Who Made Me A Princess - Novel - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




92   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   94 


           
Ces, Garnet Sarayı'nda konuklarını karşılamak için görevlendirilmişti, bu yüzden her şeyi görmüştü.

İlk önce Hanna ne olduğunu duymuştu, haykırmaya başladı, ve Lily bunların hepsini duyduktan sonra güzel bir gece uykusu alamamıştı.

"Kara Kule'nin Büyücü'sü Majestelerini iyileştiremez mi?"

"İmparator kendisi kabullenmiyor yani...."

Kendisi bu durumu düzeltmek istemiyordu, bu yüzden onların yapabilecekleri hiçbir şey yoktu.

"Haaa. Çok endişeliyim."

"Ben de. Zavallı Prenses Athanasia. Ne yapmalıyız?"

Ancak Lillian, Athanasia ve Claude için endişeliydi.

Prenses Athanasia çoktan acı çekmişti, ve anıları geri geldiğinde, Claude da acı çekecekti.

Artık kimsenin canı yanmasa çok daha iyi olurdu. Balodan sonra İmparator'un Prenses Athanasia'yı aramıyor olması başka bir rahatlamaydı. Balo salonunda olanlardan sonra prensesin yine zorla onun sarayına götürüleceğini düşünmüştü.

"Bugün, prensesin sevdiği çikolatalı kekten yapacağım."

"Ben de yardımcı olacağım."

Lily iç çekti. Sonra endişesiz bir günleri geçmedi.

***

"Prenses, bugün kitap okumayacak mısınız?"

Kanepede çökmüş bana,Lily dikkatlice sordu.

"İlgimi çekmiyor."

Bu öğleden beri oturduğum yerden hiç hareket etmemiştim, ve güneş ışığına bakıyordum.

H-hayır. Ona bakmıyordum, sadece ilgisiz gözlerle bakıyordum... bu günlerde yeni hobim sadece sabit durmak.

Ne yaptığımı kelimelere dökmek istedim, ama pes ettim ve gökyüzüne boş gözlerle bakmaya devam ettim.

Her hangi bir düşüncem yok. Çünkü her hangi bir fikrim yok...

"Çoktan öğleden sonra üç olmuş. Size biraz tatlı getirmeli miyim?"

"Hayır, teşekkürler."

Bu günlerde, gerçekten hiçbir şey yemek istemiyordum, bu yüzden sadece hayır dedim.

Lily, Hanna ve Ces tatlılara hayır dediğim için aşırı derecede şok geçirmişlerdi, ama böyle şeyler bazen olur.

Bu zamanlarda benim yüzümden kendilerini biraz tedirgin hissediyorlar biliyorum.

Bunun hakkında üzgünüm, ancak diğer insanların dediklerine tepki göstermek zorunda kalmak gerçekten başımı ağrıttı.

Benim için endişelendiklerini bilmeme rağmen, günü böyle yatarak geçirdim.

Lily'nin önünde bile, sadece yatağımda ya da kanepede hareket ettim.

Bir süredir, Jennette'in mektupları gelmeyi kestiğinden beri, karantina hayatı yaşıyorum. İşte bu Claude'un istediği arka oda prensesin hayatı değil mi?

Ancak Lily pes etmedi.

"O zaman yürüyüşe çıkmaya ne dersiniz? Güneşin ışınları çok güzel."

"Yürüyüşe çıkmak istemi...."

"Hayır. Böyle zamanlarda daha çok hareket etmeniz gerekiyor. Eğer yalnız kalmak isteseniz, sizi takip etmem. Hm?"

Lily kesinlikle güçlüydü. Birkaç gündür üzerinde oturduğum yatak ve kanepeden kalkmamı sağlamaya çalışıyordu!

Umutsuz gözlerini görmezden gelemedim ve sonunda odamdan çıktım.

"Prenses!"

"Yürüyüşe mi çıkacaksınız?"

Sanki bunu planlamışlar gibi, Hanna ve Ces çıkmamla birlikte odamın dışarısında bekliyorlardı. Ve parlayan gözleriyle bana baktılar.

"İyi bir seçim yaptınız."

"Evet. Bugün hava çok güzel."

Sonunda odamdan çıktığım için aşırı derecede mutlular gibi gözüküyordu.

Odamdan çıkmadığım için benim kötü adam olduğum düşüncesini hissettirdiler.

"Geri döneceğim."

Tuhaf bir şekilde yanlarından geçtim, ve koridordaki hizmetçilerden sıcak karşılamalar aldım.

Dışarı çıkar çıkmaz, parıldayan güneş kafama doğru ışınlarını yolladı.

Çok parlak. Ah, güneş ışığına doğrudan maruz kalmayalı epey oldu.

Biraz daha yürüdükten sonra içeri girsem daha iyi olur diye düşündüm, yani yürümeye başladım.

Ama kimse bana yukarıdan bakmıyordu, değil mi?

Şüpheyle kafamı kaldırdım. Ancak yansıyan güneş ışığı içeriyi görmemi engelledi. Pes ettim, gözlerimi kısarak yere bakmaya devam ettim.

Bu günlerde gidebilecek bir yerim olmadığı için kıyafetlerim aşırı derecede basitti. Bu yüzden yürümek önceki zamanlara göre birazcık daha rahattı.

Lily'nin istediği gibi, sarayın etrafında yavaşça yürürken ağaçlara, yapraklara ve gökyüzüne baktım.

Ve beyaz güllerle dolmuş bahçeye girdim.

Gül bahçesi Claude ile birlikte zaman geçirdiğim gül bahçesinden çok daha güzel güllerle dolmuştu. Güllerin güzel olduğunu söylediğim zaman Claude'un aniden benim için yaptırdığı bahçeydi.

Bahçenin tam ortasındaki bir patikadan yürüdüm. Ve ellerim tamamen açmış bir çiçeğe ve onun yapraklarına uzandı. Dokunuşu hissettim ve yaklaştım.

Sonra, onu hafifçe okşadım ve sertçe gövdesinden çektim.

Başımı yere eğdiğimde, koparılmış gülün güneşin altında harika bir şekilde parladığını gördüm. Bir süre olduğum yerde durdum ve yere oturdum.

Yol boyunca, diğer gülleri de kopardım.

Nedenini bilmiyorum, ancak gülleri görür görmez, onları görüşümden temizlemek istedim.

Arkama baktığımda, güller aynı Hansel ve Gratel hikayesindeki çakıl taşları gibi etrafa saçılmıştı. Sessizce onlara baktım ve yine önüme döndüm.

Ve kafamı kaldırdığımda, sessizce bana bakan bir adam gördüm.

Rüzgar saçlarını uçuşturdu ve dalgalandırdı. Aynı şekilde etrafa saçılan gülleri, yaprakları ve elbisemi de.

Claude ve ben ses çıkarmadan birbirimize baktık.

Onun varlığı kesinlikle beklenmedikti, ancak onu gördüğüm için şaşırmamıştım.

Şaşırmamıştım çünkü bir gün beni görmeye geleceğini düşünmüştüm.

Baloda olduğu gibi bana düşmanca bakmıyordu. Koyu yeşil gözleri beni parçalarçasına deldi.

Sessizlik uzun ancak aynı zamanda kısa da sürdü. Duygusuz gözleriyle bana baktı, ama bana doğru yürümeye başladığında, bilinçsizce elimdeki gülü sıkmaya başladım.

Aramızdaki mesafe hızlıca azaldı. Gölgesini gördüğümde, yüzüne bakmak için yukarı kaldırdım.

Günlerdir hasta olmuş birisine benziyordu.

Claude yavaşça konuşmak için ağzını araladı.

"Yaşamana izin vermemeliydim."

Artık, onun söylediği kelimelere şaşırmıyordum. Ama sesi geçmiş zamanda beni tehdit ettiği zamandan biraz daha farklı hissettiriyordu. Kısık sesi devam etti.

"Seni ilk gördüğüm zaman senden kurtulsaydım, yüzünü hatırlamama gerek kalmazdı."

Bunu söylediğinde, gözlerinin rengi hafifçe değişti. Duygusuz gözlerinden şimdi soğukluk hissediyordum.

Claude elini bana doğru kaldırdı.

O zaman, bir şeyin bir yere çarpma sesi kulak zarlarıma doldu. Bir şeyin kırılmasıyla keskin ışık parladı.  Bilinmeyen bir kuvvetle geriye doğru itildim ve etrafımda oluşan dalgayla güller etrafa dağıldı.

Saçlarım uçuştuktan sonra, buz gibi parlayan gözleri gördüm. 

"Gülünç. Senin koruyucu büyündeki büyü kesinlikle benim."

Komik olmayan bir şaka duymuş gibi kuru kuru güldü, ve ne yaptığının farkına vardım.

"Ne yaptığını bilmiyorum, ancak büyü yalan söylemez yani bu büyü kesinlikle benim. Ama onu yok eden kişinin ben olduğumu düşününce."

Bir kez daha bana yaklaştı.

"Ne saçma bir trajedi."

Etrafımdaki beyaz güller uçmaya başladı. Kokuları burnumu gıdıkladı ve başka bir zorlama havayı tekrar titretti.

Ah....Claude gerçekten de beni öldürmeye çalışıyor.

Sadece beni tehdit etmiyor, ama cidden. Beni koruması gereken koruma büyüsü parçalanıyordu.

"Bu yüz. Bu ifade."

O sırada, büyünün arkasından baktığım Claude'un yüzü parçalandı.

"Sinirlerimi bozuyor."

Klank! Svoş!

"Eğer ondan kurtulursam bitecek."

Benimle mi yoksa kendisiyle mi konuşuyordu söyleyemem. Ancak bu şu an önemli değildi.

Boom! Klank!

Claude'un benim üzerime yerleştirdiği koruma büyüsü  sürekli parçalanıyordu.

Ve bilmeden içimde topladığım değerli şeyler darmadağın olmaya başladı.

Boom!

Keskin ses sanki bizi havanın içerisinde uçuracakmış gibi güçlü bir rüzgar oluşturdu.

Bana yaklaştıkca, Claude'un eli kanamaya başladı ve kan rüzgarla birlikte havada uçtu. Ama o durmadı. Sanki bugün bunun sonunu görecekmiş gibi.

"O işe yaramaz nefesi."

Bu sahneyi birkaç kez zihnimde oluşturmuştum.

"Senin için bitireceğim."

Uzun zaman önce, Claude'un beni öldüreceğini düşündüğümde. Ama bir süre sonra, bu korku beni korkutamayacak kadar küçüldü.

Klank!

Benimle birlikte bahçede çay içtiği ve bana vermek için birlikte çiçek topladığımız zamanlar... 

Klank!

Aslında, bir süredir, onu kendi ailemmiş gibi düşünüyordum. Daha önce hiç gerçek bir ailem olmamasına rağmen, bir baba ve kızın birbirlerine böyle davrandığını düşündüm.

Svoşş!

İlk başta, onunla birlikteyken etrafıma bir duvar örmüştüm, ama sonra fark ettim ki kalbimin büyük bir bölümünü o kaplamıştı.

Bu yüzden karşımdaki kişiyle geçirdiğim zamanlar beni düşündüğümden çok daha mutlu etmişti.

"Eğer kaybolursan."

Ancak ondan nefret edemem çünkü...

"Bu yabancı hayali."

Benim suçumdu.

"Bu yüzü düşündüğümde hissettiğim duygu yok olacak."

Çünkü ben Lucas'ın uyarılarını dinlemedim, ve bir aptal gibi, büyümü kontrol edemedi. Çünkü beni kurtarmaya çalıştığı için bu oldu.

Bu yüzden tam burada, cezalandırılıyor olabilirim.

Evet, biliyorum. Biliyorum, ama....

"Yani öl."

Bu Claude'u görmekten hoşlanmıyorum. Babam olmayan birisini görmek acıtıyor. Bunu söyleyemediğim için öleceğimi hissediyorum.

"Elimle."

Voşş!

Güllerin arasında başka bir patlama daha oldu.

Claude'un eli neredeyse boynumdaydı, ve mahvolmuş eli sonu durmadan kanıyordu.

Elim de aynı şekildeydi. Gülleri saplarından çektikten sonra, dikenlerinden kırmızı kan altımdaki çimenleri ıslatıyordu.

Vücudumu koruyan koruma büyüsü artık tamamen yok olmuştu. Bir veya iki saldırıdan sonra yok olacak, Claude beni istediği şekilde öldürebilecekti.

Ama...

Duygusuz gözlerine bakarken dudaklarımı ısırdım.

Bu şekilde ölmek istemiyorum.

Boom!

En azından senin ellerinle.

Klank!

Senin elinle ölmeyi asla istemiyorum....!

Ve o anda oldu. 

Etrafımdaki beyaz güller sanki bir fırtınaya yakalanmışçasına girdap gibi dönerek yükselmeye başladılar.

Beyaz bir ışık sanki bütün dünyayı yutacakmış gibi parladı.

Claude'un tam boynumda olan eli, durdu.

Yüzündeki şaşırmış ifadeyi gördüm.

Güller yeniden sallanmaya başladılar. Beyaz fırtına etrafımda dönüyordu. Ama içinde, güller ya da ışık olmayan beyaz bir şey vardı.

Kulaklarıma bir ses geldi. Bir bağırma. Ya da sessiz bir çığlık. Claude bir şey söylemek için ağzını açtı ancak ben hiçbir şey duymadım.

Sonra beyaz şeyin ne olduğunun farkına vardım.

Beyaz baloncuklardı. Ve bendim. Hava yüzünden sıkışmıştım, fırtına sayesinde içine doğru itildim.

Claude'un yüzü sinir ya da korkuyla doldu, hangisi olduğunu söyleyemem.

"Elveda, baba."

Ve dünyam beyaz ışığa dönüştü.

***

Beyaz ışık etraftan toplanmaya devam etti.

Rüzgarın tam ortasında ayakta dururken, Claude'un gözleri kısıldı.

"Majesteleri!"

Aynı diğer günler gibi rahatlatıcı bir gündü, Felix'in dediğine bakılırsa, Zümrüt Sarayı'nda çay partisi yapılacak günlerdendi.

Kızı Athanasia şu an çok güzel zamanlar geçiriyor olmalıydı.

"Eğer yakınına giderseniz tehlikeli olacaktır! Yalvarırım geri çekilin!"

Ancak Claude büyü patlamasını hissettikten sonra oraya koştuğunda, kızı Athanasia hiçbir yerde görünmüyordu.

Claude, tam o anda aradığı kişinin o beyaz ışıkta hapsolduğunu fark etti. Her an patlayabilecek bir nükleer fırtına gibi.

"Felix, bütün insanları Zümrüt Sarayı'ndan uzaklaştır."

"Anlaşılmıştır, efendim! Büyücüler de bunu şimdiye kadar duymuşlardır bu yüzden siz de..."

Felix, patlayan büyüden zar zor kurtarılan Jennette Margarita'yı tutuyordu. Bu olağanüstü şey başladığından beri bilinçsizdi.

Rüzgar o kadar kuvvetliydi ki Felix Claude'la konuşmak için bağırmak zorunda kaldı, ama cümlesini bitiremeden Claude ileriye adım attı..

"Majesteleri!"

Felix gözlerini kocamanca açtı ve bağırdı ancak Claude durmadı. Altın saçları güneşin bir parçasıymış gibi parladı.

"Yapamazsınız, Majesteleri!"

"Gürültülü olmayı kes ve sana emrettiğim şeyi yap. Yoluma çıkıyorsun."

Claude arkasındaki ümitsiz sesi duyabiliyordu ama hiç tereddüt etmeden patlamanın merkezine girdi.

Cark!

Keskin bir acı hissetti, ve kan yüzünden aşağıya doğru aktı. Büyü etrafını keskin bir bıçak gibi kamçılıyordu.

Durum hiç iyi değildi. Ve demek oluyordu ki Athanasia tehlikedeydi.

Cark! Voşş!

Güç sanki davetsiz misafiri engellemek için vücuduna girdi. Ancak Claude yavaşlamadı.

Fırtınanın içine girdikten sonra durdurmayı düşünüyordu. Onun ve Athanasia'nın yeterli zamanı yoktu, ve Claude bunun en mantıklı yol olduğunu kararlaştırdı.

Ancak zorlayan şey büyüydü ikisini de kritik bir duruma sokuyordu, ve eğer tehlikede olduğundan emin olursa güçlerini kullanmayı planlıyordu.

On dokuz yaşındaki kendisi bunu bilse çıldırmış olup olmadığını sorardı, ancak burada onu durdurabilecek kimse yoktu. Ve deneseler bile, Claude durmayacaktı.

Eğer yaparsa, ölebilirdi.

Ancak sorun yoktu.

'Eğer hayatımı bu çocuğunkiyle değiştirebilirsem.'

Fizz!

Hiç tereddüt etmeden Claude büyünün en yoğun olduğu yere doğru uzandı. Ve tam o anda gözlerinin önünde beyaz bir ışık patladı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


92   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   94 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.