Balo başlayalı uzun zaman olmuştu, bu yüzden koridorlar boştu. Yalnız başıma, temiz yolun üzerinde yürümeye başladım.
Tak tuk tak. Ürkütücü bir şekilde adımlarım beni takip etti.
İlk başta, adımlarım yavaştı, ama ses yüzünden, hızlandım. Bir süre sonra elbisemin kenarlarını tutarak neredeyse koridorda koşuyordum.
Pat!
Ama tökezlediğimi hissettim. Hemen sonra, dizlerimde ve ellerimde acı yayılmaya başladı. Kendime geldiğimde, kar kadar temiz mermer zeminde uzanıyordum.
Dişlerimi sıktım ve ayağa kalkmaya çalıştım, ancak bir sebep yüzünden bacaklarım yapamadı. Topuklarımın zemini çizmesinin sesi koridorda yankılandı.
Ve zemine tutunan elimin titremesini görmek için kafamı aşağı indirdim. Fark ettim ki rüzgar yüzünden sallanan bir ağaç gibi titriyordum.
Balo salonunda yumruklarım o kadar sıkı sıkılmış olmalı ki tırnaklarım acıyor.
Oradan nasıl ayrıldığımı ya da bu koridorda nasıl uzandığımı hatırlayamıyordum.
İlk kez bir hayvanat bahçesindeki bir hayvanmışım gibi halkın içinde zorla ortaya çıkarılmıştım ve ilk kez keskin sözler beni bu kadar sert bir şekilde kesmişti.
Bir anda, nefes alamadım.
Kusacağımı hissettim, bu yüzden titreyen ellerimle boynumu örttüm. Biraz önce ne olduğunu anlayamamıştım.
".....Prenses!"
Uzak olmayan bir yerden, bir ses duydum, ve titremeyi bıraktım. Aceleyle ilerleyen adımlar bana doğru yaklaştı ve fısıldayan bir ses duydum.
"Prenses Athanasia."
Beni prenses olarak çağırırsa vatana hainlikten hapse atılacağından korkmuyor gibi gözüküyordu. Sesi duyduğumda kim olduğunu biliyordum, bu yüzden kafamı diğer tarafa doğru çevirdim.
Hiçbir şey görmemiş gibi davransa ve gitse olmaz mı?
Onun bakışlarını hissederken, kendime sordum. Varlığının uzaklaştığını hissedebildiğimde, bu sayede inatçılığımın işe yaradığını düşündüm.
Ve sonra ayak bileğimde bir şey hissetmemle ürktüm.
"Lütfen izin verin."
Belki de şaşırdığımı hissederek, Ijekiel kavradığı bileğimi gevşetti. Sanki istediğim zaman elinden kaçabileceğimi söylüyor gibiydi.
İstemeden başımı çevirdikten sonra gözleriyle karşılaştım.
Bugün Claude'un doğum günü olduğu için,aynı debutante balosunda olduğu gibi süslü bir kıyafet giyiyordu.
Ama benim peşimden koştuğu için saçları biraz dağılmış gibiydi.
Hareket bile etmeden sessizce ona baktım, bu yüzden Ijekiel yine elini hareket ettirdi. Diğer elinde topuklu ayakkabım vardı.
Geç olsa da düştüğümde topuklumun ayağımdan çıktığını fark ettim. Ve onun varlığının uzaklaştığını hissetmemin sebebi de benim topuklumu almak için gitmesiydi.
Ijekiel dikkatlice ayakkabımı yeniden giydirdi.
Bunu yaparken onu izlediğimde garip bir duygu içimi sardı. Belki de dokunuşu çok yumuşak olduğundandır.
Muhtemelen balo salonunda olan her şeyi görmüş olmalı, ancak bakışları ve sesi sarsılmaz şekilde sıcaktı... bu yüzden içime ittiğim duygularımın hepsi yeniden dışarı çıkmaya başladı.
Ve o sırada, Ijekiel'in omuzları titredi.
Yüzümü gördüğü için yüz ifadesinin değiştiğini hissedebiliyordum, ama diğer bir göz yaşının daha düşmesine engel olamadım.
Bunların hepsi... Ijekiel bana nazik olduğu içindi.
Komik olan ise, bu sırada, benim en çok canımı yakan kişiyi düşünüyor olmamdı. Neyi kaybettiğimi açıkça hatırlıyordum.
Ve şunu fark ettim ki, kendim kendimi aşağılıyordum.
Acıtıyor. Claude yüzünden canımın yanıyor olması. Çünkü beni reddetti. Çünkü bana çok kaba davrandı. Bunun yüzünden göğsümün acıyor olması ve ağlıyor olmamı düşünmek.
Kendimi çok aptal hissettim ve güldüm.
İlk başta, yaşamak için yalan söylemiştim. Onunla geçirdiğim zamanlar sadece hayatta kalmak içindi.
Ama bu da ne şimdi. Sonunda böyle oldu.
Bir süre sonra, onunla ilgilenmeye başlamıştım. Bu yüzden beni unuttuğuna inanmak istemedim ve gelecekte beni hatırlamayacağını düşündüğümde korktum.
Beni öldürebileceği düşüncesinden çok, geçmişteki gibi beni reddedeceğinden ve ya ilgilenmeyeceğini düşündüğüm için üzgündüm.
Ancak bu durumu kabullenmek istemedim.
Önceden beri, yalnız olmaya alışmıştım, ve istediğim şeylerden vazgeçtiğim sayısız zamanlar oldu.
Onsuz öleceğimi düşünüyor olsam bile, yıldızlar arasından bir yıldız seçmenin daha düşük olma olasılığı...
Bu yüzden açgözlü olamadım. Bir şeyi çaresizce istesem bile bu isteğimi başkalarına ifade edemezdim. İşte bu benim kendimi nasıl koruduğumdu ve bu acınası duygudan nasıl kendimi kapadığımdı.
Bu yüzden bunu bir kez daha yapabilirim.
Sanki en başından beri hiçbir şeyim yokmuş gibi, sanki o kişinin bana verdiği şefkat ve sıcaklık en başından beri benim değilmiş gibi...
Claude ve Blackie bile hayatımdan kaybolsa. Tek başımda devam edebilirim.
Ama ne zaman bunun hakkında düşünsem, göğsüm sıkıştırılıyormuş gibi hissediyorum.
Kendime en yakın olan kişi bendim. Ancak şu an, ben bile kendime bir yabancıydım.
Ancak sadece buna alıştığım için hiçbir şey hissetmiyorum demek olmuyor, nasılsa ve ne zaman bunun hakkında düşünsem kendimi yalnız hissettim.
Ah doğru. Artık, bunu kabullenmem gerekiyor.
Claude'un beni unuttuğunu bilmeme rağmen kendimi iyi hissettiğim bir durum asla olmadı. Kendimi ne kadar ikna etmeye çalışsam da, hiç iyi değildim. Sadece kendime yalan söylüyordum.
Hayatımda ilk kez hissettiğim şefkat ve sıcaklık yüzünden sarhoş olmuştum, alevin içine çekilen bir güve olduğumu bilmiyordum. Bu yüzden yavaş yavaş kendimi onun içinde kaybediyordum.
O tatlılığı bir kez deneyimledikten sonra, bu tuzaktan kaçamadım.
Dürüst olmak gerekirse, her gün ölüyormuşum gibi hissediyordum. Bütün bunların sebebinin ben olmasına tahammül edemedim. Her gün, kendime olan bir nefretle doluyordum.
Yani aslında hiç iyi değildim.
"Ben ağlamıyorum bu yüzden."
Ve bu yüzden iyi olmam gerekiyor.
"Bana o şekilde bakma."
Eğer ben ağlamasaydım, buna katlanamazdım.
"Evet. Hiçbir şey görmedim."
Ijekiel inatçılığıma gülmedi.
Göz yaşlarım akmayı bırakana kadar yanımda durdu ve başka bir yöne baktı.
Uzaktan görebildiğim parlak ışıklar dalgalar halinde parlıyordu. Her şey bir rüyaymış gibi kaybolmaya başladı. Bu yüzden bir akvaryumda kapana kısılmış gibi hissettim.
Ah. Her şeyin baloncuklara dönüşmesini ve yok olmasını diliyorum.
Solungaçları olmadığı için nefes alamayan bir akvaryum balığı gibi gözlerimi kapattım.
Gece asla bitmeyecekmiş gibi geldi.
***
"Ijekiel!"
Ortaya çıkan oğluna Dük Alpheus bağırdı.
Bugün, İmparator'un doğum gününü kutlamak için yapılan balon erkenden bitmişti.
Ve tam bunun ortasında, Ijekiel, Prenses Athanasia'nın peşinden giderek tek kelime bile etmeden ayrılmıştı, bu yüzden gergin olması bekleniyordu.
"İmparator'un sinirini alabilecek olacağını biliyor olmana rağmen neden prensesi takip ettin?"
Dük Alpheus Ijekiel'i azarladı.
Sebebini bilmiyordu ancak, Prenses Athanasia İmparator'un desteğini tamamen kaybetmiş gibi gözüküyordu. Hayır, tamamen kaybettiğini söylemek için çok erkendi.
Alpheus, başlangıçta zorla sürüklenerek gelmesine rağmen sonra kendinden emin bir şekilde ayrılan prensesi düşündü.
Görünüşe göre İmparator, muhafızlar olmadan kendi isteğiyle gitmesine nasıl izin verdiğinden yola çıkılırsa ondan tamamen nefret etmemişti...
"Hadi at arabasına binelim."
Ama nedeni ne olursa olsun, İmparator Prenses Athanasia'nın, kızı olmadığını duyurduktan sonra, onunla birlikte gözükmek tehlikeliydi.
Böylece Roger Alpheus, at arabasında Ijekiel'in prensesden biraz uzak durması gerektiği gerçeğini kendisine tembihlemeye devam etti.
Zeki oğlu çoktan onu anlamıştı, ama bir sebepten dolayı Prenses Athanasia ile ilgili olan olaylarda, davranışları belirsizdi.
"Baba."
Nihayet, Ijekiel konuşmak için ağzını araladı.
"Bana her zaman mantıklı hareket etmemi söylerdiniz."
"Evet."
"Şu zamana kadar benden memnun musunuz bilmiyorum, ancak sizi bu zamana kadar gayet iyi bir şekilde dinlediğimi düşünüyorum."
Belliydi. Dük Alpheus, onu bir kez bile hayal kırıklığına uğratmayan oğluyla gurur duyuyordu.
"Ama bugün..."
Ijekiel şok edici sözler söyledi.
"İlk kez bunların boşuna olduğunu deneyimledim."
"Ne hakkında konuşuyorsun?"
Roger Alpheus oğlunun ne dediğini anlamamıştı. Ama fısıldayan ses devam etti.
"Baba, o kişinin göz yaşlarını tekrar görebilecek kadar kendimden emin değilim."
Ijekiel babası Dük Alpheus'a kararlı bir şekilde baktı.
"Ve o kişiyi ağlatan kişileri de affedebilecek kadar da kendimden emin değilim."
Aynı şekilde sesi de kararlıydı. Dük Alpheus her zamanki halinden farklı olarak, onun sözleriyle bozuldu.
"Ijekiel sen...."
Ijekiel'in kastettiği kişi açıkça prensesti. Roger Alpheus bunu fark ettiğinde, gözleri şaşkınlıkla doldu.
Pencere aracılığıyla dışarıdan gelen ışık yüzlerini altın rengine boyadı.
Dük Alpheus altınla dolu gözlere baktığında ne derse desin oğlunu ikna edemeyeceğini biliyordu.
"Ciddi miydin?"
Sorusuyla birlikte Ijekiel sessiz kaldı. Ama sessizlik doğru olduğunu anlamına geliyordu.
Bundan sonra, at arabası sessizdi.
Roger Alpheus derin bir nefes verdi, ve Ijekiel'e döndü.
"Senin de bildiğin gibi, bugünkü olaylarla benim bir alakam yok."
"Biliyorum."
Ama Ijekiel devam etti.
"Ancak gelecekte böyle olmayacaktır."
Roger Alpheus'un kaşları seğirdi. Oğlunun ne demek istediğini bildiğini düşünüyordu, ama içi hala kuşkuyla doluydu.
Bu yüzden sadece Ijekiel'in dediklerine şaşırabildi.
"Eğer senin planladığın şey onun canını her hangi bir şekilde yakacaksa, yerimde durmayacağım."
"Senin kararın bu mu?"
"Üzgünüm baba."
Roger Alpheus konuşamadı ve sadece oğlunun yüzüne baktı.
"Huh...."
Şaşırarak güldü.
Bütün insanlar arasından, oğlu Ijekiel'in ona bunu yapacağını bilmiyordu.
"Daha sonra yine konuşalım."
Roger Alpheus yorgun bir şekilde yüzünü sıvazladı.
Zaten tamamen Jennette ya da Prenses Athanasia'nın tarafında durmamıştı, bu yüzden çok da önemli değildi, ama baloda gördüklerine göre Prenses Athanasia'nın tarafı pek iyi görünmüyordu.
Dük Alpheus malikanesine gelene kadar bunu düşünerek kaşlarını çattı. Ama uzun gün hala bitmemişti.
İkisi de konağa geldiğinde,gözleri yaşlarla dolmuş Jennette'i karşıladılar.
"Biraz önce bir mektup geldi ve teyzem...teyzem...!"
Onun alışılmadık yüz ifadesinden, Roger Alpheus aceleyle Jennette'in elinden kağıtı çekti. Yüzü duygusuzlaştı.
***
"Gümüş tabak mı daha iyi olur, yoksa saksı mı?"
Merdivenleri paspasla birlikte silerken düşüncelerinde kaybolan, Ces sordu.
"Aslında bence paspas da işe yarayabilir."
"Ne hakkında konuşuyorsun?"
Ama silerken yüzü korkunçtu. Lily gözlerini kıstı ve Ces yüzünü ona çevirdiğinde sordu.
"Şok tedavisi gerçekleştirmeyi, ve İmparator'un kafasına bir veya iki kez sertçe vurmayı düşünüyordum."
"Ces, gerçekten hapse mi gitmek istiyorsun?"
Ces'in söylediği şey onu kolayca hapse attırabilirdi, ya da daha kötüsü...
Ama Lillian bu sözlerin nereden geldiğini anladı, ve Ces bu kelimeleri kolayca söyleyebilecek birisi değildi, bu yüzden derin bir nefes verdi ve vazodaki çiçekleri düzenlemeyi bitirdi.
"Ama eğer bu şekilde devam edersek İmparator'un ne zaman eskisi gibi iyi olacağını bilemeyiz."
Ve Lily Ces'in dediklerine katılmıyor değildi.
Birkaç gün önce olan şeyleri düşünerek dudaklarını ısırdı.
Prenses Athanasia'nın bir çizik bile almadan geri dönmesi çok rahatlatıcıydı, ancak o gün olanları kolayca unutamayacaktı.
Yani ne cüretle Prenses'i o şekilde dışarı çıkartırlar?
Genelde sakin ve yumuşak tarafı bunu asla hayal edemezdi ama Lily bilinçsizce dişlerini gıcırdatıyordu.
Muhafızların prensesi zorla dışarı çıkarmasını düşünüp duruyordu.
Ve onun zayıf tarafı, sadece geri dönene kadar prenses için dua edebildi.
Lily Prenses Athanasia güvenli bir biçimde geri döndüğü için mutlu hissediyordu, ama neler olduğunu Ces'ten duyduğu zaman paramparça olmuştu.
Prenses Athanasia'nın kızarmış gözlerini düşünürken, kendisini daha da kötü hissetti.
Bunu nasıl yapabilir. Tek ailesini kaybetmenin verdiği acı devasa olmalıydı, ama o yine de bunu ifade etmedi.
Prenses Athanasia iyi olduğunu söyledi, ancak zayıflamaya ve geceleri etrafta dolaşmaya devam etmenin başka ne nedeni olabilir ki? Ve hepsinden daha kötü olarak bunu deneyimlemek zorunda kalmak.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.