'Bu benim erken doğum günü hediyem olabilir. Benim için yapacak mısın?'
'Dilek. Neymiş o? Söyle.'
'Portremizin çizilmesini istiyorum. Aynı kraliyet ailesindekilerin aile portresi gibi. Seninle birlikte.'
Ve diğer bir baş ağrısıyla, Claude inlemeye ve başını tutmaya başladı.
Evet. Bu kadar karmaşık olmasına gerek yoktu. Sadece karşısındaki şeyden kurtulması gerekiyordu.
Bu yüzden o çizimi parçalaması gerekiyordu. Onu kırması gerekiyordu...
Ancak bir sebepten ötürü, eli yanından ayrılmadı.
Sadece bu da neydi. Bu çizim de neydi. Sadece bu çizimin içindeki kişi ona neyi ifade ediyordu....
"Tamamen delirmiş olmalıyım."
Aklının şimdi bile böyle olduğunu gördüğünde fark etti ki, o kız muhtemelen ona bir veya iki şeyden fazlasını yapmıştı.
Claude dikenlerle çevriliymiş gibi hissederken aptal bir ifadeyle çizime bakmaya devam etti. Sanki onun için değerli bir şeyi kaybetmiş gibi hissederek. Güneş batana kadar o şekilde durdu, ve kendine yoksa delirdiğini mi sordu.
***
Bundan sonra Claude uykusuzluk çekmeye başladı.
Çalışma saatlerini geri çektikten sonra uyumaya çalıştığında bile, düşünmek istemediği kişiyi düşünmeye devam etti. Gecelerini yatağının etrafında dönerek geçirdi.
Resimdeki kızı yine gördüğünde, onu kesinlikle öldürmesi gerektiğini düşünmüştü.
'Baba!'
Onu ilk gördüğü anda öldürmeliydi. Doğru, ve o kızı olsa da olmasa da, fark etmezdi.
Görmek istemediği kişinin görüntüsü önünde yanıp sönmeye devam etti ve her gerçekleştiğinde sinirlendiğini hissetti.
'Baba, Blackie'yi sen mi aldın?'
Aptal kız. Neden kendi hayatı hakkında endişelenmesi gerekirken, başkası hakkında endişeleniyor? Gözleriyle bir katilin gözlerine baktığını bilmeden.
'Baba..'
'Baba mı?'
Kız ona her o şekilde seslendiğinde, kalbi sanki eziliyormuş gibi hissediyordu.
'Çeneni kapa. Eğer bir daha bunu söylersen, dilini keseceğim.'
Ama neden.
Tam karşısındaki kişiyi öldüremedi.
'Vücudunu parçalara bölmek çok kolay, ama davranışların eğlenceli olduğu için, şimdilik gitmene izin veriyorum.'
Çılgın P*ç. Ne yapıyordu? Öldürmesi gereken o şeytan kızın gitmesine izin mi verecekti? Böylesine savunmasız bir kızı öldürmek basitti. Tek yapması gereken elini uzatmak ve sihrini kullanmaktı.
'Şu andan itibaren, bu kızın Zümrüt Saray'ında hapis kalmasını emrediyorum.'
Ancak bu kadar kolay bir şeyi yapamıyordu.
'Eğer hayatına değer veriyorsan, saçının telini bile sarayın dışında görmesem iyi olur.'
Claude ona bakan yalvaran yüze aldırış etmedi ve ayağa kalktı.
'Eğer seni bir daha görürsem, öldüreceğim.'
Ancak kızın yanından geçtikten sonra sakin yüz maskesi buruştu.
O anlamasa bile, göğsü sanki birisi ona yumruk atıyormuş gibi acıyordu. Sanki birisi kalbini sıkıyormuş gibi.
Kvank!
Odasında girer girmez Claude odasının duvarını yumrukladı. Ancak göğsü yaralanan elinden daha çok acıyordu.
O geceden sonra, Claude kabuslar görmeye başladı.
'Umarım bu çocuğu seversiniz.'
Bu bir kabustan başka şekilde açıklanamazdı.
Zar zor geri ittiği kişi zihnine geri döndü ve kulağına fısıldadı.
'Aynı beni sevdiğiniz gibi, lütfen kollarınıza bırakarak gittiğim bu çocuğu da sevin ve kollayın.'
Claude kafasındaki sese inanamayarak güldü.
Dur. Kimin çocuğu kim? Onun kızı yoktu. Tam şu anda rüyasındaki kadını hiçbir zaman sevmemişti.
O ölmüştü. Onun sevgisini itmiş ve kendi kendine ölmüştü. Ve şimdi de neyi istiyordu?
Evet. Felix de bunu söylemişti. Athanasia o ve Diana'nın kızıydı. Ve bu, rüyalarındaki kadının tek iziydi.
Bu yüzden kabul edemedi.
Tam karşısındaki kişi yerine o kızı kabul edip sevmek mi? Bu kesinlikle saçmalıktı.
Claude karşısındaki kadına soğuk gözlerle baktı.
O çocuğu asla sevmeyeceğim. Hiçbir zaman olmadı, ve olmayacak.
Yani eğer o çocuk hakkında endişeleniyorsan, bir hayalet olmaya geri dönebilirsin.
Ama bunu söylemesine rağmen yüzü aşırı derecede üzgündü.
Ancak sevecen bir şeyler söyleyemedi çünkü onun onu tek başında bıraktığı ve öldüğü durumunu kabul edemiyordu.
Nasılsa, Diana ona gülümsedi.
Sanki o hiçbir şey söylemese bile, biliyor gibi.
Parçalanmamaya çalışıyordu, ancak karşısındaki kişi kaybolmaya başladığında, bunun bir önemi yoktu.
Claude ellerini karşısındaki kişiye sardı.
Gitme.
Sesi her zamanki normal sesine hiç benzemiyordu. Israrla doluydu.
Bu yüzden bunu sevmiyordu. Bu duygulara sahip olmayı istemiyordu. Kontrol edemediği acınası ve güçsüz duygularla doluydu. Söylemek istemediği bu sözler gibi.
Ancak Diana yok olmaya devam etti, ona hafifçe gülümseyerek. Yüzünde özlemle onu bırakarak.
"Ne...?"
Uyandığında, hiçbir şeyi hatırlamıyordu.
Claude rüyasındaki her şeyi unuttu. Bir şey hakkında rüya gördüğünü düşündü ancak sabah uyandıktan hemen sonra, hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Sinirlenmeye başladı ve nefes alamadı.
Bundan sonra, Claude aşırı baş ağrısı çekmeye başladı.
Bütün bunlar olurken, aklını belli bir şeylerden uzaklaştırmak için görevlerine odaklandı ve doğum günü balosunun geldiği güne kadar gözünü kırpmadı.
Başka garip bir rüya göreceğini düşündü, bu yüzden yatak odasında dolaşmayı bırakmadı.
Bu yüzden her gün uykusuzluk yüzünden yorgundu. Felix ona yürüyüşe çıkmasını söyledi ve hep başının etini yedi, ancak kızı gibi davranan kızla tanıştıktan sonra binayı hiç terk etmedi.
Claude her gün daha da dalavereci oldu. Bu yüzden balo başladıktan kısa bir süre sonra başını tuttu ve bu balonun daha ne kadar süreceğini düşündü.
"Ancak Prenses Athanasia bugün baloya gelmedi mi? Sizi aynı debutante balosunda olduğu gibi birbirinize sevgi gösterirken görebileceğimi düşünmüştüm. Huhuh. "
Birisinin söylediklerine duyarlı davranmasının nedeni buydu.
Henüz kızı öldürememiş olması onun için komikti.
Hayır, onu öldürmek problem değildi. Ne zaman ona sert bir şey söylese kusacakmış gibi hissediyordu.
Kırmızı halıda diz çöken kıza baktığında hiç de eğlenmedi, ancak sanki kocaman bir hata yapıyormuş gibi hissetti.
İşte bu yüzden o kıza bu kadar kabaydı.
'Hemen şu kızı görüşümden uzaklaştırın.'
Claude o an fark etti ki o kızı öldürmeye hazır değildi.
'Beni zorlamasanız bile, kendi isteğimle ayrılacağım.'
Hayır, isteği bir yana, o kızı öldürmek için yeterli kendine güveni vardı.
O kız bir daha ona baba diye seslenmedi. Bunu fark ettiğinde, ağır bir taş kalbine düştü.
Claude hiçbir şey söylemedi ve sadece nefes nefese, yürüyerek ondan uzaklaşan kıza baktı.
Klakk!
Balo bittikten sonra, Claude çalışma odasındaki masanın üzerinde olan her şeyi yere fırlattı.
Baş ağrısı daha da kötüleşmişti.
Gün geçtikçe, deliriyormuş gibi hissetti. Hayatı boyunca yapamayacağı bir şeyi hatırlamaya devam etti.
Claude artık uyuyamıyordu.
Cik cik.
Kuş sesi penceresinden geçti. Kafasını hafifçe kaldırdı çoktan öğle vakti olmuştu.
Dünden beri kapının dışında yüksek sesle yaygara yapan Felix çoktan pes etmiş gibiydi.
Bugün, zihni daha da temizdi. Baş ağrısı nedense yok olmuştu.
Evet. O zaman hadi şu baş ağrısının sebebinden kurtulalım. Ve hepsini bitirelim.
Bu düşüncelerle, ilk kez, Zümrüt Sarayı'na doğru ilerledi.
***
Garip bir şekilde Athanasia isimli kızın nerede olduğunu etrafa bakmadan anında söyleyebilirdi. Ve beyaz gül bahçesinde sarı saçları etrafta uçuşurken onu gördüğünde...
Claude bilinmeyen bir özlem hissetti.
Ancak o günden beri sarsıldığını hissetmek istemiyordu. Böylece Claude, tereddüt etmeden öldürme niyetiyle elini uzattı.
Klank! Svoşş!
Sihir kendisine doğru geri savrulurken, iki insanı da yuttu. Cam keskin çatlama sesi havayı doldurdu.
Krak!
Onun gözlerini gören kişi öldürüleceğini fark etmiş olmalıydı, ancak geri adım atmadı.
Korktuğu için buz kestiğinden miydi? Ya da yoksa hala onun tarafından öldürülmeyeceğini mi inanıyordu?
Ne olursa olsun, aptalcaydı. Tam şu anda kaçması onun için daha iyi olurdu.
Claude aklından ayrılmayan onun kaçmasını uman duygudan haberdar değilmiş gibi davrandı.
Fizz! Klank!
Koruma büyüsü kesinlikle onun manasını içeriyordu. Büyüdeki birçok katmanı düşünerek güldü.
Onu parçalayanın kendisi olması oldukça trajedikti.
Klank! Çat!
Claude yaptığı şeye devam etmek için dişlerini gıcırdattı. Yaptığı şeyi bitirdikten sonra pişman olmayacağından emin olabilir mi?
Claude kendini zorlayarak kararlaştırdı.
Tabii ki. Bahçeye bunu yapmak için girmişti. Ama.....
Neden kalbi ölecekmiş gibi acıyordu?
Aynı karşısındaki insanı öldürürse kendisi de ölecekmiş gibi, karşısındaki kızı yaralamaya çalışması onu korkunç ve berbat hissettirdi.
Klank!
Artık büyünün sadece bir katmanı kalmıştı.
Ve eli kızın boynuna ulaştı. Çarpıntılı kalp atışları kolunun üstüne ilerledi ve farkında olmadan kızın kar beyazı boynundaki tutuşunu bıraktı.
Fiyuu!
Ve o anda oldu.
Beyaz ışık gelgitler gibi dalgalandı ve çiçeklerle birleşerek bambaşka bir beyaz maddeye dönüştü.
Bunun parçalanan büyünün kalıntısı olduğunu düşündü, ama değildi.
Pop pop.
Beyaz parıldayan baloncuklardı. Claude karşısında ayakta duran kişinin baloncuklar tarafından yutulmasını kocaman açtığı gözleriyle izledi.
Çevresi, görüşünü kör edecek kadar beyaz parlıyordu. Bunun rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu söylemesi daha zorlaştı. Claude elini uzatırken, kız baloncuklar içinde kaybolmaya başladı.
Elini bir kez daha gerdi.
Ancak bu sefer onu öldürmek için değildi.
Hayır. Gitme.
Rüyasındaki gibi, Claude çaresizlik içinde ağzını açtı. Ancak baloncukların arasında hiçbir şeyi tutamadı.
"Elveda,baba."
Işık dalgaları gözlerini kapattırdı ve kız ona doğru fısıldadı. Sanki son bir elveda. Ona son bir veda gibi.
Ve ışık kayboldu.
Ah, bu... bütün hayatı boyunca hiç bu tür bir korku hissetmemişti.
Claude umutsuzca sanki hiçbir şey olmamış gibi sessizce gül bahçesinde durdu.
Kafasını bu kadar karıştıran şeyin kökü tamamen gitmişti ama...boğuluyormuş gibi hissetti.
Sahip olduğu her şeyi kaybetmiş gibi derin bir kayıp boğazını sarmıştı. Ancak ne kaybettiğini bilmiyordu. (Çn: Beynini.)
"Majesteleri!"
Bu yüzden Claude saraydaki diğer hizmetçiler ve Felix'in ona seslenmesini duymasına rağmen hiç hareket etmedi.
Büyü patlaması olduğu için bahçeye yaklaşamadılar ancak şimdi kaybolduğu için girebilmişlerdi. Felix ve Zümrüt Sarayı'ndan kadın hizmetçiler solmuş yüzlerle ona doğru yaklaştılar.
"Kayboldu."
Konuşmak için zorla ağzını açtığında, kısık bir ses kulaklarına girdi.
"Tam karşımda."
Hepsi onu öldürmediği için rahatlamış gibi gözüküyorlardı. Ancak Claude onun gözleri önünden kaybolması durumunu kabullenememişti.
"Felix, onu bul."
Onu parmaklarının arasından kaçma cüretini göstermişti. Tam karşımda, elveda ederek...!
"Ne olursa olsun kullanın, onu bulun ve tam benim karşımda getirin!"
O zaman dünyanın sonuna kadar senin peşine düşeceğim.
Claude kendisine yemin etti ve dişlerini gıcırdattı.
Kızın kaybolduğu yerdeki beyaz güller ve etrafa dağılmış kan damlaları acı verici derece gözlerine batıyordu.
***
Bugün biraz etraf gürültülü.
Pencerenin dışına doğru bakarken yanaklarımı pastırmalı sandviçle doldurdum. Birkaç insanın tahta panonun etrafında durduğunu görebildim.
Böyle olmaları için ne oldu acaba? Sandviçimden son bir ısırığı alıp ne olduğunu öğrenmek için ayağa kalktım.
"Ne oldu?"
İnsanların toplandığı yere gittim, ancak etrafı çevrili olduğu için panodaki bilgiyi göremiyordum.
Bir süre onların arkasında durdum ve kendim görmeye çalışmaktan vazgeçtim. Bunun yerine çevremdeki insanlara sordum. Hanın sahibi cevap verdi.
"Sebebi, bilirsin, kaybolan prensesi bulmak için etrafa posterlerini yapıştırıyorlar. Ancak onu sadece bir çizimle bulmanın zor olacağını duyduktan sonra, bize görüntü taşı gösterecekler. "
Dedikleriyle, şaşırmıştım. Ancak şanslıyım ki, kimse fark etmedi gibi gözüküyor, ve insanlar onun dediklerine eklediler.
"Orada çalışan birisinden farklı semtlerin arasında görüntü taşlarını gezdirdiklerini duydum. "
"O şey çok pahalı değil mi?"
"Görünüşe göre, saraya götürülen kızlar prenses değilmiş."
"Sen de dikkatli olmalısın. Sadece sarı saçlı kızları aldıklarını duydum."
"Evet, dikkatli olmalıyım galiba."
Sahte bir şekilde güldüm ve olduğum yerden ayrıldım. Sonra, hemen odama gittim ve toplanmaya başladım.
Ne, görüntü taşı mı? Cidden ne zaman yaptırdı? Bu köyde montajlarımı astıklarını öğrendiğimde ki şaşkınlığımın üstesinden geleli yalnızca bir süre geçmişti, ancak şimdi 2D değil de 3D mi olacak? Etkileyici, o Claude. Beni o kadar çok yakalamak ve öldürmek mi istiyor? Hm?
Eşyalarımı toplarken, kendi kendime söylendim ve dışarıdaki insanların konuşmalarını duymak için durdum.
"Bugünlerde çok fazla doğal afet oluyor."
"Kuzeyde, birçok kez toprak kayması olduğunu duydum. Hem de, o Kontes bile..."
"Ve Kinlan'a kar yağdığını düşünsene?"
"Kinlan bir çöl olmasına rağmen! "
"Bu yüzden garip. Birkaç gün önce Cycania Kutsal İmparatorluğu'nda..."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.