Zack’in yedi yaşını doldurmasına bir gün vardı. Kardeşinin doğumunun ertesi günü artık sekizine basacaktı. Kardeş… Bu kelime Zack için her zaman yabancı olmuştu. Küçük yaşına rağmen yüzlerce kitap okumuş, karmakarışık denklemler çözmüş, yeni diller öğrenmişti ve hiçbirisi Zack’i tatmin etmemişti. Ailesi ise -dil bilimci bir annesi ve matematik profesörü bir babası vardı-onunla her zaman gurur duymuş, Zack’in üstün zekâlı olduğunu öğrendikleri andan itibaren biricik oğullarının eğitimi için ellerinden geleni yapmışlardı. Şimdi ise bir kardeşi olacaktı. Normal bir kardeşi. Normal kelimesi de kardeş kelimesi gibi Zack’e yabancıydı. O hiç normal olmamıştı ki, normal hissetmemişti. Ailesi ondan her zaman daha fazlasını istemişti ve o da yapmıştı. Ama şimdi… Eğer bir kardeşi olursa en azından bir süre normal biri olabilirdi. Normal bir ağabey… Kardeşi olacağını öğrendiği günden beri hep bunun hayalini kurmuştu. Herkes gibi sıradan olurdu,sevgi dolu bir ağabey olurdu, ona yeni şeyler öğretirdi,onu korurdu,onu severdi. Zack, içine dolan sıcaklıkla gülümsedi ve yanında oturan babasına baktı. Babasıyla birlikte bekleme salonundaydılar. Annesi ise yaklaşık yarım saat önce doğumhaneye alınmıştı. Zack, bakışlarını babasından ayırmadan elindeki kitabı yanındaki sıralı koltuklardan birine bıraktı. Babası parlak açık kahve dalgalarla yüzüne dökülen saçlarını eliyle geriye yatırıp oğlunun bakışlarına heyecanlı gözlerle karşılık verdi. “Ah, yeniden baba olacağım!” Adamın bir elindeki köstekli saatin tik takları aralarında yankılanırken Zack babasının bu hâli karşısında gülmeden edemedi. Adam hafifçe oğluna yaklaştı ve köstekli saatin zincirini çocuğun boynuna geçirdi. “Artık bir ağabey olacaksın, Zack.” Zack gözlerini kırpıştırarak boynunda asılı köstekli saate baktı. Aile yadigârı saat, zarif altın detaylarla süslenmişti. “Ona çok iyi bak.” Babasına hafifçe gülümsedi. “Bundan emin olabilirsin, baba.” Daha sonra bakışlarını babasından çekerek adamın heyecanlı mırıltıları eşliğinde-kendi kendine yüzlerce formülü sıraladıktan sonra pi sayısının virgülden sonraki ilk bin basamağını ezberden saymaya başlamıştı-her şeyden habersiz sabırsızlıkla beklemeye devam etti. Bekledi,bekledi ve felaket koridorlarda ilerlerken o hâlâ bekliyordu. *** Birbirini takip eden çığlıklar ilk duyulduğunda babası koridora dolan mor sisi fark etmiş ve oğlunu kollarıyla sararak oturdukları koltukların yanına çökmüştü. Acil durum alarmları koridorlarda yankılanıp mor sisi kızıla bularken adam, Zack’in kafasını göğsüne bastırıp oğlunu sakinleştirmeye çalıştı. Aslında Zack bulundukları duruma göre oldukça sakindi, ki zaten duygularını belli etmekte hiçbir zaman başarılı olamamıştı. Zack içten içe korkuyordu, korku garip bir duyguydu. Duygularını kontrol etmek, onları şekillendirmek hoşuna giderdi ama korku farklıydı. Korkuyu kontrol etmek çok zordu. Hafif bir titreme bedenini sararken babasının, bedenine sıkı sıkı doladığı kollarının gevşediğini fark etti. Adamın boğazından yükselen hırıltılar kulaklarında uğuldadı. Başını babasının göğsünden ayırıp adamın yüzüne baktı, babasının göz bebeklerinin yukarı çekilip yerini göz akına bırakmasını seyretti. Dudaklarından hafif bir inilti dökülürken bedeni mor bir sisle çevrelenmiş adamı ittirerek ondan ayrıldı ve sıralı koltukların altına girdi. Korku bedenini ele geçirmeye başladı. Yavaşça yutkundu ve bakışlarını yerde acıyla kıvranan babasından çekip hafifçe aralanmış kanatlı doğumhane kapılarına dikti. Gözleri yaşlarla ıslandı ama şimdi yas tutmanın sırası değildi, annesi ve kardeşi… Onları kurtarmalıydı. *** Zack, nefesini tuttu ve boğazına doğru yükselen acı tadı yutkunarak uzaklaştırdı. Koridordan çığlık çığlığa koşuşturan insanların sesleri yükseliyordu. Acı çığlıklar. Zack ne olduğu konusunda tahmin yürütmeye çalıştı. Pekâlâ salgın mı vardı,yoksa uzaylı istilası mı? Belki de zombiler derin uykularından uyanmıştı. Eh, dünyanın sonu da gelmiş olabilirdi ama hayır, hayır. Hiçbiri mantıklı gelmiyordu gerçi böyle bir durumda mantık aramak gerekiyor muydu? Emin olamadı. Zack, yaşıtlarına göre çok daha zeki olabilirdi ama o da hâlâ diğerleri gibi bir çocuktu ve her çocuk gibi o da doğaüstü şeylere ilgi duyuyordu ama şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Bir çözüm yolu bulmalıydı… Bir çığlık daha koridorda yükselip inlemeyle havada asılı kalırken Zack, zihninde dönüp duran hesaplamaları bir kenara iterek-yanlış olduğunu bile bile-kendini kalbinin sesini dinlemeye ikna etti. Artık hiçbir şeyi umursamıyordu. Onun için önemli olan kişiler şu an karşısında dikilen koca kanatlı kapıların arkasındaydı. Derin bir nefes aldı ve çığlıklar bir kez daha yükselip inlemeyle kesilirken kendini saklandığı koltukların altından dışarı atarak birkaç uzun adımda kanatlı kapılara vardı ve kapıları iterek açtı. Mor. Kapılar arkasından kapanıp metalik bir tını kulaklarına dolarken Zack, gözlerini kısmış etrafına bakınıyordu.Her taraf mor bir sis bulutuyla kaplıydı ve Zack’in burnuna çürümüş bir şeylerin kokusu geldi. Çürümüş bedenlerin. Sis biraz dağılınca bir yüz seçti. Annesi. Kadın gözlerini yummuş siyah saçları terden yüzüne yapışmış bir şekilde yatıyordu. Kesik kesik aldığı soluklar odada yankılandı. Zack yatakta yatan annesinin yanına gitmek istedi ama kadın çığlık atıp tırnaklarını üzerindeki mavi örtüye geçirirken bedeni yere çivilendi. Sessiz adımlarla kendini bir alet dolabına ulaşmaya zorladı. Geniş bir dolaptı. Yere çömeldi ve sürünerek dolaba girdi. Korkuyordu. Tüm cesaretini toplamış ve doğumhaneye girmişti ama gelen cesareti kıyıya vuran dalgaların kumdan bir kaleyi yıkması gibi hızla kaybolmuştu. Dolabın kapağından süzülen cılız ışıkta ellerinin titrediğini fark etti. Hayır; sadece elleri değil, bütün bedeni korkuyla titriyordu. Kafasında dönüp dolaşan hesaplamalar tekrar zihnini bulandırdı. Ne yapmalıydı? Bilmiyordu. Annesinin çığlıkları inlemeyle son bulmadan önce Zack dolabın aralık kalmış kapağından kadının bedenini ele geçiren mor sisi gördü. Kadının bedeni yavaşça çürüdü ve küle dönüştü. Zack nefes almayı unuttu ve sessizlik odada yankılanan çığlıkları yutarken göğüs kafesinin ciğerlerini sıktığını hissetti. Hıçkırığı boğazında takılı kaldı. Ağlamamak ve gördüklerini sindirebilmek için gözlerini sıkıca kapattı ama olmuyordu. Görüntüler gözlerinin önünden bir şerit gibi akıp gidiyordu ve gözyaşları çoktan tenine tuzlu bir ıslaklık yaymıştı. Sessizce ağladı. Ta ki bir başka ağlama sesi kulaklarına gelene kadar dolapta bekledi ve ağlamaya devam etti. Zack sesle irkilip kendine geldiğinde simsiyah saçları terden yüzüne yapışmış, buz mavisi gözleriyle korkuyla hafifçe aralanmış dolap kapağından bakıyordu. Korkudan titreyen elleriyle ağzını kapatıp tekrar nefesini tuttu. Gözyaşları gözlerine hücum ederken gözlerini kırpıştırarak yanağındaki sıcaklıkla bir kez daha irkildi ve yavaşça mırıldandı. “Ka-Kardeşim, o yaşıyor mu?” Dolabın hafif aralanmış kapağından odaya baktıktan sonra tekrar cesaretini topladı. Zaten kaybecek neyi kalmıştı ki… Odayı çevreleyen mor sis yavaşça kaybolurken merakla dolabın kapağını ittirerek açtı ve birkaç saniye hızla çarpan kalbini dinledi. Bedeni sakinliğe teslim olurken dışarı çıktı ve odayı incelemeye başladı. “Kardeşim…” Söyleyemediği bu söz yüreğinde yankılanıyordu ve Zack biraz daha dikkatli bakınca annesinin küllerinin arasında, mor sise bulanmış küçük bir beden gördü. Ağlama sesleri tekrar yükseldi. “Ka-Kardeşim!” Zack hızlı adımlarla mor sis bulutuna daldı. Korkusu heyecanına karşırken şaşkınlıkla mor sisin içinde süzülen bebeğe baktı. Sis bulutu kanla kaplı küçük bedenini çevrelemiş, beyaz saçlarının arasında dalgalanıyordu. Zack şimdi sadece kardeşini düşünüyordu. Annesini ve babasını kaybetmişti. Kardeşi… onu da kaybetmeye dayanamazdı. Onu da kaybederse yaşamasının ne anlamı kalırdı ki… Bir an bile tereddüt etmeden mor sisle çevrelenmiş bebeği kollarıyla sardı ve ona sıkıca sarıldı. Çünkü bir daha asla bu şansı bulamayabilirdi… Zack, bedeni paramparça oluyormuşçasına acıyla sarsılırken sıcak yaşların yüzünü boyamasına izin verdi. Kardeşi… Onun için bu acıya katlanabilirdi. Mor sis Zack’in bedenini ele geçirirken acıyla fısıldadı. “Kardeşim…Nick.” Bedeni, zihni ve kalbi acıyla parçalanırken kendisinden kalan son parçayla düşündü. Eğer annesi ve babası yaşasaydı ona bu ismi vereceklerdi, değil mi? Nick. Zack, göğsüne saplanan ani bir acı dalgasıyla çöktü ve yavaşça yere yığıldı. Kardeşi hâlâ kollarındaydı ve küçük bebeği çevreleyen sis Zack’in bedeninde yok olurken Zack’in saçları bembeyaz oldu. Minik bebek, onu hayatı pahasına kurtaran ağabeyinin kollarında her şeyden habersiz derin bir uykuya dalarken artık Zack için hayat eskisi gibi olmayacaktı. Artık o Zack değildi, yüreği öylesine büyük bir kötülüğü hapsetmişti ki… Zack’ten kalan son parça kısa süre içinde yok olacaktı. Ölecekti. Kötülük, bütün bedenini sarıp ona dair ne varsa hepsini teker teker yok edecek ve Zack acı içinde ölecekti ama bu onun seçimiydi. O, kardeşini hayatına tercih etmişti. O, tek ailesini korumuştu. Birden düşünceleri dağıldı, bir ses zihninde yankılandı. “Biraz önce yaptığın şey çok ilginçti, insan. Kardeşine olan sevgin…Kabul etmek gerekirse mide bulandırıcıydı, siz sıradanlar gerçekten zayıfsınız, gerçi bu sizi daha da ilginç kılıyor.” Zack, zihnindeki soğuk sesle ürperdi. “Sana bir şans veriyorum, sıradan. Seni hizmetime alıyorum, yaşamak için öldüreceksin.” Güldü. “Adın, Ölü Ruh olacak. Ölüm Ruhu… Kurbanlarına korku salacaksın. Onların ruhlarını ele geçirecek ve bana teslim edeceksin. Kulağa eğlenceli geliyor,ha?” Zack’in saçları eski haline dönerken ses tekrar zihninde yankılandı. “Şimdi, herkesten gizle kendini küçüğüm. Zamanı gelince seninle çok eğleneceğiz.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.