Yukarı Çık




123   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   125 

           
***
Baksana, Lucas, gerçekten de bilmiyor musun?

Lucas’ın dünkü tuhaf davranışları yüzünden aşırı derecede rahatsız hissediyordum. Kendi kendime konuşmaya başlamıştım, ama “aşk itirafı” gibi söyledikleri aklımı karman çorman etmişti.

Çok fazla düşündüğümü düşünmeye başladım… Ara sıra, bana, onun olduğumu söylüyor…

Ama en sonunda “sahip olmak” kelimesi aklımda geldiğinde, şok olmuştum.

Ruh halim yüzünden mi bilmiyorum. Ama bu kulağa biraz ürkütücü gelmiyor mu? Size de farklı hissettiriyor, değil mi?

Ayrıca, onun zayıflığı olduğumu söyledi, çok fazla karmaşık kelime var…

“Elçileri yarın yollamayı düşünüyorum.”

Yani ben burada düşüncelerle cebelleşirken, karşımdaki Claude bir anda konuştu.

Ne? Bir anda ne diyorsun sen.

Bir süre duyduğum şey hakkında düşündüm ve anlamını anladığımda, donup kalmıştım.

Ne? Neden elçileri aniden gönderiyorsun?! Burada on beş gün kadar kalmaları gerekmiyor muydu?

“Eti sevmediğin için bunu yapmamalısın.”

“Ne demek isti-….Voaa!”

Claude’un dedikleri beni şaşırtmıştı. Etim ne zaman bu kadar paramparça oldu?!

Lucas’ın dedikleriyle mücadele ederken, fark etmeden etimi birçok kez kesmişim gibi gözüküyor. Ugh, saraydaki beş yıldızlı aşçı tarafından pişirilen beş yıldızlı etim!!

“Buna rağmen, o köpekler, aşırı derecede sinir bozucu. Yarını beklememe gerek yok, hemen şimdi kıçlarına tekmeyi basmalıyım”

“Baba?! Hey, bekle bir dakika!”

Bekle, bekle, bekle! Atlanta bizim dost ülkemiz, neden bir anda!

“Ama neden bir anda elçiyi göndermek istiyorsun?”

“Çünkü sinir bozucu.”

Bu cevap da ne?! Lucas mısın sen?!

“Neden bu kadar sinirlisin?”

“Seni de rahatsız etmediler mi?”

Claude konuştuğunda, kafama bir darbe almış gibi hissettim.

Ah, olamaz. Ne zaman rahatsız olduğumu hissettim ki? Benim yüzümden mi böyle bilmiyorum, ama çok utandım! Bu arada, bizim sohbetimiz aşırı derecede garip değil mi?

“Neden elçi yüzünden rahatsız olmalıyım ki?”

“Ziyafette gürültü çıkartmadılar mı.”

İnanamıyorum. Ne zaman….

Sonra, aklıma, Dük Celoid’in geçen seferki ziyafette söyledikleri geldi.

Ne! Yani herkesi Dük Celoid’in söyledikleri için mi göndereceğini söylüyorsun? Yoksa eti uzun süredir parçalara bölmemin sebebinin bu olduğunu mu düşünüyor?

“Geçen sefer buna katlandın, ama ikinci bir sefer olmayacak, onun kıçına tekmenin basılması iyi olacaktır.”

Elbette, önemli bir siyasi soylu komşu ülkeye gelip orada saçma sapan söylentiler yayıyor.

Ancak, kadınların sosyal aktivitelere çok az katılması algısı doğru olduğu için, Dük Celoid’in söyledikleri halktan birisi olsa bile önemli bir sorun olmayacaktır.

“Ve söylediği her şey boş laf, yani senin onları düşünerek canını sıkmana gerek yok.”

Demek Atlanta soylusunun söyledikleri Claude için büyük bir şok yarattı ve bu yüzden onları göndermek istiyor.

”Eğer onları bu şekilde gönderirsek, siyasal sorunlarımız olacaktır.”

“Yani, ne yapabilirler ki?”

“Ya korkunç bir savaş olursa? Tembel olduğun için savaşları sevmediğini duydum.”

“Nasıl olsa kazanacağım.”

Ben en harikasıyım!

Orada, gelecek için yeni bir plan hazırlamaya başlayan Claude’a aptalca baktım.

“Atlanta’nın kahve tarlalarının bulunduğu Evian Bölgesini Obelia’ya katmakta bir sorun görmüyorum. Kahve için sana verdiğim bütçeyi arttırmak istemiştim ama bu şekilde bölgeyi sana vermem daha iyi olacaktır.”

Claude sanki küçük bir hediye alıyormuş gibi konuşmaya başladı.

“Yani, eğer karşında konuşmaktan korkmayan birisi varsa, ben onunla ilgileneceğim, senin endişelenmene gerek yok…”

“Baba, seni seviyorum.”

Hafifçe gülümseyerek konuştum. Benim için huzur zamanları gelmişti ve eğer benim ruh halim bir savaşa neden olacaksa bütün ulus bana kızacaktır! Hatta ölen kişilerin ruhları yüzünden, yaşamaya bile devam edemem, ugh.

“İyi duymadım. Bir daha söyle.”

Ama benim ani itirafımla, Claude’un eli bir süre durdu ve konuştu.

“Babamın kızı olduğum için mutluyum.”

“Dışarısı çok gürültülü bu yüzden seni düzgünce duyamıyorum.”

“Babam dünyadaki en harika kişi! Seni çok, çok, çok seviyorum! Babamın kızı olduğum için çok mutluyum!”

Claude tatmin olana kadar tekrar ve tekrar bağırdım.

“Ama elçiyi gönderemezsin.”

Üzgünüm ama bunu kesinlikle söylemem gerekiyor!

Akşam yemeğimiz nazik bir ortamda devam etti. Elbette, yüz ifadesi fazla değişmemişti ama Claude’un etrafında “ilkbahar esintisi” dalgalanıyordu.

Claude tabağımdaki ete baktı ve onu çöpe atmamı söyledi, ama ben reddettim.

Ah, şimdi düşündüm de, son zamanlarda oldukça meşguldüm, bu yüzdem babama karşı biraz ilgisiz davrandım. Özür dilerim!

 Claude’u son kez bu kadar çok canlı gördüğümden beri uzun zaman olmuştu. Ara sıra ona karşı sevimli davranmam gerektiğini düşünerek tekrar yemeye koyuldum.

Parçalanmış et hâlâ çok lezizdi bu sayede Claude ile akşam yemeğimden zevk aldım.

**

“Prenses, nasılsınız? Obelia’nın huzuru sizinle olsun.”

“Uzun zaman oldu. Siz nasılsınız Dük Alpheus?”

Uzun zaman sonra ilk kez İmparatorluk Sarayı’nda karşılaştığım Dük Alpheus’a gülümsedim. Sonra bana baktı yüzünde bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

“Düşünceniz için teşekkürler. Aklıma gelmişken, her geçen gün daha da parlayan Prenses’in güzelliğine hayran kalmamak elimde değil. ”

“Dük Alpheus da her geçen gün gençleşiyor gibi.”

Haha hoo.

Bir süre, arkadaş canlısı gözükerek birbirimizi övdük.

“Siyasi bir toplantıya mı gidiyorsunuz?”

“Evet.”

Hm. Bugün Atlanta elçisinin temsilcileriyle bir toplantı yapılacaktı, yani demek sen de oraya gidiyorsun.

Aslında, bugünkü siyasi toplantıya benim de katılmam gerekiyordu ancak Claude gelmeme gerek olmadığını söyledi. Düşündüğüm gibi, eğer ben istemezsem tahtta durabilecek tek kişi kendisi olduğu ve tahtı verme gibi bir niyeti yoktu. Bu yüzden, bugün olan birçok şeyden uzaklaştırılmıştım.

Sonra, Bay Beyaz öksürdü ve nazik bir ses tonuyla konuştu.

“Aslında oğlum da şu an sarayda.”

“Öyle mi?”

“Evet, Atlanta da öğrenim görürken, sınıf arkadaşı olan bir genç de şövalye olarak elçinin yanında gelmiş.”

“Anladım.”

Ancak Roger Alpheus’un neden bunu söylediğini bildiğim için göstermek istediğim yüz ifadesini gösteremedim.

Dük Alpheus benim verdiğim soğuk cevaba kaşlarını çattı. Yüz ifadesi ‘Ijekiel’e karşı bu kadar kötü bir tepki vereceğini hiç beklemiyordum. İnanamıyorum!’ gibi bir şey söylüyordu.

Dürüst olmak gerekirse, ben hariç kimse Ijekiel’in yakınlarda olduğunu duyduktan sonra bu kadar sakin duramaz. Diğer leydiler olsaydı, etekleri uçuşurken o tarafa doğru koşmaya başlarlardı.

Ancak Bay Beyaz ile dalga geçerken çok daha mutlu oluyordum. Sonra Roger Alpheus, Ijekiel’in benim üstümde işe yaramayacağını anladıktan sonra bu sefer başka bir kart oynadı.

“Hmm. Jennette de onunla birlikte. Sizi görmek için koşarak geldi.”

“Bayan Margarita, İmparatorluk Sarayı’nda mı?”

“Evet, aynen öyle.”

Bu birazcık işe yaramıştı.

Aslında, son çay partimden sonra, onu davet etmeme rağmen Jennette İmparatorluk Sarayı’na asla gelmedi.

Bu yüzden onu ziyaret etmeyi düşündüm ancak yapamadım çünkü Claude’un bana verdiği ‘ Tohumları olabildiğince verimli bir şekilde yetiştirmek için büyü formülünü geliştir!’ görevi yüzünden çok meşguldüm.

“Saray oldukça geniş olduğu için onları bulmanız biraz zor olabilir, eğer birisini yollarsanız….”

“Gerek yok. Eğer manamı kullanırsam, nerede olduklarını anında anlayacağım.”

İmparatorluk Sarayı’nda manamı kullanmam asla kısıtlanmamıştı. Bu yüzden kalbimin derinliklerinden birisini bulmak istersem bu benim için çocuk oyuncağı olur. Aslında, bu genelde kullanmadığım bir büyü, ama…

Ugh, dürüst olmam gerekirse, bu şekilde konuşmak benim tarzım değildi.

Ancak bu Bay Beyaz için farklıydı. Belki de onu alttan uyarmaya çalışıyor olabilirim, ’Fazla sabırsız olma çünkü ben hiçbir gücü ve becerisi olmayan romandaki Athanasia’dan farklıyım.’

“Şövalyelerin kullandığı idman sahasındalar.”

İşte, ben de artık büyüyü görkemlice kullanabiliyorum! Parmaklarımı şaklattığımda, ateşe benzeyen parlak rengârenk güller ortaya çıktı ve Dük Alpheus’un yanından geçtiler.

Parıldayan ışığın kalıntılarına bakarken gülümsedim. Kısa bir süre sonra ne olduğunu anlamamış bir şekilde yüzüme baktı ve kibirli bir şekilde güldü.

“Prenses’in gücünün her geçen gün daha da olağanüstü hale geldiğini gördüğüm için çok mutluyum.”

Hmm, gözlerimi kısarak ona baktım ve yüzümde bir gülümsemeyle incelikle arkamı döndüm.

“Biraz yürüyüşe çıkmak ve idman sahasına gitmek güzel bir fikir. Çok geç olmadan siz de gitmelisiniz Dük Alpheus. O zaman, Obelia’nın kutsaması seninle olsun.”

“Obelia’nın huzuru sizinle olsun.”

Beyaz amcadan ayrıldıktan sonra yürümeye başladım.

“Prenses, idman sahasına mı gideceksiniz?”

“Yani.”

Arkamdan beni takip eden Felix’e gönülsüzce cevap verdim. Jennette ile buluşmak istiyordum ama Bay Beyaz yüzünden biraz rahatsız hissediyorum.

Bir şekilde bunu yıllardır yapıyorum ve bana karşı çok arkadaş canlısı gibi gözüküyor, ancak şimdi sadece Jennette değil, Ijekiel de onun yanında….

Aslında kuleye doğru gidiyordum, ancak eğer hedefime varmak istiyorsam İmparatorluk Şövalyeleri tarafından kullanılan idman sahasından geçmek zorundayım.

Bunu daha sonra düşünmeye karar verdim ve ilerlemeye devam ettim.

Ne? Ama eğer Jennette şu an Ijekiel’in yanındaysa, o ikisi Cabel Ernst ile çoktan tanışmış olmalı, değil mi?

Huck, yani sonunda asıl kızımızla yan karakterin ilk karşılaşması oldu mu? Yani şu an Cabel Ernst’in Jennette’e ‘Sana sonsuz aşkımı vereceğim!’ dediği yere mi geldik? Neden bilmiyorum ama çok meraklandım!

“Felix, hadi idman sahasına uğrayalım.”

“Peki, Prenses.”

 Kısa bir uğrama, arkamdaki refakatçiler olmadan küçük bir gezinti oluyordu. Merakımı gidermek istedim, ama kimse tarafından görülmekte istemiyordum.

“Haah! Yah!”

Şövalyeler hâlâ idman sahasında tam güçleriyle alıştırma yapıyorlardı. Yüksek bağırışları dinlerken, sessizce ilerledim.

Hmm? Ruh halimden dolayı mı? Nedense şövalyeler bugün daha çok ellerinden geleni yaparak antrenman yapıyorlar.

Ve daha da yaklaştığımda, nedenini anladım.

Ah ha, demek sevimli bir kız onları izlediği için bu kadar çok yürekliler.

Dantel güneş şemsiyesinin altında uzun kahverengi saçları omuzlarından aşağı dökülen Jennette’i gördüğümde, gördüğüm manzaranın çok güzel olduğunu düşündüm.

Şey, hizmetçilerin idman sahasına doğru ilerlediğini ve hedeflerinin Leydilerin Leydisi Jennette olduğunu görebilirsiniz.

Neden hep aşk romanlarında böyle oluyor? Harika şövalyeler soylu bir leydiye her şeyini adıyor. Dün okuduğum aşk romanını düşündüm.

“İşaretimle! Bir, iki!”

“Bir, iki!”

“Sağa doğru kesin! Hiyah!”

“Hiyah!”

Eski emirlerinden yola çıkarak, antrenman yapan imparatorluk şövalyelerinin aksine, bir köşede kendi aralarında savaşıyor gibi gözüken insanlar vardı.

Ah, Cabel ve Ijekiel. Demek, Jennette onlara bakıyordu. Yani bütün bu şövalyelerin çabaları boşuna mı? Ugh, bu çok acımasızca!

“Görünüşe göre Genç Efendi Alpheus ve geçen sefer Prenses’e çiçek veren şövalye bir müsabaka yapıyor. Dük Alpheus’un biraz önce söylediği Atlanta’dan mezun olan kişi o olmalı. Ne kadar da tuhaf bir tesadüf. ”

Biraz şaşırmış bir şekilde, Felix konuştu.

Şimdiye kadar ilk kez Ijekiel’in bu halini gördüğüm için şaşırmıştım. Cabel ve Ijekiel, ikisi de tahta kılıç tutuyordu. Ama görünüşe göre Ijekiel onunla çok rahat bir şekilde başa çıkıyor.

“Görünüşe göre berabere olacak gibi, Genç Efendi Alpheus hem edebiyatta hem de savaş sanatlarında becerikli.”

Sonuç Felix’in de söylediği gibi berabereydi. Görünüşe göre, ikisi de pes etmedi, ancak Ijekiel’in pes edeceğini düşünmüştüm. Beklenildiği gibi Obelia’nın en iyi erkeği, işte!

İkisi Jennette’e doğru yaklaşmaya başladığında oturduğum yerden kalktım.

“Gidelim, Felix.”

“Gerçekten bu şekilde yürüyecek miyiz?”

Her şeyi biliyormuş gibi, Felix konuştu.

“Arkadaşınızı izliyordunuz.”

Ah, yani beni Jennette’e bakarken yakaladığını mı söylemek istiyorsun! Bizim Felix’imiz farklı! Ne kadar harika bir görüşü var! Çok duygusal ama onu şu an görmen pekiyi değil, Ugh!

“Şey, ama….”

 Ama nedense, şu an onunla görüşmemem gerektiğini hissediyorum…

“Hadi gidelim” demek üzereydim ama dikkatsizce idman sahasına doğdu döndüm. Sonra batmaya başlayan güneşin parlaklığıyla dolu koyu altın gözleri gördüm.

Ah, Ijekiel ile gözlerim buluştu!

Varlığımı bile belli etmeden sadece orada duruyordum. Bunu nasıl bildin ve kafanı benim olduğum yere çevirdin? Ugh, anlayamıyorum.

Onları gözetlerken yakalandığım için biraz utanmıştım. Ah, olamaz. Onları gözetlemiyordum, değil mi? Oops.

“Üçü de buraya bakıyor.”

“Felix yüzünden.”

Homurdandım. Buna rağmen üçü de gülümsedi ve bana doğru geldiler.

“Prenses Athanasia. Obelia’nın kutsamaları sizinle olsun.”

“Genç Efendi Alpheus, Bayan Margarita ve Bay Ernst. Sizinle tekrar buluşmak ne güzel.”

Üçünün de yüzlerinde farklı ifadeler vardı.

Ijekiel bana büyüleyici bir gülümseme gösterdi. Jennette’in gülümsemesi her zamanki gibi çok sevimliydi ancak bir o kadar da rahatsız ediciydi. Sonra Cabel Ernst kıpkırmızı bir yüzle gergince beni 
selamladı.

“Görünüşe göre onunla çoktan tanışmışsınız.”

Bilmiyorum ancak galiba arkadaşının tuhaf davranışları Ijekiel’in bir şeyleri anlamasını sağladı.

“Evet, Atlanta elçisine yapılan karşılama ziyafetinde tanıştık.

“Evet! Sizi tekrar görebilmek benim için bir onurdur!”

Bilerek ona, bir süre önce bahçede onunla karşılaştığım zaman bana verdiği çiçekleri kabul ettiğimi söylemedim.

Ama neden bana bakarken kızarıyorsun? Âşık olman gereken kız tam yanında! Sadece bir taş atımı uzaklığında Jennette narin ve büyüleyici bir çiçek gibi orada duruyor!

“O zaman için teşekkür ederim.”

Bir anda, bana teşekkür etti.

“Prenses çiçeklerimi kabul ettiği için çok mutluyum!”

Ah, çiçekler hakkında mı konuşuyor-…dun!

“Çiçekler mi?”

“Çiçekler mi?”

Ijekiel ve Jennette’in keskin soruları çok acımasızdı…

“Prenses’e yakışacak başka bir çiçek de buldum ve sonraki sefer de size vermek isterim!”

Tekrar bahçemde bir şey mi yapmak istiyorsun?!

“Teşekkür ederim, ama sadece hislerini alacağım.”

“Voa, h-hislerim…?!”

Ugh, bu tepki de ne şimdi? Utanma ve kıvranma!

Ve kısa bir süre arkadaşının tuhaf duruşuna gözlerini kısarak bakan Ijekiel’i gördüm.

“Son buluşmamızın üzerinden uzun zaman geçti, Bayan Margarita.”

Cabel Ernst’ten kaçınmaya çalışarak, kafamı Jennette’e doğru çevirdim. Sonra gözlerine meraklı bir duyguyla bana baktı.

Jennette şu anki durumdan biraz rahatsız olmuş gibi gözüküyordu, ama nedenini anlatmadı.

“Evet, aslında bugün Prenses’i görmeyi hiç düşünmemiştim, ama mutluyum.”

“Yani, bu, bugün beni görmeye gelmeyecektin mi anlamına geliyor?”

“Ah, hayır, öyle değil….”

Üzgünüm, sadece şakaydı.

Dış görünüşü ne kadar sevimli görünse de, Jennette çok paniğe kapılmıştı. Bu bana biraz ileri gittiğimi hissettiriyor. Gerçekten çok üzgünüm. Bu sefer etrafımızdaki havayı azaltmak için bir şeyler 
söyleyeyim.

Ancak ben bir şey söyleyemeden, Ijekiel Jennette’i zorluktan kurtardı.

“Prenses ve Cabel çoktan tanıştığından, Cabel Ernst benim de Atlanta’dayken sınıf arkadaşımdı. Bugün onu görmek için buraya geldim ve davetsiz bir şekilde size bu rahat görünümümü göstermekten utanıyorum.”

Ugh, seni gördüğümü bilmene rağmen bunu mu söylüyorsun! Biraz utandım ama bunun yerine gururlu bir şekilde konuştum.

“Sorun yok. Şövalyelerin olağanüstü görünüşlerini görünce idman sahasında biraz durmaya karar verdim. ”

“Ah, benim savaşımı gördünüz mü?”

Dediklerime karşı Cabel Ernst heyecanlı bir şekilde tepki verdi.

“Ijekiel hadi! Bir maç daha yapalım!”

“Sadece bir tane yapacağımı söylemiştim.”

“Kimse kazanamadığı için geçersiz ve iptal oldu. Hadi, gidelim!”

Hmm.”

Dinlendirici bir gülümsemeyle Ijekiel, bu sefer bir şekilde fikrini değiştirdi ve bana döndü.

“Prenses, eğer izin verirseniz, biraz süre uzaklaşacağım.”

“Tabii. Ben de Bayan Margarita ile birlikte olacağım.”

Yüzümle ‘Ah!’ ifadesi vardı. Ama ikisi çoktan uzaklaştıktan sonra yüzümde bir sırıtışla onların gitmesini izledim.

“Jennette, buraya otur.”

Omzumdaki şalı çimlere serdim ve Jennette’i çağırdım. Olmaz anlamında kafasını salladı.

“Çok sıkışık olacağız. Onun yerine….”

“Sorun yok. Hadi, otur.”

Biraz tereddütle, Jennette yanıma oturdu. Şalımın üzerinde otururken, rahatsızca kıpırdandı.

Jennette’in yandan yüzüne gizlice baktım.

“Biraz kötü görünüyorsun. Bir şey mi oldu?”

“Hayır.”

Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum…..

Ancak cevap çok keskin gelmişti bu yüzden de başka soru soramadım. Aslında, bu iyi bir şey.

Geçen günkü çay partisi hâlâ aklımdaydı. Tuvalete gitmek için yanımızdan ayrıldı ve beklediğimden çok daha geç geldi ve neden genç leydilerin arasında Jennette bana bakıyordu….?

Ve sonra bir de….

“……”

Sessizce Jennette’in yüzüne tekrar baktım ve kısa bir süre önce Claude ile yaptığım konuşmayı hatırladım...

**

“Yakında olacak avlanma yarışına gitmek istiyor musun?”

Claude Atlanta elçisi için iyi niyetle yapılacak olan avlanma yarışmasından bahsediyordu. Tabii, orada Prenses olarak yüzümü gösterebilirdim.

“Evet, nasıl olsa ben avlanmayacağım.”

“Tamam, eğer istersen git.”

Claude kabul etti Ancak sonra dediği şey durmamı sağladı.

“Athanasia.”

“Evet?”

“Çay partin misafirlerinin arasında Margarita soyadlı birisi var mı?”

Ağzından çıkan ‘Margarita’ kelimesi bir süre kalbimi hızlandırmıştı.

“Sana daha önce de söylediğimi biliyorum, ama onunla fazla yakınlaşma.”

Claude sanki bu söylediği oldukça normal bir şeymiş gibi ilgisizce konuştu.

Aslında, bunu bana öncesinde de söylemişti. O zaman, neden söylediğini anlamadığım için Claude’a neden diye sordum ama o bana, ‘Bana karşı nazik ol, belki seni bir daha asla göremeyebilirim.’ Demişti.

Bunu duyduğumda, Jennette’in uzun zamandır Alpheus ailesinde kaldığını hatırladım.

Ama şu an Claude’un bunu başka bir sebepten dolayı mı yaptığını merak ediyorum.

Yüzüne baktım ve sevimli bir şekilde güldüm.

“Ah, Baba yoksa kıskandın mı?”

O sırada Claude’un gözleri titredi.

“Kıskandığımı mı düşünüyorsun?”

“Ah, endişelenme. Dünyada en çok seni seviyorum. Arkadaşlarımla ne kadar yakın olursam olayım, asla Babamı yenemezler!”

“Elbette, öyle olmalı.”

Claude’a sırıtarak hantalca bakarken, onuna bir süre daha dalga geçtim.

**

İşte, bugünlük bu kadar!

Gözlerimi Jennette’den çektim, dumanlara ve şövalyelere baktım.

“Haa, Prenses!”

“Ne?”

“O Prenses mi?”

Birkaç keskin gözlü şövalye beni gördü ve haykırdı. Onlara ‘Merhaba!’ demeli miyim?

Bana doğru bakıp elleri ayaklarına dolayan şövalyelere beni aldırmamaları ve eğitimlerine devam etmeleri gerektiğini söyledikten sonra tekrar oturdum.

“Hazırlanın! Saplayın! Hiya!”

“Hah! Hah! Hah! Hiya!”

Ah, ama yaşlı adamın sesi öncekine göre çok daha yüksekti. İşte bu yüzden ilk başta sessizce gitmek istedim. Gizlice dilimi şaklattım.

O sırada Jennette bana dik dik bakıyordu. Ama nedense biraz duygusuzca…

“Buraya doğru gelirken Dük Alpheus ile karşılaştım.”

“Ah, öyle mi?”

“Evet, bana Genç Efendi Alpheus ve Jennette’in de sarayda birlikte olduklarını söyledi.”

“Okul zamanlarından arkadaşı olduğunu duydum ve kim olduğunu merak ediyordum. Bu yüzden onu takip ettim.”

Yani hoşlandığı kişinin arkadaşı olduğu için merak etmen gayet normal. Obelia da bile, Ijekiel’in yalnız olduğunu düşünüyorum bu yüzden onu arkadaşı olarak çağıran birisi olduğunu düşünmüyorum. Tabii, soylu olan bir sürü yakın arkadaşı vardır.

“Ben de aynı şekilde. Jennette’in burada olduğunu duydum. Kule’ye gitmem gerekiyordu.”

İdman sahasına bakan Jennette’in kafası, bana doğru döndü ve mavi gözleriyle bana baktı.

“Mutlu oldum çünkü uzun zamandır Jennette ile görüşmemiştim.”

Bana bakan göz bebeklerinde küçük dalgalanmalar görebiliyordum. Jennette’e bir şey olduğu kesindi ve her idiyse, sadece bugün depresyonda kalacak kadar minik bir şey olmayacaktı.

“Belki de eğer Jennette’in adını duymasaydım şu an burada olmazdım.”

Aslında, bir başkası olsaydı ‘Neler olduğunu bilmiyorum, ama eğer kötü hissedersen istediğin zaman bana anlatabilirsin!’ gibi bir şey söyleyebilirdi. Ben ise ‘Sana yardımcı olmak isterim.’ Diyebilirdim. Ama söyleyemedim.

Çünkü Claude hiçbir şey söylememiş olsa bile, onun dediği her şeyin en iyisi olduğunu her zaman kendime hatırlatıyorum.

“Prenses, sizi gerçekten çok seviyorum.”

“Ben de Jennette’i seviyorum.”

Belki de, birbirimize söylediğimiz ‘sevmek’ kelimesi aynı anlamda değildir. İşte bu yüzden onun için kötü hissediyorum ve tamamen kabul edildiğini ya da reddedildiğini bilmiyorum.

“Prenses her zaman duymak istediğim şeyleri söylüyor. Bu çok güzel.”

Kalbimin hissettiği bu his, Jennette’in birkaç yıl önce teyzesi Kontes Rosalia’yı kaybettikten sonra ağladığı zaman hissettiğim hisse çok benziyor.

“Ah, ama bu çok saçma!”

İdman sahasından bir haykırış duyduğumda kafamı o tarafa çevirdim ve ses Cabel Ernst’ten gelmişti. Bir sebepten dolayı, Cabel’in Ijekiel’e karşı yenildiğini hissettim ve kesinlikle öyle de olmuştu.

“Görünüşe göre Ijekiel kazandı.”

Dedi Jennette, öncesine göre çok daha parlak bir yüzle.

“Evet. Seninle konuştuğumdan beri pek bir şey izlemedim.”

“Ben de.”

İkisinin yaklaşmasını izlerken, yüz yüze geldik ve kıkırdadık.

“İkisi de çok havalıydı.”

“Heh, gerçekten mi?!”

“Evet, çok havalıydınız.”

Ölmüş bir köpek gibi ilerleyen Cabel Ernst, benden ve Jennette’den gelen övgüleri aldıktan sonra tekrar dirildi. Jennette’in mavi gözleri cam parçacıkları gibi parlıyordu.

Ah, şuna bak, Cabel Ernst de çok yakışıklı, değil mi? Görünüşe göre şu ana kadar hep çok güzel görünen insanları gördüm, yani gözlerim artık alıştı. Şey, ona tapmana gerek yok.

“Aslında, akademide öğrenciyken, savaş sanatlarında şimdikine göre çok daha iyiydim!”

“Ah, akademideki zamanlarınız mı? Merak ettim.”

“Sizi tekrar gördüğüm zaman detaylarıyla anlatacağım.”

Tabii, Jennette’in asıl niyeti ‘Akademideki Ijekiel’in nasıl birisi olduğunu merak ediyorum!’du. Ama ne diyorsun be sen?

Aşk okunun çoktan yayından çıktığını düşünerek kendi aralarında eğlenen Jennette ve Cabel Ernst’e baktım, hemen sonra hafifçe kafamı salladım.

“Hadi, Ijekiel, bir kez daha yapalım!”

“İki kez yetmedi mi?”

“Eğer bir erkeksen, üç veya üçten daha fazla yapmalısın! Bir tane daha yapalım! Bir tanecik!”

 Yan karakterin oldukça yüksek bir kazanma hırsı var. Gü-Güzel, ama gerçekten biraz sinir bozucu. Jennette hafifçe şaşırmış bir ifadeyle ona baktı. Ijekiel de Cabel’e bakıyordu ama yüz ifadesi oldukça normaldi.

“Prenses Athanasia!”

Ah, kim beni çağırıyor yine? Bu sefer ses arkamdan geliyordu. Heyecanlı sesi duyduktan sonra kafamı çevirdim ve hemen sonra ağzımdan kaçırdım.

“Sonunda geldin!”

Kara Kule’nin ve Lucas’ın emri altındaki büyücülerden birisiydi. Bana seslenen kişi Lucas değil de başka bir büyücüydü, Kule’ye gelip gittiğim zamanlarda iyi anlaştığım büyücülerden birisi.

“Prenses gelmedi, bu yüzden ben sizi karşılamaya geldim!”

“Kule’ye gelirken yolunuzu kaybettiğinizi düşündüm.”

Arkasından Lucas konuştu.

Ugh, tekrar bunu söylüyorsun! Sadık bir büyücü gibi gülümsüyor olabilir ancak cümlenin içindeki anlam gerçekten çok utanç vericiydi.

“Kısa bir süreliğine durdum çünkü yolumun üzerinde birkaç iyi insanla karşılaştım. Eğer seni beklettiysem özür dilerim.”

Bekle, genellikle geçte gelsem erken de gelsem kimse umursamaz ve herkes işlerini yapmaya devam ederdi! Neden şimdi beni karşılamak için geliyorsunuz!

Ah, asıl endişelendiğim şey… Neden Lucas ve Ijekiel arasında keskin yıldırımlar oluşuyor!

“Haa, Kule’nin Büyücüsü!”

Cabel’in haykırışıyla etrafımızdaki atmosfer etkisiz hale geldi. Aferin sana iyi iş yaptın, Yan Karakter!

“Ah, yani Atlanta’dan mı geldiniz?”

 Cabel’in kıyafetlerindeki Atlanta imparatorluk ailesinin armasını gördükten sonra, Kara Kule’nin büyücüsü konuştu.

“Eğer sizin içinde sorun olmazsa, benimle karşılaşabilir misiniz?”

Ugh, Ijekiel ile olan savaşından memnun olmadın ve şimdi de büyücüyle mi kapışmak istiyorsun?

Çın!

[İkinci Şövalye Tümeni Şövalyesi Cabel Ernst] bir düello talebinde bulundu. Kabul ediyor musun?]

Aniden bir soru Kara Kule’nin büyücüsüne uçtu. Ancak teklife karşı utanmış bir yüzle kafasını aşağı eğdi.

“Şu an üzerinde çalıştığım büyü yüzünden manamı dikkatsizce kullanamam.”

[Düello talebiniz reddedildi.]

Cabel Ernst’in meraklı bakışları bu sefer Lucas’a yöneldi. Ama belki de Lucas reddeder. Çünkü şu an samimi bir büyücü gibi davranıyor ve yine de şu an aşırı derecede sinir bozucu gözüküyor!

“Hadi idman yapalım, büyücü!”

“Bence idman sahasındaki diğer şövalyelere katılman çok daha iyi olur.”

“Obelia’nın Kara Kulesini ilk duyduğumdan beri her zaman kuledeki büyücülerden birisiyle idman maçı yapmak istemişimdir! Obelia Kraliyet Ailesi mana kullanımını sınırlıyor, değil mi? Eğer güçsüzsen sadece koruma büyüsü oluşturabilirsin! Eğer yapamazsan, bana durmamı söylersen duracağım da! Asla bir Büyücü’yü savaşması için zorlamayacağım!”

“Haa, öhöm!”

Lucas’ın yanındaki büyücüden yalancı bir öksürüş geldi. Ve aynı onun gibi, ben de Cabel’i dikkatle izliyordum ve Lucas’a böyle kibirli sözler söylemeye cesaret ettiğine inanamıyordum…

Dur artık! Uyuyan aslanın burnuna dokunuyorsun! Hiç kimse Lucas’ın yeteneğini küçümsemeye cesaret edemez.  !

Senden zayıflara böyle mi davranıyorsun?! Sen dokuz canı olan bir kedi misin?!

“Ah.”

Lucas’ın dudaklarının köşeleri karşısındaki kişilere korkutucu bir his oluşturarak hafifçe yukarıya doğru kalktı…

“Şey…öldürmek yasak.”

Lucas’ın yanındaki kişi de Kule Büyücüsü olmasına rağmen, kısa bir süre sonra titreyen bir sesle mırıldandı.

“Ah, endişelenmenize gerek yok. Bu sadece antrenman maçı olacağı için ne kadar kötü bir şey olabilir ki? Büyücülerin fiziksel olarak zayıf olduğunu biliyorum bu yüzden onu yaralamamak için elimden geleni yapacağım.”

“Demek istediğim o değildi…”

BİZİM ENDİŞELENDİĞİMİZ ŞEY SENİN HAYATIN, SALAK!

“Bu sefer de büyücüyle mi savaşmak istiyorsun?”

Hemen yanındaki, Jennette endişeli bir şekilde sordu. Ijekiel ise bir şeyi ölçmek ister gibi Cabel ve Lucas’a, doğrudan bakıyordu. Yoksa ikisi karşı karşıya gelirse kimin yeneceğini mi düşünüyor?

Karşısında yayılan korkunç geleceğin farkında olmayan Cabel ise hâlâ gözlerini kırpıştırıyordu. En sonunda, Lucas ürkütücü bir gülümsemeyle konuştu.

“Yeteri kadar iyi değilim, ama elimden geleni yapacağım.”

Çın!

[İsteğini kabul ediyorum!]

Düello için açılan uyarı penceresi bir anlığına gözlerimin önünde parladı gibi hissettim.

Millet, o cesur bir adamdı…

Ben ve kule büyücüsü, Lucas’ı takip ederek idman sahasına doğru ilerleyen Cabel Ernst’i solmuş bir gülümsemeyle izledik.

“İlgi çekici bir maç olacak.”

“Haklısın, ilgi çekici olabilir.”

“Kimin kazanacağını düşünüyorsunuz, Prenses?”

Uzaklaşan iki adamı izlerken, Jennette meraklı bir şekilde sordu ve en başından beri Cabel Ernst’e karşı empati kuran kule büyücüsü ise…

“Ah, Tanrım….”

Ugh, Tanrı’ya diliyor!

“Lütfen o acınası adamı yanına al, daha fazla acı dolu zamanlar yaşamadan…ah, en kısa…sürede….”

Şey, yalvarma şeklin çok korkutucu! Hayır, en başından beri birisinin öleceğinden tamamen eminsin!

Ancak bir anda kulağımda gelen sağır edici patlama yüzünden titredim.

Bam! Bam!

“AHHHHH!!!”

Bam! Bam!

“Yardım edin, kurtarın beni…Ugh!....İ-!”

Büyük patlama sesiyle birlikte korkunç bir çığlık idman salonunda yankılandı.

Daha gidecek çok yolun var, dostum…

Elveda etse miydim?

“Ah, onları durdurmamız gerekmez mi?”

Jennette, elleriyle hafifçe ağzını kapatmış ve gözlerini kocamanca açmıştı.

İdman sahası normal olarak, mana kullanımına izin verilen yerlerden birisiydi ve büyücüler, idman sırasında bir ciddi kural olarak da kabul edilen, bir tür bariyer yaparlardı. Bariyerin sesi yalıtması ile fazla gürültü çıkmazdı. Yani çatlak bariyerin ardında gözlerimiz sadece toz dumanı görüyordu.

Yine de, ara sıra meydana gelen patlamaları, bir rüzgâr sesini ve Cabel Ernst’in kulak zarlarını parçalayan çığlığını duyabiliyorduk.

“Büyü bariyerinin içine girmemizin imkânı yok.”

“Sorun olmayacaktır. Cabel güçlü birisi.”

“Onu öldürmeyecektir… Belki…”

Felix’in içeriye giremeyeceğimizi söylemesi doğruydu ama şey, Ijekiel…?  Bu çocuğun nasıl güçlü olduğunu söyleyebilirsin?

Düzgün bir gülümsemeyle böyle şeyler söylüyorsun! Yanı sıra, büyücü! Biraz önceki belirsiz ‘belki’ de neydi?!

Bam!

“HAA-HAAA!!!”

Tabii, bu maçı isteyen kişi Cabel’di ama hiçbir şey bilmiyordu ve Lucas’ı kışkırttı! Ama üçüncü bir kişinin içeriye adım atması olur mu bilmiyorum bu yüzden Jennette ve ben sadece sessiz kaldık ve idman sahasındaki korkunç durumu izlemeye devam ettik.

Kenardaki şövalyeler bile antrenmanlarını bırakmış ve maçın olduğu yere şaşırmış gözlerle bakıyorlardı. 

O sırada, çatlayan bariyerin içindeki patlama sesleri aniden durdu.

“Ah, çok iyi geldi.”

Tozlar tamamen yere yerleştiğinde, üzerindeki tozları elleriyle temizleyen Lucas’ı gördük. Ah, Lucas insanları berbat bir şekilde dövdükten sonra yüzünde nasıl böyle mutlu bir ifade olabilir? Ah, bu arada, Cabel nasıl?

Neyse ki yaşıyordu. Tamamen bitkin bir şekilde kirli zeminde yarı ölü bir şekilde uzanıyordu.

Kısa bir süre sonra kolunu havaya kaldırdı ve Lucas’a doğru başparmağını kaldırdı.

“Harikaydı, harika…Tam not.”

Hemen sonra da bayıldı. Uzaktan diğer şövalyelerin onun etrafında toplaşmasını izledik.

“İyi bir durumda olduğunu düşünmüyorum. İyi olacak mı?”

“Endişelenmene gerek yok. O bu şekilde yıkılacak kadar güçsüz birisi değil.”

“Belki Lucas üzerinde iyileştirme büyüsü kullanmış ve hemen sonra tekrar saldırmaya başlamıştır. Çünkü bu kadar uzun süre dayanabilmesi…”

Bu sefer, tekrar konuşma, Felix, Ijekiel ve büyücü arasındaydı.

Şimdi Ijekiel’in yüzündeki gülümseme oldukça soğuktu ve büyücü ise…Uh, yoksa bu ifade deneyimlerin yüzünden mi?

“O zaman sorun bitmiş olmalı. Artık gidelim mi?”

Lucas da yanımıza adım attı ve sanki hiçbir şey olmamış gibi parlak bir şekilde gülümsedi.

“Büyücü…gerçekten çok güçlü.”

Lucas’ın dediğini duyduğumda, Jennette sadece benim durabileceğim bir şekilde mırıldandı. Ama aklındaki Lucas imajının değiştiğinden eminim.

“Pekâlâ, ben gidiyorum…”

Gönülsüzce güldüm.

Ayrılmadan hemen önce Ijekiel ile gözlerimiz buluştu ama hiçbir şey söylemeden arkamı döndüm.

“Ah, o oldukça işe yarar.”

Ve aniden kuleye geri dönerken Lucas konuştu. O kadar mutlu bir yüzü vardı ki Cabel’e bir kez daha üzüldüm.

Lucas ile birlikte gelen büyücü, ‘Biraz önce olanlar yüzünden yoruldum bu yüzden ben önden gideceğim.’ Diyerek kaçtı.

Yanı sıra, şu an yanımda sadece Lucas vardı çünkü Felix’i Cabel Ernst’in durumunu kontrol etmesi için yolladım. Şey, bence Lucas onun sınırını biliyordu bu yüzden fazla yaralanmayacaktır.

Birisi hakkında ilk kez iyi bir düşünceye sahip olduğunu öğrenince biraz tuhaf hissettim.

“Gerçekten mi? Düşündüğünden daha da mı güçlüydü?”

“Evet, ama ölecek olsa bile pes etmez.”

Kısacası, ‘İlk başta onu biraz yumuşak davranarak dövdüm ama pes etmedi bu yüzden yarı ölü hale gelene kadar dövdüm.’ Demek istiyor.

Ah, ne! Bu iyi bir şey mi? Cabel Ernst için çok üzülüyorum! Ancak yine de, bu şekilde dövüldüğü halde pes etmemiş olması çok şaşırtıcı.

Lucas’ın sonraki sözleri Cabel’e karşı çok daha acımamı sağladı.

“Ona vurmak harika hissettirdi.”

Hoşlandın mı?! Avına bakan bir avcının bakışı bu! Ugh, Cabel, kaç!

Ve aramızdaki tuhaf atmosfer azalırken kuleye doğru yürüdüm. Lucas geçen sefer çok garip davrandığı için biraz endişelenmiştim ama şimdi kendimi biraz daha rahatlamış hissediyorum.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


123   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   125 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.