diye bir manşet atmıştı.
Katil...
Blanie'nin bu haberlerle iyice kötüleştiğini bilen Bayan Cath, onun insanlara olan nefretini, arkadaş edinmek istememesini anlıyordu.
İç çekerek genç avukata baktı.
"Haklarımı Blanie'ye devredemez miyim? Sonuçta mirasın asıl varisi o-"
"Maalesef...Devam etmeme izin verin, Bay Scarlet bunun hakkında da düşünmüştü."
Dosyada yazanları tekrar yüksek sesle okudu.
"...Blanie Scarlet üstte belirttiğim şartları yerine getirmemesi halinde Emma Scarlet ve Catherine Lingeswood'a ait olan mirasımdan yasal yolla kesinlikle pay alamaz. Benim iznim dışında mirasım varislerim tarafından Blanie Scarlet dahil hiç kimseye devredilemez, miras bırakılamaz."
Adam, dosyayı kapatıp bakışlarını tekrar Bayan Cath'e yöneltti.
"Blanie'nin düşünmek için hâlâ birkaç yılı var. Ah, unutmadan..." Elindeki dosyadan kırmızı bir zarf çıkardı." Bay Scarlet bu mektubu da Blanie on sekizine basınca almasını istemişti..." Hafif bir tebessümle zarfı kıza uzattı.
Blanie zarfın yumuşak dokusunu kavradı, beyaz bir tavşan mührüyle süslenmişti ve lavanta gibi kokuyordu.
Blanie elleri titrerken nazikçe zarfı açtı.
İçinde özenli bir el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı.
Blanie bakışlarını Bayan Cath'e yöneltip yutkundu.
Bayan Cath hafifçe gülümseyip başını salladı.
Blanie gözleri yaşlarla ıslanırken mektupta yazanları okudu.
"Blanie'm,
Lütfen yaptığım her şeyin senin iyiliğin için olduğunu anla. Seni sevdiğim için...
Arkadaş edin, tıpkı eskiden olduğu gibi neşeyle şarkılar söyle. Gülümse,benim küçük tavşanım. Çünkü karşına ne çıkarsa çıksın baban her zaman senin yanında olacak, ağladığında sana sarılıp seni öpecek ve gözyaşlarını silip seni güldürecek.
Ve en önemlisi yaşa,Blanie... Hayatını yaşa, kendi yolunu çiz ve asla pes etme, canım kızım.
Sev ve sevil...
Seni her zaman sevecek olan baban..."
Blanie birkaç damla gözyaşı mektuba dökülürken mektubu göğsüne bastırıp hıçkırdı,hıçkırıkları sessizliğe gömülen odada yankılanırken birden başına bir ağrı saplandı. Mektubu bir kenara bırakarak nefes almaya çalıştı. Bakışları donuklaştı, anıları zihnine doldu.
"Hayır...Hayır!"
Blanie aniden ellerini saçlarına geçirip titremeye başladı.
"Ben...Canavar değilim..."
Nefes nefese tırnaklarını saç derisine gömdü.
"Değilim...Değilim...De-"
Bayan Cath korkuyla kızı omuzlarından kavrayıp sarstı.
"Blanie!"
Adam gergince kıpırdandı.
"N-neler oluyor?"
Kadın telaşla adama baktı.
"Nöbet geçiriyor... Doktor çağır, avukat!"
Adam hızla odadan ayrılırken Bayan Cath uzanıp Blanie'ye sarıldı.
"Sakin ol,canım... Ben yanındayım."
"Değilim... C-canavar değilim..."
Blanie'nin mırıltılarıyla geçen uzun birkaç dakikadan sonra avukat, yanında yaşlı bir doktorla odaya daldı.
Doktor, hızla Blanie'nin yanına ulaştı ve elindeki metalik çantadan bir şırınga çıkarıp yavaşça kıza enjekte etti.
Blanie ani bir titremeyle sarsıldı ve ilacın etkisiyle oturduğu koltuğa yığıldı.
Doktor iç çekip hafifçe gülümsedi.
" O, iyi olacak...Merak etmeyin."
Odaya derin bir sessizlik çökerken Bayan Cath uzanıp kızın beyaz saçlarını okşadı ve onun iyi olacağına inanmayı seçti çünkü başka türlüsünü aklına bile getirmek istemiyordu...


O günden sonra Blanie lise sona kadar evde eğitimine devam etti ve on sekiz yaşına basınca babasının isteği üzerine hayatını tümüyle değiştireceğinden habersiz Lyndon Koleji'ne kayıt oldu.
Ve babasının sözleri peşini hiç bırakmadı.
"...Yaşa, Blanie...Hayatını yaşa, kendi yolunu çiz ve asla pes etme, canım kızım. Sev ve sevil..."


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


57   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   59 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.