Tekrar Öğrenmenin Anasıdır - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




4   Önceki Bölüm 

           
Zorian'ın gözleri, karnında keskin bir acı patlak verdiğinde fal taşı gibi açıldı. Tüm vücudu sarsılarak üstüne düşen şey karşında iki büklüm oldu ve birden cin gibi uyandı, zihninde tek bir uyuşukluk kırıntısı bile yoktu.
"Günaydın ağabey!" üstünden neşeli, ancak sinir bozucu bir ses duyuldu. "Günaydın, günaydın, GÜNAYDIN!!!"
Zorian şok içinde neler olduğunu anlamaya çalışarak Kirielle'e baktı. Hatırladığı son şey liç'in ona ve Zach'e büyü yapması ve her şeyin karardığıydı. Gözleriyle etrafı tarayıp şüphelerini doğruladı. Cirin'deki odasındaydı. Ama bu çok mantıksızdı. Tüm bunları ölmeden atlattığı için mutluydu ancak en azından hastanede falan uyanmayı beklemişti. Ayrıca böylesine zorlu bir deneyim yaşadıktan sonra Kirielle böyle rahat olmamalıydı; o bile bu kadar düşüncesiz değildi. Ayrıca tüm bu sahne... Ürkütücü bir şekilde tanıdıktı.
"Kiri?"
"N'oldu?"
"Bugün hangi gün?" diye sordu Zorian, korkutucu cevabı zaten biliyordu.
"Perşembe."
Kaşlarını çattı. "Tarihi soruyorum, Kiri."
"Savaş Arabası ayının ilk günü. Bugün akademiye gidiyorsun. Sakın unuttuğunu söyleme," dedi Kirielle ve onu dürttü. Dürtme derken, ciddi anlamda dürtmüştü: cümleyi söylerken kemikli işaret parmağını Zorian'ın yan tarafına saplayıp kaburgalarının arasına doğru ittirmişti. Zorian acıyla inleyip elini tokatladı.
"Unutmadım!" diye bağırdı Zorian. "Sadece..."
Cümlesini bitirmedi. Ona ne söylemesi gerekiyordu? Kendisinin de neler olup bittiği hakkında en ufak bir fikri yoktu ki!
"Ne var biliyor musun," dedi bir süre sessizlikten sonra. "Onu boş ver de üstümden kalkmanın zamanı geldi bence."
Kirielle cevap veremeden Zorian kabaca onu yatağın kenarından attı ve kendi de hemen kalktı.
Yatağının yanındaki çekmeceden gözlüklerini aldı ve odayı detaylıca inceleyerek büyük (ve tatsız) bir şakaya dair herhangi bir şey aradı. Hafızası kusursuz olmasa da eşyalarını, meraklı aile üyelerinin kurcalayıp kurcalamadığını anlamak için özel bir tarzda düzenlerdi. Pek tuhaf bir şey bulamadı, yani bu sahneyi tekrar canlandıran kişi ya kurduğu sistemi biliyordu (ki bu olası değildi) ya da Kiri sonunda Zorian evde değilken onun odasına girmemek konusunda saygılı davranmaya başlamıştı; (ki cehennem donsa bile böyle bir şey olmazdı) kısaca bu oda cidden Cyoria'ya gitmeden önceki halindeydi.
Hepsi bir rüya mıydı o zaman? Bu bir rüya için fazla gerçekti ama. Rüyaları her zaman belirsiz, saçma şeylerdne ibaret olurdu ve uyandığı anda aklından silinirdi. Ama bunlar normal anı gibiydi. Ne konuşan kuşlar ne uçan piramitler ne üç gözlü kurtlar ne de genelde rüyalarında gördüğü sürreal hiçbir şey yoktu. Ayrıca çok fazla şey vardı; koskoca bir aylık bir deneyim sıradan bir rüya için fazla değil miydi?
“Annem seninle konuşmak istiyor,” dedi Kirielle yerdeyken, ayağa kalkmak için pek aceleci durmuyordu. "Ama şey, inmeden önce bana biraz büyü gösterir misin? Lütfen? Lütfeeeen!"
Zorian kaşlarını çattı. Büyü, ha? Düşününce bayağı bir büyü öğrenmişti. Eğer bunların hepsi detaylı bir rüya olduysa öğrendiği onca büyü tamamen sahte olurdu, değil mi?
Ellerini birkaç kez salladı ve birkaç kelime mırıldandıktan sonra ellerini önüne uzattı. Avuçlarının üzerinde bir ışık küresi oluştu.
Hah. Bu detaylı bir rüya değildi o zaman.
"Harika!" diye taşkınlıkla Kirielle ve küreyi parmağıyla dürttü ancak parmağı direkt içinden geçti. Bu şaşırtıcı değildi, sonuçta bu sadece bir ışıktı. Parmaklarını çekti ve merakla sanki bir şeylerin değişmesini bekliyormuş gibi izledi. Zorian zihinsel olarak küreyi odanın etrafında uçurup Kirielle etrafında birkaç tur döndürdü. Evet, büyüyü kesinlikle biliyordu; sadece büyüyü yapma sürecini ezberlemekle kalmamış aynı zamanda pratikle kazandığı kontrolünü de kaybetmemişti. Peygamber bile olsan basit bir görüşten böyle şeyler öğrenemezdin.
"Biraz daha! Biraz daha!" diye talep etti Kirielle.
"Ah, hadi ama, Kiri," diyerek iç geçirdi Zorian. Şu an onun maskaralıklarıyla uğraşacak havada değildi. "İstediğini yaptım işte. Git eğlenecek başka bir şeyler bul."
Kirielle surat astı ancak Zorian artık bu tarz şeylere tamamen bağışıklık kazanmıştı. Ardından bir anlığına kaşlarını çattı ve birden bir şey hatırlamış gibi doğruldu.
Bir dakika...
"Hayır!" Zorian bağırdı ancak çok geç kalmıştı bile. Kiri çoktan banyoya koşmuş ve kapıyı arkasından kapatmıştı. "Of be Kiri, neden şimdi yapıyorsun bunu? Neden ben uyanmadan önce yapmıyorsun?"
"Yazık sana," diye cevapladı.
Zorian alnı kapıya çarpana kadar eğildi. "Ne olacağını bildiğim hâlde yine bu numarayı yedim."
Kaşlarını çattı. Gerçekten ne olacağını biliyordu. Bu "gelecekteki anıları" her neyse oldukça güvenilir gibilerdi. Cyoria cidden yaz festivali sırasında saldırıya mı uğrayacaktı yani? Bu konuda ne yapmalıydı? Bu konuda ne yapabilirdi? Kafasını iki yana sallayıp odasına geri döndü. Kendisine ne olduğu hakkında daha fazla şey öğrene kadar bu soruyu düşünmeyecekti bile. Biraz mahremiyet kazanmak için kapısını kilitledi ve yatağına oturdu. Düşünmesi gerekiyordu.
Pekala. Şimdi... Koca bir ay boyunca okulda yaşamıştı ve... bir şeyler olmuş... sonra da o bir ay yaşanmamış gibi Cirin'deki odasında uyanmıştı. Olaya büyü girse bile bu mantıksızdı. Zaman yolculuğu imkansızdı. Odasında bu konuyu detaylıca ele alan bir kitap yoktu ancak konudan bahseden tüm kitaplar bunun imkansız olduğu konusunda hemfikirdi. Boyutsal büyü bile sadece zamanı bükebilirdi, yani ya hızlandırır ya da yavaşlatırdı. Bu, büyücülerin, büyünün sınırlarının ötesinde olduğunu kabul ettiği az sayıda şeylerden biriydi.
Ee o zaman onun yaşadığı neydi?
Odasında "sahte" bir zaman yolculuğu yaptırabilecek bir büyü aramak için kitaplarına gömülmüştü ki düşünceleri kapının çalmasıyla bölündü ve birden hala annesinin onunla konuşmak istediğini ve şu anda üstünde hala pijamalarının olduğunu hatırladı. Hızla üstünü değiştirip kapıyı açtığında karşısında iki kadının onu incelediğini gördü ve bu iki kadından yalnızca birisi annesiydi.
Neredeyse Ilsa'ya ismiyle hitap edecekti ancak kendini son anda durdurdu.
"Akademiden bir öğretmen seninle konuşmaya gelmiş," dedi annesi, memnuniyetsiz bakışlarından Ilsa ayrıldığında onu fırçalayacağı barizdi.
"Merhabalar," dedi Ilsa. "Ben Cyoria'nın Büyü Sanatları Kraliyet Akademisi'nden Ilsa Zileti. Ayrılmadan önce sizinle bazı konular hakkında konuşmayı umuyordum. Pek uzun sürmez."
"Elbette," dedi Zorian. "Iı, nerede..."
"Odanız yeterli olur," dedi Ilsa.
"Size içecek bir şeyler hazırlayayım," dedi annesi ayrılmak için bahane bularak.
Zorian, Ilsa'nın masaya çeşitli kağıtlar (bunlarla ne yapıyordu ki bu kadın?) çıkarmasını izleyip nasıl davranması gerektiğini düşündü. Gelecekteki anıları gerçekse, belgeyi ona tam...
Evet, aynen böyle. Önceden ne olacağını bilmek garipti.
Zorian rol icabıyla, manasını aktarmadan önce parşömen tomarını bir süre inceledi. Tam olarak hatırladığı gibiydi: Kaligrafi, süslü resmi cümleler, belgenin altındaki ayrıntılı arma... Zorian birden üstüne bir korku dalgası çöktüğünü hissetti. Neye bulaşmıştı böyle? Ona ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu, ama bu her neyse büyük bir şeydi. Çok büyük bir şey.
Bu çıkmazından Ilsa'ya bahsedip ondan tavsiye almak istedi ama kendini tuttu. Bu yapılabilecek en mantıklı şey gibiydi -yani, onun gibi tam eğitim almış bir büyücü ondan çok daha nitelikliydi- ama ona ne söyleyecekti ki? Henüz gerçekleşmemiş şeyleri hatırladığını mı? Evet, bu da çok iyi anlaşılırdı zaten! Ayrıca, gelecekteki anılarının içeriği göz önünde bulunursa, Cyoria'ya yapılacak olan istilayı onun sayesinde önceden öğrenirlerse tutuklanabilirdi. Sonuçta onun bu şaşırtıcı bilgiyi bilmesi için düşmandan iltica olmuş biri olması, tuhaf bir zaman yolcusu olmasından çok daha mantıklıydı.  Bilgi almak için ona işkence edebilecek hükümet ajanlarını düşündüğünde titredi.
Hayır, şimdilik bunları kendine saklamak en iyi seçenekti.
Bu yüzden de Zorian önlerindeki 10 dakika boyunca Ilsa ile ilk etkileşimini tekrar yaşadı ve farklı şeyler seçmenin mantığı olmadığını düşündü. Seçtiği şeyleri seçme nedenleri, gelecekteki anılarındaki kadar mantıklıydı. Ama bu sefer Xvim hakkında Ilsa'ya karşı çıkmamıştı, çünkü zaten tartışmanın gereksiz olduğunu biliyordu. Aynı zamanda tuvalet molası da istememişti çünkü çoktan hangi seçmeli dersleri seçmesi gerektiğini biliyordu. Ilsa, onun bu kararlılığına karşı kayıtsız görünüyordu, görünüşe bakılırsa o da her şeyi çabucak halletmek istiyordu. Zaten neden kararlı olmasına şaşırsın ki? Onun aksine bu karşılaşmaya dair gelecekten gelmiş hatıraları yoktu sonuçta. Şu ana kadar onu tanımıyordu bile lan!
Zorian iç geçirdi ve başını iki yana salladı. Cidden gerçek anılar gibilerdi ve onları görmezden gelmek çok zordu. Bu uzun bir ay olacaktı.
"İyi misiniz, Bay Kazinski?"
Zorian, Ilsa'nın neden ona bunu sormuş olduğunu merak ederek kadına baktı. Ilsa'nın ellerine baktığını gördü; çok kısa sürmüştü ama Zorian bunu fark etmişti. Elleri titriyordu. Ellerini sıkıp derin bir nefes aldı.
"İyiyim," dedi Zorian. Birkaç saniye boyunca rahatsız edici bir sessizlik çöktü, Ilsa'nın onu incelemeye devam ederken son konuşmalarını yapmayı pek istemiyor gibiydi. "Bir soru sorabilir miyim?"
"Elbette," dedi Ilsa. "Bu yüzden buradayım ya."
"Zaman yolculuğu hakkında ne düşünüyorsunuz?"
Bu soru açıkça onu şaşırtmıştı, büyük ihtimalle bu soru beklediği en son -ya da en azından listesinin en altlarında-  soru olduğu içindi.  Kendini çok hızlı toparlamıştı ama.
"Zaman yolculuğu imkansızdır," dedi Ilsa sertçe. "Zaman yalnızca genişletilebilir ya da sıkıştırılabilir. Atlanamaz yahut tersine döndürülemez."
"Neden?" diye sordu Zorian, cidden merak ediyordu. Zaman yolculuğunun imkansızlığı hakkında daha önce hiçbir açıklama görmemişti, gerçi bunun sebebi şu zamana kadar bu konu hakkında pek ilgisi olmaması olabilirdi.
Ilsa iç geçirdi. "Açıkçası ben de detayları hakkında pek bilgili değilim ama en iyi teoriler zamansallık akıntısına karşı gitmenin imkansız olduğunu gösteriyor. İmkansızdan kasıt, 'kare bir daire çiz' gibi bir imkansızlık, 'tek zıplamayla okyanus geçmek' gibi bir imkansızlık değil. Zaman nehri yalnızca bir yöne akar. Ayrıca, geçmişte bu konuda sayısız girişimde bulunuldu ve hepsi başarısızlıkla sonuçlandı." Ona keskin bir bakış attı. "Yeteneklerini bir aptalın yapacağı gibi bu konu hakkında harcamamanı umuyorum."
"Sadece merak ettim," diye kendini savundu Zorian. "Büyünün kısıtlamalarına dair bir bölüm okuyordum ve yazarın neden zaman yolculuğunun imkansızlığından emin olduğunu merak ettim, o kadar."
"Artık biliyorsun," dedi Ilsa ayağa kalkarak. "Eğer başka bir şey yoksa, gitmem gerekiyor. Pazartesi günkü ders sonrasında sorularını cevaplamaktan mutluluk duyarım. İyi günler dilerim."
Zorian onun gitmesini ve kapıyı kapatmasını izledi, ardından yatağa çöktü. Kesinlikle uzun bir ay olacaktı.
* * *
İlk defa bir tren yolculuğu Zorian'ı uyutmamıştı. Annesi onu fırçalamaya kalktığında onu hassas konulara değinerek kışkırttı ve bunun detaylı bir illüzyon olmadığını anladı, tabi illüzyonu yapan kişi çok ailesinin tuttuğu hassas sırları bilen biriyse başkaydı. Ayrıca bu, bir tür halüsinasyon olması için fazla berraktı. Şu anda anlayabildiği kadarıyla cidden zamanda geriye yolculuk etmişti. Tren yolculuğunun çoğunu, defterine hatırlayabildiği şeyleri yazarak geçirmişti. Hatıralarının yakın zamanda kaybolacağını düşünmüyordu ancak bu, bazı zamanlarda gözden kaçırabileceği detayları anlamasında ve düşüncelerini organize etmesinde yardım ediyordu. Tüm bu karışıklığın arasında Kiri'nin yatağının altındaki kitaplarını almayı unuttuğunu fark etti ama bunun pek bir önemi olmadığına karar verdi. Eğer dersler geçen seferki gibi olacaksa ilk ayda onlara ihtiyacı olmayacaktı.
Sorun kesinlikle liç'in Zach'e ve kendisine attığı son büyüydü, Zorian bundan emindi. Asıl sıkıntı şuydu ki Zorian'ın o büyünün ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Söylediği sözler bile yabancıydı. Standart büyüler temel olarak Ikosian dilindeki kelimeleri kullanırdı ve Zorian sadece kullanıcının mırıltılarını dinleyerek bir büyünün genel hatlarını anlayacak kadar Ikosian biliyordu, ama liç'in büyüsünde kullandığı dil tamamen farklıydı. Neyse ki Zorian'ın iyi bir hafızası vardı ve liç'in söylediklerinin çoğunu hatırlıyordu, bu yüzden defterine fonetik olarak yazmıştı. Büyü büyük ihtimalle çok üst düzey olduğundan ve onun gibi bir ilk çember büyücüsünden saklandığından şu anki seviyesinde o büyüyü bulamayacağından emindi, ancak dili tanımlamaya ve akademinin kütüphanesinde düzgün bir sözlük bulmaya çalışacaktı.
Bir diğer ipucu da Zach'in kendisiydi. Herif bir liç -kahrolası bir liç lan!-  ile yenik düşmeden birkaç dakika savaşabilecek seviyeydi. Liç onunla oynasa bile bu oldukça etkileyiciydi. Zach, Zach'i en az bir 3. çember büyücüsü ile, hatta daha bile yukarıdaki biri ile eşit kefeye koyabilirdi. Bu herif akademi öğrencilerinin arasında ne yapıyordu o zaman? Zach ile ilgili kesinlikle garip bir şey vardı ancak Zorian'ın daha fazla bilgi toplamadan onunla yüzleşme gibi bir niyeti yoktu. 'Bizi öğrendiğine göre seni öldürmek zorundayız' tarzı bir şey olabilirdi sonuçta. Noveda'nın varisinin etrafında dikkatli davranmalıydı.
Zorian not defterini kapattı ve elini saçlarında gezdirdi Ne kadar düşünürse düşünsün tüm bu olanlar deliceydi. Cidden geleceğe dair anıları mı vardı yoksa tertemiz delirmiş miydi? Her iki olasılık da korkutucuydu. Böyle bir olayla kendi başına başa çıkabilecek yetenekte değildi ancak bir tımarhaneye ya da sorgu odasına kapatılmadan diğer insanlardan nasıl yardım alabileceğini bilmiyordu.
Bunu daha sonra düşünmeye karar verdi. Mesela yarın gibi. Tüm bu olanlar çok tuhaftı ve bir şeye karar vermeden önce uyuması gerekiyordu.
"Pardon, burası boş mu?"
Zorian konuşan kişiye baktı ve bir saniye düşündükten sonra kim olduğunu anladı. Korsa'da durduklarında kompartımanına gelen yeşil balıkçı yakalı kıyafet giyen kız. Elbette geçen seferinde izin istemeye zahmet etmemişti. Ne değişmişti ki? Ah, önemi yoktu. Asıl önemli olan geçen sefer kısa süre sonra dört diğer kızın geldiğiydi. Oldukça gürültülü, pis kızlar. Tren yolculuğunu bir kez daha onların dırdırlarını dinleyerek geçirmesine imkan yoktu...
"Evet," diye başıyla onayladı. "Hatta ben de tam gidiyordum. Korsa'dayız değil mi? İyi günler, hanımefendi."
Ardından hızlıca bavulunu alıp kızı kaderine terk ederek başka bir kompartıman aramaya gitti.
Belki de bu geleceğe dair anıları çok da kötü değildi.
* * *
Bam!
"Hamam Böceği!"
Bam! Bam! Bam!
"Hamam Böceği, aç lan şu lanet kapıyı! İçeride olduğunu biliyorum!"
Zorian yatağında yuvarlanıp homurdandı. Taiven bu kadar erken ne yapıyordu be? Ama bir dakika... Şifoniyerindeki saati kapıp baktığında... onun erken gelmediğini, sadece öğleden sonraya kadar uyuduğunu fark etti. Hah. Tren istasyonundan direkt olarak akademiye gittiğini ve odasına vardıktan birkaç dakika sonra uyuduğunu çok net hatırlıyordu, ama yine de aşırı uyumuştu. Görünüşe göre ölmek ve geçmişte tekrar uyanmak yorucu bir işti.
Bam! Bam! Bam! Bam! Bam!
"Geliyorum be geliyorum!" diye bağırdı Zorian. "Kapıya vurmayı kes artık!"
Doğal olarak da kapıya daha da coşkuyla vurmaya devam etti. Zorian elini yüzünü düzeltip kapıya yürüdü. Kapıyı açarak Taiven'e soluk bir bakış attı.
...ve o da bunu görmezden geldi.
"Sonunda!" dedi. "Niye bu kadar uzun sürdü?!"
"Uyuyordum," diye hırıldadı Zorian.
"Cidden mi?"
"Evet," dedi.
"Ama-"
"Yorgundum," diye sözünü kesti Zorian. Çok yorgun hem de. Ayrıca sen neyi bekliyorsun? Girsene içeri."
Aceleyle içeri girdi ve Zorian onunla yüzleşmeden önce bir süre kendini toparladı. Gelecekteki anılarında, kanalizasyon görevini reddettikten sonra onu hiç ziyaret etmişti, ki bu da Taiven'in onun gözündeki "arkadaşlık" ilişkisini oldukça iyi özetliyordu. Ama şimdiye kadar Zorian da onu pek düşünmemişti, o yüzden onu yargılayacak son kişiydi. Her durumda, göreve katılmak konusunda anılarınkinden bile daha az istekliydi. Bu sefer ilgilenmesi gereken çok daha önemli işleri vardı ve göreve dair endişesi hala geçen seferkinden daha az değildi. Bu yüzden de onu kovma konusunda daha istekli olduğundan onu ayrılmaya ikna etmesi sadece bir saat sürmüştü.
Bunu hallettikten sonra hemen kütüphaneye doğru yola çıktı ve yolda da kısa bir atıştırmalık açmak için bir fırına uğradı. Kütüphaneye vardığında zaman yolculuğu konusunda kitaplar arayıp liçin büyüsünde kullandığı dili tanımlamaya çalıştı.
Bunu hayal kırıklığı olarak adlandırmak, hafife almak olurdu. Zaman yolculuğu hakkında hiç kitap yoktu. Bu konu, imkansız olduğundan ciddi bir çalışma olanı olarak kabul edilmiyordu. Hakkında yazılmış az sayıda şey de tamamen farklı konulardaki sayısız cildin arasındaki işaretsiz başlıkların ve paragrafların altındaydı.  Bu dağınık bilgileri birleştirmek inanılmaz bir işti ve pek de ödüllendirici değildi, zira hiçbiri bu gelecekten gelen anılarını çözme konusunda işe yaramıyordu. Liç'in dilini bulmak daha da hayal kırıklığına uğratmıştı çünkü bırak dediklerini çevirmeyi, hangi dil olduğunu bile bilememişti.
Tüm hafta sonunu kütüphanedeki metinleri karıştırarak geçirdi ancak bir şey bulamadı ve sonuca ulaşamadığını görünce en nihayetinde vazgeçti. Ayrıca kütüphane çalışanları, seçtiği kitapları duyunca tuhaf bakışlar attığından dolayı hakkında kötü söylentiler çıkartmaya başlamıyordu. Okul başladığında Zach'i neler olup bittiğini anlatmaya ikna edebilmeyi umdu.
* * *
"Geç kaldın."
Zorian, sessizce düşünürken Akoja'nın sert yüzüne baktı. O olaylı geceden sonra herhangi bir drama ile uğraşmak zorunda kalmayacağından mutluydu -en az hala hayatta olduğu için mutlu olduğu kadar hem de- ancak o öfke patlamasının ne olduğunu merak etmeden edemiyordu. Ona aşıkmış gibi durmuyordu, neden onun bu yorumu ona öylesine ağır gelmişti?
"Ne?" diye sordu Akoja ve Zorian ona biraz uzun süredir baktığını fark etti. Eyvah.
"Ako, sınıfın yarısı bile burada değilken mi bunu söylüyorsun?" diye sordu.
"Çünkü onların aksine senin beni dinleme ihtimalin var," diye itiraf etti Akoja. "Ayrıca senin gibi biri diğer öğrencilere örnek olmalı, onların seviyesine inmemeli."
"Benim gibi biri mi?" diye sordu Zorian.
"İçeri gir işte," dedi gıcık olmuş bir tonla.
Zorian da iç çekip içeri girdi. İşleri olduğu gibi bırakmak büyük ihtimalle en iyi seçenekti; ilgilenmesi gereken başka problemleri vardı ve Akoja da zaten zevkine göre fazla kural bağımlısıydı.
Sınıfa girdiğinde ne olması gerektiğini bekleyeceğini bilmiyordu. Herkes yaptığını bırakıp ona mı bakacaktı? En azından o zaman bu senenin ilk dersine ikinci kere katıldığı halde kendine güveninin olmamasının bir sebebi olurdu. Ama elbette böyle bir şey yapmadılar. Bu onların ikinci seferi değildi ve onların fark edeceği kadar düzensiz bir şeyi de yoktu. Rahatsızlığını kafasından atarak sınıfın arka tarafına okuyup, yeni gelenlere bakarak Zach'i bekledi. Onun tüm bunlarla bir şekilde bağlantılı olduğundan emindi ve bu gizemli çocuk, Zorian'ın kendisine neler olduğunu anlamasındaki en iyi şanstı.
Briam'ın büyülü hayvanı olan alev ejderi sinirlenip Briam'ın yanındaki oturmuş, korkan kişiyi sınıf boyunca kovalayınca biraz kargaşa oluşmuştu ama Briam kısa sürede onu sakinleştirdi. Görünüşe göre bu büyülü sürüngen, o talihsiz çocuğu Zorian'ı sevdiğinden bile az sevmişti. Her durumda, kısa süre sonra Ilsa geldi ve ders başladı.
Zach gelmemişti.
Zorian tüm dersi olayın şokuyla geçirdi. Zach neredeydi lan? Şu ana kadarki her şey neredeyse anılarındaki gibi olmuştu ve Zach'in olmaması ilk büyük sapmaydı. Bu Zach'in kesinlikle bu çılgınlıkla bir bağlantısı olduğu ihtimalini güçlendiriyordu, ancak bu aynı zamanda Zorian'ın ona erişememesi demekti.
Bu tekrar dersini bir ay önce zaten gördüğü için bu seferki ders çok daha sinir bozucu olmuştu. Görünüşe göre Ilsa diyeceklerini önceden hazırlamıştı, zira sınıf aklındakilerle neredeyse aynı geçmişti. Tek fark Zach burada olmadığından Ilsa'nın sorusunu cevaplarken Akoja ile kapışamamıştı.
Dönüp baktığında her şeyi nasıl aslında çok açık olduğunu görmek komikti. Zach daha ilk dersten tuhaf davranmaya başlamıştı ama Zorian farkına bile varmamıştı. Elbette, Zach'in soruyu cevaplamak için gönüllü olması pek onun karakterine uymuyordu, ama mantıksız bir şey de değildi. Zaten bir tekrar dersiydi ve sertifika almaları için bunları bilmeleri gerekirdi. İnsanların Zach'in ani gelişiminin ne kadar fazla olduğunu anlaması iki hafta sürmüştü.
Çok fazla soru vardı, ancak cevaplar çok azdı. Şu anda sadece Zach'in yakın zamanda ortaya çıkmasını umuyordu.
* * *
Zach ne o gün ne ertesi gün ne de ondan sonraki gün sınıfa gelmişti. Cuma gününe kadar Zorian çocuğun ortaya çıkmayacağından emin olmuştu. Benisek'e göre Zach, Zorian'ın Cyoria'dan buraya geldiği gün aniden aile konağından kaybolmuştu ve o günden bu yana kimse onu görmemişti. Zorian, çocuğu bulmak için tutulan dedektiflerin yapamayacağı bir şey yapabileceğini düşünmüyordu ve onu sorgulayarak da üstüne dikkat çekmek istemiyordu o yüzden Zach'in sırrını şimdilik rafa kaldırdı.
En azından okulu iyi gidiyordu. Önceden bildikleri sayesinde Nora Boole'nin sürpriz testini resmen yok etmişti ve herhangi bir konuya çok çalışması bile gerekmiyordu. Aklındakileri tazeleyecek küçük bir tekrar her şeye yetiyordu. Korumalar dersi asıl anlamda başladığı zaman bu büyük ihtimalle değişecekti ancak şimdilik yaklaşan yaz festivali ve saldırı hakkında ne yapacağını düşünmek için yeterince boş zamanı vardı.
Ne yazık ki Zach'in yokluğunda Zorian, elindeki ipuçlarıyla sürekli çıkmaza çıkıyordu ve nasıl ilerleyeceği hakkında hiçbir fikri yoktu.
"Girin."
Zorian Xvim'in ofisinin kapısını açtı ve adamın meydan okurmuş gibi duran bakışlarıyla karşılaştı. Zach'in olmayışı hariç şimdiye kadarki "gelecek anıları"na oldukça güveniyordu, o yüzden bunun da hayal kırıklığıyla dolu bir egzersiz olacağını biliyordu. Bu buluşmalardan kaçınmak ona cazip gelmişti ancak Ilsa'nın onu kanatları altına alma isteğinin, hocasının karşısında gösterdiği peygamber sabrı olduğunu düşündüğünden vazgeçti. Ayrıca bunu yaparsa Xvim'e de iyilik etmiş olacağını düşünüyordu, çünkü Zorian geçen sefer adamın zorla onu bıraktırmaya çalıştığını düşünmüştü, ancak Zorian bunu yapmayacak kadar kindardı. İzin istemeden oturdu ve adamın, bu kaba hareket karşısında bir şey dememesi onu hayal kırıklığına uğrattı.
"Zorian Kazinski?" diye sordu Xvim. Zorian başıyla onayladı ve adamın ona fırlattığı kalemi havada tuttu, bu sefer bunun olacağını bekliyordu zaten.
"Bana temel üçlünü göster," diye emir verdi adam bu el göz koordinasyonu başarısına hiç şaşırmayarak.
Anında, ekstra bir derin nefes bile almadan, Zorian avucunu açtı ve kalem adeta avucundan havaya uçtu.
"Döndür," dedi Xvim.
Zorian'ın gözleri genişledi. 'Baştan başla'ya ne olmuştu? Bu girişimi son buluşmalarındakinden daha iyi değildi ve Xvim o gece her zamanki gibi, sadece "baştan başla" demişti. Şimdi ne değişmişti peki?
"İşitme problemin mi var?" diye sordu Xvim. "Döndür!"
Zorian anılarından çok önündeki derse odaklanması gerektiğini fark ederek gözlerini kırptı. "Ne? 'Döndür' ne demek? Bu temel üçlünün parçası değil ki?.."
Xvim abartılı bir iç geçirdi ve bir başka kalem alıp kendi avucunun üstünde havaya kaldırdı. Fakat Zorian'ınkinin aksine Xvim'in kalemi bir pervane gibi dönüyordu.
"Onu... nasıl yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yok," diye kabullendi Zorian. "Derslerde bunu nasıl yapacağımızı öğretmediler."
"Evet, verilen derslerin kötülüğü resmen suç," dedi Xvim. "Bir uçurma egzersizinin bu kadar basit bir varyasyonu, sertifikalı bir büyücünün yapamayacağı bir şey olmamalı. Ne olursa olsun, biz diğer konulara geçmeden önce bu eksikliği gidereceğiz."
Zorian iç geçirdi. Harika. Xvim "ustalaşma" kelimesinin anlamını değiştirip duruyorsa kimsenin Xvim'in temel üçlüsünde ustalaşmadığına şaşmamalıydı. Büyük ihtimalle temel üçlünün her birinin, öğrenmesi on yıllar alacak yüzlerce küçük varyasyonu vardı, o yüzden kimsenin iki yıl boyunca hepsini öğrenmemesi şaşırılacak bir şey değildi. Özellikle de Xvim'in "ustalaşma"dan kastına bakılırsa.
"Devam et," diye ısrar etti Xvim. "Başla."
Zorian avucunun üstünde uçan kaleme yoğun bir şekilde odaklandı ve bunu nasıl yapacağını düşündü. Nispeten basit olmalıydı. Kalemin ortasına bir denge noktası oluşturmalı ve kalemin uçlarına baskı yapmalıydı, değil mi? En azından aklına ilk gelen düşünce buydu. Tam kalemi birazcık hareket ettirmişti ki alnına tanıdık bir objenin çarptığını hissetti.
Zorian Xvim'e bakarak adamın kahrolası bilyelerini unuttuğu için içinden kendine küfretti. Xvim, Zorian'ın avucunun üzerinde asılı duran kaleme baktı.
"Odağını kaybetmedin," diye belirtti Xvim. "Güzel."
"Bana bir bilye attınız," diye suçladı Zorian.
"Acele etmeni sağlıyordum," dedi Xvim, sesinde pişmanlık yoktu. "Çok yavaşsın. Daha hızlı olman gerek. Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı! Baştan başla."
Zorian iç geçirdi ve görevine geri döndü. Evet, kesinlikle hayal kırıklığıyla dolu bir egzersiz.
* * *
Egzersize olan yabancılığı ve Xvim'im sürekli olarak onu bölmesi yüzünden Zorian dersin sonunda yalnızca kalemi sallayabilir duruma gelmişti, ki bu da biraz... Aşağılayıcıydı. Ortalamanın üstündeki şekillendirme becerileri onu kendi seviyesindeki büyücülerden ayıran birkaç şeyden biriydi ve Xvim'in sabotaj girişimlerine rağmen daha iyi yapabileceğini düşünmüştü. Neyse ki akademi kütüphanesinde egzersizi detaylı anlatan bir kitap vardı, o yüzden sonraki haftaya kadar ustalaşmayı umdu. Eh, Xvim'in istediği tarzda bir ustalaşma değil tabii, ama en azından Xvim ile olan sonraki oturumundan önce ne yapacağını bilmek istiyordu.
Elbette normalde böylesine dandik bir şekillendirme egzersizi için bu kadar efor sarf etmezdi ama şu anda dikkat dağıtıcı şeylere ihtiyacı vardı. Başlarda, zaman yolculuğu durumları o kadar saçma geliyordu ki sakin kalıp kendini toparlamayı oldukça kolay buldu. Bir tarafı tüm bunların rüya içinde rüya falan olduğunu düşünüyordu ve bir gün uyanıp hiçbir şey hatırlamamayı bekliyordu. Yaşadığı durum barizleştikçe bu tarafı gitgide panikliyor ve tedirginleşiyordu. Ne yapması gerekiyordu? Zach'in gizemli yokluğu işleri çok zorlaştırıyordu ve paranoyasını körükleyerek işgali birilerine anlatmak konusunda isteksiz hale getiriyordu. Zorian başkalarını inanılmaz düşünen biri değildi ve birkaç kişiyi kurtaracak diye kendini batırmayı istemiyordu. Geleceğe dair anıları ne olursa olsun, bu özünde ona yaşaması için verilmiş ikinci bir şanstı, zira anılarının sonunda öldüğünden oldukça emindi, ve bu şansı boşa harcamaya niyeti yoktu. Şehri tehdit eden tehlikeye karşı insanları uyarmanın etik olarak görevi olduğunu düşünse de kendi hayatını ya da itibarını yok etmeden bunu yapmanın bir yolu yoktu.
Aklına gelen en basit fikir olabildiğince fazla insanı uyararak uyarıları ciddiye aldıklarını sağlamak ve bunu yüz yüze yapmaktı, çünkü yazılı uyarılar, yüz yüze konuşmanın aksine çok daha rahat göz ardı edilebiliyordu. Ne yazık ki bu da saldırı gerçekleşene kadar onu bir deli gibi gösterecekti. Tabii ki bir saldırı olursa. Ya saldırganlar planları ortaya çıktı diye dikkat çekmemeye karar verip saldırmazlarsa? Ya iş işten geçene kadar kimse onu ciddiye almaz, sonra da sorumlulukları kendilerinden uzaklaştırmak için günah keçisi olarak onu seçerlerse? Ya uyardığı insanlardan biri komploculardan biriyse ve başkalarına söyleyemeden onu öldürürse? Ya öyle, ya böyle... Çok fazla "ya" vardı. Ve bu "ya"ların birinin Zach'in kaybolması ile ilgili olabileceğine dair bir düşüncesi vardı.
Tüm bu takıntılarının sonucu olarak anonim kalma fikri gün geçtikçe ona daha cazip geliyordu. Sorun, işin içine büyü girince iz bırakmadan insanlara mesaj göndermekti. Kehanet büyüleri çok güçlü değildi ancak Zorian onların sınırları hakkında yalnızca akademik bilgiye sahipti ve alacağı önlemler büyük ihtimalle usta bir kehanetçiyi uzak tutamazdı.
Zorian iç geçirdi ve tarih öğretmenin coşkulu dersini tamamen görmezden gelerek defterine geçici bir plan çizmeye başladı. Kime ulaşacağını, mektuba ne yazacağını ve izlenmeyeceğinden nasıl emin olacağını bulması gerekiyordu. Hükümetin, yasal infazlardan kaçmaya dair olan kitapların basılmasına izin verdiğinden şüpheliydi ancak yine de bu konu hakkında bir şey var mı diye kütüphaneyi kontrol edecekti. Kendini, kendine verdiği göreve o kadar kaptırmıştı ki dersin bittiğini bile zar zor fark etmişti, herkes toplanıp sınıftan çıkarken o çılgınca defterini karalıyordu. Benisek'in omzunun üzerinden baktığını kesinlikle fark etmemişti.
"Ne yapıyorsun?"
Benisek konuşmaya başladığı anda Zorian refleks olarak kitabını sertçe kapattı ve çocuğa pis pis baktı.
"Başkalarının omzunun üstünden bakmak kaba bir hareket," diye uyardı Zorian.
"Bakıyorum heyheylerin üstünde," diyerek gülümsedi Benisek ve yakınlardaki bir masadan bir sandalyeyi yüksek sesle sürükledi. "Korkma, bir şey görmedim."
"Görmeye çalıştın ama," diye belirtti Zorian. Benisek'in sırıtışı daha da genişledi. "Ne istiyorsun ki?"
"Sadece biraz konuşmak," dedi Benisek omuz silkerek. "Bu sene çok içine kapanıksın. Yüzünde hep sinirli bir ifade var ve daha senenin başında olmamıza rağmen hep meşgulsün. Sıkıntının ne olduğunu bilmek istedim."
Zorian iç geçirdi. "Bu bana yardım edebileceğin bir konu değil, Ben..."
Benisek boğuk bir ses çıkarttı, Zorian'ın dediğine açıkça sinirlenmişti. "Ne demek yardım edebileceğim bir konu değil?! Ben kız meselelerinde uzmanımdır oğlum."
Boğuk ses çıkarma sırası şimdi Zorian'a gelmişti. "Kız meseleleri mi?!"
"Ah, hadi be oğlum," diye güldü Benisek. "Sürekli dikkatin dağınık. Dersin ortasında düşüncelere dalıyorsun. Gizli mektuplar gönderme konusunda planlar da yapıyorsun. Çok bariz be oğlum! Ee, şanslı kızımız kim?"
"Şanslı kız falan yok," diye hırladı Zorian. "Ayrıca hani bir şey görmemiştin?"
"Bak, bence anonim mektuplar göndermek iyi bir fikir değil," dedi Benisek, Zorian'ın dediklerini tamamen görmezden gelerek. "Bu çok... Birinci sınıfların yapacağı tarzda bir şey. Gidip direkt hislerini söylemelisin."
"Bunun için vaktim yok," diye iç geçirdi Zorian ve sandalyesinden kalktı.
"Hey, hadi ama..." diye karşı çıktı Benisek peşinden giderek. "Biri bunu sana daha önce söyledi mi bilmiyorum ama çok çabuk küsen bir adamsın be oğlum! Ben sadece..."
Zorian onu görmezden geldi. Cidden şu anda bununla uğraşmaya ihtiyacı yoktu.
* * *
Geriye dönüp baktığında Zorian, Benisek'i tamamen görmezden gelmenin iyi bir fikir olmadığını bilmeliydi. Sınıfın çoğunun Zorian'ın birine aşık olduğunu "öğrenmesi" yalnızca 2 gün sürmüştü ve bu yüksek sesli spekülasyonları inanılmaz can sıkıcıydı. Dikkat dağıtıcılığından bahsetmiyordu bile. Yine de bu dedikodulara dair hoşnutsuzluğu, Neolu bir gün yanına gelip ona "işine yarayabilecek kitaplar listesi" verdiğinde yok olmuştu. Listeyi yakmayı düşünmüştü, özellikle de bir sürü kalp ile süslenmiş olduğu için, ama en nihayetinde merakına yenik düştü ve kütüphaneye giderek onları kontrol etti. Bu kitapların en azından onu güldürecek şeyler olduğunu düşündü.
Ama kitaplarda gülmekten fazlasını buldu. Aptalca aşk tavsiyeleri beklerken Neolu'nun önerdiği kitaplar mektuplarının, hediyelerinin ve o tarz şeylerin nasıl kehanet büyüsüyle kendisine takip edilemeyeceğini anlatan şeylerle alakalıydı. Elbette bu konuları Yasak Aşk: Kızıl Mektupların Sırrı Açıklanıyor adı altında yayınlarsan sıradan sansürlerden geçebiliyordun.
Elbette bu kitaplardaki tavsiyelerin ne kadar güvenilir olduğunu bilmiyordu ve kütüphane görevlisi de bu kitaplara bakarken ona garip garip bakmıştı, yine de bunları bulduğu için mutluydu. Eğer tüm bunlar nihayetinde işine yarayacaksa Neolu'ya iyi bir şeyler yapmak zorunda kalacaktı.
Yaz festivali yaklaştıkça Zorian hazırlandı ve plan yaptı. Müşteri satışının takibini imkansız kılacak kadar kötü ve dağınık gözüken bir dükkandan koca bir kağıt tomarı, kalemler ve zarflar satın aldı. Hiçbir kişisel bilgi açıklamamak için mektupları dikkatlice yazdı. Herhangi bir şekilde kağıda çıplak eliyle dokunmadığından ve terinin, saçının ya da kanının zarfların içine girmediğinden emin oldu. Kasten normal el yazısından tamamen farklı olarak resmi ve köşeli yazmıştı. Kalemleri, artan kağıtları ve zarfların hepsini yok etti.
Ardından festivalden bir hafta önce mektupları Cyoria'nın her yerindeki farklı posta kutularına koyarak bekledi.
Bu... Sinirleri altüst eden bir süreçti. Ama hiçbir şey olmadı, kimse mektuplar hakkında ona gelmedi ki bu iyi bir şeydi, ancak sıradışı hiçbir şey de oluyormuş gibi değildi. Kimse ona inanmamış mıydı? Elini yüzüne bulaştırmış ve mektuplar bir şekilde istediği kişilere ulaşmamış mıydı? Tepkileri, ortalığı karıştırmayacak kadar ustaca mıydı? Beklemek onu öldürüyordu.
En sonunda canına tak etti. Danstan önceki akşam, yapabileceği her şeyi yaptığına karar verip şehirden çıkan ilk trene bindi. Mektupları işe yaramış da olabilirdi, yaramamış da, ama böylece ne olursa olsun güvende olacaktı. Eğer birileri ona ne olduğunu sorarsa (ki bundan şüpheliydi) güvendiği "simya kazası" bahanesini kullanacaktı. Bir iksir yaparken kaza olmuş ve bazı halüsinojenik dumanları solumuştu ve kendine geldiğinde Cyoria'nın dışındaydı. Evet, aynen böyle olmuştu.
Tren gecenin bir yarısı hızla Cyoria'dan uzaklaşırken Zorian, insanları çok az uyarmanın verdiği suçluluk duygusunu bastırdı. Başka ne yapabilirdi ki? Hiçbir şey yapamazdı. Hem de hiçbir şey.
Bir süre sonra, trenin ritmik sesi ile rahatsız bir uykuya daldı ve rüyalarında kayan yıldızlar ile yeşil ışık saçan iskeletler gördü.
* * *
Zorian'ın gözleri, karnında keskin bir acı patlak verdiğinde fal taşı gibi açıldı. Tüm vücudu sarsılarak üstüne düşen şey karşında iki büklüm oldu ve birden cin gibi uyandı, zihninde tek bir uyuşukluk kırıntısı bile yoktu.
"Günaydın abi!" Üstünden neşeli, ancak sinir bozucu bir ses duyuldu. "Günaydın, günaydın, GÜNAYDIN!!!"
Zorian'ın, kız kardeşini gördüğünde ağzı bir karış açıldı ve konuşmak için geveledi. Yine mi olmuştu lan?
"Dalga mı geçiyorsunuz lan benimle?!" diye hırladı Zorian ve Kirielle korkarak üzerinden inip kaçtı. Görünüşe göre bu öfkesinin ona yöneldiğini düşünmüştü. "Sana demedim Kiri, sadece... Bir kabus gördüm o kadar."
İnanamıyordu. Yine mi olmuştu?! Ne oluyordu lan böyle? Geçen sefer ölmediği için memnundu. Ama şimdi? İşte şimdi düpedüz acayipti. Neden bunları yaşıyordu?
Ah, içinden kaderine söverken Kirielle yine kendini banyoya kilitlemişti. Her şeyin içine sıçayım!

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


4   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.