Adam, vücuduna bir şeyin yavaşça dokunduğunu hissedebiliyordu. Dokunan sert el, ona bunun yorgun bir ebeveyn olduğunu düşündürttü. O kadar sıcaktı. “Genç efendi, sabah oldu.” Ses çok derindi. Adamın tüm vücudu titredi ve aniden gözleri açıldı. Önünde, pencereden sızan parlak güneş ışığı yerine, yüzünde memnun bir ifadeyle yaşlı bir adam duruyordu. “İlk denemede uyandığınızı görmek çok şaşırtıcı.” “Ha?” “Efendimiz ne zamandır sizinle yemek yiyemiyor; akşam yemeğinde birlikte olmak istediğini belirtti. Görünüşe göre bir engel çıkmayacak.” Adam, yaşlı adamın omzunun ardında bir ayna görüyordu. Aynada ona bakan ve kafası karışmış kızıl saçlı biri vardı. “Sanırım bu adam benim.” “Genç efendi Cale?” Adam endişeli sesin geldiği yere döndüğünde en hizmetkara benzeyen yaşlı adamı gördü. Fakat, sorun bu endişeli adam değildi. Adam onun dediğini duymuştu. Genç efendi Cale, tanıdık bir isimdi. Adam yavaşça ismi söyledi. “Cale Henituse?” Yaşlı hizmetkar, ona kendi torununa bakıyormuş gibi bakıyordu. “Evet, bu sizin isminiz, genç efendi. Sanırım hala biraz sarhoşsunuz.” Endişeli yaşlı adamın cevabını dinlerken Cale Henituse’dan çok daha önemli bir ismi düşünüyordu. “…Beacrox.” “Oğlumu mu diyorsunuz?” “…Aşçı” “Evet. Benim oğlum aşçı. Yine akşamdan kalmışsınız, sizin için bir şeyler hazırlamasını ister misiniz?” Bir anda gözleri karardı ve başı döndü. Başını öne eğdi ve ellerinin arasına koydu. “Genç efendi, hala sarhoş musunuz? Doktoru arayayım mı? Yoksa duş mu alacaksınız?” Adam, yüzüne düşen kırmızı saçlara baktı. Saçları parlak kırmızı ve asıl siyah saçlarından çok farklıydı. Cale Henituse. Beacrox. Beacrox’un babası, Ron. Bunlar, adamın geçen gece uyuya kalmadan önce okuduğu Bir Kahramanın Doğuşu adlı kitapta geçen karakterlerdi. Kafasını kaldırdı ve etrafına bakındı. Tipik Kore dizaynından tamamen farklı bir yatak odası görüyordu. Odanın dizaynı ona Avrupa’yı anımsattı. Odadaki her şey aşırı derecede abartılı ve lükstü. “Genç efendi?” Adam, endişeli görünen Ron’a cevap verdi. “Soğuk su.” “Efendim?” Kendine gelmesi için bir şeylere ihtiyacı vardı. Ron’un arkasındaki aynada Cale Henituse’ın yüzünü görebiliyordu. “Hala normal görünüyor.” “Sanırım Cale hala ana karakterden dayak yememiş.” Yakışıklı yüzü dikkatini çekti. Adam gözlerini açtığında Cale Henituse’a dönüşmüştü. Cale Henituse. Bir Kahramanın Doğuşu kitabında ana karakterden ölesiye dayak yiyen serseri. “Genç efendi, soğuk su ile yıkanmayacağınızı sanıyorum. İçme suyu mu istiyorsunuz?” Cale bakışlarını Ron’a çevirdi. Ron, sevecen yaşlı bir adammış gibi davranıyordu, ama aslında gerçek kimliğini, acımasız ve zalim kişiliğini saklıyordu. Ron’dan bir istekte bulundu. “Lütfen bana biraz içme suyu getir.” Kendini toparlamak için ilk önce biraz soğuk su içmesi gerekiyordu. “Hemen getiriyorum.” “Harika. Teşekkürler.” [size=4]Ron bir an için yüzünü buruşturdu ve sonrasında tuhaf bir ifade takındı, ama Cale bunu fark etmedi. .....[/size] Odada sadece ılık su olduğundan Ron yatak odasından çıkmak zorunda kaldı. Cale yalnız kaldığı an yataktan fırladı ve banyoya gitti. Eğer gerçekten romanın içindeyse, banyoda büyük bir ayna olmalıydı. Tahmin ettiği gibi, banyoda büyük bir boy aynası vardı. Aynayı buraya dış görünüşüne kafayı takmış olan Cale Henituse koydurtmuştu. Evdeki hiç kimsenin böyle bir aynası yoktu. Aynadaki adamın kırmızı saçları ve oldukça fit bir vücudu vardı. Her tarzın yakışacağı türden bir vücudu olduğunu söylemek yalan olmazdı. “Cale’e dönüşmüşüm.” Aynadaki adam gerçekten de romandaki Cale Henituse’du. Bir Kahramanın Doğuşu, her karakteri neredeyse en ince detayına kadar betimleyen bir romandı. Bu yüzden adamın, Cale Henituse’a dönüştüğünü kabul etmekten başka bir seçeneği yoktu. İnsanlar şaşırdığında ya da şoke olduğunda genelde sakin mi olurlardı? Cale, hayır, Kim Rok Soo, sakince bir önceki geceyi düşündü. Normal bir izin günüydü. Gerçek bir kitap okumayalı çok uzun zaman olduğundan telefonundan bir şeyler okumak yerine soluğu kütüphanede almıştı. Günün tamamını kitap okumaya ayırdığı için serinin bütün kitaplarını almıştı. Serinin adı tahmin edebileceğiniz üzere Bir Kahramanın Doğuşu’ydı. Uyuya kalmadan önce beşinci cildi bitirmeyi başarabilmişti. Fakat uyandığında birinci ciltte ana karakterden dayak yiyen Cale Henituse’a dönüşmüştü. Olaylar romanda olduğu gibi mi devam edecek? Anormal bir şekilde sakindi. Şoku atlattıktan sonra sakinleşmişti. Birinci ciltte yaşananları hatırlamaya başladı. Bir Kahramanın Doğuşu. Bu roman Doğu ve Batı kıtalarındaki kahramanların doğuşunu, aynı zamanda karşılaştıkları imtihanları ve nasıl geliştiklerini anlatıyordu. Ana karakter doğal olarak Koreli’ydi. Liseye yeni başladığında farklı dünyaya gönderilen bir öğrenciydi. Dahası, ömrü bir ejderhanın ömrü kadar uzundu, yani neredeyse hiç yaşlanmıyordu. “…Bu kötü mü?” Böyle biri tarafından ölesiye dövülecekti. Fakat, önemli olan, henüz dayak yememiş olmasıydı. Cale gözlerini aynadan ayırdı ve ılık su dolu küvete girdi. Arkasına yaslandı ve tavana baktı. Romanda anlatılan pahalı mermer kaplamayı hemen tanıdı. Aslında, Cale’ın kaldığı malikanenin tamamı mermerden yapılmıştı. Cale, tavana bakarken mırıldanmaya başladı. “Özleyecek neyim var sanki?” Kim Rok Soo olarak yaşadığı hayatında çok şey yoktu. Yetimin tekiydi ve kıt kanaat geçiniyordu. Ne ölümüne sevdiği biri ne de uğruna canını verebileceği bir arkadaşı vardı. Ölemediği için yaşıyordu. Evet, ölemiyordu. Ölüm ve acı düşüncesinden tamamen nefret ediyordu. Annesi ve babası o küçükken bir trafik kazasında can verdiklerinde yetim kalmıştı. Ölümü ya da acıyı sevmiyordu. Ne olursa olsun, köpek pisliğine batmayı bile ölüme tercih ederdi. “İşte bu yüzden, şu dayak işini çözmem lazım.” Şu anda romanın hangi gününde olduğunu bilmiyordu, ama henüz ana karakterle karşılaşmadığından emindi. Sebebi ise çok basitti. “Yan tarafımda yara izi yok.” Cale Henituse, Kont Henituse ailesinin işe yaramaz oğlu. Ana karakterle tanışmadan birkaç gün önce Cale içiyor ve olay çıkartıyordu. Etrafa bir şeyler fırlatırken kopan masa bacağı yan tarafına saplandığı için yaralanıyordu. Ne ilginç bir karakter… Yarayı başka biriyle dövüştüğü için almıyordu. Yaralanmıştı, çünkü alkolün tadını beğenmeyince ortalığı birbirine katmıştı. Yara aldıktan sonra ana karakterle tanışıyor ve kısa bir konuşmadan sonra eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyordu. “Hmm.” Cale kollarını birleştirdi ve düşünmeye başladı. Birinci ciltte dayak yedikten sonra Cale’e ne olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği, ana karakter Choi Han’ın birçok tesadüfi karşılaşma yaşadığı, ekibiyle türlü türlü engeli aşarak bir kahramana dönüştüğüydü. Böylelikle kendisini bir kahraman olarak kanıtlayacağı dönem başlayacaktı. Cale’in şu anda yaşadığı Roan Krallığı, Doğu ve Batı kıtalarındaki birçok bölge gibi savaşın ateşlerine yakalanacaktı. Kahramanlar için tüm hünerlerini sergileyebilecekleri bir savaş başlayacaktı. Cale’in yüzü ekşidi. Kim Rok Soo: Cale’e dönüşen adam. Hayata dair basit bir bakış açısı vardı. Acı çekmeden uzun yaşamak. Küçük şeylerden zevk alarak yaşamak. Huzur dolu bir hayat geçirmek. “…Dayak yediğim kısmı çıkartıp hikayeyi normal halinde yürüttüğüm sürece, ana karakter diğer meselelerin icabına bakacaktır.” Nedendir bilinmez, ama kitaptaki her satırı çok iyi hatırlıyordu. Cale ılık suyun içinde rahat rahat yatarken açılan zihninde bir sonuca vardı. “Denemeye değer.” Kıtadaki savaştan kaçarak huzur dolu bir hayat yaşamak… denemeye değerdi. İşe yaramaz herifin durumu Kim Rok Soo’dan oldukça iyiydi. Batı Kıtası’nın köşesinde yaşıyordu ki bu özellik savaştan kaçınmak için ideal bir yerde olduğu anlamına geliyordu. Romanda, savaşın etkilerinden kaçmayı başaran birçok soylu vardı. Bundan tamamen kaçamasa bile, en azından hasarı en alt düzeye indirebilmeliydi. “Genç efendi, banyoda mısınız?” Ron’un dışarıdan gelen sesini duydu.. Cale, Ron’un gerçek kimliğini düşündü. Ron Doğu Kıtası’ndan buraya denizi geçip gelen bir suikastçıydı. Sevecen yaşlı bir adam gibi davranıyordu, ama aslında zalim ve merhametsiz bir katildi. “Evet. Hemen çıkacağım.” Doğal olarak adamla resmi bir dilde konuşmayacaktı. Cale ne yaptığının farkına vardı ve gelecekte ne yapacağının kararını verdi. Yaşlı adamı ana karaktere yönlendirerek onu buradan postalaması gerekiyordu. Yaşlı adam, Cale’i tek hamlede öldürebilirdi, ama ona yalnız bıraktığınızda içinizin parçalandığı yavru bir köpeğe baktığınız gibi bakıyordu. Kibarca gülümsüyordu, fakat içten içe Cale’ı zerre umursamıyordu. Romanda, ana karakter Cale’ı dövdükten sonra Ron ve oğlu evden ayrılmıştı. Cale, banyodan çıkarken hızlıca bornozunu giydi. Elinde bir tepsi, Ron yüzünde gülümsemeyle orada bekliyordu. “Buyurun, genç efendi.” Cale bardağı aldı ve adamın yanından geçti. Böylesine tehlikeli bir adamla göz teması kurmak istemiyordu. “Harika, teşekkürler.” Ron’un ifadesi tekrar garip bir hal aldı, ama Cale çoktan geçip gitmişti bile. Cale düşünmeye başladığı esnada sudan bir yudum aldı. “Burada çok sayıda güçlü insan var.” Gerçekten çok fazlaydılar. Ana karakter nereye giderse gitsin ya güçlü kişiler ya da sır saklayan kişilerle karşılıyordu. Söz konusu şahıslar hem insan hem de başka ırklardandı. “En azından kendimi korumak için güce ihtiyacım var.” Yakında savaşın ateşlerine kapılacak bu kıtada doğru düzgün yaşamak istiyorsa güce sahip olmalıydı. Tabii fazla abartırsa işler karışabilirdi. Cale, romanın başlarında yaşanan şanslı tesadüfleri düşündü. Ana karakteri ve diğer grup üyelerine güç katan tesadüfleri anımsadı. Acıdan uzak, huzurlu bir hayat yaşamak için nasıl güçlere sahip olması gerektiğine kafa yoruyordu. Kafasında birkaç örnek vardı, sadece aralarından birini seçmesi gerekiyordu. “Genç efendi, şimdi sizi giydirmeye başlayacağız.” “Ah, tamam. Teşekkürler.” Biraz sonra kapı açıldı ve Ron’un Cale’i giydirmesine yardım etmek için birkaç hizmetkar içeri girdi. Cale, Ron’un diğer hizmetkarların getirdiği kıyafetlere bakarken normalin aksine kaskatı bir ifade takındığını fark etmedi. “Oh, bugün basit bir şeyler olsun.” Abartı kıyafetlerden gerçekten nefret ediyordu. En iyisi insanı rahat ettiren basit kıyafetlerdi. “Pekala, genç efendi.” Kıyafetlerden sorumlu olan hizmetkar çabucak sade kıyafetler çıkardı ve Cale aralarından en sadesini seçti. Giyinme işi bittikten sonra hafifçe kaşlarını çattı. Bu “sade” kıyafet bile aşırı derecede abartılıydı ve hiç hoşuna gitmemişti. Ancak aynadaki yansımanın karizmasına diyecek yoktu. ‘Gerçekten yakışıklı bir herif; ne giyerse yakışıyor.’ Yüzü gerçekten de bir sanat eseriydi. Aynaya baktı ve Ron’a dönmeden önce yakalarını düzeltti. Ron yine o sevecen yaşlı adam rolüne girmişti. “Ron, gidelim.” “Emredersiniz, genç efendi.” Cale, Ron’un arkasından yürüdü. Evin düzenini bilmesine gerek olmaması güzeldi. Nereye giderse gitsin sadece Ron’u takip etmesi yeterliydi. Gördüğü bütün hizmetkarlar dehşet içinde ona selam verdiler ve hemen bir köşeye kaçtılar. ‘Neden bu kadar korkuyorlar? Cale asla birine vurmaz.’ O sadece içmeyi ve oyun oynamayı severdi. Bazen sarhoşken bir şeyler de kırdığı oluyordu tabii. Zaten bu yüzden ona ‘Ailenin İşe Yaramaz Oğlu’ diyorlardı. Ayrıca birkaç kişi dışında kimseye insan muamelesi göstermezdi. ‘Neyse, kimsenin benimle konuşmaması daha iyi.’ Cale sakince mırıldandı. Örnek teşkil eden bir adamın vücuduna girmediği için mutluydu. Serseri lakabıyla tanınan bir adam olarak aklına eseni yapabilirdi. Çünkü ‘sorumluluk’ kavramı denen toplumsal gerçekler onu alakadar etmiyordu. “Şimdi kapıyı açacağım.” “Peki.” Cale, Ron’u başıyla onayladı. Kitapta Cale, küçük yaştan beri onu kendi torunuymuş gibi yetiştiren Ron’a babasına nasıl davranıyorsa öyle davranıyordu. Onu gerçek bir insan olarak görüyor, her söylediğine cevap veriyordu. Tabii işler Ron için farklıydı. Bu yüzden Cale onunla konuşurken zorlanmayacaktı, zira tek yapması gereken Ron’un sözlerine cevap vermek ve ona insan gibi davranmaktı. “Umarım güzel bir kahvaltı edersiniz.” “Teşekkürler, Ron. Sen de bir şeyler yemeyi unutma.” Cale, Ron’un yanından geçip yemek salonuna girdi. Ailesinin orada oturduğunu görebiliyordu. Babası, Henituse hanesinin şu anki reisi Deruth. Onun yanında Cale’in üvey annesi, Kontes ve onun oğlu ile kızı. Dört kişi Cale’e doğru bakıyordu. “Yine geç kaldın.” Cale konuşan babasına döndü. Bir Kahramanın Doğuşu, Cale’in babasına karşı olan hislerini şöyle anlatıyordu. Babası, Cale’in sözünü dinlediği tek kişiydi. Ailenin işe yaramaz oğlunun malikaneden ayrılmayıp, burada gününü gün etmesini sağlayan esas kişi babasıydı. Çünkü bulunduğu bölge babası, Kont Deruth Henituse’nin bölgesiydi.’ Fakat, Cale’in babası maalesef romandaki diğer güçlü babalar gibi değildi. Herhangi bir yeteneği ya da etkisi yoktu. Sadece parası vardı. Fakat, Cale’in buna itirazı yoktu. Basit bir hayat yaşamak için daha uygun koşullar bulamazdı. Tabii diğer üçlüden de bahsetmemek olmazdı. Cale’in onu sevmediğini bilen ve ondan kaçınan üvey annesi. Üvey annesinin onunla pek anlaşamayan küçük oğlu. Ve ağabeyinden uzak duran ailenin en küçük üyesi, minik kız. Fakat kimse kimseye bir şey demezdi. Genelde birbirlerini görmezden geliyorlardı. Cale’e göre bu ortam, tek başına sessizce yaşayabileceği mükemmel bir ortamdı. “Otur bakalım.” “Nasıl isterseniz, baba.” Cale kendi kahvaltı tanımına uymayan ziyafete baktı ve yerine oturdu. Sonra tuhaf bir hisse kapıldı ve başını kaldırdı. “Bir şey mi söylemek istemiştiniz, baba?” “... Hayır, yok.” Deruth, Cale’e gözlerini dikmişti. Ailenin geri kalanı da farklı değildi. Cale, her bir aile üyesiyle teker teker göz teması kurdu. Göz göze gelir gelmez hepsi de bir bir kafasını çevirdi ve yemeye devam ettiler. ‘Sanırım beni tam bir baş belası olarak görüyorlar.’ Cale de yemeğe odaklandı. Eskiden sadece karnını doyurmak için bir şeyler yerdi; haliyle önündeki ziyafeti görünce gülmeden edemedi. Önce bıçağıyla sosisi ikiye parçaladı. ‘Çıkan suya bak!’ Sosisi kestiği gibi akan suyu görünce şaşırdı; bunun sebebi sosisin el yapımı olması mıydı, yoksa iyi pişmesi miydi bilmiyordu, ama sadece rengi bile iştahını açmıştı. Farkında bile olmadan gülmeye başladı. Takırt! Bir şeyin düştüğünü duydu ve küçük erkek kardeşi Basen ile göz göze geldi. Basen’in elindeki çatalı düşürdüğünü görebiliyordu. “Özür dilerim.” Basen, aynı romanda yazılan kişiliği gibi, hemen özür diledi. Yemekten sorumlu hizmetkar hızlıca gelip Basen’e yeni bir çatal verdi ve yere düşeni kaldırdı. Bu durumu gören Cale, soylu olmanın ne kadar keyif verdiğini düşündükten sonra yemeğe daldı. Romandaki karaktere dönüşmenin ilk faydasını çoktan keşfetmişti: Kahvaltı aşırı derecede lükstü ve o kadar lezzetliydi ki diyecek söz bulamıyordu. Yüzündeki gülümseme bir türlü silinmiyordu. “... Ha?” İşte bu yüzden Basen’in şaşkınlıkla dolu nidasını duymadı. …….
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.