Zorian'ın gözleri, karnında keskin bir acı patlak verdiğinde fal taşı gibi açıldı. Tüm vücudu sarsılarak üstüne düşen şey karşında iki büklüm oldu ve birden cin gibi uyandı, zihninde tek bir uyuşukluk kırıntısı bile kalmamıştı. "Günaydın ağabey!" Üstünden neşeli, ancak sinir bozucu bir ses duyuldu. "Günaydın, günaydın, GÜNAYDIN!!!" Zorian küçük kız kardeşine dik dik baksa da o hâlâ karnında oturmuş küstahça gülüyordu. Kendi kendine bariz bir memnuniyetle mırıldanıyor, ayaklarını havada sallarken Zorian'ın yatağının yanındaki duvara yapıştırdığı dev dünya haritasını inceliyordu. Daha doğrusu, inceliyormuş gibi yapıyordu, çünkü Zorian, kardeşinin göz ucuyla bir tepki almak için onu izlediğini görebiliyordu. Kapıya gizli kilit büyüsü atıp yatağının etrafına basit bir alarm kurmazsa olacağı buydu. "Kalk," dedi kardeşine, elinden gelen en sakin sesle. "Annem seni uyandırmamı söyledi," dedi sakince, oturduğu yerden kıpırdamayarak. "Bu şekilde uyandırmanı söylememiştir ama," diye homurdandı Zorian, öfkesini yutup sabırla gardını indirmesini bekledi. Tahmin ettiği gibi kısa bir süre umursamıyormuş gibi yaptıktan sonra, Kirielle gözle görülür bir şekilde huzursuzlanmaya başlamıştı. Bardaktaki son damlası tam taşacakken Zorian hızlıca kardeşinin bacaklarından ve göğsünden tutup onu yatağın kenarından attı. Kardeşi pat diye yere düşüp kızgın kızgın ciyakladı ve Zorian da misilleme olarak başka bir şiddet görmemek için hızlıca ayağa kalktı. Kardeşine baktı ve küstahça burnunu çekti. "Bir dahaki sefere seni uyandırmam söylendiğinde bunu hatırlayacağım." "Avcunu yalarsın," diye karşılık verdi kardeşi, meydan okurcasına. "Sen hep benden daha fazla uyuyorsun." Zorian yenilgisini kabul ederek iç geçirdi. Kahrolası küçük şeytan bu konuda haklıydı. "Ee..." dedi heyecanla ayağa kalkıp, "Heyecanlı mısın?" Zorian bir süre onun kafein verilmiş bir maymun gibi odada zıplayıp durmasını izledi. Bazen onun bu sınırsız enerjisinin en azından birazına sahip olmayı istiyordu. Ama sadece birazı. "Niye heyecanlanayım?" Zorian salağa yatarak masumca sordu. Elbette ne demek istediğini biliyordu ancak konuşmak istemediği konularda bariz cevapları olan sorular sormak, minik kardeşinin sohbeti bitirmesini sağlamasının en hızlı yoluydu. "Akademi'ye geri dönüyorsun!" diye sızlandı, ağabeyinin ne yaptığının farkındaydı. Yeni numaralar öğrenmesi gerekiyordu. "Büyü öğrenmek. Bana biraz büyü gösterebilir misin?" Zorian acıyla iç geçirdi. Onu buna teşvik etmemek için elinden geleni yapmış olmasına rağmen Kirielle onu her zaman bir oyun arkadaşı olarak görmüştü, ancak genelde bazı konuşulmamış sınırların içinde kalıyordu. Ama bu sene kardeşi resmen çileydi ve annesine o kadar yalvarmasına rağmen annesi, kardeşini dizginleyemiyordu. Bütün gün sadece okuyor, deyip duruyordu, önemli bir şey yapmıyor ki... Neyse ki yaz tatili bitmişti ve sonunda tüm bunlardan kurtulabilecekti. "Kiri, eşyalarımı toplamam lazım. Neden değişiklik olsun diye Fortov ile uğraşmıyorsun?" Mutsuz mutsuz kaşlarını çatsa da bir anda neşelendi ve sanki bir şey hatırlamış gibi hızlıca odadan çıktı. Zorian, ne yapacağını anladığında gözleri fal taşı gibi açıldı ancak artık çok geçti. "Hayır!" diye bağırdı arkasından koşarken ama tek gördüğü tuvaletin kapısının yüzüne kapanmasıydı. Hüsran ile kapıya vurdu. "Ulan Kiri! Ben uyanmadan gidemedin mi şu tuvalete!" Verdiği tek cevap "Yazık sana," olmuştu. Kapıya doğru birkaç küfür ettikten sonra Zorian sinirle, giyinmek için odasına döndü. Sırf onu sinir etmek için beş saat çıkmayacaktı şimdi. Hızlıca pijamalarını değiştirip gözlüklerini takan Zorian durup biraz odasına baktı. Kirielle'nin, uyanmadan önce eşyalarını karıştırmadığını görmek onu mutlu etmişti. İş başkalarının özeline gelince tuhaf eğilimleri vardı. Zorian'ın toparlanması çok uzun sürmemişti çünkü hiçbir zaman buraya tam olarak yerleşmemişti, eğer annesi izin verseydi bir hafta önce bile Cyoria'ya gidebilirdi. Okul eşyalarını toplarken birden bazı ders kitaplarının eksik olduğunu görüp sinirlendi. Konum bulucu bir büyü deneyebilirdi ama zaten şu anda nerede olduklarından emindi. Kirielle'nin, Zorian onu o pis parmaklarını uzak tutması konusunda ne kadar uyardığına aldırmaksızın onları kendi odasına götürme huyu vardı. Bu önsezisi üstüne yazı malzemelerini bir kez daha kontrol etti ve cidden de büyük ölçüde tükendiklerini gördü. Her zaman aynısı oluyordu. Ne zaman eve gelse Kirielle onun okul eşyalarını adeta yağmalıyordu. Bir şeyler çalmak için ağabeyinin odasına gizlice girmenin etik anlamdaki sorunlarını geç, o kadar kalem ve silgiyle ne yapıyordu ki? Bu sefer özellikle kız kardeşini de düşünerek yanında çokça getirmişti ama bu bile yeterli olmamıştı. Eve gelmeden koca bir paket almış olmasına rağmen şu anda çekmecesinde tek bir silgi bile bulamıyordu. Zorian, neden Kirielle'in gidip annesinden onun için de almasını istemediğine anlam veremiyordu. O ailenin en küçüğü ve tek kız çocuğuydu, o yüzden anneleri her zaman onu şımartmaktan mutluluk duymuştu. Hatta annesinden isteyip kendine aldırdığı oyuncak bebekler birkaç kitap ve kalemden en az beş kat daha pahalıydı. Her durumda, Zorian'ın yazı malzemelerini geri almakla ilgili hayalleri olmasa da o ders kitaplarına gerçekten ihtiyacı vardı. Bundan dolayı da kapıdaki "Uzak durun!" yazısına aldırmadan kardeşinin odasına daldı ve çabucak kitaplarını her zamanki yerinde buldu. Yatağın altındaki, birkaç oyuncak hayvanın arkasına sinsice saklanmış yerde. Eşyalarını toplamasını bitirdikten sonra bir şeyler yemek ve annesinin ne istediğini anlamak için aşağıya indi. Her ne kadar ailesi onun uyumayı seven biri olduğunu düşünse de Zorian'ın geç kalkmasını bir nedeni vardı. Herkes çoktan kahvaltısını yaptığı için yemeğini huzur içinde yiyebilirdi. Onu, yemek yerken sohbet etmeye çalışan insanlardan daha fazla sinir eden pek az şey vardı ve ailesi de özellikle yemeklerde çok konuşkan olurdu. Maalesef annesi bugün yemeğini bitirmesini bekleyecek gibi değildi, merdivenlerden indirdiğini gördüğü anda üstüne çullandı. Daha merdivenlerden bile inememişken annesi çoktan sevmediği bir şey fark etmişti bile. "O tiple dışarı çıkmayı planlamıyorsun değil mi?" diye sordu. "Ne varmış tipimde?" diye karşılık verdi Zorian. Diğer oğlanların şehre giderken giydiklerinden biraz farklı, sade, kahverengi bir kıyafet giyiyordu. Onluk bir sorun yoktu. "Öyle dışarı çıkamazsın," dedi annesi derin bir iç çekerek. "O şeyi giyerken elalem görse ne der?" "Ne diyecekler?" Zorian denedi. "Bu kadar inatçı olma Zorian," diye tersledi annesi. "Ailemiz bu şehrin temel sütunlarından biri. Evden çıktığımız anda inceleniyoruz. Bu tarz şeyleri umursamadığını biliyorum ama dış görünüş çoğu insan için önemlidir. Bir ada olmadığını ve dünyada yalnızmışsın gibi davranamayacağını anlaman lazım. Sen de bu ailenin bir üyesisin ve yaptıkların kaçınılmaz olarak bizim itibarımıza yansıyor. Bir fabrika işçisi gibi görünerek beni utandırmana izin vermeyeceğim. Odana geri git de düzgün bir şeyler giy." Zorian arkasını dönmeden gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Belki de ona suçluluk duygusu aşılamaya çalışması, bunu ilk kez denemiş olsa daha etkili olabilirdi. Ama bu hiç tartışmaya değecek bir şey değildi, o yüzden daha pahalı bir şeyler giydi. Gününün çoğunu trende geçireceği için bu inanılmaz lüzumsuzdu ancak annesi onu o kıyafetlerle aşağı indiğini görünce onaylar bir biçimde kafasını salladı. "Oldukça iyi," demeden önce bir onu şov hayvanı gibi etrafında döndürüp poz bile verdirtmişti. Mutfağa gitti ve resmen canını sıkmak için annesi de onu takip etti. Görünüşe göre bugün huzur içinde yemek yemek yoktu. Neyse ki babası "iş gezileri"nden birindeydi, o yüzden bugün onunla uğraşması gerekmiyordu. Mutfağa girdi ve masada çoktan onu bekleyen bir kase yulaf lapası görünce kaşlarını çattı. Genelde kendi kahvaltısını kendi hazırlardı ve böylesini daha çok seviyordu, ancak annesi bir türlü bunu kabullenememişti. Bu onun barış teklifi gibiydi ki bu da sevmeyeceği bir şey teklif edeceği anlamına geliyordu. "Bugün senin için bir şeyler hazırlamak istedim ve yulaf lapasını sevdiğini biliyorum," dedi. Zorian neredeyse sekiz yaşından beridir yulaf lapasını sevmediğini söylememek için kendini frenliyordu. "Ama düşündüğümden daha fazla uyudun. Ben seni beklerken soğudu." Zorian gözlerini devirdi ve yulaf lapasına küçük bir "su ısıtma" büyüsü yaptı ve bu da anında yemeği hoş bir ısıya getirdi. Sessizce kahvaltısını yaparken annesi de tedarikçilerinin dahil olduğu bir mahsul tartışmasını detaylıca anlatıp konudan konuya atlıyordu. O da zahmetsizce onu duymazdan geldi. Bu Kazinski ailesinin çocuklarında bir hayatta kalma yeteneği gibiydi çünkü anneleri de babaları da akla gelebilecek her konuda uzun uzadıya konuşmaya eğilimliydi ve bu konuşmalar ailenin kara koyunu olan Zorian için çok daha uzun ve sık yapılıyordu. Neyse ki Zorian ailesinin yanında olabildiğince sessiz olduğu için -bunun onlarla anlaşmanın en iyi yolu olduğunu yıllar önce anlamıştı- annesi, sessizliğinin altında bir sebep aramamıştı. "Anne," diye sözünü kesti, "Kiri üstüme atladığı için uyandım ve tuvalete gidemedim. Şimdi de sen yemek yerken beni rahatsız ediyorsun. Ya sadede gel ya da ben yemeğimi bitirene kadar bekle." "Yine mi yaptı?" diye sordu annesi, sesinden eğlendiği aşikardı. Zorian bir şey demeden, annesi bakmadığı sırada masada bulunan kaseden gizlice bir elma cepledi ve gözlerini ovdu. Kirielle'nin defalarca kez yaptığı ve sinir bozucu olan çok şey vardı ancak annesine yakınmak vakit kaybıydı. Ailedeki kimse kendisinin tarafında değildi. "Ah, yapma böyle," dedi annesi, memnuniyetsiz tepkisini fark ederek. "Sıkıldığı için seninle oynuyor o kadar. Baban gibi işleri çok ciddiye alıyorsun." "Ben babam gibi değilim!" Zorian sesini yükselterek ısrar etti ve ona dik dik baktı. İşte bu yüzden başkalarıyla yemek yemekten nefret ediyordu. Çabucak bitirmek için hızla kahvaltısını yapmaya devam etti. "Elbette değilsin," dedi annesi öylesine ve konuyu değiştirdi. "Aslında bu aklıma bir şey getirdi. Baban ile Daimen'i ziyaret etmek için Koth'a gidiyoruz." Zorian iğneleyici bir şey söylememek için ağzındaki kaşığı ısırdı. Sürekli olarak Daimen öyle, Daimen böyle. Zorian bazen, ebeveynlerinin en büyük oğulları ile bu kadar gurur duymalarına rağmen neden üç çocuk daha yaptığını merak ediyordu. Harbiden yani, sırf onu ziyaret etmek için başka bir kıtaya gitmek mi? Ne yani, onu bir sene görmezlerse ölecekler mi? "Bunun benimle ne alakası var?" Diye sordu Zorian. “Uzun bir ziyaret olacak,” dedi annesi. "Altı ay kadar orada kalacağı, çoğu bir yerden başka bir yere seyahat etmek ile geçecek. Sen ve Fortov akademide olacaksınız elbette, ama Kirielle için endişeleniyorum. Daha dokuz yaşında ve onu yanımızda getirince rahat hissetmiyorum." Zorian'ın, sonunda ne demek istediğini anlayınca beti benzi attı. Cehennem. Hayır. "Anne, ben daha 15 yaşındayım," diye itiraz etti. "Ee?" diye sordu. "Babanla ben senin yaşındayken evlenmiştik." "Devir değişti. Ayrıca ben günümün çoğunu akademide geçiriyorum," diye cevapladı Zorian. "Neden Fortov'dan istemiyorsun? Hem o benden bir yaş büyük hem de bir apartman dairesi var." "Fortov dördüncü senesinde," dedi annesi sertçe. "Bu sene mezun olacak ve notlarına odaklanması gerek." "Yani hayır dedi," diye sonuca vardı Zorian. "Ve ayrıca..." diye devam etti annesi, onun dediğine aldırış etmeden, "Fortov'un bazen ne kadar sorumsuz olabileceğinin farkındasındır. Küçük bir kıza bakmak için uygun biri olduğunu sanmıyorum." "Peki bu kimin suçu?" Zorian sessizce homurdandı ve kaşığını tak diye bırakarak önündeki tabağı ittirdi. Belki de Fortov'un sorumsuz olma sebebi, yeteri kadar salağa yatarsa annesinin ve babasının sorumluluklarını Zorian'a aktaracağını bilmesiydi, bunu hiç mi fark etmiyordu ya? Neden o küçük şeytanla ilgilenmek hep ona kalıyordu? Eh, onun tuzu kuruydu tabi! Eğer Fortov, Kirielle ile ilgilenemeyecek kadar iyi biriyse, Zorian da öyleydi! Ayrıca bu gammaz şeytan şüphesiz, hiç düşünmeden her şeyi annesine rapor edecekti. Evden bu kadar uzaktaki bir okula gitmenin en iyi yanı, ailesinin bihaber olduğu her şeyi yapabilmesiydi ve bu özgürlüğünden vazgeçmeyecekti. Cidden, bu annesinin onu gözetlemek için kurduğu bir kumpastı, böylece ailenin onuru ve görgü kuralları hakkında bana daha da fazla ders verebilecekti. "Ben de buna uygun değilim," diye devam etti Zorian daha yüksek sesle. "Daha birkaç dakika önce benim aile için bir utanç kaynağı olduğumu söyledin. Minik Kiri'yi benim umursamaz tavrımla yoldan çıkartmak istemeyiz, değil mi?" "Ben ö-" "Hayır!" Zorian bağırdı. "Ah, ne istiyorsan öyle yap," dedi annesi pes ederek. "Ama cidden, önerdiğim şey-" "Ne konuşuyorsunuz?" Arkadan Kirielle seslendi. "Senin nasıl rezil bir velet olduğunu," diye anında bağırdı Zorian. "Hayır onu konuşmuyordunuz!" Zorian gözlerini devirdi ve tuvalete gitme amacıyla oturduğu yerden kalktı ancak kızgın küçük kardeşinin yolunu kapadığını gördü. O onda kapı çaldı. "Ben açarım," dedi Zorian hızlıca, annesinin birisinin kapıyı açmasını isteyeceğini ve Kirielle'in de yerinden kıpırdamayacağını biliyordu. İstediği zaman çok inatçı olabiliyordu. Böylece Zorian kendini gözlüklü, pahalı görünen bej renkli kıyafetler giymiş ve koluyla kalın bir kitabı kucaklayan bir kadınla karşı karşıya kalmıştı. Kadın gözlüklerini düzelterek sanki ona değerini biçiyormuş gibi baktı. "Zorian Kazinski?" "Ah, evet?" dedi bu gelişme karşısında nasıl tepki vereceğini bilemeyerek. "Ben Cyoria'nın Büyü Sanatları Kraliyet Akademisi'nden Ilsa Zileti. Sertifikasyon sonuçlarınızı konuşmak için buradayım." Zorian'ın beti benzi attı. Onunla konuşmak için gerçek bir büyücü mü yollamışlardı? Ne yapmış olabilirdi ki? Annesi derisini canlı canlı yüzecekti! "Başınız belada değil, Bay Kazinski," dedi eğlence dolu bir gülümsemeyle. "Akademi'nin, belli başlı konuları konuşmak için üçüncü sınıflara bir temsilci gönderme alışkınlığı vardır. Açıkçası sizi daha önce ziyaret etmeliydim ancak bu yıl kafamı kaşıyacak vakit bulamadım. O yüzden özürlerimi sunuyorum." Zorian birkaç saniye ona baktı. "İçeri girebilir miyim?" "Ha? Ah!" dedi Zorian. "Kabalığımı mazur görün Bayan Zileti. Buyurun, girin tabi." "Teşekkürler," diye kibarca kabul edip içeri adım attı. Annesi ve kız kardeşi ile hızlıca tanıştıktan sonra Ilsa okul mevzularını özel olarak konuşabilecekleri bir yer olup olmadığını sordu. Annesi hemen markete gitmesi gerektiğini söyleyerek Kirielle'i de yanına alarak onu mutfak masasına çeşitli kağıtlar sermiş büyücü ile yalnız bıraktı. "Pekala, Zorian," diye söze girdi. "Sertifikasyonu geçtiğini zaten biliyorsun." "Evet yazılı belge elime ulaştı," dedi Zorian. "Cirin'de bir büyücü kulesi yok, o yüzden rozeti Cyoria'ya döndüğümde alacaktım." Ilsa ona mühürlü bir parşömen tomarı uzattı. Zorian birkaç saniye tomarı inceledi, ardından okumak için mührü kırmaya çalıştı. Ancak mühür kıramayacağı kadar sertti. Doğal olmayan bir sertliği vardı. Kaşlarını çattı. Ilsa, eğer onu açabileceğini düşünmezse böyle bir tomar vermezdi. Bir çeşit sınav mıydı bu? Çok özel biri değildi, o yüzden bu oldukça kolay bir şey olmalıydı. Her yeni büyücünün yapabileceği bir beceri... Ah. Bunun ne olduğunu anladığında neredeyse gözlerini devirecekti. Mühre biraz mana aktardı ve mühür derhal ortadan ikiye yarılarak Zorian'ın sonunda tomarı açabilmesine olanak sağladı. Oldukça düzgün bir kaligrafi ile yazılmıştı ve onun, ilk çember büyücüsü olarak kimliğini kanıtlayan bir belge gibi duruyordu. Zorian Ilsa'ya tekrar baktığında, bir tür testi geçtiğini belirten şekilde başını yukarı aşağı sağladığını gördü. “Okulu bitirene kadar rozetini almak zorunda değilsin,” dedi. "Rozet oldukça pahalı ve bir dükkan açmak ya da büyü uzmanlığını para karşılığında satmak istemediğin sürece kimse onu sorup başını ağrıtmayacak. Eğer ağrıtırlarsa da onları akademiye yönlendirdiğinde biz gerekeni yaparız." Zorian omuzlarını silkti. Her ne kadar ailesinden ayrılmaya niyetli olsa da mezuniyetine kadar beklemeyi tercih ederdi, ki bu da iki yol sonraydı. Sözüne devam etmesi için işaret etti. "Pekala o zaman. Kayıtlara göre iki yıldır akademi konutlarında yaşıyormuşsun. Buna devam etmek istediğini düşünüyorum?" Zorian başıyla onayladı ve kadın da ceplerinden birine uzanıp ona garip bir anahtar verdi. Zorian genelde kilitlerin nasıl çalıştığını biliyordu ve yeterli zamanla basit kilitleri kırabilirdi de, ancak bu anahtarın nasıl çalışması gerektiğini anlamıyordu çünkü kilidin içindeki mandallara geçecek tırnakları yoktu. Bir önsezi ile anahtara biraz mana aktardı ve anında metalin yüzeyinde altın çizgiler belirdi. Sessizce açıklama beklercesine Ilsa'ya baktı. "Üçüncü sınıfların konutları alışık olduğundan daha farklı işliyor," dedi. "Muhtemelen bildiğin gibi, artık sertifikalı bir ilk çember büyücüsü olduğundan akademinin sana ilk çember ve üstündeki büyüleri öğretme yetkisi var. Hassas malzemelerle uğraşacağından daha yüksek güvenlik gerekiyor, o yüzden farklı bir binaya taşınacaksın. Kapının kilidi manana bağlı, o yüzden kilidi açmadan önce anahtara kişisel manandan biraz aktarman gerekecek." "Ah," dedi Zorian. Bu mana imzasını nasıl bulduklarını merak ederek anahtarı elinde boş boş çevirdi. Daha sonra araştırılacak bir konu, diye düşündü. "Normalde Cyoria'nın büyü akademisinde üçüncü sınıf olmanın ne demek olduğunu detaylıca anlatmak isterdim ancak yakında kalkan bir trenin olduğunu duydum, o yüzden neden burada bulunmamın asıl sebebine geçmiyoruz? Ustan ve seçmeli dersler. Sonrasında sormak istediğin şeyleri sorabilirsin." Zorian bunları, özellikle de "usta" lafını duyunca canlandı. Her üçüncü sınıfa, haftada bir görüştükleri, öğrencilerine standart ders formatında imkanı olmayan şeyleri öğreten ve tam potansiyellerine ulaşmalarına yardım eden bir usta verilirdi. Usta seçimi bir kişinin büyü kariyerini hem yükseltebilir hem de yok edebilirdi ve Zorian bu yüzden dikkatli bir seçim yapması gerektiğini biliyordu. Neyse ki kendinden büyük öğrencilere sorarak hangilerinin iyi hangilerinin kötü olduğunu anlamıştı, o yüzden en azından ortalamanın üstünde birini seçebileceğini düşünüyordu. "Peki hangi ustaları seçebilirim?" Diye sordu Zorian. "Şey, korkarım ki seçim yapamazsın," dedi Ilsa özür dilercesine. "Dediğim gibi, sana daha erken ulaşmam gerekiyordu. Ne yazık ki bir kişi dışında tüm ustalar öğrenci kontenjanını doldurdu." Zorian'ın içinde kötü bir his vardı... "Peki o usta da?.." "Xvim Chao." Zorian yüzünü ellerine gömerek homurdandı. Tüm hocalar arasında herkesin en kötü usta olarak kabul ettiği kişi Xvim'di. Başkası olsa şaşardı zaten. "O kadar da kötü değil," diye temin etti Ilsa. "Dedikoduların çoğu, Profesör Xvim'in istediği tarzda işleri yapmak istemeyen öğrencilerin yaydığı abartı söylentiler. Eminim ki senin gibi yetenekli ve çalışkan bir öğrencinin onunla sorunu olmayacaktır." Zorian homurdandı. "Başka bir ustaya transfer olmanın yolu yok değil mi?" "Maalesef. Geçen sene oldukça iyi bir geçiş oranımız oldu ve tüm ustalar öğrencilerle dolu. Profesör Xvim, uygun ustalar arasında en az yoğun olanı." "Neden acaba," diye mırıldandı Zorian. "Pekala, tamam. Ya seçmeli dersler?" Ilsa ona bu sefer mühürlenmemiş ve üstünde akademi tarafından verilen tüm seçmeli derslerin olduğu bir başka tomar uzattı. Uzun bir listeydi. Bayağı uzun. Resmen her şeye kayıt olabiliyordun, ileri matematik, klasik edebiyat ve mimari gibi büyü ile alakası olmayan şeylere bile. Bu beklenilir bir şeydi çünkü Ikosian büyü geleneği her zaman diğer entelektüel arayışlar ile içli dışlı olmuştu. "Beşe kadar seçebilirsin ancak bu sene en az üç tane seçmen lazım. Şu anda seçsen bizim için çok daha iyi olur, dersler başlamadan önce hafta sonu boyunca programları tamamlamamız lazım. Listenin boyutu gözünü korkutmasın. Sana hitap etmeyen bir şey seçsen bile okulun ilk ayında farklı bir seçmeli ders seçebilirsin." Zorian kaşlarını çattı. Çok sayıda seçmeli ders vardı ve hangilerini almak istediğinden emin değildi. Çoktan usta konusunda haksızlığa uğramıştı, bunda da batırmayı göze alamazdı. Bu biraz zaman alacaktı. "Lütfen yanlış anlamayın Bayan Zileti, ancak devam etmeden önce kısa bir mola alsak olur mu?" "Elbette olmaz," dedi. "Bir şey mi oldu?" "Hayır," diye temin etti Zorian. "Sadece acilen tuvalete gitmem gerekiyor." İlk izlenim olarak pek iyi bir izlenim bırakmayacaktı. Kirielle onu bu duruma soktuğu için cezasını çekecekti. * * * Zorian, Cirin tren garına girerlerken, Fortov'un "arkadaşları"ndan bazılarını coşkuyla selamlamasını görmezden gelerek sessizce ailesini takip etti. Tanıdık bir surat bulmak için tren garını taradı ancak tahmin ettiği gibi kimseyi bulamadı. Ebeveynlerinin sık sık ona hatırlattığı gibi, memleketinde pek fazla kişi tanımıyordu. Başarısız bir şekilde boş bir bank ararken annesinin bakışlarını üstünde hissetse de ona bakmayı reddetti. Bu bakışı kullanarak bir muhabbet başlatacağını ve çoktan konuşmanın konusunun ne olacağını biliyordu. 'Neden Fortov ve arkadaşlarına katılmıyorsun, Zorian?' Çünkü onlar da Fortov gibi, olgunlaşmayı bilmeyen bir denyo sürüsü. Boş tren raylarına siniri bozuk bir edayla baktı ve iç çekti. Tren gecikmişti. Beklemeyi pek takmıyordu, ancak kalabalığın arasında beklemek tam bir işkenceydi. Ailesi bunu asla anlayamayacaktı ama Zorian kalabalıklardan nefret ediyordu. Öyle elle tutulur bir şey değildi, sadece çok fazla insanın arasında ona sürekli baskı yapan bir yük varmış gibi hissediyordu. Çoğu zaman can sıkıcı olsa da yerine göre işe yarayabiliyordu, mesela dakikalar içinde baş dönmesi yaşayıp bayıldığı için ailesi küçük bir odanın içinde bir sürü insanın olduğu kiliseye götürmekten vazgeçmişti. Neyse ki tren garı böyle yoğun etkilere sebep olacak kadar kalabalık değildi, ancak Zorian buna uzun süre maruz kalmanın ona zarar vereceğini biliyordu. Trenin çok geç gelmeyeceğini umdu, çünkü günün kalanını baş ağrısı ile geçirmek istemiyordu. Fortov'un yüksek sesli kahkahası onu bu kasvetli düşüncelerinden çekip çıkarttı. Ağabeyinin böyle sorunları yoktu, orası kesindi. Her zamanki gibi neşeli, girişken biriydi ve tüm dünyaya ışık saçacakmış gibi gülüyordu. Zorian'ınki gibi ince bir yapısı olmasına rağmen tek bakışta çevresindekilerden öne çıkıyordu ve etrafındakiler adeta büyülenmiş gibiydi. Etrafında böyle bir his oluşturuyordu işte. Bu konuda aynı Daimen gibiydi, ancak Daimen'in cidden bu cazibesini arkalayacak yetenekleri vardı. Başını iki yana sallayarak içinden dalga geçti. Zorian, Fortov'un Cyoria'nın büyü akademisi gibi sözde seçkin olan bir kurumuna nasıl kabul edildiğini bilmiyordu ancak babalarının Fortov'u aldırtmak için birkaç el sıktığını düşünüyordu. Fortov aptal falan değildi, sadece inanılmaz tembeldi ve ne kadar kritik olursa olsun bir göreve tamamen odaklanamıyordu. Elbette çoğu kişi bunu bilmezdi. Adam inanılmaz büyüleyiciydi ve eksiklerini adeta bir halının altına iteklemek konusunda tam bir ustaydı. Babası her zaman Fortov ve Zorian'ın, Daimen'in bir yarısı gibi olduğunu söyleyip şaka yapardı. Fortov onun cazibesini, Zorian ise kabiliyetini almıştı. Zorian, babasının mizah anlayışını oldu olası sevmemişti. Bir düdük sesi havayı deldi ve metal tekerlerin raylara temas etmesiyle çıkan tiz sesle birlikte tren, gara girdi. Orijinal trenler gittikleri her yere dumanlarını da götüren ve hareket etmek için inanılmaz miktarlarda kömür isteyen buharlı aletlerdi, ancak bu yeni tekno-büyülü motorlarla hareket ediyordu ve kristalize olmuş mana tüketiyordu. Daha temiz, daha ucuz ve daha az bakım gerektiriyordu. Zorian yaklaşan trenden yayılan manayı hissedebiliyordu, ama büyü algılama yetenekleri herhangi bir detay seçemeyecek kadar toydu. Her zaman bu aletlerden birinin motor odasına bakmak istemişti ancak tren operatörlerine yaklaşacak iyi bir sebep bulamamıştı. Ama bu başka zaman düşünmesi gereken bir şeydi. Annesine ve Kirielle'e kısa bir veda etti ve kendine bir yer bulmak için trene bindi. Kasıtlı olarak, bulması şaşırtıcı bir şekilde kolay olan boş bir kompartıman seçmişti. Görünüşe göre gar kalabalık olsa da bu trene fazla kişi binmiyordu. Beş dakika sonra tren tekrar kulak çınlatan düdüğünü çaldı ve Cyoria'ya doğru olan yolculuğuna başladı. * * * Önce keskin bir cızırtı sesi, sonra da bir çan sesi duyuldu. "Şimdi Korsa'da duruyoruz," dedi yankılı bir ses. Tekrardan bir cızırtı sesi. "Tekrar ediyorum, Korsa'da duruyoruz. Teşekkürler." Hoparlörler bir kez daha cızırdadı ve sessizleşti. Zorian sinirle derin bir iç çekti ve gözlerini açtı. Trenlerden nefret ediyordu. Can sıkıntısı, sıcak ve ritmik olarak duyulan gümbürtü uykusunu getiriyordu ancak ne zaman tam uykuya dalacak olsa istasyonun spikeri tarafından kabaca uyandırılıyordu. Zorian elbette spikerin amacının, yolcuların uyuyup varış noktasını kaçırmaması olduğunu biliyordu ancak bu, onu daha az sinir bozucu yapmıyordu. Camdan baktı ve klasik bir tren istasyonu gördü. Hatta önceki beş istasyonla tamamen aynıydı, üstünde "Korsa" yazan büyük beyaz tablet dahil. Görünüşe göre istasyonu yapanlar bir çeşit kalıp üstüne çalışıyorlardı. Durdukları istasyonunun platformuna baktığında trene binmek için bekleyen büyük bir insan kalabalığı görebiliyordu. Korsa büyük bir ticaret merkeziydi ve birçok yeni tüccar ailesi burada yaşayıp, çocuklarını büyücü olmaları ve nüfuzlu insanlar ve öğrencilerle kaynaşmaları adına Cyoria'nın prestijli akademisine gönderirdi. Zorian kendini, öğrencilerin bu kompartımana gelmemesini dilerken bulsa da bunun boş bir hayal olduğunu biliyordu çünkü çok fazla kişi vardı ve bulunduğu kompartıman onun haricinde tamamen boştu. Koltuğunda rahat etmek için elinden geleni yaptı ve tekrar gözlerini kapattı. Kompartımanda ona katılan ilk kişi gözlüklü, yeşil balıkçı yaka kıyafeti olan tombul bir kızdı. Kız ona üstünkörü bir bakış atıp sessizce bir kitap okumaya başladı. Zorian böylesine makbul bir seyahat arkadaşıyla çok mutlu olabilirdi, ancak kısa süre sonra dört kişilik bir kız grubu geldi ve kalan dört koltuğa oturdular. Yeni gelenler çok gürültülüydü ve sürekli kıkırdıyorlardı, Zorian feci bir şekilde kalkıp yeni bir kompartıman aramak istedi. Yolculuğunun kalanını pencereden uçsuz bucaksız tarlalara bakmak ve benzer bir şekilde diğer kızların soytarılıklarından sıkıldığı açık olan yeşil balıkçı yakalı kızla bakışarak geçirdi. Ufuklarda ağaçları görmeye başladığında Cyoria'ya yaklaştığını anladı. Rotalarında, büyük kuzey ormanına bu kadar yakın tek bir şehir vardı ve trenler böylesine kötü şöhreti olan bir yere yaklaşmaktan kaçınıyordu. Zorian çantasını aldı ve çıkışta beklemek için kalktı. Amacı ilk inenler arasında olup Cyoria'ya her gelişinde oluşan kalabalıktan hızlıca kaçmaktı, ancak çok geç kalmıştı çünkü yaklaştığında çoktan çıkışta bir kalabalık toplanmıştı bile.. Yakındaki bir cama yaslanıp yanındaki büyü falan öğrenmek için heyecanlarını dile getiren üç birinci sınıf öğrencisinin neşeli konuşmasını dinleyip bekledi. Amma hayal kırıklığına uğrayacaklardı ha! Birinci sınıf tamamen teorik derslere, meditasyon egzersizlerine ve düzenli olarak manana erişmeye odaklıydı. "Hey, sen! Sen üst sınıflarsın değil mi?" Zorian kendisiyle konuşan kıza baktı ve sinirle homurdanmamak için kendini tuttu. Bu insanlarla o kadar konuşmak istemiyordu ki... Sabahtan beridir trendeydi ve annesi ona, Ilsa geldiğinde içecek bir şeyler ikram etmediği için kötü bir nutuk çektiğinden şu anda hiç konuşacak havada değildi. "Eh, öyle de tarif edilebilirim," dedi ihtiyatla. "Bize büyü gösterir misin?" diye hevesle sordu. "Hayır," dedi Zorian açıkça. Yalan söylemiyordu bile. "Tren mana şekillendirmesini önlemek için korunuyor. İnsanların kompartımanlarda yangın çıkartması ve tahrip etmesi yüzünden problem yaşamışlardı." "Ah," dedi kız açıkça hayal kırıklığına uğrayarak. Bir şeyi çözmeye çalışıyormuş gibi kaşlarını çattı. "Mana şekillendirmesi mi?" diye sordu dikkatle kız. Zorian bir kaşını kaldırdı. “Mananın ne olduğunu bilmiyor musun?” Daha birinci sınıf olabilirdi ama bu temel bir bilgiydi. İlkokula gitmiş herkes en azından bu kadarını bilmeliydi. "Büyü mü?" diye ezikçe bir cevap verdi. "Off," diye homurdandı Zorian. "Hocalar bunu dedin diye notunu nasıl kırarlardı bir bilsen. Hayır, büyü değil. Büyüye gücünü veren şey. Bir büyücünün büyü efekti uygulaması için şekillendirdiği enerji, güç. Derslerde daha fazlasını öğrenirsin sanırım. Kısacası mana olmazsa büyü de olmaz. Şu anda da hiçbir şekilde mana kullanamıyorum." Bu biraz yanıltıcı ama kimin umurundaydı? Rastgele bir yabancıya açıklama yapacak hali yoktu, özellikle de zaten bilmesi gereken şeyler hakkında. "Iıı, peki. Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim." Çok fazla gıcırtı ve buharla tren Cyoria'nın tren garında durdu ve Zorian elinden geldiğince hızlı bir şekilde trenden inip önündeki manzara ile şaşkına uğramış birinci sınıfların arasından geçti. Cyoria'nın tren istasyonu devasaydı ve tamamen kapalı olması onu devasa bir tünele benzetiyordu. Aslında istasyonun tamamı çok daha büyüktü, çünkü bunun gibi dört tünel ve birçok destek tesisi vardı. Dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir şey yoktu ve neredeyse herkes burayı ilk kez gördüklerinde aptallaşıyordu. Zorian da ilk gelişinde aynısını yaşamıştı. Bu çevreyi tanımamazlık hissi, Cyoria'ya gidip gelen yolcular olsun, trenleri ve valizleri inceleyen görevliler olsun, gazete satıp manşetleri bağıran çocuklar olsun, para için dilenen insanlar olsun, tüm bu insanların fazla sayısı yüzünden çok daha yoğun hissediliyordu. Bildiği kadarıyla bu büyük insan akışı geceleri bile durmuyordu ve gün içinde de özellikle yoğundu. Tavandan sarkan devasa saate baktı ve daha çok vakti olduğunu anlayınca yakındaki bir fırından kendine biraz ekmek alıp çeşmenin yanına oturup ekmeğini yemek için Cyoria'nin ana meydanına doğru yola çıktı. Dinlenmek için güzel bir yerdi. Cyoria meraklı bir şehirdi. Dünyadaki en büyük ve en gelişmiş şehirlerden biriydi ve ilk bakışta bu garip geliyordu çünkü Cyoria yaratıklarla dolu arazilere tehlikeli bir derecede yakındı ve pek iyi bir ticaret konumunda da değildi. Onu ciddi anlamda öne çıkaran şey şehrin batısındaki devasa, dairesel delikti. Muhtemelen şu ana kadarki en belirgin Zindan girişi bilinen tek 9. Derece mananın var olduğu yer. Yeraltından muazzam derecede fışkıran mana miktarı burayı büyücüler için adeta bir mıknatıs haline getirmişti. Böylesine çok sayıda büyücünün olması Cyoria'yı kıtadaki diğer tüm şehirlerden hem yaşayan insanların kültürü hem de çok daha bariz olan mimari konuda farklı kılıyordu. Başka yerlere inşa etmenin pek pratik olmadığı yapılar burada rutin olarak yapılıyordu ve bu da şehri izlemek için güzel bir manzara bulduğunuzda ortaya ilham verici bir görüntü çıkarıyordu. Yürürken, inmek üzere olduğu merdivenin altından ona bakan bir fare sürüsü fark ettiğinde olduğu yerde durdu. Davranışları yeterince tuhaftı tabi, ama kafalarını görünce kalp atışları gitgide hızlandı. Yoksa... Beyinleri açıkta mıydı be onların?! Ağır ağır yutkundu ve bir adım geriye atarak yavaşça merdivenden geri çekildi, ardından arkasını dönüp son hızda koşmaya başladı. Ne olduklarından emin değildi ama kesinlikle normal fareler değillerdi. Gerçi bu kadar şaşırmaması gerektiğini düşündü. Cyoria sadece büyücüler değil, böyle yerleri karşı konulmaz bulan birçok türden büyülü yaratığı kendine çekiyordu. Fareler onu takip etmediği için mutluydu çünkü savaş büyüsü konusunda hiçbir şeyi yoktu. Böyle bir durumda kullanabileceği bildiği tek büyü "hayvan korkutma" büyüsüydü ve bunun da açıkça büyülü yaratık olduğu belli olan bir şey karşısında ne kadar etkili olacağını bilmiyordu. Biraz sarsılmış, ancak hala o çeşmeye ulaşmaya kararlı bir edayla yakınlardaki bir parkın etrafından dolaşarak farelerden uzaklaşmaya çalışsa da şans bugün onun yanında değildi. Geçmesi gereken köprüde iki gözü iki çeşme ağlayan bir kızla karşılaştı ve onu sakinleştirip ne olduğunu anlatması için bile beş dakika harcaması gerekmişti. Onu orada ağlamaya bırakıp yanından geçip gidebilirdi tabi ama o bile bu kadar kalpsiz biri değildi. "B-bisiklet!" diye sonunda konuştu kız hıçkırıklarla. "D-düştü!" diye ağladı. Zorian gözlerini kırpıştırdı ve kızın ne demeye çalıştığını yorumlamaya çalıştı. Hiçbir şey anlatamadığını anlamış gibi görünen kız köprünün altından geçen dereyi işaret etti. Zorian köprünün kenarından baktı ve cidden çamurlu sulara batmış bir çocuk bisikleti gördü. "Hah," dedi Zorian. "Bu nasıl oldu acaba?" "Düştü!" diye tekrarladı kız tekrar ağlayacakmış gibi görünerek. "Tamam tamam, ağlamana gerek yok, ben çıkaracağım tamam mı?" dedi Zorian şüpheyle bisiklete bakarken. "Üstünüz kirlenir," diye uyardı kız sessizce. Zorian yine de ses tonundan buna rağmen bisikleti çıkarmasını umduğunu anlayabiliyordu. "Endişelenme, o çamurun içine girmeye niyetim yok," dedi Zorian. "İzle." Birkaç hareket yaptı ve "nesne uçurma" büyüsü yaparak bisikletin sudan çıkıp havada yükselmesini sağladı. Bisiklet, pratik yaptığı nesnelerden çok daha ağırdı ve bisikleti çıkarması gereken yükseklik alıştığından çok fazlaydı, ama yeteneklerinin dışında kalacak kadar da değildi. Yeterince yaklaştığında bisikleti koltuğundan tutup köprüye koydu. "Al bakalım," dedi Zorian. "Bayağı çamurlu ve ıslak ama onun için elimden bir şey gelmez. Hiç temizlik büyüsü bilmiyorum." "T-tamam," diye yavaşça başını salladı ve sanki bıraksa havaya uçacakmış gibi bisikletini tuttu. Kıza veda edip çeşmede vakit geçiremeyeceğine karar verip ayrıldı. Hava da hızla bozuluyor gibiydi, ufuktaki uğursuz kara bulutlar yağmuru müjdeliyordu. Akademi'ye doğru ilerleyen öğrenci sırasına katılıp bir an önce işini halletmeye karar verdi. Tren istasyonu şehrin dışlarında, akademi de Çukur'in hemen yanında olduğundan akademiye giden yol uzundu. Fiziksel olarak ne kadar fit olduğun ve taşıdığın valizlerin ağırlığına bağlı olarak bir iki saatte oraya varabilirdin. Zorian sıska fiziği ve evinden pek çıkmayan yapısıyla pek fit sayılmazdı ancak bu yolculuğu düşündüğünden çantasını bilerek hafif yapmıştı. Arada sırada denk geldiği ağır valizleri ile zorlanan birinci sınıf öğrencilerini görmezden gelip tren istasyonundan çıkmış, akademiye doğru gitmekte olan öğrenci alayına katıldı. Onları anlayabiliyordu çünkü buraya ilk geldiği zaman ağabeyi götlük yapıp bagajını minimuma indirmesi gerektiği konusunda uyarmamıştı, ancak onlar için yapabileceği hiçbir şey yoktu. Yağmur riski ve kötü şansı haricinde akademiye yaklaştıkça canlandığını hissetti. Çukur'un çevresini kaplayan manayı çekerek kızın bisikletini çıkarırken harcadığı manayı yeniliyordu. Büyü akademileri bu etkiyi kullanmak amacıyla neredeyse her zaman mana kaynaklarının üstüne kuruluyordu. Bu kadar yüksek çevre mana seviyelerine sahip bir bölge tecrübesiz büyücülerin büyü çalışması için mükemmel bir yerdi çünkü manaları bitse bile çevreyi kullanarak doğal mana yenilenmelerini artırıp mana rezervlerini doldurabilirlerdi. Zorian hala cebinde taşıdığı elmayı çıkardı ve avucunun üzerinde havaya kaldırdı. Bu bir büyü değildi, hatta saf mana manipülasyonu bile değildi. Sadece büyücülere büyülü enerjileri yönlendirmekte ve kontrol etmede yardımcı olan bir mana şekillendirme egzersiziydi. Basit bir şeye benzese de Zorian'ın bunda tamamen ustalaşması iki yıl sürmüştü. Bazen ailesinin haklı olup olmadığını ve cidden çalışma çok mu odaklandığını merak ediyordu. Sınıf arkadaşlarının ondan daha seyrek büyü kontrolü olduğunu biliyordu ancak bu onlara çok engel oluyor gibi görünmüyordu. Elmayı havada tutan mana yapısını yok etti ve elmanın avucuna düşmesini sağladı. Yağmurdan korunmasını sağlayacak bir büyüsü olmasını diledi çünkü yağmurun ilk damlaları çoktan düşmeye başlamıştı. Bir şemsiye de olurdu tabi. İkisi de işe yarardı ancak bir şemsiye kullanmak için birkaç yıl boyunca eğitim alman gerekmiyordu. "Büyü bazen insanı kazıklayabiliyor," dedi Zorian kasvetle. Derin bir nefes aldı ve koşmaya başladı. * * * "Hah. Demek harbiden bir yağmurdan korunma büyüsü var," diye mırıldandı Zorian, yağmur damlalarının önündeki görünmez bir bariyere çarpışını izlerken. Elini bariyerin kenarına uzattı ve hiçbir engel olmadan geçti. Aniden oldukça ıslak olan elini bariyerin korumasına soktu ve sınırı görebildi ölçüde takip etti. Anladığı kadarıyla bariyer tüm akademi yerleşkesini kaplayan (ki akademinin kapladığı alan çok büyük olduğu için bu öyle basit bir şey değildi) ve sadece ama sadece yağmuru engelleyen bir koruma balonu oluşturuyordu. Görünüşe göre akademi, korumalarını yine geliştirmişti çünkü en son yağmur yağdığında böyle bir şey yoktu. Omuz silkerek döndü ve akademinin yönetim binasına doğru devam etti. Bariyerden içeri girdiğinde kurulanmaman biraz kötüydü çünkü sırılsıklam olmuştu. Neyse ki çantası su geçirmezdi, bu yüzden kitapları ve kıyafetleri tehlikede değildi. Yavaşlayıp rahatça yürümeye koyulup akademiyi oluşturan binalara baktı. Geliştirilmiş tek şeyler korumalar değildi, her yer daha... Güzelleştirilmiş görünüyordu. Her bina yeni boyanmıştı, eski tuğlalı yol çok daha renkli yeni bir yol ile değiştirilmişti, çiçekler tamamen açmıştı ve yıllardır çalışmayan çeşme birden işlevsel olmuştu. "Acaba tüm bunların sebebi ne," diye mırıldandı. Birkaç dakika düşündükten sonra çok da umursamadığında karar kıldı. Önemli bir şeyse er ya da geç öğrenecekti zaten. Yönetim binası tahminen öğrencilerin olmadığı bir yerdi. Çoğu kişi Zorian gibi devam etmek yerine yağmurdan bir yerlere sığınmıştı ve akademinin içinde yaşamayanların da bugün buraya gelmesinin bir sebebi yoktu. Bu, işini hızlıca halledebileceği için Zorian için mükemmeldi. Anlaşılan oydu ki "hızlıca" kelimesi göreceliydi çünkü tüm gerekli evrak işlerini halletmek, yönetim veznesindeki kız ile iki saat boyunca uğraşmanın ardından anca bitmişti. Ders programı istemişti ancak henüz kesinleşmediği ve Pazartesi sabahını beklemesi gerektiği söylenilmişti. Şimdi düşünüce, Ilsa da aynı şeyden bahsetmişti. Ayrılmadan önce kız ona gitmeden önce, üçüncü sınıfların aşina olması beklenen bir kural kitabı verdi. Zorian çok düşünmeden, 115 numaralı odayı ararken kural kitabının sayfalarını hızlıca tarayıp bir daha bakmamak üzere sırt çantasının boş bir gözüne koydu. Akademi tarafından sağlanan konutlar oldukça kötüydü ve Zorian çok tatsız şeyler yaşamıştı, ancak bedavaydı ve Cyoria'da apartman fiyatları inanılmaz pahalıydı. Soyluların çocukları bile çoğunlukla apartman yerine akademide kalırdı, o zaman o kimdi ki şikâyet edecekti? Ayrıca dersliklere bu kadar yakın yaşamak her sabah seyahat süresini kısaltıyordu ve aynı zamanda şehrin en büyük kütüphanesine de yakındı, o yüzden bunun iyi yanları da vardı. Bir saat sonra oldukça geniş olan odasına girdiğinde kendi kendine gülümsedi. Kendi banyosu olduğunu fark ettiğinde çok daha tatmin olmuştu. Hem de duş kabinli falandı ha! Nezaketsiz bir oda arkadaşı ile yaşayıp tüm kat ile aynı banyoyu paylaşmaktan sonra bu oldukça iyi bir değişiklik olmuştu. Mobilya konusundaysa odada bir yatak, bir dolap, bir set çekmece, bir çalışma masası ve bir de sandalye vardı. Zorian'ın ihtiyacı olan şeyler de bunlardı zaten. Eşyalarını yere atan Zorian ıslak kıyafetlerini değiştirip rahat rahat kendini yatağa attı. Dersleri başlayana kadar iki gün vardı, o yüzden eşyalarını valizden çıkarmayı yarına erteledi. Onun yerine hareket etmeden yatakta yatıp neden yağmur damlalarının yatağının yanındaki cama çarptığını duyamadığını düşündü, sonra aklına yağmur bariyeri geldi. "Onu nasıl kullanacağımı öğrenmem lazım," diye mırıldandı. Şu anda büyü koleksiyonu yaklaşık 20 basit büyüden oluşuyordu ve oldukça kısıtlıydı, ancak bu sene bu düzeltmeyi planlıyordu. Sertifikalı bir ilk çember büyücüsü olarak akademi kütüphanesinin daha önce kullanamadığı yerlerine erişimi vardı ve içindeki büyüleri yağmalama planı vardı. Ayrıca bu senenin dersleri, yetenekli olduklarını kanıtladıklarından pratik büyü yapımına daha fazla odaklanıyordu, bu yüzden de sınıfta oldukça ilginç şeyler öğrenecek olmalıydı. Uzun yolculuktan yorulmuş Zorian kısa bir şekerleme yapmak için gözlerini kapadı. Fakat ertesi günün sabahına kadar uyanmayacaktı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.