Düzeltmeler: Her şey dvdbdndm ___________________________
Bir hançerin ucunu tereddüt etmeden ön kolumdan aşağı doğru bir kesik attım. Sızan kan koyu kırmızı bir mızrak oluşturmak üzere bir araya toplandı. Mızrağın ucundan akan ve sapının etrafını saran alevler kör ediciydi.
-Gırrrr
Daha önce bana tepeden bakan ve beni görmezden gelen Lauchitas, üç kafasını da aynı anda kaldırdı. Gözlerini alan mızrağı görünce tüyleri diken diken oldu. Ağzı açıldı, içinde yatan keskin sıralı dişleri görünüyordu.
Bir kaç dakika önceki ben olsaydı onun gözlerine bakabilmeyi bırak baskısının altında çoktan yere çökmüş olurdum. Ama şimdi en ufak bir gerginlik bile hissetmiyordum.
Artık emin olmuştum. Şu pislik benden katbekat zayıftı.
"Gelsene, seni lanet kertenkele."
-Gırrrr!
Cevap veriyormuş gibi kükredi. Tüm mağara onun güçlü kükremesiyle sarsıldı. Üç başlı ejderhanın kırmızı bedeni yukarı doğru yükselirken yer sarsıldı. Kanatları yoktu. Onun yerine bedeni zarif leopar desenli korkunç lanetlerle kapalıydı. Uzun ve benekli kuyruğundaki dikenleri ileri geri sallanıyordu.
Güm!
Dört ayığıyla yere vurdu. Ölüm tanrısının tırpanlarını andıran pençeleriyle yerde büyük izler bıraktı. Böyle dev bir bedene sahip olmasına rağmen şaşkına uğratacak bir hızı vardı. Yaratık tek bir sıçrayışı ile aramızdaki mesafeyi kapattı. Eski ben olsa bu hareketini göremezdi bile.
Ancak şimdi görebiliyorum.
"Neden yerde sürünmüyorsun?"
Yeni doğmuş bir yavru köpeğin zıplayarak yanıma doğru geliyormuş gibi hissettim. Dünyanın en güçlü 10 uyanmışın arasında hız bakımından kardeşim üçüncü sırada yer alıyordu. Kardeşim tek başına olmuş olsaydı şu lanet üç başlı kertenkelenin ona bu kadar kolay saldırmasına izin vermezdi. Ve tam şu andan ondan bile daha hızlıydım.
Alaycı bir gülümsemeyle havaya sıçradım. Kwagagagak! O piçin pençeleri bulunduğum yeri şiddetle parçaladı. Ters dönmüş toprak yığınları kalkanıma çarptı.
- Gırrrr!
Dört tane keskin yarıklı göz üzerime dikilmişti. Yaratığa tekrar bakarak, durum penceremdeki becerilerden birini kullandım.
"Mavi[1] Söğüt Yaprakları."
Sadece kullanıcıya görünen yapraklar etrafa dağılmıştı. Havada sallanan söğüt yaprakları, rahatsız edici derecede huzur verici ve güzeldi.
İncecik masmavi yapraklara hafifçe basarak tekrar yukarı doğru fırladım.
- Graaa!
Öfkelenen Lauchitas arkamdan atladı, ama ben o piçin pençelerinden inanılmaz bir kolaylıkla kurtuldum. Zehirli oklar gibi fırlayan lanetler kalkanıma çarptı.
Koooong!
Kıyafetimin ucuna bile dokunmadan yere geri inen kertenkele homurdandı. Eğer bunu adil bulmuyorsan git kendine kanat çıkar ve yukarı gel!
Kardeşimin hiç uçma becerisi yoktu lakin Mavi Söğüt Yapraklarıyla ayakları yere değiyormuş gibi havada dans edebiliyordu. Kısacası yapamayacağı bir bok yok.
"Hayır, işe yaramaz abisiyle bağını koparamadı ya."
Elimdeki mızrağı yana kaldırırken mırıldandım. Zifiri karanlığı gibi olan Kara Alevler mızrağın keskin ucunun etrafına dolandı ve mızrağın ucuna kadar ilerledi. Hem elim hem de ön kolum alevler içindeydi ama en ufak bir sıcaklık hissetmedim. Aksine, serin ve soğuktu.
Kolumu geriye doğru çekip mızrağı Lauchitalara fırlattım.
Piuuuv!
-Kuaaa!
Attığım mızrak Lauchitas’ın sol kafasını deldi. Kara alevler yükselip delinmiş kafayı anında eritti. Kertenkele acıdan aklını kaçırmıştı, etrafta delicesine koşuyordu, pençelerini salladı ve dişleriyle ısırdı. Ancak çok yavaştı.
Güm! Güm!
Karaya çıkmış bir yılan balığı gibi çırpınıyordu. Komik bir sahneydi. O piç komik biriydi ama ben de komik olabilirdim.
Kan bir kez daha kolumdan aşağı aktı. Parmak uçlarımda toplanan kan siyaha döndü ve yeni bir mızrak oluşturdu.
Bam!
-Kuh! Gıraa!
Sol kafadan sonra sağ kafayı da parçaladım. Geriye kalan son kafa gözleri olmayan ortadaki kafaydı. Bunlar, velet kardeşimin bıraktığı yaralardı. Sonunda tüm görme yetisini kaybetmiş olan piç kurusu koşmayı bıraktı. Sanki dehşete kapılmış gibi vücudundaki tüm pullar diken diken olarak çömeldi.
"...çok kolaydı."
O kadar kolaydı ki neredeyse göz yaşları içinde kalacaktım. Sonunu hızlı kabullendi.
Son kafasını yaksam en güçlü ejderha türü bile buna dayanamazdı ama ayaklarına hedef aldım. Sıcak kumda kuruyan bir balık gibi çaresiz kalana kadar uzuvlarını kestim.
Yavaşça ve dikkatlice.
Acı feryatlar çığlıklara, çığlıklar inlemelere ve sonra son nefeslere dönüştü.
Zemin aynı çamurlu bir bataklığın kanlı versiyonu gibiydi ama Lauchitas hâlâ hayattaydı. Dilimi tıklattım ve üstüne oturdum.
[Süre -- 0:07]
Zaman dolmak üzereydi. Becerinin zamanlayıcısı dolduğunda Lauchitas’ın leşinden gelen zehirle hemen ölürdüm.
Ne işe yaramaz biriyim.
"Hayatta kalsam bile bundan sonra ne için yapacağım?"
İnsanlar Yoohyun-ie’nin benim, abisinin, yüzünden öldüğünü öğrenseler büyük ihtimalle beni halka açık infaz ederlerdi. Meydanın tam ortasına bağlanmış olsaydım beni taşlamak için dünyanın her bir ucundan tonla insan gelirdi.
"Tarihe, hatta ders kitaplarına bile geçerim. Şimdiye kadar bana birçok kez lanetler okundu ama şimdi eminim bunu gelecek nesillerde yapacak. Haha."
Benim yerime neden sen öldün küçük kardeşim? Cidden yaptığı o kadar lüzumsuz bir şeydi ki. Ah, kahretsin. Bacağımı kırmış olduğum o zaman keşke ölmüş olsaydım şimdiki kadar berbat olmaz ve o şerefsiz Yoohyun-ie benim yerime ölmezdi. Gerçekten böylesine işe yaramaz ve gereksiz bir herifi kurtardın.
Son nefeslerini veren Lauchitas’ın pullarına avcumla vurdum.
"Daha fazla yaşamayacağım o yüzden haksızlığa uğramış gibi hissetme. Hem neden sen D sınıfı bir zindanda ortaya çıktın? Yöneticiler sınıfı yanlış mı hesapladı?"
Her iki durumda da artık benim için önemli değildi. Becerimin etkisi bitmeden gidecek enerjim yoktu.
"Yoohyun-ie’yi arkasından destekleyip sessiz bir hayat mı yaşamalıyıdım?"
İyi huylu küçük kardeşim tarafında korunup onun sırtından geçinmek varken neden bu aşağılık kompleksime kapılmıştım?
Tam o sırada Lauchitas’ın ölümünü bildiren bir ödül penceresi açıldı.
[İmkansızı başardınız! Bir ejderhayı tek başınıza avladınız!]
Ejderhaya Yoohyun-ie de zarar vermişti. Neden tek başına dedi? Belki de onun ve benim saldırılarım arasındaki zaman farkından kaynaklıydı.
[Efsanevi ünvan ’Ejderha Katili’ elde edildi!]
Ejderha katili. Harika istatistiklere sahipmiş gibi geliyordu ama bakmadım. Nasıl mı bildim? Balkabağının üstüne çizgiler çeksen bile balkabağı nihayetinde balkabağıdır.
Seviyem yükseldi ve birbiri ardına bir dizi eşya ortaya çıktı.
Pencereye göz atarken dikkatimi çeken ilk şey Dilek Taşı olmuştu. İlk defa böyle bir eşya görüyordum.
"Adına bakarsak dilek tutabilirmişim gibi görünüyor."
Yok artık ama. Böyle bir şey ancak bir kandırmacadır.
Saçma olmasına rağmen yinede doğruldum. Envanteri açtığımda yumruğumdan biraz daha küçük bir boncukla karşılaştım.
Kuru kuru yutkunurak boncuğu aldım ve üstündeki bilgilendirme yazısını okudum.
[Dilek Taşı --- Efsane Sınıfı
Kullanıcı için bir dilek hakkı verir.]
Gerçekmiş!
"O zaman küçük kardeşim!"
[※Ölen birinin diriltilmesine izin verilmiyor.]
"...Bu da ne lan?!"
Öğenin son şartını zar zor fark ettim. Neden ölü birini diriltemezdim? Efsane sınıfı dediğin efsane sınıfı olmalı! Eğer efsanevi güçlerin varsa o zaman hayat ve ölümle istediğini yapabiliyor olman lazım!
"Ulan o zaman bunun ne anlamı kaldı?! İnsanları kurtarmak dışında kalan her şey mi? Ben, ben sadece..!"
Dilek Taşını elimde sıkıca sıktım.
Dileyebileceğim şeyler anında kafamda canlandı. Herhangi bir dileği yerine getirebiliyorsa Yoohyun-ie’den güçlü olabilirdim. Belki de şu anki halimi koruyabilirdim de.
O zaman kötü şöhretimden kurtulabilirdim. İnsanlar çok geçmeden eski kahramanları unutup yenilerini öveceklerdi.
Sonunda o çok kıskandığım pozisyonu alabilecektim.
Çok daha görkemli bir pozisyonda herkesten daha yükseğe çıkabilirdim.
Hayallere kapılmıştım. Gözlerimi devirip uzun bir süre iç çektim.
"...Yoohyun-ah[2] sen...cidden sonuna kadar her şeyi benim için zorlaştırıyorsun."
Pişman olabilirim. Hayır pişman olacağıma eminim.
Pişman olacaksam ne mi olmuş?
Zaten kat kat pişmanlıkların içinde boğuluyorum. Bir tane daha eklesem ne değişir?
"Hey, Dilek Taşı zamanı geriye almak mümkün mü?"
Sanki cevap olarak kırmızı taş parlamaya başladı. Ölüler diriltilemezdi ama yinede bunu yapabilirdim. Zamanı geriye almak daha iyi gibi geldi. Ne şaka ama.
"O zaman buraya gelmeden öncesine-- hayır. Beni şimdiki anılarımla sadece beş yıl öncesine gönder. Bu sefer sessiz ve iyi bir hayat yaşayacağım."
Dışarı çıkmasaydım başım belaya girmeyecekti ve bacaklarım iyi olacaktı. Yoohyun-ie benim yüzümden üzülmeyecekti. Her şey iyi olacaktı.
İnanılmaz kardeşimin sırtından geçinen işsiz bir figüran olacaktım.
[Zamanı geriye almak istiyor musunuz?]
"Evet."
Boncuktan parlayan ışık giderek güçlendi. Gördüğüm tek şey parlak kırmızı bir ışıktan sonra her şey aniden bembeyaz hale geldi.
Sonra.
Düzelen görüşümün önüne tanıdık olmayan bir oda belirdi.
___________________________
[1] Azur mavisi ama akıcılığı bozduğu için es geçtim :’D üzgünüm shdhehejd
[2] ah (-아) bir akran/genç birine doğrudan hitap ederken kullanılan gündelik bir saygı ifadesidir (genellikle samimiyeti belirtir). Not 1: -ah ünsüz seslerle biten isimlerde, -yah (-야) ise ünlü seslerle biten isimlerde kullanılır. Not 2: ’Yoojin-ie hyung’ gibi bir şey söyleyebilirken ’Yoojin-ie-yah’ denilmez.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.