Jin halkının Güney’e göçünden bu yana iki yüz yıldan fazla zaman geçmişti. Beş barbarın ayaklanmasından sonra, Kuzeyin toprak dağılımı yavaş yavaş yerleşti.
İki ülke, Qi ve Zhou, sırasıyla doğu ve batı bölgelerini işgal ettiler. Qi’nin İmparatoru Gao Wei, ulusal işlerle ilgili ihmalleri, Kuzey Qi iktidarının kademeli olarak azalmasına ve mültecilerin ülkeye dağılmasına neden olan oldukça saçma bir adamdı. Aynı zamanda, Kuzey Zhou, İmparatoru Yuwen Yong önderliğinde her geçen gün daha refah hale geldi, istikrarını ve servetini artırıyordu.
Funing Bölgesi'nden Zhou ülkesine yol boyunca çok sayıda mülteci ile oldukça fazla mesafe vardı. Eğer biri tam olarak hazırlanmadan yola çıkacak olsaydı, bu kesinlikle “cennetler ve yeryüzü hiçbir duaya cevap vermedi” tanımı olacaktır.
Kuzey Qi, geçtiğimiz yıl ciddi bir kuraklık yaşıyordu. Kış aylarında bile çok fazla kar yoktu, önceki yılın kuraklığını bu yıla kadar uzatıyordu. Mülteciler yol boyunca Ye Şehrinden Chen sınırına kadar güneye uzanan her yerde görülebiliyordu. Bazı yerlerde, insanların yemek için çocuklarını bile takas etmeye başladıkları söyleniyordu. Kafasında düşünüp taşınınca; durum yamyamlığa dönüşecek olsaydı kötü görme yeteneği ve dövüş kabiliyeti yoksunluğu nedeniyle Shen Qiao, muhtemelen ilk yakalanan ve tencereye atılanın kendisi olabileceğini hissetti.
Funing Bölgesi kuzey bölgesinde bulunduğundan ve Ye Şehri’ne nispeten yakın olduğundan, yakınlarda büyük felaketler yoktu ve geçen yıl boyunca yağmur noksanlığına rağmen durum kısmen istikrarlıydı. Bölge kasabası oldukça büyüktü; tapınak panayırı [1] devam ediyordu, bu da birçok insanın gelip gitmesiyle kasabayı son derece canlı hale getiriyordu.
Qi ve Zhou’nun iki köyü de kuzeyde bulunuyordu, ve Xianbei gelenekleri ilk yıllarında yaygındı. Uzun bir süre sonra, gelenekler yavaş yavaş Çinlileşti ve sonuç olarak, Han halkının sofistike tarzının üstüne kıyafetleri ve aksesuarları Xiabei unsurları ile birleşti. Üst tabaka soylular zarif ve latif giyime rağbet ettiler, bu nedenle kıyafetleri genellikle rüzgarda dalgalanan yanlarda uzun şeritlerle ve yüründüğünde şıngırdayan sallanan inciler ve yeşimlerle süslendi. Bu tür arayış ayrıca büyük kitleleri etkilemişti, bu yüzden varlıklı ailelerin üyeleri yere kadar uzanan uzun elbiseler giyerken, bazıları da yabancı tasarımlara benzeyen şapkalar ve akıcı elbiseler giyerdi. Tapınak panayırı boyunca, giyimdeki bu çeşitli modeller Funing Bölgesi’nin bu kasabasında bir “Küçük Başkent” resmini çizerdi.
Tapınak panayırının yapıldığı yerdeki Dük Jiang Tapınağı daha sonraki zamanlarda Dük Tai Jiang Shang’a saygı için yapıldı. Asıl Dük Jiang Tapınağı şehrin güney kesiminde bulunuyordu. İlk olarak Han Hanedanlığı döneminde yapıldığı, ancak, savaşın neden olduğu hasarlardan sonra terk edildiği, harap bir kabuk olarak bırakıldığı ve Dük Jiang heykelinin bile hiçbir yerde bulunamadığı söyleniyordu. Bu boş, pejmürde tapınak daha sonra dilenciler ve yoksullar için bir sığınak haline geldi.
Son zamanlarda, orada yaşayan insan grubuna yeni bir üye katıldı, Cheng Gong adında bir adam.
Gündüzleri, şehirdeki bir pirinç dükkanında geçici bir işte çalıştı, arabalardan pirinç çuvallarını yükleyip boşaltıyor ve bu tür diğer amelelikleri yapıyordu. Ücret düşük olduğundan, hepsini kiraya harcamayı istemiyordu, bu yüzden geceleri bu pejmürde tapınağa dönüyordu – onun için oldukça özgür ve hoş bir hayattı. Tek şey, tapınakta yaşayan diğer iki dilencinin yaşamasaydı, uzun vadeli bir mesken olmasını uygunsuz hale getiriyordu; parasını her zaman üzerinde taşıdı ve yemeğine bile dikkat etti, böylece gardını düşürdüğünde elinden alınmayacaktı.
O akşam döndüğünde, hemen pejmürde tapınağın içinde fazladan bir insanın olduğunu fark etti.
Grimsi beyaz cübbeli bir adam orada oturuyordu.
Chen Gong ilk başta irticalen sinir oldu. Pejmürde tapınakta alan oldukça kısıtlıydı. Burada bir kişi daha varken, bölgesinin başka bir kısmı elinden alınacak gibiydi.
Sonra o kişinin elinde kağıta sarılmış bir şey olduğunu fark etti. Başını alçaltarak, her seferinde bir ısırık ile yavaşça yiyordu. Kağıt sargıdan nefis bir koku taşınıyordu.
Bu eşek eti hamburgerlerin cazibeli kokusuydu. Bir koklamayla söyleyebilirdi. Babası hala hayattayken, Chen Gong onlardan birkaç kez yemişti. Ancak babası vefat edince, üvey annesi çocukları ile bir oldu ve onu evden kovdular. Her gün pirinç çuvalları taşıyarak kazandığı birkaç bakır paraya [4] gelince, onları yarıya kesmenin değerini nasıl ikiye katlamadığından zaten nefret ediyordu, böyle bir şey yemeye nasıl gücü yetebilirdi ki?
İkinci bir bakışta, Chen Gong, o kişinin yanında başka bir şişkin kağıt sarmasının olduğunu gördü.
Bu, bir tane daha eşek eti hamburgerinin olduğu anlamına geliyordu.
Chen Gong fark eden tek kişi değildi, diğer iki dilenci de göründü, biri çoktan bağırıyordu, “Şişt! Burada yaşamayı hiç bize sordun mu? Bu tapınak birçok insan için çok küçük. Çabuk ol ve defol!”
Chen Gong onların bilerek çıngar çıkardığını biliyordu. Hiçbir şey söylemeden, her zaman uyuduğu yere doğruca yürüdü ve kulaklarını dikmeye devam ederken hasır yığınını toplamaya başladı ve eşek eti hamburgerini gözünün kenarına sabitledi.
Gri cübbeli adam kibarca, “Benim de gidecek hiçbir yerim yok. Burada hala biraz yer olduğunu görünce, dinlenmek için girmeyi düşündüm. Bu kardeş bana nazikçe bir iyilik yaparsa, çok minnettar olurum.” dedi.
Dilenci, “Burada dinlenmek istiyorsan, o da olur. Sadece sahip olduğun her şeyi bize ver!” dedi.
Chen Gıng hor görerek alayla gülümsedi, “Eşyalarına ihtiyacım yok. Bana yemekle ödeme yapabilirsen, bu ikisini senden uzak tutmaya razı olurum!”
Dilenci çılgına döndü, “Büyük Chen [5]. Sana hiçbir şey yapmadık, neden sadece yolumuzdan çekilmiyorsun!”
Chen Gong oldukça gençti. Sadece on altı yaşında, çok büyük bir boyuta sahip değildi; ancak esnekliği ve dayanıklılığı, kemiklerinin iliğine derinden kök salmış neredeyse zalim bir metanetin yanında olağanüstüydü. Bunlar olmasaydı, tapınağın en büyük “bölgesini” ele geçirerek yeni gelen biri olarak üstünlük elde edemezdi.
“Ne olmuş yani? Sadece sizin mi konuşma izniniz var da benim yok?” Chen Gong tembelce cevap verdi.
İkisi sadece dilenci olsa da, gerçek şu ki şehirdeki tüm dilenciler birbirleriyle temas halinde olup bağlantılıydılar. Bire karşı iki olduğu gerçeğine güvenerek, Chen Gong'un önünde çömelmenin gerekli olmayabileceğini düşündüler.
Dilenci, Chen Gong ile daha fazla uğraşmadı. Bunun yerine, dik durdu ve gri cüppeli adamın yanındaki eşek eti hamburgerine uzandı. “Kes saçmalamayı! Bana her şeyi ver! Burada mı kalmak istiyorsun? Buna karar veren benim, Büyükbaban Lai!”
Fakat eli yiyeceğe uzanmadan, birisi çoktan bileğinden tutmuştu. Dilenci öfkeyle patladı, “Büyük Chen! Burnunu tekrar başkalarının işine sokuyorsun! Biraz yemek yemek istemek de mi sana ayak bağı oluyor?”
Chen Gong hızla eşek etli hamburgeri tek başına aldı. "Bende yemek istiyorum. Bana neden sormadın?”
Bu sözleri söyledikten sonra, kağıt sargıyı yırttı ve bir ısırık aldı, sonra zafer kazanmışcasına, “Bu artık benim yemek artığım. Hala istiyor musun?”
Dilenci kendini Chen Gong’a attı ve diğeri hemen kağıt sargısını elbisesinin içine soktu. İkisi birbirleriyle boğuştu. Diğer dilenci de katıldı ve iki kişilik kavga sahnesini üçlü haline getirdi. Chen Gong, diğer ikisinden daha güçlü ya da daha uzun değildi, ancak dövüşleri kazanmasının sırrı, hayatının pahasına savaşmasıydı- bir başka değişle çok vahşice savaşmasıydı.
Dilencilerden birinin midesini acımasızca ezildikten sonra, Chen Gong ellerini çırptı. Sonra, elleri belinde, tükürdü, “İkinizden de bıktım, ilk önce buradaydınız diye hep bana sataştınız! Daha önce yemeğime gizlice tükürdüğünü asla fark etmedim sanma! Daha fazla mı dövüşmek istiyorsunuz? O zaman hadi! Nasıl olsa kaybedecek hiçbir şeyim yok. En kötüsü hayatımı kaybederim. Cesaretiniz varsa gelin!”
Bu pervasızlık, rakibinin dehşete düştüğü şeydi. Chen Gong’un sözlerinin duyduktan sonra hala yere serilmiş, kalkamayan arkadaşına baktı ve hemen tırstı. Beline elleriyle destek vererek arkasını döndü ve hemen kaçtı.
Yoldaşının çoktan kaçtığını gören diğer dilenci de kavgaya devam etmeye cesaret edemedi. Midesini elleriyle kapadı ve ağrılı bir inilti akışıyla ayağa kalktı, sonra da “seni aptal, sadece beni bekle!” gibi bazı ezikçe tehditlerle kaçtı.
Chen Gong yemeyi bitirmediği eşek eti hamburgerini elbisesinin içinden çıkardı ve başka bir ısırık aldı, sonra mükemmel bir memnuniyetle konuştu, “Kötü değil! Güney şehrindeki Li’nin Dükkanı’ndan mı aldın bunu? Et gerçekten de sakız gibi ve hala da sıcak. Neredeyse göğsümü yaktı!”
Bu eşek eti lokmasının uğruna, o kavga ile ilgili her şeyin buna değdiğini hissetti. Her halükarda, bu ikisi uzun zamandır gözlerine hoşnutsuz görünüyordu. Sadece bugün karşılaştığı bu fırsatı yakalayarak gelecekte bu yerin hepsinin kendine kalması harika olurdu.
Gri cübbeli adamın tepkisiz olduğunu görünce, tekrar sordu, “Huu! Sana bir soru soruyordum. Aptal mısın?”
Diğer kişi kafasını kaldırdı. “Onlarla savaştığından, intikam için geri gelmelerinden korkmuyor musun?”
Bu zamana kadar, Chen Gong sonunda diğer kişinin gözlerinde bir sorun olduğunu fark etti. İçlerinde donuk bir bakış vardı ve adam ona bakarken, odağının başka bir yerde olduğunu hissetti.
Bakışları kişinin yanındaki bambu çubuğa geçtikten sonra, aniden netleşti: ‘Demek aptal değil kördü.’
Dilini bir tıklama ile homurdadı, “Korkmak mı? Hiçbir şeyden korkmadım! Sadece onlara bak! Ne yapabilirler ki?”
Chen Gong gri cübbeli adama baştan aşağı baktı. İşlenmemiş kıyafetler giyiyordu, ne malzeme ne de stili nadirdi; üzerinde bir bakışa değer olan tek şey yüzüydü.
Açıkçası, onun gibi evsiz bir insan yerine, kişi seyahat eden bir alime daha çok benziyordu.
“Adın ne? Çok zor durumda olan birine benzemiyorsun. Neden buraya geldin ki? Sıçanlar bile burada delik açmaya istekli değil!”
Gri cübbeli adam ona doğru gülümseyerek başını salladı, “Adım Shen Qiao. Hastalığımdan dolayı param bitti ve bu yüzden birkaç gün için buraya sığınmak zorunda kaldım. Yolculuk için yeterli parayı biriktirdiğimde eve döneceğim. Az önce benim için insanları uzaklaştırdığın için teşekkür ederim. Sana nasıl hitap etmem gerektiğini öğrenebilir miyim?”
Yu Shengyan'ın söylediği sadece yarı gerçekti, bu yüzden hepsine inanamadı. Ancak, Xuandu Dağı için dönecek olmasaydı gidecek başka bir yeri olmazdı. Bu nedenle, biraz düşündükten sonra bir bakmak için ilk önce Xuandu Dağı’na gitmeye karar verdi.
Xunadu Dağı, Kuzey Zhou ve Güney Chen arasındaki sınırda yer alıyordu. Buradan oraya ulaşmak için iki rota vardı: biri güneye doğru gidiyordu ve çok dolambaçlı bir yol olan Güney Chen topraklarına girdikten sonra kuzeydoğuya dönüyordu, diğeri ki daha yakın ve münasip olan doğrudan güneye seyahat ediyordu.
Shen Qiao ikincisini seçti.
Dünya kaos içinde olmasına rağmen, Funing Bölgesi çok felaket yaşamadığından, biraz huzurlu ve varlıklı kaldı, böyle düzensiz bir dünyada bulması zor olan bir Saf Toprak.
Görme yeteneği oldukça yavaş iyileşiyordu, ama en azından bir miktar ilerleme vardı. Gündüzleri, yeterli miktarda ışık olduğunda, bazı belirsiz ana hatları görebiliyordu. Yeni uyandığındaki zifiri karanlık ile karşılaştırıldığında, şimdiden çok daha iyiydi.
Chen Gıng oturdu. “Sen nasıl istersen. Aile adım Chen ve verilen adım Gong. Beni Büyük Chen diyebilirsin. Az önce senin bir eşek eti burgerini yedim, bu gece burada kalmak için ücretin olarak sayılabilir. Yarınnı payı da dahil olmak üzere bu ikisini uzaklaştırmana yardım ettiğim için yarın bana toplam üç eşek eti hamburgeri versen iyi olur!”
Shen Qiao güldü, “Olur.”
Bu kadar çabuk kabul ettiğini görünce, Chen Gong biraz şüphelendi, “Paranın çoktan bittiğini söylemedin mi? Öyleyse eşek eti hamburgerlerini almak için parayı nereden buluyorsun?”
Shen Qiao cevapladı, “Her zaman daha fazlasını kazanabilirim!”
Chen Gong sözlerine güldü, “Sen mi? Alimlerin muhasebeci ya da başkaları için mektup yazabileceğini duydum, ama göremezken bile nasıl yazabilirsin ki? Benim gibi pirinç çuvalları mı taşıyacaksın? Sana söylüyorum. Üç eşek eti hamburgeri, bir tane değil! Böyle kurtulabileceğini sanma. Gidip sormakta özgürsün. Ben, Büyük Chen hiçbir şeyde iyi olmasam da kavgaya etmeye gelince iblislerin bile benden korktuğunu söylerle! Yarın bana üç hamburger veremezsen, git ve rüzgarı ye!”
Shen Qiao’nun ruh hali iyiydi. Chen Gong’un bu şekilde konuştuğunu duyduktan sonra, sadece sinirlenmemekle kalmadı hatta bir gülümseme ile kabul etti.
Pejmürde tapınak gerçekten pejmürdeydi, her taraftan hava giriyordu ve tek bir pencere bile iyi durumda değildi. Ama neyse ki, rüzgarı engellemek için kullanılabilecek çeşitli sunaklara ek olarak çok sayıda sütun vardı, ve Chen Chong’un önceden rüzgarı savuşturmak ve kendisini ısıtmak için kullandığı, buraya taşıdığı ve yığdığı biraz saman ve odun yığınları vardı. Ama bunların hepsi kişisel kullanımı içindi. Şimdi, Shen Qiao'nun kendisine “bağış vermeye” istekli olduğu düşünüldüğünde, Chen Gong isteksizce ona saman ve yakacak odunlarının bir kısmını bağışladı.
Shen Qiao'nun şaşkınlıkla, tamamen hazır olduğunu, hatta kişisel bohçasında battaniye olarak kullanmak için kalın bir eski kıyafet parçası getirdiğini gören Chen Gong, öksürmekten başka bir şey yapamadı.
İki dilenci o zamandan beri geri dönmedi, tahminen çoktan kalacak yeni yerler bulmuşlardır. Hiçbir nezaket izi olmadan, Chen Qiao aslında battaniye olarak kullandıkları kıyafetleri getirdi. Kokladı, ancak ekşi bir koku verdiler bu yüzden dudaklarını büzerek uzağa fırlattı, sonra vücudunu ateşe yaklaştırdı.
İlk önce, Shen Qiao’nun da kıyafetlerini almak istedi, fakat bir kere daha düşününce diğer kişinin yarın “bağış” getiremediğinde zor zamanlar yaşatmayı beklemesinin çok geç olmayacağını hissetti.
Bu düşünceyi aklında tutarak, farkında olmadan uykuya daldı.
Chen Gong ertesi sabah erkenden uyanmıştı ve pirinç dükkanında her zamanki gibi çalışmayı planlıyordu.
Etrafına baktı, ama Shen Qiao çoktan görünmüyordu, sadece vücut ağırlığının bıraktığı girintiyle saman ve yanmış odundan kalan siyah kül yığınını bırakmıştı.
Chen Gong çok umursamadı ve her zamanki gibi çalışmak için pirinç dükkanına gitti. Shen Qiao'nun bugün gerçekten üç hamburger getirebileceğine kesinlikle inanmadı, çünkü ekstra paraya sahip olsaydı, hayaletlerin bile ziyaret etmek istemediği böyle perişan bir tapınakta yaşamasına gerek olmazdı. Dahası, Shen Qiao sadece zayıf değil aynı zamanda kördü. Para kazanmak için ne yapabilirdi ki?
‘Sakın elin boş döneyim deme, yoksa artık annen bile seni tanıyamayana kadar döveceğim!’
Chen Gong, akşam eski püskü tapınağa doğru yürürken kendi kendine düşündü.
Kapıdan içeri girmeden önce tanıdık bir koku aldı.
Ayak seslerinin sesi Shen Qiao’nun dikkatini çekmiş gibi görünüyordu, diğeri başını kaldırdı ve ona bir gülümsedi, “Geri döndün.”
“Eşek eti…” Sert bir yüzle, Chen Gong durmadan önce sadece iki kelimeyi ortaya çıkarabildi.
Çünkü uyuduğu yerdeki saman yığınının üzerinde düzgünce konulmuş kağıda sarılmış üç eşek eti hamburgerini gördü.
Çevirmen: arythsea * Bölümü tekrar atmamın nedeni son zamanlarda attığım bölümler anasayfada gözükmüyor.
Çevirmen Notları: [1] – Tapınak Panayırı: Tapınak toplantıları olarak da bilinir. Çin Yeni Yılı için ya da kutsal tanrıların doğum günleri için tapınaklar tarafından düzenlenen aktivite, eğlenceler. [2] – Xianbei: İlk-Moğollar bugünün doğu Moğolistan, İç Moğolistan ve Kuzeydoğu Çin olanlarda yaşıyor. Xiongnu ile birlikte, Han Hanedanlığı ve sonraki hanedan dönemlerinde kuzey Çin'deki büyük göçebe gruplardan biriydi. [3] – Dük Tai, Jiang Shang: Bazı efsanevi hikayelerde ve mitolojilerde yer alan Çin tarihinde ünlü bir tarihi figürdür. [4] – Bakır para veya wen: Antik Çin'deki en ucuz para birimi. [5] – Büyük Chen: Kelimenin tam anlamıyla En Büyük Oğul Chen anlamına gelir, çünkü muhtemelen ailesindeki en büyük oğuldu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.