"Geliyorum, geliyorum," diye homurdandı Zorian kapıya doğru sinirle yürüyerek. Cidden kapıya neden çılgınca vuruyorlardı? Odasına girmek için bu kadar umutsuz olan şey ne olabilirdi ki? Kapıyı açtı ve kendini Akoja'nın onaylamayan yüzüne bakarken buldu. "Ako? Burada ne yapıyorsun?" "Asıl benim sana bunu sormam gerek," dedi. "Neden hâlâ evdesin? Dans-" "İki saat var daha," diye araya girdi Zorian. "Dans salonuna 10 dakikada varabilirim." "Of Zorian, neden bir şey yapılacağı zaman hep son dakikayı bekliyorsun? Ne kadar kötü örnek olduğunu fark etmiyor musun ya?" "Zaman değerli bir şey," dedi Zorian. "Ayrıca sorumu tekrarlıyorum: Burada ne yapıyorsun? Senin zevklerine göre geç kalmış insanları aramaya çıkma alışkanlığının olmadığını sanıyorum." "Bayan Zileti seni getirmemi söyledi," diye kabullendi Akoja. Zorian gözlerini kırpıştırdı. Görünüşe göre Ilsa, 'unutmadığından' emin olmak istiyordu. Hah. Bunu yapmayı düşünmüş olsa da asla başaramayacağını biliyordu. "Ayrıca randevu bulamadığını söyledi, o yüzden bu gecelik o kişi ben olacağım," diye devam etti Akoja daha durgun bir sesle. Zorian homurdandı. 'Randevu istememek' nasıl olmuştu da 'randevu bulamamak'a dönüşmüştü? Görünüşe göre Ilsa'nın da tıpkı annesi gibi sözlerini kendisine nasıl uyuyorsa ona çevirme huyu vardı. İkisi oldukça iyi geçinirdi, diye düşündü Zorian. "Neyse, giyin de gidelim," dedi birden kendine güvenini kazanarak. "Sen ucu ucuna gitmekte bir sorun görmeyebilirsin ama ben görüyorum." Zorian bir saniye boyunca ona bakıp ne yapacağına karar vermeye çalıştı. Kapıyı suratına kapatıp tüm bu saçmalığa katılmayı reddetmek cazip geliyordu ancak bu işe bulaşmanın Akoja'nın suçu olmadığını düşündü. Muhtemelen bu akşam için, gönülsüz ve somurtkan bir oğlana eşlik etmekten daha iyi planları vardı. Onu odaya aldı ve giyinmek için banyoya girdi. Ilsa'nın manipülasyon becerilerini takdir etmeliydi. Eğer buna yalnız başına gidecek olsa gitmeden önce minimum vakit harcayıp gündelik kıyafetler giyer ve tüm akşam boyunca insanlardan vebalıymış gibi kaçardı. Ya şimdi? Akoja'nın akşamını da mahvetmek istemiyordu ki bu da en azından biraz çaba sarf etmesi gerektiği anlamına geliyordu. Evet, Ilsa ve annesi bir elmanın iki yarısıymış gibi iyi anlaşırdı. Dans salonuna yürüyüşleri sessiz geçmişti. Zorian, Akoja'nın bu sessizliği garip bulduğunu hissetse de muhabbet açmayı reddetti. Sessizlik ona yakışıyordu ve bu akşam pek rahat edemeyeceğini biliyordu. O yüzden zamanı varken bu huzurun tadını çıkartacaktı. Ki bu da pek uzun değildi, zira akademinin bu etkinlik için ayırdığı mekan yurttan yalnızca 10 dakika uzaktı. Yaklaştıkları anda girişin önünde toplanmış, heyecanlı konuşmalar yapan öğrencilerden oluşan kalabalık bir grup gördüler. Zorian'ın, bu kalabalığın yoğunluğunu görünce beti benzi attı, sadece onlara bakmak bile başını ağrıtıyordu. Ne yazık ki Akoja'ya ne kadar yalvarsa da onu dans başlayana kadar kalabalığın dışında kalmalarına ikna edememişti. İntikam olarak da Zorian içeri girdiklerine "yanlışlıkla" ondan ayrı düşmüş ve kalabalığın arasında kaybolmuştu. Onu tekrardan bulmanın ne kadar süreceğini merak ederek kendi kendine kıkırdadı. Bir partide, dikkat çekmeden bir kişiden kaçmakta oldukça iyi olduğundan yarım saatten az sürerse şaşırırdı. Sözde basit bir okul dansı için, bu etkinlik şaşırtıcı derecede müsrif gözüküyordu. Masalar, Zorian'ın çoğunu bilmediği egzotik yemeklerle doluydu ve salon yüksek kalite resimler ve önceden programlanmış hareketleri olan animasyonlu oymalar ile süslenmişti. Masa örtüleri bile o kadar karmaşık dantelli ve yumuşaktı ki sadece onlara bile inanılmaz paralar dökülmüş olmalıydı. Birçok öğrenci ortamdan dolayı ağzı açık geziyordu ve bu tür etkinliklerde defalarca kez bulunmuş Zorian bile biraz şaşırmıştı. Ardından omuz silkerek Akoja onu bulamasın diye elinden geldiğince kalabalığa saklandı. Yemeklerle dolup taşan masaların arasında gezindi, arada ilginç bir şey gördüğünde tadına baktı, insanları izledi ve onunla konuşmaya başlayabilecek herkesten itinayla kaçındı. Ilsa'nın dans hakkındaki her şeyin düzgün olma isteğini şimdi anlıyordu. Tüm bunların maliyetini geç, mekânda sadece öğrenciler yoktu. Aynı zamanda çeşitli loncalardan, Hanelerden, topluluklardan ve organizasyonlardan gelmiş temsilciler de vardı. Ve sadece İttifak'tan da değil, yurt dışından ve hatta diğer kıtalardan gelenler de vardı. Belirgin açık mavi renkli Abnasia üniforması giymiş bir adam, Hsan'dan gelmiş küçük bir heyet ve renkli elbisesi ile herkesin dikkatini çektiği kesin olan koyu tenli bir kadın. Boş boş dolanarak bu dansın ne gerçekte ne olduğunu merak etti, sonuçta bu insanlar basit bir okul dansı için burada olmazdı, ancak sonra umursamadığına karar verdi. Bunun gibi insanlar kendi dünyalarında yaşardı ve kendisi gibi basit ölümlülerin aksine daha "önemli" standartları" vardı. Bir saat sonra, ilk dans başlamak üzereyken Zorian, Akoja'nın yanına gitti. Sinirliydi ve ona cidden kaybolduğunu ve onu bulamadığını söylediğinde inanmış gibi durmuyordu, ancak ona patlamamak için kendini tutmayı başardı. Onu dans pistine götürdü ve birkaç kez ayağına "yanlışlıkla" bastığında karşılık vermedi. "İnsanlar seni soruyordu," dedi en sonunda Akoja, ayaklarını taciz etmekten yorularak. "Buradaydım," dedi Zorian küçük bir sırıtış ile. “Tek yapmaları gereken beni aramaktı.” "Şimdi senin onları aramaman için bir sebep yok ama," diye belirtti Akoja. "Ama şu anda dans ediyoruz Ako. Senin gibi güzel bir kızı bırakır mıyım hiç? Zaten seni çok yalnız bıraktım," dedi Zorian, sesinde hiçbir alaycılık olmadan. Bu çalıştığı bir beceriydi. Ona sadece baksa da Zorian, iltifattan hoşlandığını görebiliyordu. Ne yazık ki bu onu kısa süre sonra birbiri ardına insanlarla buluşmak için sürüklemesine engel olamamıştı. Zorian böyle gösterilmekten nefret ediyordu, ancak Akoja'nın Ilsa'dan emir almış olduğunu düşündüğünden sesini çıkartmadı. Kaçışı bile bu kadar uzun sürdüğü için şaşırmıştı zaten. Zorian kendini fazla önemsemese de çeşitli yüzleri, isimleri ve lakapları ezberlerken buldu. Ailesinin onu bir parti hayvanı haline getirmesinin sonucu olarak, yapmak istemese bile bunu içgüdüsel yapıyordu. "Kazinski? Ah, acaba şeyle bir akrabalığınız-" "Evet, Daimen ve Fortov Kazinski ile," dedi Zorian rahatsızlığını elinden geldiğince sesine yansıtmamaya çalışarak. "Ah, ne kadar güzel," dedi kadın. Ağabeyinizin kemanda fena olmadığını söylemem gerek." Kadın sahneye, akademinin müzik kulübünün nispeten yavaş bir şarkı çaldığı yere doğru işaret etti. Fortov resmi olarak sıradan bir orkestra üyesi olsa da en belirgin yere yerleştirilmiş müzisyen oydu. Varlığı her zamanki gibi dikkat ve birçok yorum çekiyordu. "Siz hangi enstrümanları çalıyorsunuz?" "Hiçbirini," dedi Zorian ruhsuzca. Ailesi, zenginler (ve zengin gibi davrananlar) arasında moda olduğu için ona bir enstrüman çalmayı öğretmeye çalışmıştı ancak Zorian'ın müzik kulağının adeta sağır olmasından dolayı başarısız olmuşlardı. Müzik çalma yeteneği hiç yoktu. Açıkçası o da pek ilgili değildi zaten, gerçi kibar olmak için ilgi duymuş rolü kesebiliyordu. Bu konuda yeteneği olmaması, Daimen ve Fortov'un ikisi de müzikte nispeten iyi olduğu için -Daimen piyanoda, Fortov kemanda- annesinin en büyük hayal kırıklıklarından biriydi. Elbette dahi falan değildiler ancak bunun gibi sıklıkla yapılan etkinliklerde insanları etkileyecek kadar yetenekleri vardı. "Ağabeylerimin aksine benim pek müzik kulağım yok. Açıkçası ben sahneyle ne kadar yakın ya da ne kadar uzakta oturduklarına bakılmaksızın herkesin orkestrayı aynı ses seviyesinde nasıl işittiğiyle daha çok ilgileniyorum." Maalesef ne kadın ne de orada toplanmış kimse bu soruyu cevaplayamıyordu, görünüşe göre o bahsedene kadar kimse fark etmemişti bile. Aslında Zorian, insanların bunun gereksiz bir detay olduğunu ve bundan bahsettiği için bile onu tuhaf biri olduğunu düşündükleri fikrine kapıldı. Peh, bu insanlar da büyüyü hiç takdir etmiyordu. Neden bir büyü akademisindeki dansa katılıyorlardı ki o zaman? Neyse ki Akoja ona merhamet ederek onu bir şeyler yemek için yakındaki bir masaya götürdü. Sınıflarından birkaç öğrenci daha onlara katıldı ve etraflarında sıradan bir muhabbet başladı. Zorian, muhabbet çoğunlukla amaçsız olduğundan ve ilgisini çekmediğinden muhabbete pek katkıda bulunmadı. Elbette uygun zamanlarda "çok sessiz" ve "biraz canlan" gibi yorumları duymamak için başını salladığı ya da kıkırdadığı oluyordu. Tam önündeki pastaya yumulacaktı ki Akoja onu diziyle dürttü. Ona adeta soru sorar gibi baktı. "Yanlış çatal," diye mırıldandı Akoja. Zorian elindeki çatala baktı ve tatlılar için küçük çatal kullanması gerektiğini fark etti. Ama yine de omuzlarını silkip elindeki devasa çatalı pastaya sapladı. "Biliyorum," diye de mırıldandı. Bu bardağı taşıran son damlaymış gibi duruyordu. "Zorian," diye patladı, sesinde bir yalvarma tonu vardı. "Neden insanı bu kadar zorluyorsun? Sadece bir gece. Randevun olarak istediğin biri olmadığımı biliyorum ama..." "Öyle değil," diye sözünü kesti Zorian. "Ben randevu istemiyordum. Buraya yalnız gelecektim." Şok içinde ona baktı. Duygusal olarak adeta ezilmiş gibiydi ve Zorian sebebini anlayamıyordu. "B-benimle gitmektense y-yalnız gitmeyi mi yeğlersin?" diye sordu. Ah, siktir. Tüm bu zaman boyunca Akoja'nın ona göz kulak olmak için geldiğini düşünüyordu, ama ya cidden onunla gelmek istediyse? O zaman... Söyleyecek bir şey bulamadan Akoja kaçıp gitti. Bıyık altından küfretti ve suratını ellerinin arasına gömdü. İşte bu yüzden bu tarz etkinliklerden nefret ediyordu. * * * Bir saat sonra Akoja'nın artık dans salonunda olmadığından ve geri dönmeyeceğinden emin olmuştu. Gecenin bir yarısında onu sokaklarda kovalamak istemediğinden onu takip etmekten kaçındı. Ayrıca, ona ne diyecekti ki? Nereden başlayacağını bile bilmiyordu. Eve gitmeyi düşündü ama en sonunda dans salonunun çatısına çıkıp yıldızları izledi. Bu gece fazla uyuyamayacaktı zaten. Zihnini meşgul tutmak için sessizce görebildiği tüm yıldızların ve takımyıldızlarının isimlerini söyledi. Bu konuya çocukken olan ilgisi ve Akademi'de birinci sınıfta aldığı Astronomi dersi nedeniyle epey bir şey biliyordu. İsmini bildiği ve tarif edebildiği şeylerin bitmesi koca bir saat sürmüştü. Pazartesi günü tuhaf olacaktı. Zorian'ın, bu küçük dramalarının duyulduğundan ve önlerindeki birkaç hafta boyunca muhabbetlerin ana konusu olacağından şüphesi yoktu. Akoja'nın biraz öğretmenlerin yalakası olduğu düşünüldüğünde öğretmenler ileriki günlerde Zorian'ın hayatını daha da zorlaştırabilirdi. Hepsine lanet olsun. Onu düşüncelerinden ayıran şey havai fişek sesleriydi. Görünüşe göre gece yarısı olmuştu ve festival resmi olarak başlamıştı. Zorian, her biri özel şekillerle gece göğünde patlayıp filizlenen havai fişekleri izlerken biraz rahatladı. Güzeldi. Çoğu ilk patlamadan sonra hızla solan ışıklara dönüşse de bazıları bütünlüğünü bozmuyor ve havai fişekten çok işaret fişeği gibi sürekli olarak parlıyordu. Havada yay çiziyorlar, sonra da aşağı inerek kuyruklu yıldız gibi dünyaya geri düşüyorlardı. Kaşlarını çattı. Tuhaf. Şimdiye kadar patlamaları gerekmez miydi? Ona en yakın düşen işaret fişeği, akademinin yurt binasına çarptı ve patladı. Patlama o kadar gürültülü ve o kadar parlaktı ki Zorian bir anlığına görüşünü ve duyma yetisini kaybederek tökezledi ve tüm bina ayaklarının altında sallanırken dizlerinin üstüne düştü. Gözlerini kırptığında lekeler gören ve kulakları hala çınlayan Zorian geri ayağa kalktı. Fişeğin çarptığı ve bir zamanlar yurt binasının olduğu noktaya baktı. Neredeyse tüm bina çökmüştü ve darbenin çevresinde yanıcı olan her şey yanıyor, yıkımın merkezinden tuhaf alevler yükseliyordu. Bir dakika... Bu onun yurt binasıydı! Bunun sonuçlarını düşündüğünde tekrar dizlerinin üstüne çöktü. Eğer önceden planladığı gibi odasında kalmış olsaydı şu anda ölmüştü. Bu insanı ayıltan bir düşünceydi. Ama burada ne oluyordu lan böyle?! Bu kesinlikle bir havai fişek değildi! Sanki daha çok üst düzey bir güdümlü top büyüsü gibiydi. İşitmesi zarar görmesinden midir bilinmez ancak kutlamanın hafif seslerinin durduğunu fark etti. Şehre baktığında yurt binasının yalnız olmadığını fark etti. Fişekler nereye çarpsa arkasında yıkım bırakıyordu. Bunları düşünmek için sadece birkaç saniyesi olmuştu, zira uzaklarda havaya doğru yükselen başka bir dizi fişekler gördü. Bu fişek yağmuru, havai fişeklerin arasına gizlenmediğinden top büyüleri olduğu çok daha açıktı. Saldırı altındalardı. İşaret fişekleri yeryüzüne düşmeye başladığında Zorian paniğe kapıldı. Ne yapması gerekiyordu lan?! Fişeklerin neyi hedef aldığını bilmediğinden kaçması mantıksızdı. Eğer körü körüne kaçarsa direkt olarak etki alanının ortasına da gidebilirdi. Bir dakika, neden bir şey yapması gerekiyordu ki? Binada bir sürü yetenekli büyücü vardı, sadece onları bilgilendirmeli ve işleri onlara bırakmalıydı. Dans salonuna koştu. Merdivenlere daha yeni adım atmıştı ki Ilsa ve Kyron ile karşılaştı. "Zorian! Burada ne yapıyorsun?" Ilsa aniden bir soru sordu. "Şey, biraz temiz hava almak için dışarı çıkmıştım," diye homurdandı Zorian. "Ama şu anda bunun bir önemi yok!" "Katılıyorum," dedi Kyron. "Evlat, o patlama neydi? Yoksa senin yaptığın bir şey miydi?" "Alakası yok," dedi Zorian. "Şehre fişekler düşüyor ve çarptıkları her şeyi yok ediyorlar. Çok güçlü bir top büyüsü gibi." Ilsa ve Kyron kısaca birbirlerine bakıp sonra Zorian'a tekrar döndüler. "Git dans salonunda Akoja ve diğerlerine katıl," dedi Ilsa. "Neler olduğuna bakacağız ve gerekirse herkesi barınaklara ışınlayacağız." İkisi de onu geçip çatıya koşarak Zorian'ı şaşkınlıkla dans salonuna gitmesi için bıraktılar. Akoja... Akoja dans salonunda değildi. Gitmişti. Onun yüzünden. Dışarıdaydı ve belki de çoktan ölmüştü... Kafasını iki yana sallayarak kafasından bu düşünceleri uzaklaştırdı. Kehanet pusulasını çıkardı ve hızla onu bulmak için bir kehanet büyüsü yaptı. Bu büyü sadece "aşina olduğunuz" yani arkadaşlar ve aileyi bulmaya yaradığı için işe yarayıp yaramayacağından emin değildi. Neyse ki onunla sınıf arkadaşı olmak yeterli bir bağlantı gibi gözüküyordu. Kendini toparlamak için derin bir nefes aldı. Kendini öldürtebilirdi ama.. Eh, bu onun hatasıydı. Eğer Akoja onun yüzünden ölürse bununla yaşayabileceğini sanmıyordu. Soyut bir hayalet gibi öğrencilerin, yabancı kişilerin arasından kayarak çıkışa doğru gitti. Binadan çıktı ve kehanet pusulasının iğnesinin gösterdiği yönde koşmaya başladı. * * * Troller oldukça kötü yaratıklardı. Birkaç alt türü vardı ancak hepsi 3 metre uzunluğunda, kalın derili devasa insansılardı ve doğaüstü yenilenme yetenekleri o kadar güçlüydü ki kopmuş bir uzuvlarını yerine doğru tutup birkaç saniye bekleyerek onları geri birleştirebilirlerdi. En sık görülen ve meşhur alt türü, kuzeydeki büyük ormanlık alanlarda yaşayan parlak yeşil derili orman trolü idi. Zorian sokaklarda bir grup trolün sokaklarda gezinip camları parçaladığını ve anlaşılmaz naralar attığını görünce yakınlardaki binadan yayılan keskin kokulu duman kokusunu gizlediği için kendini şanslı saydı. Tüm ders kitaplarında orman trollerinin koku duyularının inanılmaz iyi olduğu yazıyordu. Normalde böylesine büyük bir orman trolü grubunun, kendi topraklarından nispeten uzağındaki bu insan şehrinin ortasında ne yaptığını düşünürdü ancak ellerinde tuttukları kılıçlar ve topuzlar ona bilmesi gereken her şeyi söylüyordu. Bu silahlar, metal işçiliği bilmeyecek kadar ilkel olan trollerin kendileri tarafından üretilemeyecek kadar gelişmişti. Bunlar savaş trolleriydi. Birileri bu yaratıkları silahlandırıp şehre salmıştı. Uzaklaştıklarında Zorian biraz rahatladı ve ne yapacağını düşünmeye çalıştı. Tam bir aptaldı. Neden önce öğretmenlerinde yardım istemek yerine kendi başına koşup gitmişti? Neden? Tek tehlikenin fişekler olduğunu ve fişekler ona ulaşmadığı sürece Akoja'nın yanına gitmenin çok sorun olmayacağını düşünmüştü. Onun yerine tüm şehri canavarların bastığını görmüştü. Bu düşündüğü gibi bir terörist saldırısı falan değildi, bu resmen bir işgaldi! Ne yazık ki dans salonuna dönme şansı kalmamıştı, zira akademiye doğru birçok işgalci güç geliyor ve geri dönüş yolunu kapatıyordu. Bunu aklında tutan Zorian, Akoja'ya doğru yola koyuldu. Kendilerini gölgelerde tuttu ki işgalciler tarafından açıkta yakalanmasın. Tıpkı şurada... duran... çocuk gibi... O Zach miydi be? "Buradayım!" Zach bağırarak elini havaya salladı. "Buradayım aptal hayvanlar! Gelin de tadıma bakın!" Zorian şahit olduğu pervasız aptallık karşısında ağzı açık kaldı. Bu aptal ne yapıyordu lan böyle?! Ne kadar yetenekli bir öğrenci olursa olsun Zach'in şu anda şehirde gezinen yaratıklara karşı koyma imkanı yoktu. Ama artık bir şey yapmak için çok geçti. Zach'in bağırışlarını duyan troller hep bir ağızdan bağırarak dikkatlerini çeken aptal çocuğa doğru koştular. Zorian, Zach'in duruşundan trollerle savaşmaya niyetlendiğini anlayabiliyordu, ki bence bu çok çılgıncaydı. Her türlü yarayı iyileştirebilen bir canavara karşı ne yapabilecekti ki? Sadece ateş ve asit onlara kalıcı zarar verebilirdi ama onlar da- Zach bir eliyle asasını sıkıca kavrarken diğer elini de koşan trollerin olduğu yöne doğru uzattı ve elinden kükreyen bir ateş topu çıkarak trol formasyonunun tam ortasında patladı. Alevler yok olduğunda sadece kömürleşmiş cesetler vardı. Zorian şok olmuştu. Onun gibi düzgün bir ateş topu bir üçüncü çember büyüsüydü ve yapması herhangi bir akademi öğrencisinde olamayacak kadar çok mana istiyordu. Daimen bile Zach'in yaşındayken o büyüyü yapamazdı. Ama bırak Zach'in bunu başarıyla yapmasını, bu hareketten sonra yorgun bile durmuyordu. Kısa süre sonra bir demir gaga sürüsü saldırıya geçip ona ölümcül tüylerini fırlatırken Zach çevresinde bir aegis kalkanı -kahrolası bir aegis!- oluşturdu ve hedeflerine doğru uçan, ateşten yapılmış büyü füzeleri gibi görünen küçük ateş topları fırlatarak kuşları toza çevirdi. Zorian gözlerini, canavar ordularıyla eforsuzca savaşan sınıf arkadaşından alamıyordu. Öyle ki Zach'e saldıran kış kurtlarından birinin gizlice gruptan ayrılıp ona doğru geldiğini bile neredeyse fark etmiyordu. Neredeyse. Neyse ki ilkel içgüdüleri ona bir tehlikenin olduğunu söyledi ve kendini yana doğru atarak yaratığın ölümcül saldırısından kaçındı. Zorian, kış kurdunun boyutuna rağmen rahatça kendini toparlayıp başka bir saldırı için hazırlanması izlerken kendine küfretti. Zach'in çektiği dikkati düşününce kendisinin de hedef alınabileceğini beklemesi u. Zach'in savaşını kullanarak şans bulmuşken kaçması gerekiyordu. Ama artık çok geçti, Zorian bir kış kurdundan kaçabilecek kadar hızlı olmadığını ve kendini savunacak savunma büyüleri olmadığını biliyordu. Daha doğrusu büyü çubuğu falan yoktu. Eğer bu gece ölmezse ne kadar modası geçmiş olursa olsun birkaç savaş niyazı öğrenecekti. Tabi bu "eğer" oldukça belirsiz bir "eğer" idi. Parlak bir büyü topu kış kurdunun kafasına çarptı ve etrafa kan ile kemik parçaları sıçrattı. Zorian bu kanlı pislik tarafından yıkandığı için iğrense mi yoksa biraz daha yaşayacağı için rahatlasa mı bilememişti. Ayrıca bu büyü topunun, sıradan bir büyü füzesine göre daha güçlü olduğunu fark etmişti. Bunun, Zach'in savaş büyüsündeki şaşırtıcı yeteneğinin bir başka örneği olduğunu düşündü. "Zorian? Burada ne yapıyorsun oğlum sen?" Zorian, Zach'e şüpheyle baktı. Zach'in geride bıraktığı cesetleri gören Zorian sağ elindeki asaya ve belindeki büyü çubuklarıyla dolu kemere baktı. Tüm bu pervasızlığına rağmen Zach kesinlikle hazırlıklıydı. Ona da bu pervasızlığını soracaktı ancak boşu boşuna muhalif olacağını düşündüğünden sormadı. Sonuçta Zach daha demin hayatını kurtarmıştı. Dürüst olmaya karar verdi. Bu ağızları açık bırakan savaş yeteneği ile belki de Akoja'yı bulmasına yardım ederdi. "Akoja'yı arıyorum. Saldırıdan bir süre önce danstan ayrıldı ve bu da biraz benim hatam." Zach inledi. "O dansa gittiğinden emin olmak için de o kadar uğraşmıştım. Ölmek falan mı istiyorsun oğlum?!" "Sen mi uğraştın?" diye sordu Zorian inanmayarak. "Ilsa'ya gitmemeyi planladığımı söyleyen kişi sen miydin? Bunca zaman Benisek'i suçladım lan ben! Hem bunu nereden bildin ki?" "Eğer durdurmak için bir şey yapmazsam hep odanda kalıp ilk saldırıda ölüyorsun. Ve bak ne diyeceğim, şiddete başvurmadan ya da Ilsa'yı olaya dahil etmeden seni odandan çıkarmak tam bir karın ağrısı. Gerektiğinde harbiden çok inatçı oluyorsun," dedi Zach içini geçirerek. Zorian şaşırarak ona baktı. Zach öyle bir konuşuyordu ki sanki bunlar her gün oluyordu! "Ama bu kadarı yeter," dedi Zach neşeyle. "Bir şeyler onu midesine indirmeden Akoja'yı bulalım. Yolu biliyor musun?" Ve böylece yola koyuldular. Şehrin yanan sokakları arasında giderek arkalarında ölü işgalcilerden oluşan bir iz bıraktılar. Zach yaratıklardan kaçmaya bile çalışmıyordu, tıpkı intikam arayan bir tanrı gibi onları yararak ilerliyordu. Bir noktada bir iskelet grubu ve düşman bir büyücü tarafından saldırıya bile uğradılar, ancak Zach ayaklarının altındaki toprağın yarılmasını ve onları yutmasını sağladı. Zorian, Zach'in yeteneklerinin faydalarından memnun olduğu için ağzını kapalı tutarak Zorian'in bitmek bilmeyen manasını ya da onun erişebileceğinin çok üstünde olması gereken ileri seviye büyüleri sorgulamadı. Zach'in yardımı olmadan buraya kadar gelemezdi ve yardımı için cidden minnettardı. Zach sırrı her neydiyse onları kendine saklayabilirdi. En sonunda Akoja'yı, bir evin üst katında barikatlanmış halde buldular. Görünüşe göre bir kış kurdu sürüsü tarafından kovalanmıştı ve yaratıkların onu beklediğinden şüphelenip dışarı çıkmamıştı. Gerçekten zekiceydi. Zorian'ın yaptığından çok daha zekice hem de. Neyse ki şu anda evin etrafında kış kurtlarına dair bir iz olmadığından -gerçi olsalar bile Zach'in zorlanacağından değildi tabi- hemen Akoja'yı kapının barikatını açmaya ikna etmeye giriştiler. Görünüşe göre kış kurtlarıyla olan deneyimi onu kötü bir şekilde sarsmıştı. Zorian, dans salonundan ayrılmasına sebep olduğu için onu suçlayacağından emindi, o yüzden kapıyı açtığı anda koşup ona sarılarak omzunda ağladığını görünce olukça şaşırmıştı. "Öleceğim sandım!" dedi ağlayarak. "Her yerde demir tüylü büyük kuşlar vardı ve kış kurtları ve..." Zorian ağzını şaşkınlıkla açtı ancak bir duygusal patlamayla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Zach'e yalvarır gibi baktı ancak çocuk sanki tepkisinden eğleniyormuş gibi arsızca sırıttı. "Ah, gençlik aşkları," dedi Zach bilmiş bilmiş başını sallayarak. "Ancak korkarım ki bu içten buluşmanıza sığınaklarda devam etmek zorundasınız." "Evet!" Akoja anında bağırdı ve yüzünü Zorian'ın omzundan kaldırdı. Zach'in aşk ile ilgili sözlerini tamamen görmezden gelmişti, gerçi Zorian o kısmı hiç duymamış olduğundan şüpheleniyordu. Hala sıkı sıkı, sanki bıraksa anında yok olacakmış gibi gövdesini tutuyordu. Biraz acı verici olsa da ona bunu söylememek için kendini tuttu. "Sığınaklar! Orada güvende oluruz!" Zach kendini toparlamadan önce bir anlığına irkildi. Bu çok hızlı bir irkilmeydi ve Akoja fark etmiş gibi gözükmüyordu, ancak Zorian etmişti. Yani sığınaklar da mı güvenli değildi? Ama görünüşe göre şu anda bulundukları yerden daha güvenliydi, zira Zach bir şey dememişti. "Harika!" dedi Zach neşeyle ve memnuniyetle alkışladı. Kemerinden bir büyü çubuğu çıkarıp Akoja'ya uzattı. "Sen de çubuğa dokun, Zorian." "Bu ne?" diye sordu Zorian kuşkuyla. Çubukta, ne olduğunu belirten herhangi bir işaret yoktu ve bu da Zorian'ın biraz temkinli olmasına neden olmuştu. Sağlıklı olmak ve uzun yaşamak istiyorsan bilinmeyen büyülü nesneleri ne olduğu tanımlamadan kullanmamalıydın. "Işınlanma çubuğu," dedi Zach. "Tutan kişiyi sığınaklara taşımak için programlandı. 30 saniye gecikmeye ayarladım o yüzden geride kalmak istemiyorsanız tutun. "Ya sen?" diye sordu Akoja. "Aktive olmadan önce senin de dokunman lazım!" "Ah, hayır," dedi Zach elini havada sallayarak. "Benim hala burada bitmemiş işlerim var." "Bitmemiş işler mi?!" diye karşı çıktı Akoja. “Zach, bu bir oyun değil! Bu şeyler seni öldürecek!" "Ben tamamıyla kendimi-" Zorian ne olduğundan tam emin değildi; sadece belirsiz bir korku hissedip anında tepki vermek istedi, tıpkı biraz önce onun üstüne atlamış olan kış kurdunda yaptığı gibi. Ani bir hareketle kendini Akoja'nın kollarından kurtararak Zach'i onlara doğru ilerlemekte olan büyünün yolundan çekti. Öfkeli kırmızı bir ışın önlerindeki havada uçarak Zach'in birkaç saniye önce kafasının olduğu yerden geçip arkadaki duvara isabet etti. Pürüzlü kırmızı ışın duvarın derinliklerine saplayarak derin bir delik açtı ve etrafa toz kaldırdı. "Siktir," dedi Zach. "Beni buldu. Çabuk ol, aktif olmadan önce-" Çubuk birden Akoja'yı güvenliğe ışınladı ve Akoja yok oldu. "-çubuğu tut," diye cümlesini acı dolu bir tonla bitirdi Zach. "Of be oğlum Zorian, neden tutmadın onu?!" "Tutsam ölecektim lan!" diye karşı çıktı Zorian. Bugün ona bu denli yardım etmiş birini kurtarma imkanı varken ölüme terk etmeyecekti. Ayrıca, bu büyüyü kim yaptıysa zaten Zach'in karşısında durma ihtimali zayıftı, tıpkı şu ana kadar karşılaştıkları canavarlar ve düşman büyücüler gibi. Bu düşman büyücüsü ne kadar güçlü olabilirdi ki? Ani bir hava akışı ile etrafı toz kapladı ve insansı bir figür göründü. Zorian, önlerindeki şeyin görünüşünü gördüğünde ağzı bir karış açıldı. Bu, yeşil ışıklara bürünmüş bir iskeletti. Kemikleri garip bir metalik parıltıya sahipti ve siyahtı, sanki kemik değilmiş de siyah bir metalden yapılmış bir iskelet kopyası gibiydi. Altın süsleri olan bir zırh giymiş, iskelet ellerinin birinde sıkıca bir kraliyet asası tutuyordu ve kafasındaki mor mücevherlerle kaplı tacıyla uzun zamandır ölü olup uyanmış bir kral gibi duruyordu. Bu bir liç'ti. Harbi harbi anasını sattığımın bir liç’i! Ah, öyle bir öleceklerdi ki... Liç, boş göz yuvalarını üzerlerinde gezdirdi. Zorian'nin gözleri, bir zamanlar liç'in gözlerini barındıran bu siyah çukurlarla buluşunca içini rahatsız edici bir his kapladı, sanki liç ruhuna bakıyor gibiydi. Bir saniyeden daha kısa bir süre sonra liç bakışlarını tembelce Zach'e çevirdi, görünüşe göre Zorian'ı değersiz bir şey olarak görmüştü. "Demek..." diye konuştu liç, sesinden adeta güç akıyordu, "...dalkavuklarımı öldüren kişi sensin." "Zorian, ben bu elemanla uğraşırken sen kaç," dedi Zorian elindeki asayı sıkıca sıkarken. Zach bir cevap beklemeden liç'e doğru bir büyü füzesi yağmuru ateşledi, karşılığında da liç tek el hareketiyle etrafında bir aegis kalkanı oluştururken üç mor ışık hüzmesi fırlattı. İkisi Zach'e doğru giderken bir tanesi ne yazık ki kaçmakta olan Zorian'ı hedef almıştı. Zorian'a doğrudan isabet etmese bile darbenin etkisiyle yakındaki zeminde büyük bir patlama oluştu ve Zorian'ın bacaklarına taş şarapneller saplanmasına sebep oldu. Acı çok yoğundu ve Zorian bir adım daha atamadan anında yere yıkıldı. Sonraki beş dakika boyunca Zorian acı içinde kendini yakındaki bir at vagonuna doğru sürükleyip dönen savaşın yıkıcı gücünden saklanmak için vagonu kalkan olarak kullanmayı umdu. Zach liç'i, Zorian'a daha fazla büyü yapamayacak kadar meşgul tutuyordu ve bu da onlardan kaçınacak durumda olmayan Zorian için oldukça iyi bir şeydi. İçinde büyüyen bir huzursuzlukla Zach ve liç'in birbirlerine, Zorian'ın ne olduğunu bile bilmediği yıkıcı büyüler atmasını izledi ve içinde yükselen korkuyla beraber öleceklerine dair yaptığı tahminin artık çok da uzak olmadığını anladı. Zack ne kadar güçlü olursa olsun, liç ile aynı seviyede bile değildi. Mahlukat resmen çocukla oynuyordu ve kısa zamanda bu oyundan ya sıkılacaktı, ya da- Mızrağa benzeyen kırmızı bir büyü, Zach'in aegisini delip yan tarafından ona saplayınca Zorian'ın beti benzi attı. Liç böbürlenmek istediğinden darbenin hayati bir noktaya isabet etmediğini düşündü ve bu şüpheleri de liç, Zach'in işini bitirmeyip tek bir el hareketi ile Zach'i havaya kaldırıp fırlatmasıyla kanıtlanmış oldu. Zach, Zorian'ın saklandığı yerin yakınındaki bir duvara çarptı ve acı içinde inledi. Görünüşe göre pek acelesi olmayan liç yavaşça yaklaştı. Sol elinde sıkıca bir büyü çubuğu tutmuş Zach'in titrek bir şekilde ayağa kalkmasından endişelenmiyor gibiydi. Sağ elini de sıkıca bedeninin yanındaki yaraya bastırdığını görebiliyordu Zorian. "Oldukça iyi savaştın, velet," dedi liç. "Basit bir akademi öğrencisi olması gereken biri için oldukça etkileyici." "Yeterince... etkileyici değil," dedi Zach, elindeki büyü çubuğu düştü ve iki eliyle yarasına bastırdı, görünüşe göre çok acı çekiyordu. "Sanırım... Sonraki sefere... Daha fazla... Denenmem gerekecek." Liç kıkırdadı. Bu, yaratığa pek uymayan garip bir sesti. "Sonraki sefer mi? Aptal velet, sonraki sefer falan olmayacak. Yaşamana izin vermeyeceğimin farkındasındır herhalde?" "Peh," diye tükürdü Zach, yüzünü ekşitti ve doğruldu. "Amma dırdır ettin, bitir hadi." "Ölmek üzere olan biri için fazla kaygısız duruyorsun," dedi liç sanki sohbet etmek istiyormuş gibi. "Neyse ne işte," dedi Zach gözlerini devirerek. "Sonsuza dek ölü kalmayacağım zaten." Zorian, ne dediğini anlamayarak Zach'e baktı. Ancak liç anlıyor gibiydi. "Aaah, anladım," dedi liç "Bunun seni dokunulmaz kıldığını düşünüyorsan ruh büyüsünde yeni olmalısın. Ruhunu bir ruh kavanozuna sıkıştırabilirdim, ama çok daha iyi bir fikrim var." Liç kayıtsızca Zorian'ı işaret etti ve Zorian'ın tüm bedeni birden yabancı güçler tarafından kaplanmış gibi donup kaldı. Elini bir daha salladı ve Zorian inanılmaz bir hızla şaşırmış Zach'e doğru uçarak acıyla ona çarptı. İkisi de uzuvları adeta düğüm olarak yere düştüler ve Zorian, onu felç eden bilinmeyen güçlerin kalktığını hissedince rahatladı. "Eğer birisi ruhunu tanınamayacak hale gelene kadar bozarsa reenkarne olmanın bir önemi kalmaz," dedi liç. "Ruhun ölümsüz olabilir ama kimse onun değiştirilemeyeceğini ya da ona eklenti yapılamayacağını söylemedi." Zorian, liçin kesinlikle geleneksel niyazlarda kullanılmayan tuhaf bir dilde şeyler mırıldandığını duydu ancak ona çarpan ani bir acı dalgası ve tanımlayamadığı bir yanlışlık üstüne çökünce merakı yarıda kesildi. Çığlık atmak için ağzını açtı ama dünyası aniden önce bembeyaz bir ışığa, sonra da tamamen karanlığa döndü.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.