Claude evraklara imzasını damgalamayı bıraktı ve kaşlarını çatarak kafasını kaldırdı. Ancak bu sabahtan beri onun sinirini bozan kişi konuşmaya devam etti.
"Saçmalık değil. Birçok kez söyledim Prenses Athanasia Majesteleri'nin birici...."
"Felix, sabrımı denemeyi bırak."
Soğuk ses Felix'i durdurdu.
Çoktan işinin çok gerisindeydi, bu yüzden başı ağrıyordu. Felix bunun büyü patlamasına kapıldığı için olduğunu söyledi. Ancak Claude onun dediğine inanmayarak güldü.
Büyü patlamasına mı kapılmış? Neden? Kendi büyüsünü kontrol edebiliyor. O zaman demek oluyor ki başkasının büyü gücüne kapılmış. Bu kadar küçük bir sarayda onu bilinçsiz bırakabilecek bir büyücü mü var?
İnanılması güçtü, ancak Felix saçma sapan konuşmaya devam etti.
"Beni ittiniz ve prensesi korumak için büyü fırtınasına atladınız."
On dört gündür bilinçsiz olduğu gerçeği inanılmazdı.
Prenses? Ne zamandan beri bir kızı vardı? Ve onu kurtarmak için hayatını mı riske attı?
"Felix, kafayı mı yedin?"
Bunu ilk kez duyduğunda, gerçekten Felix hakkında endişelenmişti. Yüzü hatırladığından daha yaşlı gözüküyordu, ve bu saçmalığı konuşmak için bir gecede ne oldu? Yanlış bir şey mi yedi?
Felix'in yalvarışlarını dinlerken, ilk uyadığında gördüğü kızı hatırladı.
Evet. O kız ona 'Baba' diye seslenmişti. İmparatoriçe olmak için onun yatağına sürünerek giren binlerce kadın vardı, ancak birisinin ona kızıymış gibi davranması ilk kez oluyordu.
Eskiyi düşününce, o kızın da kraliyet gözleri vardı.
"Bence anılarınız biraz bulanık."
Felix ciddi bir yüzle söyledi, ancak Claude bunu kabullenmedi.
Ah. Yani o şeytan kızdı, ya da kıza bunu yapmasını söyleyen kişi kara büyü kullanmıştı.
Onun kim olduğunu bilmiyordu, ancak Felix gibi birisini bile tuzaklarına düşürdülerse, kesinlikle yeteneklilerdi.
Yani demek bu Felix'in sadece bir gecede bu kadar yaşlanmış görünmesinin sebebiydi. Kara büyünün başka bir yan etkisiydi.
Claude sonunda anladığında kafasını salladı.
Felix'in ikide bir anılarını kaybetti demesinin sebebi o kız yüzündendi. O kızı kurtarmak için büyü patlamasının içerisine girmesinin imkanı yoktu.
Onun kızı olduğunu kabul etse bile, bunu yapmasının hiçbir yolu yoktu.
Tamamen kafayı yemediğim sürece, sadece çocuğum için hayatımı riske atmamın hiçbir yolu yoktu, değil mi?
Eğer bu doğruysa, babası mezarından kalkacak ve Claude'a gülecekti, ve Claude kendini savunamazdı.
Bu tamamen açıklanamazdı, bu yüzden Claude kendi kararını verdı ve vücudunu tedavi etmeye odaklandı. Canavar gibi olduğu için, tamamen iyileşmesi çok uzun sürmedi.
Ancak imparatorluğa yeniden bakmaya başladığında, Felix'in söylediklerinin bir şekilde doğru olduğunu fark etti.
Prenses Athanasia hakkında değil de, son dokuz yılının anılarını kaybetmiş olması durumu.
İmparatorluk hatırladığından tamamen daha farklı olmasıydı.
Felix'in onun için hazırladığı dosyaları okuduğunda, anlaşıldı.
Aslında, Claude aynaya baktığında kendi yüzünün ve Felix'in yüzünün hatırladığından daha da yaşlı olduğunu fark etti. Koyu kan kustuğunda doktor ve kulenin büyücüleri onu gelmeye geldiğinde de aynı şeyi fark etmişti.
Ha. O zaman Felix'in dediği doğru mu oluyor?
Claude dosyaları okurken gözlerini kıstı. Bütün geceyi çalışma odasında bunu düşünerek geçirmişti, ancak kabul ettiği tek şey son dokuz yılki anılarını kaybetmiş olmasıydı. Hepsi bir yana, bir kızı olduğuna inanamıyordu.
"Eğer saçma sapan konuşmaya devam edeceksen, neden oraya oturup dosyaları düzeltmeme yardımcı olmuyorsun?"
Bu yüzden Claude, Felix'in söylediklerini bir kulağıyla dinlerken, ona yığınlar halinde dosya verdi.
Sonra tuhaf bir kanepe görüşüne girdi. Bir süredir düşündüğü bir şeydi, bu yüzden Felix'e sordu.
"Neden burada bir kanepe var? Bu çalışma odamda durabilecek kimse yok."
Bazen acil konular olduğunda, insanları konuşmak için çağırırdı, ancak her zaman kısa bir sohbet olurdu.
Eğer oturup konuşmaları gerekiyorsa, konferans odasını kullanılırdı, ve kanepe resmi konuşmalar için çok rahat gözüküyordu.
Burada çünkü bazen dinlenmek için onu kullanıyordu? Ancak Claude asla çalışma odasında dinlenmezdi, bu yüzden bu kanepe ona şüpheli gelmişti.
Sonra, Felix sanki Claude'un bunu sormasını bekliyormuş gibi cevap verdi.
"Prenses Athanasia sizi görmek için geldiğinde beklemesin diye buraya bir kanepe yerleştirdiniz."
"Ne?"
"Ve siz özellikle kanepenin rahat olmasını emrettiniz."
Kelimeleri o kadar inanılmayacak kadardı ki Claude konuşamadı.
"İşte buraya bakın. Bir şey hatırladığınızı düşünüyor musunuz? Siz çalışırken Prenses Athanasia sık sık buraya otururdu."
Felix heyecanla kanepeyi Claude'un önüne doğru çevirdi. Ve bir şey hatırlaması için onu teşvik etmeye çalıştı.
Claude sessizce umutsuz gözlerine baktı ve inanmayarak güldü.
"Bu yeni bir tane."
"Tekrar söyleyeceğim, ancak bu şaka değil."
Felix sanki sinirlenmiş gibi sesini yükseltti. Doğru gibi gözüküyordu ve Claude sinirlenerek kaşlarını çattı.
'Ama en azından ona inanıyormuş gibi yapmam biraz mantıklı olmalı.'
"Aynı zamanda tekrar söyleyeceğim, ancak şakalar dinleyecek kadar boş değilim. Burada bir yer olduğu için, otur ve çalış ve işin bitene kadar ağzını açmayı düşünme bile. "
Eğer Felix onun bu kanepeyi Felix dinlensin diye yerleştirdiğini söylese daha inandırıcı olurdu.
Claude ağrıyan başını kavradı ve düşüncelerini kanepeden uzaklaştırdı.
Ancak soru sormaya devam etti.
"Ne zamandan beri o şeyler orada?"
"Prenses Athanasia okumayı çok seviyor. Üç yıl önce ona özel bir kütüphane yapılmasını emrettiniz."
"Kütüphane?"
Claude gözlerinden şüphelendi ve ciddi bir yüz yaptı.
"Şakayı kes. Böyle bir emri hiç vermedim."
"Tabii ki. Anılarınızı kaybettiğiniz için."
Felix sanki bir hastaya bakıyormuş gibi endişeli bir yüz yapmaya cüret etti. Claude ona kaşlarını çattı. Ve gördüğü binaya gitmeye başladı.
"Majesteleri, geldiniz mi?"
"Obelia'nın güneşine onurlarımızı veriyoruz!"
Binanın tam önünde onları görünce Claude'un gözleri soğukça parladı. Bina uzakta gördüğünden çok daha büyüktü.
Gardiyanlar onlarını gördüklerinde dikleşip ve eğildiler
"Burada ne yapıyorsunuz?"
Claude içinde kötü bir duyguyla sordu. Çünkü o hiçbir zaman buraya bir bina yapılmasını veya gardiyanlar yerleştirilmesini emretmemişti. Durumu sevmedi. Daha çok Felix'in dediklerinden sonra.
Ve sonra sanki daha önce buradaymış gibi konuştular. Ancak kısık sesiyle, gardiyanlar tam karşısında solmaya başladılar ve özür dilemeye başladılar.
"Özürlerimizi sunarız, Majesteleri!"
"Eğer kollamamızda herhangi bir hata var ise, bunun sebebi bizim yetersiz olmamızdır!"
"Güvenliğimizi yükselteceğiz!"
"Prenses Athanasia buraya geldiğinde onun tehlikede olmaması için yaşamlarımızı vereceğiz!"
Claude kaşlarını çattı ve alnındaki kırışıklıklar derinleşti.
O kızın büyüsü daha ne kadar uzağa gidecek? Kapının önünde onu koruduğunu söyleyen gardiyanlar bile yapmış.
"Bir keresinde kütüphaneye davetsiz bir misafir girmişti bu yüzden bütün gardiyanları değiştirmiştiniz. "
"Hala bu saçmalıkla devam ediyorsun."
"O zaman çok sinirlenmiştiniz. Bu yüzden yeni gardiyanlar çok gergin."
Felix'in cümleleriyle, Claude kaşlarını çattı. Şimdi çok az da olsa neden gardiyanların böyle olduğunu anlamıştı.
Ancak düşüncelerini reddetti ve kafasını salladı.
Hayır, değildi. Mantıklı değildi. Bu şaşırtıcı sözleri doğru olamazdı.
Bir kez daha Felix Claude'a fısıldadı.
"Burada olduğunuz için, birazcık içeriye göz gezdirmelisiniz. Prenses Athanasia burada değilken buraya sık sık gelirdiniz."
"Kapa çeneni. Benim öyle anılarım yok."
Ancak Claude onun cümlelerine düşmemişti ve sertçe başka yöne döndü. Gardiyanlar yüksek ses ona elveda ettiler.
Uzun sürmedi, durdu. Şiddetli bir koku burnunu gıdıklıyordu, daha önce hiç görmediği bir gül bahçesi gördü.
Sadece girişe bakmak iğrenç bir israftı. Bu bir imparatoriçenin veya prensesin hoşuna gidecek kadar süslü bir bahçe değil miydi?
Felix bir kez daha arkasından fısıldadı. Claude'un omuzları Felix'in ağzından gelen havayla titredi.
"Tabii ki, Prenses Athanasia'nın kaldığı Zümrüt Sarayı'ndaki gül bahçesi aralarındaki en güzeli. İkiniz genelde orada zaman geçirirdiniz...."
Bu sefer Claude sanki Felix'in dediğini duymumış gibi davrandı ve sessiz kaldı. Ancak Claude Garnet Sarayı'na giderken hala kaşlarını çatıyordu.
"Bu hepsi değil. Siz Prenses Athanasia'ya altın ve mücevher dolu hazineler verdiniz. Eğer onları görmek isterseniz, sizi oraya bizzat götürebilirim."
"Felix..."
"Özürlerimi sunarım, ancak beni yutacakmış gibi dik dik baksanız bile, olan şeyler yok olmayacaktır, Majesteleri."
Ha. Claude söylediklerine o kadar suskun kaldı ki Felix güldü.
Eğer Felix'in dediği doğruysa, önceki kendisinin bir aptal olduğu belliydi. Vatandaşları için karaciğerini ve böbreklerini vermeye istekli olan eski imparatorun babası değildi.
Yani Felix'in şu ana kadar söylediği şeyler gerçek değildi. Neredeyse onlara aşık oluyordu çünkü gerçekmiş görünüyorlardı, ama delirmediği sürece bu asla olmayacaktı.
Claude ayrıldığı zamankinden çok daha solgun olarak yatak odasına girdi.
"Sinir eden bir konuşmacıyı bütün gün dinlemek beni yordu. Dinlenmem gerekiyor, bu yüzden hemen ayrıl."
"Sizin yanınızda duramaz mıyım* Eğer sizi rahatsız eden bir şey olursa, sizin el ve ayaklarınız olarak size getirebilirim, ve eğer bir şey hakkında şüpheniz var ise bana so...."
"Çık, hemen."
***
Claude neredeyse dişlerini gıcırtarak emretti.
Felix zorla odadan atılacağı için yürümeye başladı. Ta ki Claude odasında bir şey görüp onu durdurana kadar.
"Bekle."
Gözlerini kıstı ve köşedeki yatağa doğru yürüdü.
Kan kustuktan sonra yatağına yaklaşması ilk seferdi. Sadece kısa zamanlarda uyurdu, bu yüzden yatak yerine her zaman kanepeyi kullanırdı.
Ve gördüğü şeyle yüzünü sertleştirdi.
"Bu garip şey de ne? Büyülenmiş bir kağıt mı?"
Kumaşı kaldırdığında, üzerinde şüpheli çizimler olan birkaç sayfa kağıt gördü.
Korkunç çizilmiş insan ve canavar figürleri vardı, ve bunlar şüphesini arttırmak için yeterliydi.
Daha da tuhaf olan şey ise yatak odasınında kimsenin göremeyeceği bir duvardaydılar.
"Aman Allahım, Majesteleri!"
Felix haykırdı ve sanki ilk kez görüyormuş gibi duvara yaklaştı. Claude o kızın büyü kullandığına dair hiçbir şüphesi olmadığını düşündü ve yüzü tekrar sertleşti.
Ancak Felix'in söylediği tamamen beklenmedikti.
"Bunları bağrınıza mı basıyordunuz? Ah, Prenses Athanasia'ya değer verdiğinizi biliyordum, ancak bunu bilmiyordum..."
Claude gözleri duygusallıktan sırılsıklam olan Felix yüzünden yine gözlerini kıstı.
"Bunlar Prenses Athanasia'nın küçükken size verdiği çizimleri."
"Yani bu büyülü kötü niyetli çizimler aslında o kızdan..."
"Kötü niyetli? Ah, görünüşe göre eski olmalarına rağmen tamamen iyi durumda olmaları için büyü yapılmış gibi gözüküyor."
Claude karşısındaki çizimlere yine baktım.
Sonunda kızın büyü kullanarak kızıymış gibi davrandığının kanıtını bulduğunu sanmıştı... ama tekrar baktığında, bu büyü Claude'tan başka kimsenin olamazdı. Ve bu çizimlerin daha uzun süreli olması için yapılan bir büyüydü.
Yani bu demek oluyor ki bunlar sadece çizimler?
"Ancak hala..."
Bunu düşünse bile, bu çizimler hala şüpheliydi.
"Bu canavar figürleri ne? O kızın beni lanetlemek için garip çizimlerini verdiği açıkça belli. O zaman delirmemiş olsaydım bunları duvara yapıştırmazdım... "
"Dürüst olmam gerekirse, ben de çok şaşırdım. Prenses Athanasia onları size verdiğinde sanki sizi rahatsız ediyormuş gibi homurdanırdınız, ancak onları bu şekilde bağrınıza mı bastığınızı düşünmek... ve hem de tozlanmasınlar diye üzerine koruyucu büyü koymanız... "
"Bu ne tür bir...."
"Ah. Endişelenmeyin, Majesteleri. Ben, Felix'in ağzı sıkıdır. Bu yüzden kimseye odanızın kimsenin görmediği bir tarafında bu çizimleri astığınızı söylemeyeceğim. Endişelenmenize gerek yok."
Sersemlemiş, Claude sadece Felix'e baktı.
Ne? Bu çizimleri bağrına mı bastı? Ve hem de tozlanmasınlar diye üzerine koruyucu büyü koydu?
"Haa. Eskileri düşündüğümde güzel anılar aklıma geliyor. Kesinlikle sizden beklenildiği gibi, sırayla düzenlemişsiniz. Ah, hatırlamıyor olabilirsiniz, bu yüzden size açıklayacağım. İlk baştakini Prenses Athanasia beş yaşında sizinle birlikte zaman geçirdikten sonra çizmişti ve onun yanındaki resim sekiz yaşındayken sizi ve kendisini gökyüzünde uçtuğunu hayal ettiğinde çizmişti ve onun yanındaki resim ise dokun yaşındayken, altın... "
Cennetler.
Onu dinlemeye devam ettikçe daha da kötüleşiyordu.
Claude alnını başı ağrımaya başlayınca tuttu. Felix'in dediklerine inanamıyordu, ve inanmak da istemiyordu.
Bu doğru olsa bile, şimdiye kadar onun vücudunda başkası birisinin olduğu açıktı Birisinin o gibi davranması mantıklı değildi. O kadar saçmaydı ki konuşamıyordu.
Claude ya Felix'in ya da kendisinin delirdiğini düşündü.
Ancak tuhaftı. Tüm kanıtlara göre, Claude'un delirmiş olması daha muhtemeldi.
"Ah! Majesteleri, bu resme bakmaz mısınız?"
"Bunlardan başka bir çizim daha olduğunu mu söylüyorsunuz?"
"Bildiğim kadarıyla, bir tane daha var."
"Hayır, bu yeterli. Açıklamana gerek yok. Büyük ihtimalle başka bir delice çizimdir."
"Değil. Kraliyet ressamının kendisinin çizdiği bir portre."
Claude perdeleri kapatırken durdu.
Sesi öncesinden daha farklı geliyordu.
"Portre mi? Ben mi yaptırdım?"
Görünüşe göre saçma şeyler hala bitmemişti. Claude'un gözleri soğukça parladı.
Bir portre. Kraliyet ressamının portresini çizmesini sağlamıştı.
"Kesin olarak, siz ve prensesin birlikte olduğu bir portre."
Claude'un bu soğuk sarayında bir iz bırakmak aklında bile yoktu. Diğer başarılı imparatorlar portrelerinin asılmasını istediler, ancak Claude istemedi.
Daha öncesinde diğer kraliyet üyelerinin kraliyet ailesinin portresinde kendi yüzünü asla göstermemişti.
Çünkü babası ve abisi ona asla izin vermemişti, ve imparator olduktan sonra, o da istemedi.
"Prenses'in isteğiydi. Son günlerde başlatıldığı için hala tamamlanmamış olsa da."
Ancak o bir portresinin çizildiğini söyledi. Kızıyla birlikte.
"Nerede?"
"Sizi görmeye götürmeli miyim?"
Gözleri nefretle doldu. Claude ani bir duyguyla doldu ve Felix'i takip etti.
"Burada. Biraz boya kokuyor..."
Ve oraya vardıklarında, Claude onun sözünü bitirmesini beklemedi ve kapıyı ani hareketle açtı.
Kalın perdeleri kenara çekti. Güneş ışığı odayı doldurdu.
"Eğer çok fazla ışığa maruz kalırsa renklerin solacağını söylediler, bu yüzden uzun süre açık bırakamazsınız. "
Felix portre ile ilgili bir şey söyledi ancak Claude onu duymadı.
Zaman durmuş gibi, tam karşısındaki çizime baktı.
Kol açıklığı kadar büyük kare odanın ortasında bir çizim vardı.
Claude çalışma odasındaki kestane rengi sandalyede oturuyordu. Ve onun yanında, yatak odasında gördüğü kız vardı.
Tamamlanmamıştı, bu yüzden bazı tarafları boyanmamıştı.
Ancak fark etmezdi. Dikkatini çizimdeki iki kişiye odakladı.
Ha! Ve Claude gördüğü şeye güldü.
Bu da ne? Kızın yazdığı oyuna kendini kaptırmış mıydı?
Eğer bu şeyleri yapmış olmasının sebebi büyü yüzündense, bu demek oluyor ki onun içine aptal bir şekilde düşmüştü.
Ama neden. Sadece neden o yüzü yapıyordu.Neden.
Neden.
Sadece neden.
Claude bütün hayatı boyunca hiçbir zaman o yüzü yapmamıştı.
Zor hayatından sonra her zaman sert bir yüze sahipti ama... erimiş kar gibi sakin ve huzurlu görünen o aptal yüz.
Böyle bir yüzü yapabileceğini asla hayal edemezdi.
Ancak bu da neydi? Ondaki bu acınası yüzü kim çizmişti?
Büyüydü. Kesinlikle büyü.
Yani o kızı hemen öldürmesi için çağırmadıysa...
Claude bu rahatsız edici portreyi parçalamak için elini kaldırdı.
Ancak bir sebepten dolayı, eli sadece titremeye başladı, ve sadece yanındaydı. Tekrar elini kaldırmaya çalıştı, ancak tuhaf bir şekilde, hareket ettiremedi.
"O zaman ilk ben ayrılacağım."
Felix ayrılmadan önce Claude'un yüzünü inceledi ve sessizce odadan çıktı.
O sırada bile, Claude resimdeki kızın yüzüne bakıyordu.
Ancak anlamadı. Neden o ışıltılı yüze bakarken sinirlendiğini.
'Baba bir dileğim var.'
Sonra, karşısında şey kısık bir sesle ona fısıldadı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.