“Bu… bu nasıl bir bahane? Yoksa bu mu senin savaşma sebebin?” Alice’in yüzü garip bir hâl aldı. Bu resmen boş beleşlik değil mi? diye içinden geçirdi.
“Aynen öyle. Bir gün olay çıkarmadan durursam, bütün vücudum kaşınıyor…” Merlin son derece ciddi bir ifadeyle konuştu, ardından tehditkâr bir ses tonuyla ekledi: “ Az önce bir şey mi dedin? Seni köpekbalıklarına atarım, ona göre!”
Alice’in boğazında bir sürü laf düğümlendi. Sinirinden dişlerini sıkarak kürek çekmeye devam etti. İçinden Merlin’in sülalesine komple saydırıyordu.
İçinde bir türlü bastıramadığı adaletsizlik duygusu kabarıyordu. Bu kadar sorumsuz ve umursamaz biri nasıl bu kadar güçlü olabilir?
Oysa kendisi soğuk Kar Dağı’nda yıllarca kan, ter ve gözyaşı dökmüştü. Onca acıya katlanmış, ölümle burun buruna gelmişti… Ama hâlâ Merlin’in iki parmağına karşı koyamıyordu.
Tüm o emeklerinin karşılığının yalnızca aşağılanmak olması, içini tarifsiz bir hüsranla dolduruyordu.
“Me… Merlin…”
“Hm?”
“Sen Kutsal Seviyesin, değil mi?” diye sordu Alice, sesi neredeyse fısıltı kadar alçaktı.
“Bilmiyorum,” diye dürüstçe cevapladı Merlin. Gerçekten hangi güç seviyesine ait olduğunu bilmiyordu. Muhtemelen oyunun kurallarını bozan bir “hileli karakter” sınıfındaydı.
“Demek ki bu seviyeye, insanüstü bir çabayla ulaştın, değil mi? Sonuçta başarı, yüzde bir yetenek, yüzde doksan dokuz emektir…
Öyle değil mi?” Alice, Merlin’in emeğiyle güçlendiğine inanmak istiyordu. Aksi hâlde, insanın kendi varlığını sorgulaması işten bile değildi.
“Pfftt!!... Ah, şu aptal lafı hâlâ ciddiye alıyorsun, öyle mi? Resmen yalan dolan! Sıradan insanları kandırıp, kendilerini tüketene kadar çalıştırmak için uydurulmuş acımasız bir yalan! İşin sonunda dünyaya minicik bir katkıda bulunabilsinler diye… Acınası bir hayal!”
“Yetenek, doğuştan gelen bir üstünlüktür. Eğer yetenek, çalışmayla yakalanabilseydi, o zaman yeteneğe gerek kalır mıydı?” Merlin gülümsedi. “Bir dahinin başarısı, milyonlarca saatlik çalışmayla bile ulaşamayacağın bir noktadır. İşte asıl yetenek budur.”
“Peki… peki…” Alice’in kürek çeken elleri titriyordu. Yüzü kâğıt gibi bembeyaz olmuş, gözleri boş boş bakıyordu. Tüm hayatını şekillendiren inançlar yerle bir olmuştu. “Sen… nasıl bu kadar güçlü oldun? Anlatabilir misin?”
“Şey…” Merlinin gözleri bir süre melankoli ile doldu , daha sonra gözlerini ufka çevirip bir süre sessiz kaldı, ardından dürüstçe konuşmaya başladı:
“Annem, İblis Kalesi’nin ikinci nesil hükümdarıydı. Yani sizin ‘Lucifer II’ dediğiniz kişi…
Bir prens olarak doğdum. Çoğu günlerim, kız kardeşimle birlikte oyun oynayarak, sorumluluktan uzak bir hayat sürerek geçti. Ama kilise, 197. haçlı seferini başlattığında annem savaşta öldü.
Bir anda korumasız kaldık. Zayıfların ayakta kalamadığı iblis toplumunda, kız kardeşimle hayatta kalmaya çalıştık. Annemin gölgesinden yoksun kaldığımız o günlerde, en aşağılık asiller bile bize eziyet etmekte tereddüt etmedi. Kardeşim, bir lokma yiyecek uğruna her gün kırbaç darbeleriyle dayak yedi.
Zayıf bir bünyesi vardı. Sert geçen bir kışta ağır bir hastalığa yakalandı. Evde ne giyecek bir şeyimiz vardı ne de yiyecek bir lokma. Her gün ölümle burun burunaydı.
O gün bir karar verdim: Kardeşimi korumak için her şeyden güçlü olacaktım!
Dağlara çıktım, taş devlerini alt ettim. Denize indim, deniz iblislerini parçaladım. Gökyüzüne tırmandım, ejderhaları kılıcımla yere serdim.
Alev denizlerinde yaşayan canavarlara bile meydan okudum.
Her gün paslı bir katanayla kılıç tekniklerimi çalıştım. Ölümle burun buruna geldiğim anların sayısını unuttum.
Sonunda, çelik gibi bir iradeyle döndüm. Kardeşime zulmeden herkesi tek tek öldürdüm.
İblis tahtına geri döndüm.
Efsanevi ‘Aethernum’u çekip, keskin kılıç tekniğimi olabilecek en yüksek seviyeye, 999. seviyeye kadar yükselttim.
Bir gün geriye dönüp baktığımda, artık yenilmez bir varlık hâline gelmiştim…”
Merlin derin bir nefes aldı. Altın rengi saçları, sert esen rüzgârda dans ediyordu.
Gözleri hem geçmişinin acımasızlığıyla, hem de annesiyle geçirdiği sakin ve bir okadar da nostaljik zamanlarla dolmuştu.
Gözlerini ufuktaki fırtınaya dikmiş, dimdik duruyordu.
Bu kadar şeyi bir anda anlatmak, onun için gerçekten de tuhaf bir histi. Hafifçe iç geçirdi:
“İşte, hepsi bu… Benim geçmişim, bir prensin acı dolu intikam hikayesi…”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.