##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
Ertesi gün Edgan mağaraya gitmek istese de Kristin barajına takıldı, genç kız sevgilisinin biraz daha dinlenmesi konusunda ısrarcıydı. Üstat Hanry’ nin ziyaretleri, on kişilik genç topluluğunun daveti derken süre üç gün daha uzadı ama Edgan’ın sabrı tükenmek üzereydi. “Tamam, bugün gidebilirsiniz. Zaten patron da beni çağırıyor, dükkânda işler birikmiş, dağ olmuş!” Kristin, son sözleri Şişman Moe’ nin yaptığı gibi abartılı el kol hareketleri eşliğinde tık nefes söyleyince, diğerleri gülmeye başladılar. Mel ev hapsinden, Edgan ’da süresi belli olmayan bekleyişten kurtuluyordu, nasıl mutlu olmayacaklardı ki? Kristin’e Ticaret Meydanı’na kadar eşlik eden iki genç adam, ardından ilginç bir iddiaya tutuştular. “Yarışalım mı?” “Olur, nesine?” “Mağaraya ilk ulaşan kazanır. Kaybeden akşam ki yemekleri öder, hem de Beyaz Kuğu Tavernasında!” “Kabul. Kesenin ağzını açmak zorunda kalacaksın!” Edgan, Hükmetme Aşamasının gücüne güveniyordu ama bilmediği bir şey vardı. Koşacakları alan ormanlıktı ve buralar Mel’in oyun alanlarıydı. Hata yapmıştı, bunu ancak bir saatlik koşunun ardından anladı. Fark fazla değildi, birkaç saniyeydi ama kazanan Mel’di. “Kusura bakma, bu gece deli gibi yiyip içeceğim!” Nefes nefese konuşan Mel sözleri bitince öksürmek zorunda kalsa da Edgan’ın aksine gülümsüyordu. “Sen ne biçim bir adamsın? İki katım olmana rağmen hızın benden yüksek, sadece Bitki Bilimci olduğuna emin misin?” Soru Mel’in kulaklarına erişse de cevap ağzından çıkmadı, kahkahalar eşliğinde etrafı süzdükten sonra mağaraya girdi. Edgan hemen arkasındaydı, yolu takip ederek yeşil yapraklı ağacın dibine kuruldu. “Akşam olmadan döneceğiz, saat altıda Kristin’i işten almamız lazım!” “Tamam, tamam! Sevgilinden korktuğunu bu kadar belli etme!” Arkadaşının omuzuna vuran Mel, hadi oradan der gibi elini salladı ve akarsuyun diğer tarafına geçerek yere uzandı. O andan itibaren başka ses olmadı, gözlerini kapatarak yoğunlaşan Edgan o geceki hissiyatı arıyordu. Saatler saatleri kovaladı, güneş ufuk çizgisine olan yolculuğunu tamamlamaya yaklaştığında Mel arkadaşının yanındaydı. “Edgan, bugünlük yeter!” Yakışıklı genç adam yavaşça gözleri açtı ve iki elini yüzünde birleştirerek derin bir nefes verdi. “Olmuyor. Ne kadar denersem deneyim, o zamanki hissiyata erişemiyorum!” “Günler torbaya girmedi ya? Ara sıra gelir yeniden denersin!” Çaresizliğine umut olan sözler genç adamı yerinden fırlatmaya yetti, çıkışa doğru ilerlerken enerjik bir tonda konuşuyordu. “Haydi gidelim! Arkadaşımın, sevgilisinden azar işitmesini istemem!” “Vay, öyle mi? İstersen dönüş yolunda da yarışalım!” “Yok, kalsın! Daha fazla borçlanmak istemiyorum, bu akşamki masraflar yeter de artar!” Güle oynaya mağaradan çıktılar ve batmamak için direnen güneşe selam vererek yola koyuldular. Genç ve dinamiktiler, koşmalar bile bu sadece yarım saatlik bir gecikmeye neden oldu. Ticaret Meydanı’na vardıklarında, arasından yürümekte zorlanacakları bir kalabalık onları beklemiyordu. Normalin aksine, az sayıda insan vardı ve iki genci gördüklerinde hızla uzaklaşıyorlardı. “Yine tuhaf tuhaf davranmaya başladılar!” Edgan söylenirken, Mel’in bakışları Şişman Moe’ nin dükkânının olduğu çıkmaz sokağa çevrildi. Dolup taşan sokakta kimsecikler yoktu, dolanan az sayıda insan da yanına yaklaşmıyordu. “Ben dükkâna gidiyorum!” Hızlanan Mel birkaç nefes içinde önce çıkmaz sokağa girdi ve ardından dükkânın kapı koluna asıldı. “Kapalı!” “Ne oldu Mel?” Edgan bir yandan cama yüzünü yaslayarak içeri bakıyor, bir yandan da arkadaşıyla konuşuyordu. “Hayret bir şey! Kristin altıda gel dedi ama dükkân şimdiden kapanmış!” İki arkadaş camekânın önünde ileri geri yaparken, çıkmaz sokağın derinlerinden bir inleme duyuldu. Cılız ses ancak dükkânın önüne kadar gelebiliyordu, meydana ulaşmasının hiçbir yolu yoktu. “Kim var orada?” Soruyu soran Edgan’ dı, Mel’se çoktan kaynağın yanındaydı. “Sen, siz!” Ses bir taneydi ama çıkmaz sokağın dibinde üst üste yığılmış dokuz kişi vardı. Bedenleri biçimsizce bükülmüş ve derin yaralar her taraflarını kaplamış olsa da Mel onları tek bakışta tanıdı. “Ne oldu size, kim yaptı bunları?” Edgan, ağır yaralanmış gençleri kontrol ettiğinde hayretle bağırdı, kız erkek demeden feci şekilde hırpalanmışlardı. “Mel, Kristin!” Grubun içindeki bir kız iki kelimeyi zorlukla söyledikten sonra bayıldı, o an Mel dizlerinin üzerine çöktü. “Kalk ayağa Mel!” Arkadaşı kolundan tutup kaldırmaya çalışsa da duyduğu iniltiler Mel’i olduğu yere çiviliyordu. “Kasper..” “Evin, evine…!” Ağır hırpalanmış dokuz kişi ancak bu kadar konuşabildiler, nefes alıyorlardı ama ağızlarını daha fazla açabilecekleri meçhuldü. “Haydi, evine gidiyoruz!” Edgan şöyle bir silkeleyince Mel de kendine geldi ve Birinci Sınıf Konutların olduğu yere doğru hızlandılar. İri yarı genç çocuk harekete geçtiği an öncekinden de hızlıydı, Edgan ancak birkaç metre geriden takip edebiliyordu. Uzun sayılabilecek yolu yarım saatte aldıklarında, Mel’in dokuz evden oluşan konut alanı uzaktan görünmeye başladı. O an Mel vites arttırdı ve ona yetişmeye çalışan arkadaşıyla arayı açtı. Çok değil, beş dakika geçmeden Edgan ‘da varmak istedikleri yerdeydi ama gördükleri belki görmek isteyeceği son şeylerdi. Arkadaşı, yerde yatan iki kişinin yanında diz çökmüştü ve gözünden akan yaşlar toprağı ıslatıyordu. Daha bir gün önce bin bir türlü çiçeğin hoş aromasıyla kaplı bahçede, ağır kan kokusu vardı. Her yer talan edilmiş, canlılık içeren ne varsa katledilmişti. Edgan yerdekileri tanıyordu; biri arkadaşının sevgilisi Kristin, diğeriyse yamuk kâküllerini bir türlü düzeltemeyen Nalt’tı. Kıyafetleri kan ve beyaz bir maddeyle kaplıydı, yakışıklı genç bunu görünce ileri atıldı ve Mel’i oradan uzaklaştırmaya çalıştı. “Ellerini üzerimden çek!” Hırıltı şeklinde başlayan cümle vahşi yaratıkları andıran bir kükremeyle tamamlandığında, Edgan birkaç adım geri çekildi. Neler olduğunu, arkadaşının da anladığının farkına vardı, Mel’in gözleri kan kırmızıydı. İri yarı genç çocuk pençe haline gelen ellerini hızla sallamaya başladı, yerde yatan ikilinin yanı başındaki toprak havalanıp üstlerine iniyordu. Yarım dakika içinde, kan ve spermle kirlenmiş bedenler toprağın koynuna kavuştu. Mel, ayağa kalktığı gibi koşmaya başladı; bastığı yer içeri göçüyor, kollarının hızından etrafında rüzgâr esintisi oluşuyordu. İki katlı ahşap konağa varması on beş dakika sürmedi, kapının önünde onu tanıdık yüzler karşılıyordu. “Mel Malcom!” En önde Dövüşçü Bölümü Başkanı Sokom olmak üzere, on beş bölüm görevlisi hat kurmuş bekliyorlardı. “Önümden çekil!” Mel ileri atıldı, Edgan hemen arkasındaydı. Yerden kalkan toprak dalgası iki gence çarpıp onlarca adım geri savursa da bir daha yüklendiler. “Bu kez kendimi tutmayacağım!” Sokom gür sesiyle bağırdı, arkasındaki görevliler de silahlarını çektiler. Mel’in elleri pençe şeklini aldı, arkasındaki Edgan’sa kılıcını yavaşça kınından çıkarıyordu ama hiç beklenmedik birisi aniden çıkageldi. “Mel dur! Kendini öldürteceksin!” Üstat Hanry, iki tarafın arasına yıldırım gibi indi; bir avuç içi Mel ve Edgan’a, diğeri Sokom’ a bakacak şekilde kollarını açmıştı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.