Her ne kadar akademi, öğretim görevlilerin kalitesi yüzünden seçkin bir kurum olduğunu söyleyip dursa da üstünlüklerinin asıl sebebi kütüphaneleriydi. Mezunlarının katkıları, eski müdürlerin cömert ödenekleri, yerel ceza hukukundaki eksiklikler ve tamamen tarihi bir kaza sonucunda akademi eşi benzeri olmayan bir kütüphane kurmuştu. Konu büyü olsun ya da olmasın, istediğin her şeyi bulabiliyordun. Mesela şehvetli romantik romanların olduğu bir bölüm bile vardı. Kütüphane o kadar büyüktü ki şehrin altından tüneller halinde genişlemişti. Alt katların birçoğu yalnızca lonca büyücüleri tarafından erişilebildiğinden Zorian oraya göz atma iznini daha yeni almıştı. Neyse ki kütüphane hafta sonu da açık olduğundan Zorian'ın uyandıktan sonra yaptığı ilk iş, geçtiğimiz iki yıldır neler kaçırdığını görmek ve belki de büyü kitabını biraz doldurabilmek için derinlere inmek olmuştu. İlk çember büyücüsü için mevcut olan büyülerin ve eğitim kılavuzlarının sayısını görünce oldukça şaşırmıştı. Bir ömür harcasa bile hepsinde ustalaşamayacağı kadar çok büyü ve kitap vardı. Çoğu büyü ya son derece duruma bağlıydı ya da birbirlerinin küçük varyasyonlarıydı, bundan dolayı inat edip hepsini öğrenmek gibi bir niyeti yoktu ancak burasının tüm bir yıl boyunca onu meşgul edeceği barizdi. İlginçtir ki çoğu kolay ve zararsız görünüyordu ve neden herkese açık olmak yerine kısıtlı yerlerde tutulduklarını merak etmeden edemedi. Bunları ikinci sınıftayken kullanabilirdi. Akademinin korumasına eklediği yağmur bariyeri büyüsünü bulmaya çalışmasının ortasındayken kahvaltı etmediğini ve inanılmaz acıkmaya başladığını fark etti ve vakit de öğleni geçmişti. Gönülsüzce güvenli odasında derinlemesine incelemek üzere birkaç kitap teslim aldı ve bir şeyler yemeye gitti. Ne yazık ki odasında bir mutfak yoktu ancak akademinin öğrenciler için oldukça iyi bir kafeteryası vardı, yemekler şaşırtıcı derecede ucuz ve yenilebilirdi. Yine de onu sadece fakirler seçiyordu ve zengin çocukların çoğu akademinin çevresinde bulunan restoranlardan birinde yiyiyordu. Bu yüzden Zorian kafeteryaya girip akademideki değişikliklerin sadece dış görünüşten olmadığını anlayınca şaşırmıştı, zira kafeterya adeta parlıyordu ve tüm masalar ile sandalyeler yenilenmişti. Burayı böylesine... temiz görmek çok garipti. Kafasını iki yana sallayarak tepsisine birkaç tabak koydu ve aşçıların et gibi pahalı şeyler konusunda daha cömert olduğunu fark etti, ardından tanıdık birini görmek için yemek yiyen öğrencileri taradı. Açıkça bir şeyler dönüyordu ve ne olduğunu bilmemekten nefret ediyordu. "Zorian! Buradayım!" Ne kadar şanslıydı. Zorian hemen ona gelmesini işaret eden tombul çocuğa doğru yürüdü. Zorian yıllar içinde bu coşkulu sınıf arkadaşının akademinin dedikodu ağına sıkıca bağlı olduğunu ve herkes hakkında hemen hemen her şeyi bildiğini öğrenmişti. Neler olup bittiğini bilen biri varsa o kişi Benisek'ten başkası olamazdı. "Merhaba Ben," dedi Zorian. "Cyoria'da seni bu kadar erken görmek şaşırttı. Genelde son trenle gelmiyor musun?" "Diyene bak!" Benisek sesini biraz yükseltmişti. Zorian hiçbir zaman neden bu çocuğun sürekli böylesine gürültülü olduğunu anlamamıştı. "Buraya bayağı erken geldim ana sen çoktan gelmişsin!" "Dersler başlamada iki gün önce gelmişsin Ben," dedi Zorian, gözlerini devirme dürtüsüne direnerek. Yalnızca Benisek, birkaç gün önceden gelmenin bahsedilmeye değecek kadar harika bir başarı olduğunu düşünebilirdi. "Bu çok da erken değil. Ayrıca ben daha dün geldim.” "Ben de dün geldim," dedi Benisek. "Siktir. Benimle iletişime geçseydin beraber falan seyahat edebilirdik. Yalnız başına, koca bir gün sıkıntıdan kafayı oynatmışsındır." "Öyle de diyebilirsin," diye katıldı Zorian kibarca gülümseyerek. "Ee, heyecanlı mısın?" diye sordu Benisek, aniden konuyu değiştirerek. "Ne konuda?" diye sordu Zorian. Kirielle'in de ona aynı soruyu sormuş olması komik değil miydi? "Yeni bir yıla başlıyoruz! Artık üçüncü sınıfız, asıl eğlence şimdi başlıyor." Zorian gözlerini kırpıştırdı. Bildiği kadarıyla Benisek, gizemli sanatlarda başarılı olmak konusunda çok endişe duymayan tipteki kişilerdendi. Ailesinin işinde zaten garanti bir mesleği vardı ve buraya gelmesinin tek sebebi lisanslı bir büyücü olmanın prestijine sahip olmaktı. Zorian onun, sertifikasyonu geçtikten hemen sonra okulu bırakabileceğini düşünmüştü ama şu anda karşısında, tıpkı Zorian gibi büyünün gerçek sırlarına dalmaya hazır gibi duruyordu. Onun hakkında bu kadar çabuk karara vardığı için kendini kötü hissetti. Cidden bu kadar küstah olmamalıydı... "Ah, onu diyorsun. Tabii ki heyecanlıyım. Gerçi itiraf etmeliyim ki senin eğitime bu kadar önem verdiğini düşünmemiştim." "Ne diyorsun ya sen?" diye sordu Benisek, kuşkuyla ona bakarken. "Kızları diyorum oğlum kızları. Alt sınıflar bizim gibi üst sınıflara aşık oluyorlar oğlum! Birinci sınıflar resmen üstümüze çullanacak." Zorian homurdandı. Tahmin etmeliydi. "Neyse," dedi Zorian konuyu hızlıca toparlayarak, "sürekli dedikodu yaptığını bildiğim için-" "Dedikodu değil, mevcut olaylardan haberdar olma," diye sözünü kesti Benisek, sesinde alaycı bir ders verme tonu vardı. "Peki. Neden akademi birden böyle pasparlak ve temiz oldu?" Benisek göz kırptı. "Bilmiyor musun? Of be oğlum, millet aylardır bunu konuşuyor! Hangi mağarada yaşıyorsun sen Zorian?" "Cirin o kadar övülmesine rağmen resmen hiçliğin ortasında... Ki sen de bunu gayet iyi biliyorsun," dedi Zorian. "Şimdi dökül bakalım." "Yaz festivali," dedi Benisek. "Sadece akademi değil, tüm şehir buna hazırlık yapıyor." "E ama her sene yaz festivali oluyor zaten," dedi Zorian, kafası karışmıştı. "Evet ama bu seneki özel." "Özel mi?" diye sordu Zorian. "Nasıl yani?" "Bilmiyorum, astrolojik saçmalıklar falan filan işte," diye sızladı Benisek, ardından elini küçümseyerek sallayarak. "Ne önemi var? Her zamankinden bile daha büyük bir parti için bahane işte. Beleş atın dişine bakılmaz diye boşuna dememişler." "Astro-" diye kaşını kaldırıp söze girdi Zorian, ancak aklına bir şey geldi. "Bir dakika, düzlemsel hizalanmadan mı bahsediyorsun?" "Hıhı, o işte," diye onayladı Benisek. "Neymiş ki o?" "Birkaç saatin varsa anlatayım." "Birden merak etmediğime karar verdim," diye anında geri vitese taktı Benisek, gergin gergin kıkırdayarak. Zorian homurdanarak güldü. Fazla kolay olmuştu. Aslında Zorian da düzlemsel hizalanma hakkında pek bir şey bilmiyordu ve toplasan 30 saniye bile zar zor konuşurdu. Bu oldukça muğlak bir konuydu. Zorian Benisek'in haklı olduğunu ve bunun daha büyük bir parti için bahane olarak kullanıldığını düşündü. "Ee, yazın ne yaptın?" diye sordu Benisek. Zorian homurdandı. "Ben, ilkokuldaki edebiyat hocam gibi konuşuyorsun. 'Şimdi, çocuklar, ödev olarak yaz tatilinde ne yaptığınız hakkında kısa bir kompozisyon yazın.'" "Sadece kibarlık yapıyorum," diye kendini savundu Benisek. "Yaz tatilini hiç ettin diye bana çatmana gerek yok." "Ah, sen çok verimli harcadın yani?" diye meydan okudu Zorian. "Eh, gönüllü olarak yapmadım," diye süklüm püklüm itiraf etti Benisek. "Babam artık aile işlerini öğrenme vaktimin geldiğine karar verdi, o yüzden tüm yazımı onun asistanı olarak görev yaparak geçirdim." "Ah." "Evet," diye katıldı Benisek ve diliyle laklak sesi yaptı. "Ayrıca seçmeli derslerimden birini emlak yönetimi seçtirtti. Çok da zor bir ders olduğunu duydum." "Hm. Benim yazım öyle aman aman stresli değildi. Zamanımın çoğunu kurgu şeyler okuyup ailemden kaçmak için harcadım," diye itiraf etti Zorian. "Annem bu sene kız kardeşimi bana kakalamaya çalıştı ama konuşup vazgeçirdim." "Seni anlıyorum," dedi Benisek ürpererek. "Benden küçük iki kız kardeşim var ve benimle yaşamaya gelirlerse kesin ölürdüm. İkisi de resmen kabus gibi! Neyse, seçmeli ders olarak ne seçtin?" "Mühendislik, Mineral Kimyası ve İleri Matematik." "Ha?!" Benisek'in beti benzi attı. "Bu işi harbiden ciddiye alıyorsun di' mi oğlum? O büyü demircilerinde bir iş kapmaya falan çalışıyorsun galiba?" "Evet," dedi Zorian. "Neden ki?" diye sordu Benisek kuşkuyla. "Büyülü eşyalar tasarlamak... Çok zor ve emek isteyen bir iş. Ailen işlerinde senin için bir yer falan bulamaz mı?" Zorian gergin gergin tebessüm etti. Evet, ebeveynlerinin çoktan onun için bir yer ayırdığına şüphe yoktu. "Sokaklarda aç kalırım daha iyi," diye dürüstçe cevapladı Zorian. Benisek ona bakıp bir kaşını kaldırdı ama sonra başını üzgünce iki yana salladı. "Bence sen harbi kafayı sıyırmışsın. Ustan olarak kimi seçtin?" "Seçemedim," diye dalga geçti Zorian. "Sıra bana geldiğinde sadece bir kişi kalmıştı. Ustam Xvim olacak." Benisek bunu duyunca elindeki kaşığı düşürdü ve şok içinde ona baktı. "Xvim mi?! Ama o eleman tam bir kabus!" "Biliyorum," dedi Zorian acı dolu bir nefes vererek. "Bana o göt herif gelmiş olsa herhalde okulumu değiştirirdim," dedi Benisek. "Benden çok daha cesur bir adamsın, orası kesin." "Ya sen kimi seçtin?" diye sordu Zorian merakla. "Carabiera Aope," dedi Benisek anında neşelenerek. "N'olur bana ustanı dış görünüşe göre seçtiğini söyleme," diye yalvardı Zorian. "Yani, sadece dış görünüş yüzünden seçmedim," diye kendini savundu Benisek. "Çok hoşgörülü olduğunu söylüyorlar..." "Fazladan iş yapmak istemiyorsun yani," diye bir çıkarım yaptı Zorian. "Tüm bunlar benim için bir tatil gibi," diye kabullendi Benisek. "İşe girmemi iki yıl erteliyorum ve aynı zamanda da eğleniyorum. Sadece bir kere genç oluyorsun farkındasın di' mi?" Zorian omuzlarını silkti. Büyü ve yeni ilimler öğrenmeyi eğlenceli buluyordu zaten ama onunla aynı fikirde olan pek az insan olduğunu çok iyi biliyordu. "Sanırım öyle," dedi Zorian pek düşünmeden. "Ee, herkesin kesinlikle bilip benim bilmediğim başka bir şey var mı?" Benisek ile bir saat kadar daha çeşitli konularda sohbet etti. Bu sene, sınıf arkadaşlarından hangilerinin onlara katılacağı, hangilerinin katılmayacağını öğrenmek oldukça ilgi çekiciydi. Zorian sertifika sınavının biraz kolay olduğunu düşünmüştü ancak sınıf arkadaşlarının dörtte birinin onlara katılamayacağını öğrendiğinden büyük ihtimalle yanılmıştı. Başarısız olan öğrencilerin çoğunun sivillerin çocuğu olduğunu fark etmişti ancak bu çok sıra dışı değildi. Büyücü çocukları büyü öğrenirken ailesinden destek alabilirdi ve nüfuzları zedelememeleri gerekirdi. Bir götün bu yıl onlara katılmayacağını öğrenmek hoş bir sürpriz olmuştu, zira görünüşe göre Veyers Boranova, disiplin yargılamasında öfkesini kontrol edemeyip akademiden atılmıştı. Kimse onu özlemeyecekti zaten. Açıkçası eleman tam bir tehditti ve daha erken kovulmaması bile utanç kaynağıydı. Neyse ki Soylu Hanedan Boranova'nın varisi olsan bile göz ardı edilemeyecek şeyler vardı. Benisek, sınıftaki kızların iyi ve kötü yanlarını listelemeye başladığında böyle bir muhabbete düşmek istemediğinden ayrıldı ve bir şeyler okumak için odasına döndü. Kapısı çalınıp bölündüğünde daha ilk kitabını bile doğru düzgün açmamıştı. Pek az kişi onu odasına kadar takip ederdi, o yüzden kapıyı açmadan bile kim olduğu hakkında oldukça iyi bir fikri vardı. "Selam, Hamam Böceği!" Zorian önündeki sırıtan kıza baktı ve onu içeri sokmadan önce bu hakaretimsi lakaba karşı çıkıp çıkmaması gerektiğini düşündü. Geçmişte, ondan hoşlandığı zamanlarda bu lakap onu biraz incitiyordu... Ama artık sadece biraz sinir bozucuydu, o kadar. Taiven anında içeri koştu ve küçük bir çocuk gibi kendini yatağa attı. Harbiden bu kızda ne bulmuştu zamanında ya? Ona karşı oldukça iyi davranan, yaşça kendinden büyük ve genelde formunu öne çıkarak şeyler giymeye meyilli, güzel bir kız olması dışında bir şeyi yoktu. "Mezun olduğunu sanıyordum," dedi Zorian. "Oldum," diye cevapladı, kütüphaneden ödünç aldığı büyü kitaplarından birini alıp kucağına koyup sayfalarını çevirirken. Yatağı çoktan ele geçirildiği için çalışma masasının önündeki sandalyeye oturdu. "Ama işlerin nasıl yürüdüğünü biliyorsun. Çok fazla genç büyücü olmasına rağmen onları kanatlarının altına almak isteyen yeterli uzman yok. Nirthak için sınıf asistanı olarak çalışıyorum. Hey, eğer büyüsüz savaş dersi aldıysan sürekli karşılaşacağız!" "Hıhı, doğru," diye homurdandı Zorian. "Nirthrak herhangi bir fikrim olursa diye beni önceden kara listeye aldı." "Cidden mi?!" "Evet. Zaten öyle bir derse kaydolacak hâlim yoktu," dedi Zorian. Gerçi, Taiven'i, her idman yaptığında giydiği o dar kıyafetindeki terli halini izlemek için kaydolabilirdi. "Yazık," dedi, kitaba dalıp gitmiş gibi gözüküyordu. "Ciddiyim bak, bu günlerde biraz kas yapmalısın. Kızlar spor yapan erkekleri sever." "Kızların neyi sevdiği umurumda değil," diye huysuzca tersledi Zorian. Sanki annesiyle konuşuyor gibiydi. "Neden geldin ki zaten?" "Tamam sakin ol, sadece bir fikirdi," dedi dramatik bir iç çekerek. "Şu erkekler ve kırılgan egoları yok mu..." "Taiven, seni severim ama şu an çok tehlikeli sularda yüzüyorsun," diye uyardı Zorian. "Gelme sebebim bana ve birkaç kişiye yarınki bir işte katılıp katılmayacağını sormaktı," dedi kitabı sonunda bir kenara atıp sadede gelirken. "Bir iş mi?" diye sordu Zorian şüpheyle. "Evet. Şey, daha çok bir görev gibi. Milletin şu yönetim binasındaki büyük panoya astığı iş ilanlarını biliyor musun?" Zorian başıyla onayladı. Ne zaman şehirdeki bir büyücü bir işi ucuza yaptırmak istese ilgilenen öğrenciler için oraya bir "iş ilanı" bırakırdı. Ödeme genellikle çok kötü olurdu ancak öğrencilerin bunları yaparak "puan" toplaması gerektiğinden herkesin bunlardan bir miktar yapması gerekirdi. Çoğu kişi, paraya inanılmaz ihtiyaçları olmadığı sürece dördüncü sınıfa geçene kadar bunları yapmazdı ve Zorian da bu geleneği takip etmeyi planlıyordu. "Oldukça hoş bir iş var," dedi Taiven. "Şehrin altındaki tünellerdeki basit bir 'bul ve getir' görevi gi-" "Bir kanalizasyon görevi mi?!" diye sözünü kesip sordu Zorian şaşkınlık içinde. "Bir kanalizasyon görevine mi gitmemi istiyorsun?" "Çok iyi bir deneyim!" diye karşı çıktı Taiven. "Hayır," dedi Zorian kollarını göğsünde birleştirerek. "İmkanı yok." "Hadi ama Hamam Böceği, yalvarırım!" diye sızlandı Taiven. "Takıma dördüncü olmadan başvuramıyoruz. Eski dostun için bu küçük fedakarlığı yapsan ölür müsün?" "Ölebilirim lan tabi!" dedi Zorian. "Yanında seni koruyacak üç kişi var!" diye temin etti. "Yüzlerce kez oraya indik ve orada tehlikeli bir şey yok, dedikoduların çoğu abartı." Zorian homurdandı ve bakışlarını kaçırdı. Onu cidden güvende tutsalar bile yine de bu hastalıklarla kaplı, kokulu tüneller yapacağı bir yolculuktu ve bunu büyük ihtimalle sırf formaliteden geldiği için ona karşı sinirli olan, tanımadığı üç kişi ile yapacaktı. Ayrıca onun, davet ettiği o sahte randevu şakasını hala affetmemişti. O sıralarda ondan hoşlandığını bilmiyor olabilirdi ancak o gece yaptığı şey cidden çok düşüncesizce bir şeydi. Ayrıca ona "Hamam Böceği" deyip durmasa biraz daha yardım etmek isteyebilirdi. Sandığı kadar sevimli değildi. "Tamam, iddiaya girmeye ne dersin?" diye şansını denedi. "Olmaz," diyerek anında reddetti Zorian. Gücenerek bağırdı. "Ne diyeceğimi duymadın bile!" "Dövüşmek istiyorsun," dedi Zorian. "Hep dövüşmek istiyorsun zaten." "Ee?" diye surat astı. "Korktun mu yoksa? Bir kıza karşı kaybedeceğini kabul mü ediyorsun?" "Aynen öyle yapıyorum," dedi duygusuzca Zorian. Taiven'in iki ebeveyni de dövüş sanatları ustasıydı ve yürümeye başladığı andan itibaren ona nasıl dövüşüleceğini öğretmişlerdi. Zorian birebir savaşta ona karşı beş saniye bile dayanamazdı. Hatta okuldaki hiç kimse de ondan iyi performans gösteremeyebilirdi. Taiven hüsranla elini salladı ve yatağa çöktü, Zorian bir anlığına yenilgiyi kabul ettiğini düşünmüştü. Ardından oturur pozisyona geldi ve lotus pozisyonunda oturana kadar bacaklarını katladı. Yüzündeki tebessüm Zorian'a kötü bir his veriyordu. "Ee," dedi neşeyle. "Görüşmeyeli nasılsın?" Zorian iç geçirdi. Hafta sonunu böyle geçirmek istememişti. * * * İki gün sonra, bir Pazartesi sabahında, Zorian yeni odasına iyice yerleşmişti. Uyuma alışkanlığı yüzünden erken kalkmak tam bir işkence olmuştu ancak yine de başarmıştı. Birçok kusuru olabilirdi ama disiplin eksikliği bunlardan biri değildi. Üç saatlik sözlü bir savaştan sonra Taiven'i başından savmayı başarmıştı fakat ondan sonra hiçbir şey yapacak hâli kalmamıştı ve okumayı başka bir güne bırakmıştı. En nihayetinde koca hafta sonunu tembellik ederek geçirmiş ve derslerin başlaması için biraz sabırsızlanmıştı. Günün ilk dersi Elzem Niyazlar idi ve Zorian'un bu dersin konusunun ne olduğu hakkında pek bir fikri yoktu. Ders programındaki diğer derslerinin çoğunun adından ne anlattığı anlaşılıyordu, ancak "niyaz" çok genel bir terimdi. Niyazlar, çoğu insanın "büyü" dediğinde aklına gelen ilk şeydi. Birkaç gizemli kelime mırıldanmak ve birkaç el işareti yapmak ve... Puf! Büyü. Tabi aslında bundan çok daha fazlasıydı. Hem de çok daha fazlası. Ama dıştan öyle gözüktüğünden insanlar ona odaklanıyordu. Akademi açıkça bu dersin önemli olduğunu düşünmüştü çünkü bu ders haftanın her gününe konmuştu. Sınıfa yaklaşırken kapının önünde, elinde bir taşıma panosu tutan tanıdık birini gördü. En azından bu, tanıdık bir manzaraydı. Birinci sınıftan itibaren Akoja Storze, hep sınıf temsilcisi olmuştu ve pozisyonunu çok ciddiye alıyordu. Geldiğini fark ettiğinde ona sertçe baktı ve Zorian onu kızdıracak ne yapmış olabileceğini düşündü. “Geç kaldın,” dedi yeterince yaklaştığında. Zorian bunu duyunca bir kaşını kaldırdı. "Dersin başlamasına daha 10 dakika var. Nasıl geç kaldım?" "Öğrenciler ders başlamadan 15 dakika önce sınıfta, derse hazır olmalı," dedi. Zorian gözlerini devirdi. Bu Akoja için bile çok saçmaydı. "Son gelen ben miyim?" "Hayır," diye kabullendi kısa bir sessizlikten sonra. Zorian yanından geçti ve sınıfa girdi. Bir büyücü topluluğuna girdiğinizde bunu hemen anlardınız, zira görünüşleri ve moda anlayışları onları hemen ele verirdi. Özellikle de dünyanın her yerindeki büyücülerin çocuklarını gönderdiği Cyoria'da. Sınıf arkadaşlarının çoğu Hanelerden olmada bile köklü büyü ailelerinden geliyordu ve birçok büyücü ailesinin çocuğu da ya ailelerinden onlara geçen kandan ya da maruz bırakıldıkları gizli geliştirmelerden dolayı fark edilebilir garipliklere sahip olurlardı... Yeşil saç, sürekli olarak ruh bağına sahip ikiz doğurma, ya da alınları ile yanaklarında dövmeye benzeyen işaretler gibi şeylerle doğma gibi gariplikler. Bu saydıkları da sınıf arkadaşlarının arasından örneklerdi. Aklındaki düşünceleri atmak için kafasını iki yana sallayarak sınıfın önüne doğru gidip diğerlerinden biraz daha fazla tanıdığı birkaç sınıf arkadaşını kibarca selamladı. Kimse onunla konuşmaya çalışmamıştı. Sınıftaki herhangi biriyle araları kötü olmamasına rağmen yakın olduğu birilerinin olduğu da söylenemezdi. Tam oturacaktı ki çılgın bir tıslama sesi onu engelledi. Sol tarafına baktığında bir sınıf arkadaşının, kucağında duran turun-kırmızı bir kertenkeleye yatıştırıcı bir şekilde fısıldadığını gördü. Hayvan, parlak sarı gözleriyle dikkatlice ona bakıyor, diliyle kuşku içinde havayı yalıyordu ancak Zorian dikkatlice sandalyeye oturduğunda ikinci kez tıslamadı. "Kusura bakma," dedi oğlan. "Yabancıların etrafında hala tedirginleşiyor." "Sıkıntı yok," dedi Zorian özrünü kabul ederek. Briam'ı çok iyi tanımıyordu ancak ailesinin meslek olarak ateş ejderleri yetiştirdiğini biliyordu, o yüzden onda da bir tane olması çok olağandışı değildi. "Bakıyorum da ailen sana bir ateş ejderi vermiş. Büyülü Hayvan'ın mı?" Briam neşeyle başıyla onayladı ve dalgın dalgın kertenkelenin başını okşayarak yaratığın memnuniyetle gözlerini kapatmasına neden oldu. "Yaz tatili boyunca onunla bağ kurdum," dedi. "Büyülü Hayvan bağı başta biraz garip ama sanırım yavaş yavaş çözüyorum. En azından izni olmadan millete ateş üfleme problemini çözdüm, yoksa boynuna bir ateş söndürücü tasma takmak zorunda kalacaktım ve onlardan da nefret ediyor." "Okul sınıfa öyle bir şey getirmenden rahatsız olmuyor mu?" diye sordu Zorian merakla. "O bir şey değil," diye düzeltti Briam. "Ve hayır, olmuyor. Akademiye bildirdiğin ve davranışlarını kontrol edebildiğin sürece derslere büyülü hayvan getirebilirsin. Ve elbette, makul büyüklükte olmaları şartıyla." "Ateş ejderlerinin oldukça büyüyebildiğini duymuştum," diye yorum yaptı Zorian. "Evet öyleler," diye onayladı Briam. "O yüzden şu ana kadar almama izin vermemişlerdi. Birkaç yıla benimle derslere gelemeyecek kadar büyüyecek, ama o büyüdüğünde ben çoktan eğitimimi tamamlayıp çiftliğe geri dönmüş olacağım." Yaratığın ders sırasında onu ısırmayacağını bilmekten memnuniyet duyan Zorian dikkatini başka yerlere kaydırdı. Zamanının çoğunu gizlice kızları inceleyerek geçirdi. Bunun için Benisek'i suçluyordu çünkü onun normalde sınıf arkadaşlarını dikizleme gibi bir huyu yoktu. Bazıları çok tatlı olsa da... "Çok seksi di' mi?" Zorian arkasından gelen ses karşısında şaşkınlıkla zıpladı ve bu kadar hazırlıksız yakalandığı için kendine küfretti. "Ne dediğin hakkında en ufak bir fikrim yok," dedi hızlıca, oturduğu yerden olabildiği en sakin haliyle Zach'e döndü. Sınıf arkadaşının yüzündeki neşe dolu tebessüme bakılırsa yalanını yememişti. "Kızmasana," dedi Zach mutlulukla. "Sınıfta arada sırada kızıl saçlı tanrıçamıza dair hayal kurmayan hiçbir erkek olduğunu sanmıyorum." Zorian homurdanarak güldü. Aslında Raynie'ye değil, onun konuştuğu kıza bakıyordu. Tabi bu konuda Zach'i düzeltmeyecekti. Gerçi hiçbir konuda düzeltmezdi, çünkü Zorian'ın Zach hakkında karışık hisleri vardı. Bir yandan kuzguni saçlı bu çocuk çekici, kendine güvenen, yakışıklı ve popüler olduğundan ona ağabeyini hatırlatıp onu rahatsız ediyor, diğer yandan da Zorian'a karşı asla kaba ya da düşüncesiz davranmıyor, hatta herkes onu görmezden gelirken onunla muhabbet kurmaya çalışıyordu. Bundan dolayı Zorian onun etrafında nasıl hareket edeceğinden asla emin olamıyordu. Ayrıca Zorian kadınlar konusundaki zevklerini diğer erkeklerle konuşmazdı. Akademi kimin kimi sevdiğine dair bir dedikodu yuvasıydı ve Zorian zararsız bir dedikodunun bile ileriki yıllarda hayatını nasıl sefil bir hâle getirebileceğini biliyordu. "Hüzünlü sesine bakarsak hala senin çekiciliğine karşı bağışıklığı var," dedi Zorian konunun odağını kendinden uzaklaştırmaya çalışarak. "Çok dolambaçlı biri," diye katıldı Zach. "Ama vakitten bol bir şeyim yok." Zorian ne demek istediğini anlamayıp bir kaşını kaldırdı. Vakitten bol bir şeyi yok muydu? Neyse ki kapı birden gürültüyle açılıp hoca sınıfa girince daha fazla muhabbet etmesine gerek kalmamıştı. Zorian, her öğretmenin taşıdığı büyük yeşil kitapla içeri giren Ilsa'yı görünce açıkça şaşırmıştı, ama büyük ihtimalle şaşırmaması gerekiyordu. Ilsa'nın zaten akademideki bir öğretmen olduğunu biliyordu, o yüzden onun bu derse girmesi hiç de olağandışı değildi. Kitabını masaya koymadan önce ona bakıp güldü ve elleriyle alkış yaparak muhabbetler içinde kaybolup hocanın geldiğini fark etmeyen öğrencileri susturdu. "Herkes yerine otursun, ders başladı," dedi Ilsa, bir asker gibi yanında hazır olda bekleyen Akoja'dan yoklama listesini alırken. "Yeni eğitim öğretim yılınızın ilk dersine hoş geldiniz çocuklar. Benim adım Ilsa Zileti ve bu dersin öğretmeni ben olacağım. Artık üçüncü sınıf öğrencisisiniz, bu da demektir ki sertifikanızı aldınız ve ünlü büyücü topluluğunda yerinizi aldınız. Zekanızı, azminizi ve büyünün can damarı olan manayı şekillendirme yeteneğinizi kanıtladınız. Ancak yolculuğunuz daha yeni başlıyor. Hepinizin fark ettiği ve birçoğunuzun şikayetçi olduğu gibi şu ana kadar sadece bir avuç büyü öğrendiniz ve öğrendiğiniz şeyler de en fazla basit tılsımlardan ibaretti. Bu adaletsizliğin artık sona ereceğini bilmek sizi mutlu edecektir." Öğrencilerden bir tezahürat yükseldi ve Ilsa da bir anlığına onların coşmasına izin verip el işaretiyle susmalarını belirtti. Tiyatro sanatına cidden yeteneği vardı. Öğrenciler de öyleydi gerçi, bu tezahürat heyecanlarını bastıramadıkları için çıkmamıştı. "Ama büyü dediğimiz şey tam olarak nedir?" diye sordu. "Söylemek isteyen var mı?" "Ah, harika," diye mırıldandı Zorian. "Özet dersi." Sınıfta kararsız mırıltılar duyulmaya başlandı ve Ilsa da bir kızı işaret edince kız da "yapılandırılmış sihirler" cevabını verdi. "Aynen öyle, büyüler yapılandırılmış sihirdir. Bir büyü yapmak, belli bir mana yapısı oluşturmaktır. Doğası gereği yapabilecekleri sınırlı olan bir yapı. Bu yüzden yapılandırılmış büyülere aynı zamanda "sınırlı büyüler" de denir. Son iki yıldır yaptığınız ve gereksiz bir iş olduğunu düşündüğünüz şekillendirme egzersizleriniz yapılandırılmamış sihir idi. Teoride yapılandırılmamış sihir her şeyi yapabilir. Niyazlar sadece hayatınızı kolaylaştıran araçlar. Bir baston gibi düşünebilirsiniz. Bir sınırlı büyü yapabilmek, esneklikten ödün verip manayı sadece çok küçük modifikasyonlarla değiştirip katı bir yapıya sokmaktır. Peki neden herkes niyazları tercih ediyor? Devam etmeden önce bir süre bekledi. "İdeal bir dünyada tüm büyüleri yapılandırılmamış hâlde gerçekleştirmeyi ve istediğiniz gibi şekillendirmeyi öğrenebilirdiniz. Ama ideal bir dünyada yaşamıyoruz. Yapılandırılmamış büyü yavaş ve öğrenmesi zorken bizim zamanımız da kısıtlıdır. Ayrıca, niyazlar da çoğu amaç için oldukça iyidir. Harika şeyler yapabilirler. Niyazlar ile başarabildiğiniz şeyler şu ana kadar yapılandırılmamış büyü kullanarak yapılamamıştır. Diğerleri ise..." Cebinden bir kalem çıkarttı ve masaya koyarak Zorian'ın basit bir "meşale" büyüsü olduğunu gördüğü bir büyü yaptı. Kalem hafif bir ışıkla parlayarak odayı aydınlattı. Eh, en azından şimdi sınıftaki perdelerin neden kapalı olduğu anlaşılmıştı. Gündüz vakti ışık büyülerini göstermek oldukça zordu. Bu büyü, geçen sene nasıl yapılacağı öğretildiği için Zorian için yeni bir şey değildi. "'Meşale' niyazı sizin de çoktan biliyor olmanız gereken en basit büyülerden biridir. Şu anda biliyor olmanız gereken ışık yayma şekillendirme egzersizi ile karşılaştırılabilir." Ardından Ilsa, "meşale" büyüsünün, şekillendirme egzersizi ile arasındaki avantajları ile dezavantajlarını ve bunun nasıl yapılandırılmış ve yapılandırılmamış büyü ile alakası olduğunu anlattı. Büyük çoğunluğu Zorian'ın zaten kitaplardan ya da derslerden öğrenmediği bir şey değildi ve Zorian da defterinin kenarlarına çeşitli büyülü yaratıklar çizerek kendini eğlendirdi. Gözünün kenarıyla, Akoja ve birkaç öğrencinin, hocanın dediği her şeyi, hatta geçen seneki defterlerinde zaten yazılı olan özetleri bile delirmiş gibi deftere geçirdiğini görebiliyordu. Kararlılıklarından etkilense mi yoksa bu dar görüşleri yüzünden iğrense mi bilememişti. Ancak bazı öğrencilerin, dersi dinlerken aynı zamanda kalemlerini canlandırıp tüm dersi yazdırdıklarını da görmüştü. Zorian şahsen notları kendi almayı tercih etse de bu büyünün yararlarını anlayabiliyordu, o yüzden sonradan, bunun hangi büyülerle yapıldığını bulmayı hatırlamak için bunu not aldı. Ardından Ilsa, dağıtmayı, yani geçen sene kapsamlı bir şekilde ele aldıkları ve sertifika alabilmek için de yetkin olmak gereken bir konuyu tartışmaya başladı. Açıkçası bu karmaşık ve önemli bir konuydu. Yapılandırılmış bir büyüyü etkili bir şekilde dağıtmak için, her şeye uyan tek bir yöntem yoktu ve kendi büyülerini nasıl dağıtacağını bilmeden yapılandırılmış büyü üzerine çalışmak felaket olabilirdi. Yine de akademi bunu zaten öğrendiklerini düşünüp devam edeceğini düşünebilirdi. Bir noktada Ilsa açıklamasını örneklerle zenginleştirmek istedi ve bir tür çağırma büyüsü yaparak masada seramik kaselerin belirmesini sağladı. Akoja'dan kaseleri herkese dağıtmasını isteyip "nesne uçurma" büyüsü kullanarak onları havada süzdürmemizi istedi. Küçük kızın bisikletini nehirden çıkarmaya kıyasla bu çocuk oyuncağıydı. "Hepiniz kaselerinizi havaya kaldırmayı başarabildiniz demek," dedi Ilsa. "Çok iyi. Şimdi ona ışık giderme büyüsü yapın." Zorian bunu duyunca bir kaşını kaldırdı. Bu ne işe yarayacaktı ki? "Yapsanıza," dedi Ilsa. "Yoksa çoktan nasıl yapılacağını unuttunuz mu?" Zorian hızla birkaç el hareketi yapıp kısa bir niyaz söyleyip kaseye odaklandı. Eşya bir süre havada sallanıp yoğunluğu havadan fazla olan her cisim gibi düştü. Etrafından gelen takırtı seslerini duyunca diğerlerinin de aynı şeyi yaşadığını anladı. Bir açıklama için Ilsa'ya baktı. "Gördüğünüz gibi, 'nesne uçurma' büyüsü, 'ışık giderme' büyüsü ile dağıtılabiliyor. Sizce de oldukça ilginç bir şey değil mi? Büyülü ışıkları söndürmek için tasarlanmış bir büyünün süzülen nesnelerle ne ilgisi var? Gerçek şu ki, genç öğrencilerim, 'ışık giderme' büyüsü, bir büyünün yapısını bozarak onu yok eden genel bir 'aksatma' büyüsünün özelleştirilmiş bir hali. Her ne kadar 'nesne uçurma' için özelleştirilmemiş olsa da yeterli güçle etkili kılmak mümkün." "O zaman neden onu normalce dağıtmamızı söylemediniz?" diye sordu bir kız. "Bu başka bir zamanın konusu," dedi Ilsa duraksamadan. "Şimdilik kasedeki büyüyü dağıttığınız olan şeyleri anlamınızı istiyorum. Bir taş gibi düştü ve büyüyle güçlendirilmiş olmasaydı büyük ihtimalle masaya değdiği anda kırılırdı. Bu, aksatma büyülerinin doğasında olan temel sorundur. Aksatma büyüleri, dağıtma büyülerinin en basit halidir ve teoride bir aksatma büyüsüne yeterince güç aktarırsanız her büyüyü dağıtabilirsiniz, ancak bazen bir büyüyü aksatmak, aksatmadığın zamankinden çok daha kötü sonuçlar doğurabilir. Bu özellikle, yapılırken çok fazla mana yediğinden dağıtıldığında patlayıcı bir etki oluşturan yüksek seviye büyüler için geçerlidir. Ayrıca bu 'yeterli güç' de bir büyücünün sağlayabileceğinin çok üstünde olabilir. Kaselerinizi masanın üstüne koyun ve defterinizden birkaç sayfa yırtıp içine koyun. Zorian, Ilsa'nın ani istediği karşısında biraz şaşırsa da söyleneni yaptı. Her zaman kağıt yırtmayı biraz rahatlatıcı bulmuştu, o yüzden kasesini normalden biraz daha fazla doldurdu ve sonraki talimatı bekledi. "Hepinizden kağıda 'tutuşturma' büyüsü atmanızı, hemen ardından da dağıtmak için ışık giderme büyüsü kullanmanızı istiyorum," dedi Ilsa. Zorian iç geçirdi. Bu sefer ne yaptırdığını anlamıştı ve alevlerin ışık giderme ile sönmeyeceğini biliyordu ama yine de denileni yaptı. Alevler kıpraşmadan yakıtları bitince kendiliğinden söndü. "Görüyorum ki hepiniz tutuşturma büyüsünü kusursuz yapabiliyorsunuz," dedi Ilsa. "Şaşırmam gerek sanırım. Bir şeyleri ısıtmak büyü ile yapması çok kolay şeyler. Isıtmak ve patlatmak. Ama hiçbiriniz alevleri dağıtamadınız. Sizce neden böyle oldu?" Zorian, birkaç öğrencinin cevabı tahmin etmeye çalışmasını dinlerken homurdanarak güldü. Gerçi bu "tahminler" rastgele şeyler söyleyip tesadüfen doğruyu bulmayı ummaktan başka bir şey değildi. Normalde dikkatlerin üzerine düşmesini sevmediğinde sınıfta herhangi bir şey için gönüllü olmazdı, ama bu tahmin oyunu iyice canını sıkmıştı ve Ilsa da biri anlayana kadar cevabı söyleyecek gibi durmuyordu. "Çünkü dağıtılacak bir şey yok," diye bağırdı. "Bu basit bir ateş. Büyü ile başlatılmış ama onun tarafından körüklenmeyen bir şey." "Doğru," dedi Ilsa. "Bu, aksatma büyülerinin bir başka zayıflığı. Mana yapılarını yıksalar da büyünün yol açtığı ancak temelde büyü olmayan şeyleri etkilemez. Bunu aklımızda tutarak, soruya geri dönelim… ” İki saat sonra Zorian biraz hayal kırıklığı içinde, sınıf arkadaşlarıyla tek sıra halinde sınıftan çıktı. Ders sırasında çok az şey öğrenmişti ve Ilsa da ileri şeylere geçmeden önce bir ay temel bilgileri işleyeceğini söylemişti. Sonra da konusu dağıtma olan bir deneme yazısı vermişti. Zorian zaten temelleri iyi kavradığından bu oldukça sıkıcı bir ders olacakmış gibiydi ve elzem niyazlar dersi haftada beş gün, yani her okul günü vardı. Harika. Günün geri kalanı, kalan dört derste ne konular işleneceği gibi şeylerden bahsedilip sadece giriş yaptıklarından olaysız bitmişti. Temel simya ve büyülü eşya yönetimi umut verici görünüyordu ancak diğer iki ders son iki senenin resmen aynısıydı. Zorian, akademinin neden üçüncü senede bile büyü tarihi ve büyü yasaları öğretmeye devam ettiğini anlamıyordu. Tabi amaçları öğrencileri gıcık etmekse başkaydı. Bu özellikle de bu konuda çok hevesli olan, Zenomir Olgai adındaki yaşlı tarih öğretmenleri için böyleydi, adam haftanın sonuna kadar okumaları için ödev olarak 200 sayfalık bir tarih kitabı bile vermişti. Zorian, haftaya kötü başladığını düşünüyordu. * * * Ertesi gün savaş büyüsü ile başlamıştı ve bu ders klasik bir derslik yerine bir eğitim salonunda veriliyordu. Hocaları, Kyron adında eski bir savaş büyücüsüydü. Zorian'ın bu dersin ortalama bir ders gibi olmayacağını anlaması için adama sadece bir kere bakması yetmişti. Önlerinde duran adam ortalama boyda olmasına rağmen sanki taştan oyulmuş gibiydi. Kel, acımasız yüzlü, ve çok ama çok kaslı. Oldukça belirgin bir burnu vardı ve üst kısmı tamamen çıplaktı, geliştirdiği göğüs kaslarını gururla sergiliyordu. Bir elinde bir savaş sopası, diğer elinde ise öğretmenlerin elinden düşürmediği yeşil kitap vardı. Birisi bu adamı Zorian'a tarif etseydi Zorian bunu komik bulabilirdi ama bizzat karşılaşınca hiç de komik görünmüyordu. "Savaş büyüsü bir büyü kategorisi falan değildir," dedi Kyron yüksek, emir verici sesiyle. Öğrencileriyle konuşan bir öğretmenden çok askerleriyle konuşan bir general gibiydi. Bu muhtemelen Zorian'ın gördüğü en sessiz ders olmuştu. Neolu ve Jade gibi boşboğazlar bile sessizdi. "Daha çok büyü yapmanın bir yolu. Savaşta büyü kullanmak için onları hızlıca yapmanız ve rakibinizin savunmasının üstesinden gelmeniz gerekir. Bu yüzden de bunlar şüphesiz çok fazla güç ve büyüleri anında şekillendirme yeteneği gerekir... Bu da demektir ki diğer sınıflarda öğrendiğiniz klasik niyazlar hiçbir işe yaramaz!" Vurgu yapmak için asasını yere vurdu ve sesi eğitim salonu boyunca yankılandı. Zorian adamın, sesini bir şekilde büyü ile güçlendirdiğine yemin edebilirdi. "Bir büyü niyazı en fazla birkaç saniye sürer ve çoğu rakip siz o niyazı bitiremeden sizi gebertir. Özellikle de İfraz Savaşlarının sonrasında, günümüzdeki her aptalın savaş büyücüleri ile etkili savaşabilecek silahları ve eğitimi olduğunu düşünürsek." Kyron elini havaya doğru salladı ve arkasındaki hava parlayarak üstünde şeffaf bir minotor ortaya çıkarttı. Yaratık sinirli görünse de açıkça bir illüzyondu. "Eski büyücüler tarafından kullanılan birçok savaş büyüsü, insanların büyü karşısındaki korkusuna, yabancılığına ve sınırlamalarına güvenir. Bırak bir profesyonel askeri ya da suçluyu, bugün ilkokula gitmiş her çocuk bunun gibi bir illüzyondan korkmaması gerektiğini bilir. Kütüphanede bulacağınız büyülerin ve taktiklerin çoğu köhne şeyler.” Kyron durdu ve düşünerek çenesini ovdu. "Ayrıca, birisi aktif bir şekilde sizi öldürmeye çalışırken büyü yapmaya odaklanmak zordur," dedi pek düşünmeyerek. Kafasını iki yana salladı. "Tüm bunların sonucu olarak da artık kimse savaş büyülerini klasik niyazlar olarak yapmıyor. Onun yerine insanlar, belirli büyüleri daha kolay ve hızlı yapabilmek için tıpkı asamda yazılı olan gibi büyü formülleri kullanıyor. Size savaş büyülerini bunlar olmadan yapmayı öğretmeyeceğim bile, çünkü klasik niyazları savaşta efektif olarak kullanmak yıllarınızı alır. Eğer cidden meraklıysanız kütüphaneden uygun sözleri ve jestleri bulup kendiniz pratik yapabilirsiniz." Ardından herkese bir büyü füzesi asası uzattı ve eğitim salonunun diğer ucundaki kil bebeklere ateş ettirterek, asaların manası tükenene kadar pratik yaptırdı. Zorian, önündeki kızın manasının bitmesini beklerken sopadaki büyüyü inceledi. Bu Zorian eline tam uyan ve iki ucundan da bir değişiklik olmadan tutulabilen -yani füzenin çıktığı yer her türlü kullanıcıya bakmayan taraftı- düz bir odun parçasıydı. Sıra sonunda ona geldiğinde büyü formülü yardımıyla yapılan büyülerin resmen hakaret edici seviyede kolay olduğunu gördü. Çok fazla düşünmesi bile gerekmemişti, sadece sopayı istediği yere doğrultup üstünde biraz mana geçirmişti ve sopa her şeyi kendi kendine yapmıştı. Asıl sorun, "büyü füzesi" Zorian'ın karşılaştığı tüm büyülerden daha fazla mana tüketiyordu ve sadece sekiz atışta mana rezervlerini tüketmişti. Manasız ve bu kadar çabuk tükendiği için biraz hayal kırıklığına uğrayarak Zorian, tembel bir güven ile füze ardına füze ateşleyen Zach'i izledi. Zorian çocuğa bakıp kıskanmadan edemedi. Zach'in kullanmış olduğu mana miktarı rahatlıkla onun maksimumunun üç ya da dört katıydı. Ve Zach yavaşlayacak gibi de durmuyordu. "Eh, ders henüz bitmese de gitmenize izin vereceğim," dedi Kyron. "Bay Noveda hariç hepinizin manası bitti ve savaş büyüsü de tamamen pratikle alakalıdır. Gitmeden önce sizi yeni öğrendiğiniz savaş büyüsünü kendinizi kısıtlayarak ve sorumluluk alarak kullanmanız konusunda uyarmalıyım. Yoksa bizzat peşinize düşerim." Eğer bunu başka bir profesör söylüyor olsa Zorian gülerdi, ancak Kyron cidden bunu yapacak kadar deli olabilirdi. Ardından büyü formülü dersi vardı ve bu ders, savaş büyüsü dersinde kullandıkları odak yardımlarını konu alan bir büyü dalıydı. Bir mum ateşi gibi yer çekimine meydan okuyan, turuncu saçlı genç hocaları Zorian'a, Zenomir Olgai'nin derse karşı olan hevesini hatırlatmıştı. Zorian aslında büyü formüllerini sevmişti ancak Nora Boole'un uygun olduğunu düşündüğü kadar da değil. "Önerilen okumalar" dediği şey 12 farklı kitap içeriyordu ve daha fazla öğrenmek isteyen olursa her hafta ekstra ders verebileceğini söylemişti. Ardından onlara "kısa bir test" (60 soruluk) vermiş ve geçtiğimiz iki seneden ne kadar şey hatırladıklarını ölçmüştü. Ardından sonraki ders için (ki bu yarındı) önerdiği kitaplar listesindeki bir kitabın ilk üç bölümünü okumamızı istediğini söyleyerek dersi sonlandırmıştı. Ondan sonra da günün geri kalanı, bunlara nazaran rahat geçmişti. * * * Zorian gerginlikle kımıldanarak önündeki kapıyı çaldı. Okulun ilk haftası, yine ileri matematik dersinin de aynı heyecanıyla Nora Boole tarafından verildiğini öğrenmek ve daha fazla "önerilen okumalar" ile bir ön test dışında olaysız geçmişti. Buna rağmen Cuma günü gelmişti ve ustasıyla tanışma vaktiydi. "Girin," dedi içeriden bir ses ve Zorian bu sesten bile adamdaki sabırsızlığı hissedebiliyordu, sanki adam daha onu görmeden onun vaktini çalıyormuş gibi. Kapıyı açtı ve cehennem zebanisi gibi bir usta olan Xvim Chao ile yüz yüze geldi. Zorian adamın yüz ifadesinden Xvim'in onu pek umursamadığını anlayabiliyordu. "Zorian Kazinski? Otur lütfen," diye emir verdi Xvim, sorusuna cevap bile beklemeden. Zorian oturduğu anda adamın ona fırlattığı kalemi zar zor yakaladı. "Bana temel üçlünü göster," diye emretti ustası, ikinci sınıfta onlara öğretilen şekillendirme egzersizlerine atıfta bulunarak. Bunu geçmişte duymuştu. Kimse, temel üçlüde, Xvim'i etkileyecek kadar ustalaşamazdı. Harbiden de Zorian kalemi havada uçurmaya başladığı anda onu böldü. "Yavaşsın," dedi Xvim. "Ancak koca bir saniye boyunca konsantre olduktan sonra düzgün bir zihin yapısına geçebildin. Daha hızlı olmalısın. Baştan başla." Baştan başla. Baştan başla. Baştan başla. Ardı ardına bunu deyip durdu ve Zorian buna başladıklarından beridir koca bir saatin geçtiğini fark etti. Kalemi Xvim'in gözüne sokma isteği yerine egzersize odaklanmaya çalışması yüzünden zaman kavramını tamamen yitirmişti. "Baştan başla." Kalem anında, Xvim konuşmasını bile bitirmeden havaya yükseldi. Sadece egzersizle nasıl bundan daha hızlı olabilirdi? Anlına çarpan bir bilye yüzünden konsantrasyonunu kaybetti ve odağı yok oldu. "Odağını kaybettin," diye nasihatte bulundu Xvim. "Çünkü bana bilye fırlattınız!" diye karşı çıktı Zorian, Xvim'in böyle çocukça bir şey yaptığını kabullenemeyerek. "Başka ne olmasını bekliyordunuz?" "Buna rağmen odağını egzersizde tutmanı bekliyorum," dedi Xvim. "Eğer egzersize bu kadar hakim olsaydın böyle küçük bir rahatsızlık seni engellemezdi. Görünüşe göre yine üzücü bir şekilde haklı çıktım: Akademinin müfredattaki yetersizliği bir gelecek vaat eden öğrencinin daha gelişimini engellemiş. Sanırım mana şekillendirmenin temellerinden başlamalıyız. Kusursuzca yapabilene kadar temel üçlünün her birinin üstünden gideceğiz." "Profesör, ben onlarda bir yıl önce ustalaştım zaten," diye karşı çıktı Zorian. Temel üçlüsü ile vaktini harcamıyordu. Bunları pürüzsüzleştirmek için yeterince zaman harcamıştı zaten. "Hayır, ustalaşmamışsın," dedi Xvim, Zorian'ın böyle bir şey söylemesini bile hakaret olarak algılamış gibi. "Bir egzersizi hatasız bir şekilde yapmak onda ustalaştığın anlamına gelmez. Kaldı ki bunu yapmak sabrını ve öfkeni kontrol etmeni de öğretecek ki senin de açıkça bu konularda problemin var. Bu iki beceri, bir büyücü için önemlidir." Zorian'ın dudakları inceldi. Adam onu kasten kızdırıyordu ve Zorian da bundan emindi. Görünüşe göre söylentiler doğruydu ve tüm bu oturumlar koca bir hayal kırıklığı olacaktı. "Havaya yükseltme egzersizi ile başlayalım," dedi Zorian'ın düşüncelerinden habersiz olan Xvim. "Baştan başla." Bu iki kelimeden nefret etmeye başlamıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.