Hayır, ama yaşım alınırsa dışarı çıktığımda bu kadar dikkatli olmam gerekiyor mu? En azından sevimlilerimi saklamaya gittiğim zaman bir bebektim.
Eğer burada bir umut ışığım varsa, bu da etrafta kimsenin olmamasıydı. Ama koridorun aşağısına doğru ilerlerken, tanıdık bir ses duydum.
"Prenses!"
Oops, yakalandım!
Hala ıslak olan sıcak bir havluyu tutuyordu. Tanrıya şükürler olsun Seth veya Lily değil, Hanna'ydı.
"Bu şekilde dışarı çıkamazsınız!"
"Artık acı hissetmiyorum. Sadece biraz yürüyüşe çıkacağım."
Aceleyle şaşırmış bir ifadeyle bana doğru koştu. Ama gözümü bile kırpmadım ve sadece merdivenlerden aşağı indim.
Zümrüt Saray'ında beni durdurabilecek kişiler sadece Lily ve Felix'di, ve ikisi de şu an burada değildi.
Arkamdaki merdivenlerden koşarak indi ve beni ikna etmeye çalıştı.
"Ama yüzünüz hale solgun."
"Çünkü uzun süredir güneşe çıkmadım."
Daha fazla onu dinlemeyi düşünmüyordum, bu yüzden ne kadar denerse denesin beni ikna edemeyecekti. Hanna rahatsızca yanımda geldi.
"Blackie bahçede mi?"
Patavatsızca sorduğum soruyla birlikte, Hanna durdu.
"Uh, Prenses. Odanıza geri dönmeye ne dersiniz? Size çay ve atıştırmalık getireceğim. Bugün sizin sevebileceğiniz bir sürü kek yaptık."
Sadece bir anlık, içimde şüphe oluştu. Hiddetli bir şekilde odama geri gitmemi sağlamaya çalışıyordu, ve ben sadece biraz daha yürümek istemiştim.
"Bahçeye gidiyorum."
"P-Prenses!"
Hanna'yı arkamda bıraktım, bahçeye doğru yürüdüm. Ve kısa bir süre sonra hedefime vardım.
Ama Blackie'nin normalde kullandığı yer tamamen boştu.
Aslında, Blackie'yi en son görüşümün üzerinden çok uzun zaman geçti. Bir anda olan o olay ve özellikle Claude acı çektiği için Blackie'yi görmeye gelmemiştim.
Hem de, Blackie ile bir kez daha görüşmekten korkuyordum. Halbuki, şimdi bunun hakkında düşündüm de, onu kendi gözlerimle bir kez olsun kontrol etmeliydim. Eğer o talihsiz olay aynı Lucas'ın söylediği gibi gerçekten Blackie yüzünden olmuşsa, o hala tehlikeli olabilir.
Bu yüzden onu görmeye karar verdim...ama görüşümde yoktu. Evet, bahçe büyük olduğu için bir yerlerde oynuyor olmalı.
"Blackie."
Yüksek sesle onu aramaya başladım. Ama her şeye rağmen onu kaç kere çağırırsam çağırayım, ortaya çıkmadı.
"Prenses!"
Bir süre sonra, Lily arkasında onu takip eden Hanna'yla birlikte ortaya çıktı. Beni üzerimde dal ve yapraklarla gördükten sonra konuşmadı.
"Lily, Blackie nerede?"
Ancak, aynı Hanna gibi anında cevap veremedi. Sadece tek bir sebebi olduğunu düşündüm.
"Babam mı aldı onu?"
"Prenses, bu şey..."
"Babam onu öldürmek için aldı değil mi?"
Lily bir şey söyleyecekmiş gibi ağzını açtı, ama ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi öyle kaldı. O sayede Claude'un bununla bir ilgisi olduğundan daha da emin oldum.
Vay, yani bu oldu? Bu günlerin çok sessiz geçtiğini düşünmüştüm. Blackie'yi bu şekilde öldürdüğüne inanamıyorum!
"Babamın yanına gidiyorum."
"Yapamazsınız, Prenses!"
Bir anda telaşlandığımı hissettim. Birkaç yıl önce Lucas'ın söylediği şeyler kafamın içinde dolaşıyordu.
'Görünüşe göre çok seviliyorsun. Onun yüzünden olduğunu söylediğimde anında öldürmeye çalıştı. Ama eğer öyle olsaydı yani onu öldürseydi çok daha tehlikeli olurdu çünkü bütün mana senin vücuduna geri dönerdi.'
Eğer dedikleri doğruysa, başka bir olay daha yakında olabilir.
Lily'i ittim ve koşmaya başladım. Claude'un beni yanında istememesinin nedeni muhtemelen buydu.
Blackie'yi düşününce, düne kadar tamamen iyi olan o, bir anda kayboldu! Odamdan bu kadar çok ayrılmak istememin sebebi buydu. Uyanır uyanmaz Blackie hakkında her şeyi açıklayacaktım, ama Claude meşgul olduğu için, bunu tamamiyle unutmuştum.
"Baba!"
Claude odasında da ofisinde de yoktu. Bütün Garnet Sarayı'nı iyice araştırdıktan sonra bile onu bulamadım, bu yüzden normalde yürüyüş yaptığımız bahçeye yöneldim.
"P-Prenses!"
Claude oradaydı. Felix beni gördüğünde gözlerini kocamanca açtı. Claude'un bakışları bana kaydı.
O kadar süre geçtikten sonra bu ilk kez Claude'u görüşümdü. Çok daha uzunmuş gibi hissetmişti, çünkü genelde birbirimizi her gün görürdük.
Claude düşündüğümden daha da sağlıklı gözüküyordu. Cildi, sanki ne zaman kan kustuğunu soruyormuş gibi pembeydi.
Bahçede yürüyüşe çıktığına göre iyi gibi gözüküyor. Şey, çoktan üç hafta oldu, yani bu tahmin edilebilir.
Onun iyi olduğunu gördüğümde rahatladım. Neredeyse ağlayacaktım. Felix ve Lily'den iyi olduğunu duymuştum, ama beni bir kez bile göremeye gelmedi!
Haksızlığa uğramış gibi hissederken, bir şey söylemek üzereydim. Ama sonra, Felix tam karşımda durdu ve sözümü kesti.
"Prenses, şu an bunu yapamazsınız. İlk önce Zümrüt Saray'ına geri dönmelisiniz..."
Şşş. Babamla konuşmaya çalışıyorum, yani bununla ilgili ne yanlış olabilir ki?
"Baba, Blackie'yi sen mi aldın?"
Onun için çok üzüldüm, bu yüzden nazik bir şekilde söylemedim. İlk önce, Blackie ile ilgili konuştuktan sonra, konuşmamız gereken başka şeyler de var!
Blackie'nin ismini söylediğimde Felix bir süre geri çekildi. Ve şüphelerim doğrulandı.
"Baba, Blackie'yi öldürme."
Yoksa çoktan öldürmüş olamaz, değil mi?
"Şey, eğer onu izole etmeliyiz dersen bile, sorun olmaz, ama onu öldürme."
Blackie'nin hayatı için konuşmaya devam ettim. Ama bir kez konuşmadı. Bana söylemeden Blackie'yi öldürecek birisi değildi... Şimdiki Claude bana saygı duyar ve beni severdi, ama belki bu bile onun için çok fazlaydı.
"Baba, Blackie aslında..."
Hayatı Blackie yüzünden tehlikedeydi. Mana patlaması olduktan sonra beni kurtarmaya çalıştı...ama daha sonrasını düşündüğümde, konuşamadım. Sanki birisi bana yumruk atmış gibi hissettim.
Bunu inkar etmek istedim, ama Claude gerçekten neredeyse benim yüzümden ölüyordu. Yatağında yatmış bilinçsiz bedenini düşündüğümde başım dönmeye başlıyordu. Claude, Blackie yüzünden komadaydı, ama onu bir süre görmedikten sonra ona söylediğim ilk şey 'Blackie'yi öldürme!' oldu.
Tabii ki, bunu söylemek için sebeplerim vardı, ama bunu böyle söylenemezdi. Ama belki de bu sadece Claude'un karar vereceği bir şey değildi. Obelia'nın tarihinde, prensesin kedisinin imparatoru tırmaladığı ve hizmetkarların kedinin ölmesi için ayaklandığı bir vaka vardı. Ve kedi gerçekten İmparator tarafından öldürüldü. Dahası, bu olaya karışan başka leydiler de vardı, bu yüzden olayın kaynağının ölmesi gerektiğini düşünmüş olabilir.
Ama onu tekrar ikna etmeye çalıştım. Blackie öldürüldüğünde, mana transferini onun bilmesini sağlamam gerekiyordu. Ve ayrıca, ya yine yaralanırsa...
"Baba, ben hatalıydım. Sana daha önce söylemeliydim, ama mana patlamasının sebebi Blackie tehlikeli olduğu için değildi ama... "
"Felix."
Ancak cümleme devam etme şansım olmadı çünkü Claude konuştu.
"Evet, Majesteleri."
Felix biraz gergin bir sesle cevapladı. Gergin gözleriyle bana bakıyordu.
Bana söylemek istediği şeyi söyleyemediği için yılmış gibi gözüküyordu.
Ve Claude'un keskin sesi kulaklarıma girdi.
"Neden bu kız sanki kendi eviymiş gibi benim sarayımda?"
Nefesim kesildi ve Claude'a bakmak için kafamı kaldırdım.
"Majesteleri, Prenses Athanasia..."
"Bu ıvır zıvırı kulaklarımı kanatacak kadar dinledim. "
Claude Felix'in cümlesini sanki şakasından bıkmış gibi kesti.
"Prensesmiş."
Yüzüne buz gibi bir gülümseme yerleşti.
"Ne kadar da gülünç"
Hiçbir şey söyleyemeden onun bana ettiği aşağılanmayla karşılaştım.
"Benim hiç çocuğum yok, ama 'prenses' de ne demek oluyor?"
Felix'in derin bir nefes aldığını hissettim. Claude bana soğuk gözleriyle baktığında, ben de nefes alamadım.
"Onu kim yolladı? Hangi deli p*ç ona kızımmış gibi davranmasını emretti?"
Claude benim beş yıl önce tanıştığım ve şimdiye kadar bildiğim Claude'dan daha farklıydı.
"Felix ve diğerlerini kandırmak için ne tür numaralar kullandılar bilmiyorum, ama benim üzerimde işe yaramayacak."
Claude birisinin beni prenses mevkisine büyü kullanarak getirdiğini düşünüyordu. Her ne kadar ne düşündüğünü biliyor olsam da, aptalca ona seslendim.
"Baba..."
"Baba mı?"
Claude benimle dalga geçti. Ve öncesinde göre çok daha korkunç bir sesle konuştu.
"Çeneni kapa. Eğer bir daha bunu söylersen, dilini keseceğim."
O anda, kalbim hızla atmaya başladı. Bu şu ana kadar ilk kez Claude'un bana bu şekilde davranmasıydı.
"Vücudunu parçalara bölmek çok kolay, ama eğlenceli olduğu için, şimdilik gitmene izin veriyorum."
Eğer onu dinlemezsem benim canımı yakacak ya da öldürecekti.
"Şu andan itibaren, bu kızın Zümrüt Saray'ında hapis kalmasını emrediyorum."
Claude bunu bildirdiğinde, Felix bağırdı.
"Majesteleri! Bunu yapamazsınız!"
Claude bundan sonra başka şeyler de söyledi ama ben duymadım. Sadece ona bakarken yerimde donup kalmıştım.
"Eğer hayatına değer veriyorsan, saçının telini bile sarayın dışında görmesem iyi olur."
İçinde birazcık bile sıcaklık bulunmayan gözler bana baktı, gitmek için arkasında dönene kadar...
"Eğer seni bir daha görürsem, öldüreceğim."
Beni orada bıraktığında güneş ışığı gözlerime parlıyordu. Ama umrumda değildi. Cümleleri kafamın içinde yankılandı.
***
Şaşırtıcı biçimde, Claude hafıza kaybından acı çekiyordu.
Felix'in bana söylediği şeye boş bir şekilde gülmüştüm. Hafıza kaybı mı? O şey sadece televizyon dizilerinde ve kitaplarda olan bir şey değil mi? Ah doğru. Bu bir kitap. Deniliyor...
Haha...ha.
Lily ve Felix benim şaşırmış yüzümü gördükten sonra tereddüt ettiler ancak sonra sessizce odamdan çıktılar. Aşırı derecede çökmüş gözüküyorlardı. Odamdan ayrılmama izin vermemelerinin asıl sebebi ise Claude'un benimle ilgili bütün anılarını kaybetmiş olmasıydı.
Birlikte geçirdiğimiz son dokuz yılın hiçbir parçasını hatırlamıyor. Felix ne kadar anlatmaya çalışsa da, ona sanki bir kara büyünün etkisi altındaymış gibi davranıyordu.
Ona öleceği güne kadar asla bir kızı olmadığını söylemiş...
"Ha...
Kuru bir kıkırdama yine dudaklarımın arasından kaçtı. Durum daha ironik olamazdı. Hepsi bir yalan gibi gözüküyordu. Ama Felix, Lily ve Hanna bunun aslında gerçek olduğunu söylüyordu.
Yani bu doğru muydu? Claude'un hafıza kaybı yaşaması? Böyle şeyler sadece pembe dizilerde olmuyor muydu?
"Haha...imkansız..."
Yatağıma çöktüm. Amnezi tamamen normal bir insana bu şekilde mi etki ediyor? Bu şakaydı, değil mi?
Bu bir hayal mı yoksa gerçeklik mi bilmiyordum. Yüzüme iki kere tokat attım, ama çevrem değişmedi.
Ow! Yani bu hayal değil! İmkansız.
"Peki ya ben..."
Yatağımın etrafında dönmeye devam ettim, gerçeklik bana her zamankinden daha sert vurmuştu. Tavana ifadesiz bir şekilde baktım. Şu anda ne yapmam gerekiyordu? Bu durumun daha kötüsü olamazdı. Claude'un dediklerini düşündüğümde, kalbim yere düşecekmiş gibi hissediyordum.
'Eğer hayatına değer veriyorsan, saçının telini bile sarayın dışında görmesem iyi olur.'
Claude yaşamama izin verdi, ama Zümrüt Saray'ında sonsuza dek kaldığım koşulunda...
Hapis. Bu onun emriydi. Ama cidden mi? Gerçekten beni görürse öldürecek mi? O korkunç gözleri düşündüğümde, bunun kesinlikle ihtimali vardı. Beni unutabileceğini asla düşünemezdim. Hayır...düşündüm mü?
O zaman neden Claude'u görmeye gitmeden odamda kalmadım? Lily ve Felix beni durdurmaya çalışsa bile, onu görmek için elimden gelen her şeyi yapardım.
"Ah, tam bir aptalım."
Yatağıma yattım ve yüzümü kollarımda kapattım. Kimse bakmıyordu, ama yine de kimsenin yüzümü görmesini istemiyordum. Bunun olacağını düşünmüş olabilirim. Claude'un uyandığındaki sert davranışı geçici değildi. Ben sadece kendim görmek istemedim. Lily ve Felix Claude'un bir gün anılarını geri alacağını söyleyerek beni rahatlatmaya çalışıyordu. Şimdi bile, bunun gerçekleşmesini umuyorum.
Peki ya kapıyı bir anda açıp bunun acımasız bir şaka olduğunu söyleseydi? Bunların olmasının tek sebebi Blackie ile birlikte olmamın verdiği ciddi durumu anlamadığım için miydi? Ya da eğer anıları yarın geri gelirse ne olacak?
Ama bir anda düşündüm. Şanslı birisi miydim? Yoksa tam tersi, talihsizlik yavaş yavaş hayatıma girmiyor muydu? Dünyada endişelerimi azaltabilecek kimse yoktu ve bütün gece boyunca uyanık kaldım.
***
"Prenses, aslında, size söylemek istediğim bir şey var."
Sonraki gün, bir şekilde sakinleşmeye başladığımda, Lily hafifçe ellerimden tuttu ve konuştu.
"Blackie Majesteleri tarafından götürülmedi."
Benim hakkımda endişeleniyor gibi gözüküyordu. Bir duraksamadan sonra, konuşmaya devam etti.
"O gün, her şey düzene konulduktan sonra, Blackie hiçbir yerde bulunamadı."
"Ne? Ne demek oluyor bu?"
"Aynen dediğim gibi. Blackie Zümrüt Saray'ında veya sarayın dışında yoktu."
Lily'nin kelimeleri kayboldu. Lucas Blackie'nin benim manamdan oluştuğunu ve bir gün tamamen yok olacağını söylemişti. Küçükken bayılmamın sebebinin de Blackie'ye dokunduğum zaman manamın dengesinin bozulduğu için olduğunu söylemişti.
"Gerçekten çok üzgünüm. Bunu sakladım çünkü öğrenirseniz daha da çok üzüleceğinizi düşündüm."
Bunun olmasının sebebinin benzer olacağını bekliyordum... ama Blackie'nin tamamen ortadan kaybolacağını bilmiyordum.
"Prenses, iyi misiniz?"
Bir süre sessiz kaldığımda Lily endişeyle sordu.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.